Sanırım yazımın başlığı çok basit ve klişe geldi size. Ama hakkınızı yemiyorum. Çok yerinde bir intiba. Aslında farklı ve farklı olmasının yanında bu günü daha çarpıcı bir biçimde anlatacak bir ifadeyi başlık olarak yazmak adına bir girişimde bulundum. Doğal bir dürtüyle olsa gerek girişimim, hiçte tesadüfi olarak nitelendirilemeyecek bir biçimde "Sevgililer Günü ifadesi kendisini söyleyeni, söylenildiği ortamda bulunanları, kendisini bir kağıt parçasında gayri ihtiyari okuyanları ve kendisini herhangi bir yerde herhangi bir varlıktan duyanları acımasız bir şekilde dışlar ve yalnızlığa iter" şeklinde bir kanıya varma yönünde sonuç verdi.
Belki acımasız geldi size bu yorum biliyorum ama emin olun bu yorumun acımasızlığı o ifadenin hissettirdiklerinden, yaşattıklarından daha masum ve daha insaflı. Nedir diyeceksiniz seni böyle güzide ve sevgi dolu bir günü bile kendi hasta halisülasyonlarıyla karalama yönünde gayret sarf edecek kadar gaddar yapan şey. Aslında benim bu gaddarlığım düşüncesizce, iç hesaplaşmalara girilmeden yapılan her türlü eylemin zihin dünyamda, bazense midemde meydana getirdiği bulantıların sonucunda oluşan rahatsız edici durumdan kaynaklanan sinirli bir insan halinin sonucudur.
Gelelim bu ifadenin yalnızlığa itişinin, dışlayışının nasıllığına. Sevginin, sevgilinin ve aşkın izahatını bile hala yapamamış ve manasını kavrayamamış varlıklar olarak bu günü kutlama telaşesine girişenleri ve bunların sayısal karşılığını gördükçe kendini yalnız hissetmeye başlıyorsun. Aşkın, sevginin, sevgili olmanın karşı bir taraf yani "Sevgililer" ifadesindeki -ler çoğul eki olmadanda var olabileceği ve hissedilebileceğini düşünen biri olarak ta dışlanıyorsun.
Aşk, meşk heyecanlı ve tedirgin bir şekilde adres bulma telaşesidir. Aradığın adresi ise asla bulamazsın. Çünkü insan asla hareket noktasına bir daha geri dönmez. Kaybettiğimiz an hareket anımızdır, hareket noktamızdan uzaklaştığımız andır.
Sevgiyle ve umutla...