Semerkand'da Bâbûr

Türk târihinin önemli isimlerinden Timur oğullarından Bâbûr Şah ile Cengiz oğullarından Özbek Şaybak Han arasındaki Semerkand mücâdelesi ve Timurluların, şehri Özbeklere terk edişinin hikâyesi... "Şibânî soyundan Şaybak Han, Semerkanda doğru yürüyüşe geçmişti. Tahtı istiyordu. Şibânîler, Cengiz Han soyundan oldukları için taht üzerinde hakları vardı ve bu haklarını Timuroğullarından geri almak istiyorlardı."

yazı resim

Atım dörtnala gidiyordu. Hiçbir şekilde durmuyor, mola vermiyorduk. Hatta atımı dinlendirmek için bile durmuyordum. Acelem vardı. Taşıdığım haber her şeyden önemli idi. Bu haberin bir an önce Semerkanda, Bâbûr Şaha yetiştirilmesi gerekiyordu.

Semerkanda yaklaştığımda, kentin koruması ile görevli bir kısım asker beni durdurmak için yanıma yaklaşmak istedi. Ancak yanıma yaklaştıklarında kim olduğumu görüp, geri çekildiler ve sur kapısında görevli askerlere, kapıyı açmalarını emrettiler. Ben de, son hızla kente girdim.

Saraya geldiğimde yorgunluktan bîtap durumdaydım. Atım benim kadar dayanıklı çıkmamıştı, daha sonra bana atımın çatlayıp öldüğünü bildirdiler. Umursamadım. Çünkü taşıdığım haberin önemi, atımdan da, kendi hayatımdan da daha önemli idi. Kısa bir bekleyişten sonra Bâbûr Şahın beni beklediğini söylediler. İçeri girdim.

Yere diz vurup, padişâhı selamladıktan sonra getirdiğim haberi Bâbûr Şaha bildirdim. Kuzeyde bir süreden beri çapul ve yağma ile meşgul olan Şibânî soyundan Şaybak Han, Semerkanda doğru yürüyüşe geçmişti. Tahtı istiyordu. Şibânîler, Cengiz Han soyundan oldukları için taht üzerinde hakları vardı ve bu haklarını Timuroğullarından geri almak istiyorlardı.

Kötü haber, tez yayılırmış. Şaybakın Semerkanda yürüdüğü haberi, bütün yöre halkını korkutmuştu ve bunun sonucunda sur dışındaki köylerde yaşayan halk, yığınlar hâlinde sur kapılarına yığılmıştı. Bâbûr ne yapacağını düşünüyordu.

Savaştan başka çare yoktu. Ya tahtını ve dedesi Timurun kentini terk edecek ya da duracak ve savaşacaktı. Şah, ikinci şıkkı tercih etti. Savaşacaktı. Gücü vardı ya da o öyle sanıyordu.

* * *

Şaybak Han, yaklaşık bir haftadır kentin yakınlarındaki karargâhında bekliyordu. Semerkandı kuşatmış ve kentin dünya ile bağlantısını kesmişti. Şimdi bu Cengiz oğlu ile Timur oğlu, bu dünyanın gördüğü iki büyük savaşçının torunu kapışacaktı. Kim galip gelecek, onu ise kader belirleyecekti. Şaybak Han böyle düşünüyordu. Kendisi dindar bir Müslümandı ve kadere inanırdı. Bâbur ise Müslüman olmakla beraber daha akılcı idi ve gidişatın farkında idi.

Kuşatma başladığından beri Şaybak Han, işi bir an önce bitirmek için birkaç denemeye girişti. Bunlardan birinde kentin Ahenin kapısı adındaki kapısına saldırdı. Semerkand halkı ise buna karşılık vermek istedi. Bu arada birkaç süvari birliği de halkla beraber saldırıyı önlemek için harekete geçtiler. Komutanlıklarını Bâbûrun kökeltaşlarının (süt kardeşi) yaptığı birlikler Şaybakı durdurmayı başardı.

