O kadar zor ki bu hissi yazılara dökmek, yazdıkça bir kez daha hatırlamak inanılmaz zor… Farklı düşler peşinde koşarken, içimde hep temiz Eylem’i büyütürken, kocaman bir hayal kırıklığı, umutsuz bir bekleyiş daha eklendi soru işaretleri ile dolu olan hayatıma…
Seninleyim gene İstanbul, sendeyim gene. Ama ağlamayacağım bu sefer, sadece izlemeye geldim seni, kendimi dinlemeye… Onca şey saklı ki sende, onca yaşanmışlık, onca umutsuzluk, onca mutluluk, onca yalan saklı ki sende… Anlatmana gerek yok bunları, ne kadar büyük ve kalabalık olduğunu görünce bunları anlamak çok kolay. O kadar ışıltılısın ki, insan baktığında gözlerini alamıyor senden. Yalanlarla dolu olduğunu rengârenk ışıklarınla kapatıyorsun, yalan bir İstanbul olduğunu seni süsleyen renkli ampullerin altında gizliyorsun. Beni de aldın o yalan yaşamın içine, sürükledin… Ben hep sana sadece seyirci kalmayı tercih ederken, farkında olmadan beni de yalanlarının içine attın ve şimdi yalan hayatımı rengârenk ışıklarınla süslemeye çalışıyorsun. Sana ilk defa sitem ediyorum İstanbul…
Kayalara vuran dalgaların içinde kaybolmayı o kadar çok isterdim ki, ya da ufak bir yelkenli ile yolumu bilmeden denizin içinde kaybolmak o kadar isterdim ki… O kadar isterdim ki insanlardan uzak, yalanlardan uzak bir yerde yaşamayı, yalan yaşananlardan, yalan hislerden, yalan sevişlerden, tüm yalanlardan… Huzuru yaşamak istiyorum, onunla beraber ölmek istiyorum. Huzurun peşinde koşarken, bir yaşanmışlık daha girdi hayatıma. Dönüşü olmayan, hep benle kalacak olan, hatırladığımda hep ağlayacağım kötü bir yaşanmışlık daha eklendi. Ve be gene huzura doğru koşarken, bir adım daha uzak kaldım ona, umutsuz bir bekleyiş daha eklendi, umutsuz, sonu olmayan beklentilerle dolu olan hayatıma…