İslam, tüm insanlığı eşit bir zeminde ele alır ve insanlar arasında üstünlük ölçüsünü yalnızca takva, yani Allaha karşı duyulan derin saygı ve bilinç üzerinden değerlendirir. Hucurât Suresinin 13. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
"Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır."
Bu ayet, insanlık arasında yaratılıştan gelen bir üstünlük bulunmadığını açıkça ifade ederken, tarihsel ve kültürel olarak Müslüman toplumlarında seyyidlik gibi kavramların ön plana çıkması dikkat çekicidir.
Seyyidlik her ne kadar Nebimiz Muhammed'in soyundan geldiği iddia edilen kişiler için söylenen bir kelime olduğu zannedilse de soy anneden değil babadan geldiği için Halife Ali'nin soyundan gelenlere verilen bir unvandır. Bu unvan, özellikle İslam coğrafyasında tarih boyunca saygı görmüş ve seyyidler, toplumsal liderlik veya dini rehberlik rollerinde yer almıştır. Ancak Kuran perspektifinden bakıldığında, bir kimsenin soyundan ötürü diğerlerinden üstün sayılması İslamın ruhuna aykırıdır. Takva dışındaki tüm ölçütler, İslamın eşitlik anlayışıyla çelişir.
Bazı bölgelerde seyyidlik kavramı, halk tarafından yanlış anlaşılarak kutsallık mertebesine çıkarılmıştır. Bunun temel nedenlerinden biri, halkın Kurandaki İslamı yeterince bilmemesi ve hurafeleri din zannetmesidir. Seyyidler, kimi zaman bu yanlış algılar üzerinden ayrıcalıklar beklemiş, hatta bu beklentiye göre toplumda konumlandırılmışlardır. Özellikle tarikat ve cemaat yapılarında seyyidlerin liderlik veya manevi üstünlük iddiasında bulunmaları, bu algıyı pekiştirmiştir.
Günümüzde bazı seyyidlerin ve şeyhlerin durumu, İslamın temel ilkeleriyle çelişmektedir. Mezhepleri mutlak doğrular olarak kabul etmek, Kuranı anlamadan kültürel öğretileri din gibi benimsemek, İslam birliği idealinden uzak durmak ve şirk unsurlarına yönelmek gibi hatalar sıkça görülmektedir. Örneğin, Kenzül-Havvâs gibi eserler, İslam adına kabul edilemeyecek mistik ve büyü içeriklerine sahiptir. Ancak, bu eserin yazarı olan Süleyman Hüseyninin seyyid olması nedeniyle halk arasında kabul görmüş ve okunmaya devam etmiştir. Bu durum, İslamda soy ve nesebin hiçbir şekilde cenneti garanti etmediği gerçeğiyle çelişir.
Tarih boyunca bazı seyyidler, dini kimliklerini siyasi emeller için kullanmışlardır. Özellikle Seyyid Abdülkadirin Kürt Teali Cemiyetini kurarak Kürdistan hayalini savunması, bunun çarpıcı örneklerinden biridir. Bu tür hareketler, İslamın uluslararası birlik ve kardeşlik anlayışını zedelemiştir.
Seyyidlik, İslamın ana mesajına aykırı bir şekilde üstünlük ölçütü haline getirildiğinde, toplumsal ayrışmalara ve dini yanlış anlamalara yol açmaktadır. Bu durumun önüne geçebilmek için:
- Kuran Eğitimi: Halkın hurafelerden arınmış, doğrudan Kurana dayalı bir din anlayışı geliştirmesi sağlanmalıdır.
- Seyyidlik Algısının Yeniden İnşası: Seyyidlik, toplumsal hizmet ve İslamın yayılmasında rehberlik misyonu taşımalı, ayrıcalık talebiyle özdeşleşmemelidir.
- Dini ve Sosyal Sorumluluk: Seyyidlerin, toplumdaki konumlarını Kurana uygun bir şekilde değerlendirmeleri ve İslama zarar veren uygulamalardan kaçınmaları önemlidir.
Sonuç olarak, İslamda soy, kavim veya kabileden ziyade takva esastır. İnsanların seyyid olsun ya da olmasın, yalnızca Allaha kullukta eşit olduğunu unutmaması gerekir. Bu bilinçle hareket etmek, İslam toplumlarının birlik ve kardeşlik içinde yaşamasını sağlayacaktır.