Bende mi böyle olacaktım... En sevdiğim seni bile aramaz mı olacaktım... Yazık... Hayat bazen hiç olmadığı kadar insafsız gerçekten. Şimdi lanetler yağdırmanın bile anlamı yok. Hayallerin battığı bir denizi izlemek dışında ne yapabilirim ki...
Vay anasını derler ya; işte öyle bir şey bu. Vay anasını demeye hakkım var mı ki? Bilmediğim, yabancı olduğum, hayallerin ağlayışı değil ki bu... Sadece içimde kalan son birkaç umudunda diğerleri gibi hoyratça savruluşu... Kahretmeye hakkım yok!
Böyle böyle insan olunuyor demek... Böyle böyle formata uyuluyor demek...
Oysa herkes ne kadar şikayetçi birbirinden. Ama hepsinin de kumaşı aynı top... Allah bunun için beni kahretsin ki; öyle yapıyor zaten; bende onlar gibi olmak zorunda mıyım? Farklı dokunamayacak mıyım? Yüreğime basamayacak mıyım? Nasıl yapabilirim ki her şey bu kadar aşağılıkken. İçimdeki beni nasıl koruyabilirim ki bu kadar örselenirken.
Ama benden çok onların bunun acısını çekecek olması ayrı bir keyif... Adam öyle değil, böyle kırılır işte... Hani diyor ya ilmihalde; bundan sonraki her dokunuşta onu arayacaksınız diye... Ahmet ALTAN da az değil ama. Asıl işin sırrı bu değil, asıl zavallı insanların bilmesi gereken bu değil. Asıl olan; DOKUNULAN DEĞİL, DOKUNAN OLUN! O zaman nasıl olsa yüreğinizin en taze yerinden söküp değdiğiniz bir başka ten muhakkak bulacaksınızdır... Hep aynı yanılgıya düşecek ama asla özleyen olmayacaksınız... Sevgi oyuncağı bu kadar çokken ve sizde bu kadar sevmeye hevesliyken hayat nasılda başka tenler çıkaracak karşınıza... Ta ki, dokunulmayı isteyen dek... İçinizde tek bir damla sevgi kalmayana dek... Ne kadar acı... Kendinize bile yetecek sevginiz kalmaması, paylaşımı unutmak ne kadar insanca...