Tüm bunlar olurken, sarayından dışarıyı izleyen Bâbûr, Türkün Türkü kırışını izliyor. Türkün Türke yaptıklarını düşünüyordu. Kendisi de baba tarafından olmasa da, anne tarafından Cengiz Han soyundan gelmeydi ve bugün aynı milletten olan, hatta akrabası olan bir başka Cengiz oğlu ile savaşıyordu. Bu arada Bâbûr, büyük dedesi Emir Timur ile dedesi Uluğ Beği düşündü. Biri cihân fatihi idi. İstanbula kadar dayanmış, bayrağını dalgalandırmıştı. Aradaki büyük su olmasa, Peygamberin müjdelediği büyük fatih o olacaktı. Ankarada Osmanlıyı ezip geçmiş, Şamda Hazreti Alinin intikâmını almak için Şamı yakmış, mezardaki Yezidin kemiklerini kırmıştı. Diğeri Uluğ Beyde kendini bilime vermiş. Dünyanın yuvarlak olduğunu bulmuş, kızların okumasını sağlamıştı. Softaların düşmanlığını çekmişti ve en sonunda softaların yüzünden oğlunun elinden öldürülmüştü ve şimdi kendisi, ölümle yaşam arasında gidip gelmekte idi. Bir yandan savaşmak istiyor, atalarının şereflerinin ayaklar altına alınmasını önlemek istiyor, bir yandan da kardeş kanı dökülecek diye korkuyor. Kendi yanındaki şehirli ve köylü Türk, karşısındaki göçebe Türk.

Şaybak Hanın saldırısı başarısız olmuştu. Bundan sonra daha dikkatli olacak ve oldukça uzun zaman bekleyecekti. Şaybak Han için beklemenin bir sıkıntısı yoktu. Sıkıntı çekecek olanlar Semerkandlılardı, kendisi değil. Bir gece çadırından dışarı çıktı. Yıldızlı bir gece idi. Gözlerini Semerkanda dikti. Bu kenti mutlaka alacaktı. Taht bizim hakkımız, diyordu, siz onu bizden çaldınız. Ayrıca Şaybak Hanın gözünde Bâbûr, kâfirin tekiydi. İçki içiyor, şiir yazıyor, şarkı dinliyor, raks izliyor ve Şiîlere dokunmuyordu. Üstelik dedesi gibi din adamlarını, devlet yönetiminden soyutlamıştı. Tüm bunlar Şaybak Hana göre Bâbûr Şaha savaş açmak için yeterliydi. Hatta ona göre, yaptığı bir tür cihattı. Gerçi kafasının içindeki asıl sebep, Semerkandın zenginlikleri idi ama olsun, o da savaş ganimeti olacaktı, hem din, buna izin veriyordu.

Yaklaşık üç dört ay sonra Şaybak Hanın adamlarının savaş çığlıkları, sessiz geceyi böldü ve gece yarısına doğru Firûze kapısından saldırı başladı. Şahın etrafa, yardım istemek için elçi gönderdiği hiçbir yerden yardım gelmedi. Herkes korkuyordu. Bu Cengiz oğlunun kendilerine de saldırmasından korkuyordu. Yüce Han öleli, iki yüz elli yıldan fazla olmuştu ama hayaleti Asyada at koşturmaya devam ediyordu.

Son saldırıdan da Şaybak Han istediği başarıyı elde edemedi ve kuşatma bir süre daha uzadı. Tabii bu durum, halkın ve askerlerin sıkıntıya düşmesine yol açtı. Bu arada Şahın çok sayıda adamı, surlardan atlayıp kaçtılar ya da taraf değiştirdiler.

Şaybak Han, zekî adamdı. Bâbûrun ne durumda olduğunu fark ediyordu. Tam da bu esnâda ortaya bir barış önerisi attı. Herkesi çok şaşırtan bir öneri idi. Çünkü Han, herkesin gözünde galip idi ve barış yapması için bir neden yoktu. Bâbûr ise bu teklifi mecburen kabul etti. Zaten başka bir şansı da yoktu. Çok sayıda adamı, kendisini terk etmiş, güvendiği şehirlerden destek gelmemiş ve askerleri de açlıktan kırılmak üzereydi. Dolayısıyla savaşmak boşuna olacaktı.

Bâbûr Şah, kenti Şaybak Hana teslim etti. Bu arada kendi öz ablası olan Hanzâde Begimi de Şaybak Han, kendisine ayırdı. Ben de, karanlık bir gece vakti Bâbûr Şahı, Şaybakın elinden kaçması için kentten kaçırmaya yardım ettim. Kentten çıktıktan sonra Karbuğ dağına tırmandık ve ben oradan ileriye gitmedim. Şahımın, Semerkanddaki gözü kulağı olarak kente döndüm. Şahım ise yanındakilerle beraber sabaha doğru Ferganaya at sürdü

Başa Dön