"Yazmak, aslında hiçbir zaman bitiremediğin bir cümleyi inatla uzatmaktır." - Franz Kafka (kurgusal)"

Sn. Seval Deniz Karahaliloğlu'nun "Siz Hiç Modayı Takip Etmez Misiniz?.. "" Başlıklı Yazısına Küçük Bir Katkı

Günümüz teknolojisi, bizim gençliğimizde olduğu gibi binlerce kitap devirmekten uzaklaştırdı bizi. Bilginin sahtesinin çokça üretildiği bir ortam yaratsa da iletişim kolaylığı ve çabuk ulaşılırlık getirdi. Yeter ki, şu büyüğümüz, şu beyfendü ya da hamfendü şöyle buyurdu, medyada şunlar bunlar anlatıldı kolaycılığına düşmeyelim. Binbir yüzlü canavarın bizden çok daha bilgili ve deneyimli olduğunu unutmayalım. Kuşku, yapışık kardeşimiz olsun, üşenmeden gerçek bilgiyi çok yönlü arayalım. Yargımızı öyle oluşturalım.

yazı resim

Güzel bir oyunun, adil bir dünyayı özleyen, duyarlı bir yürekte yarattığı heyacanı, sevgi ve coşkuyla selamlıyorum.
Ancak, Marksizmi anlamaya, eylemselleştirmeye çalışırken, nasıl dogmalaştırıldığına da yaşamı boyunca tanıklık eden biri olarak katkı yapma gereği duydum.
En baştan belirteyim. Amacım, güzel yüreklerdeki özlemleri, heyecanı, umudu söndürmek değil elbette. Aksine gerçekçi saptamalar yapmaya çalışarak, yeni kandırmacaların önünü kesmek. Ola ki yanlış saptamalar yapıyorsak, onun sonucunda doğacak yeni umutsuzlukları, çöküntüyü önlemek için küçük bir katkı yapmak. Bu anlamda, hepimizi daha çok bilgilenmeye, düşünmeye, tartışmaya çağırmak.
Ortamı ısıtmak için, konuya bir anıyla gireyim.
1968 yılı. ABD Vietnamı kana boyamış. Medya saklamaya çalışsa da kolu, bacağı, aklı yitip gitmiş askerler ve cenazeler geliyor ABD’ye. Dünya gençliği ayakta. Tröstlerin kârları için savaşmayacağız, “Savaşma seviş” diyorlar, gösterileriyle, şarkılarıyla çığlık çığlığa. Markalı giyim kuşam, süs püs, tüketim reddediliyor. Hırpanilik moda.
Biz bu ülkenin “sevişmek” sözcüğünün bile tabulaştırıldığı bir kültürün içine doğmuş, onunla yoğrulmuş gençleri de ayaktayız. Sevişmenin bir talep olup haykırılabileceğini bile düşünemiyoruz. Ama ABD, işbirlikçilerinin gönüllü yardımıyla içimizde. Yeraltı, yerüstü kaynaklarımıza gözünü dikmiş, gelmiş çöreklenmiş güzel ülkemize. Marifetlerinin birazını, sevgili abimizin dilinden, onu sevgiyle, özlemle anarak aktarayım .
“Kızılırmak
birgün çıkıp geldiler-anlamsız yüzlerini ve gülüşlerini-
tüketimartıklarını üretimorganlarını ve eski külotlarını-
çikletlerini çukulatalarını getirip bıraktılar-tiklerini mi-
miklerini çiğliklerini-gençkızların düşlerini getirip bırak-
tılar-hergün hergün yeniden getirip bıraktılar-iplerini
oltalarını konservekutularını-süttozlarını soyalarını sa-
lemlerini-kısırlıkhaplarını madalyalarını tasmalarını-
bayraklarını bayrakyırtmalarını sövmelerini-anamıza
bacımıza çocuğumuza-en çok önem verdiğimiz şeyle-
rimize-üretimorganlarını ve tüketimartıklarını kullana-
rak-tanrının ve isa'nın ve bizimkilerin izniyle-atlarını
seyislerini çombelerini..................................................”

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL/ Kızılırmak

Elimizde 1960 anayasası köylerdeyiz. Üniversiteler kalelerimiz, meydanlar bizim ve 6. Filoyu denize dökmekteyiz. İstanbul’dan Ankara’ya yürümekteyiz. Ve devrim 5, 7 en fazla 10 yıl içinde olacaktır.

1971, 12 Mart darbesi : Deniz, Yusuf, Hüseyin, Mahir, İbrahim ve diğerlerimiz...ve dolup taşan mapusanelerimiz...

1980, 12 Eylül darbesi: On yedi yaşındaki Erdal ve 49 idam daha...ve dolup taşan mapusanelerimiz...

Bu genç insanların herbiri en iyi meslekleri edinmek için okuyor, ama tonlarca para kazanabilecekleri geleceklerini, canlarını, hiçbir çıkar gözetmeden güzel ülkelerinin çıkarları için feda ediyorlardı.

Ve artık, takunya tangırtılarının çınladığı her yerde, güzel saçlarımızı örtmemek için çırpınmalarımız...Gemiciklerini, altın şirketlerini, ortaklıklarını ve satışlarını görmeyelim diye gözlerimizi de örtmeye doğru koşar adım gidişimiz.

1985 ve sonrası : 1917’de doğan, babası Karl Marx, adı ise barış, özgürlük, eşitlik, adalet, onur, ve sömürüz bir dünya olan bebeğin, büyünce neler yapabileceği öngörülüp daha fetüsken katledilişi.

Geldiğimiz nokta neresi ? Binlerce yıl SÖMÜRÜ + Kâr + SÖMÜRÜ döngüsüyle deneyim biriktirmiş bir dünya düzeninin, kapitalizmin, o binbir yüzlü canavarın, binbir oyunu, alavere dalaveresiyle geciktirdiği ecelden kaçışın şimdiki noktası işte. Yani, pek alımlı ve imlediği yuvarlaklığıyla erotizmi gıcıklayan, çağrıştıran KÜRESELLEŞMEMİZ.
(Dünkü ve bugünkü oyunların en önemli bir bölümünü kavramak için Sn. Hulki Can’ın, konuyu güncelleyen güzel şiiri, Büyük Babil’in Ölümü’nü okumanızı öneririm.)

Kısacık bir anı olsun, diyordum ama uzadı, hoşgörün. Tanıklık ve sanıklık zor zanaattır, kısa tutmak da zormuş meğer.

“Göçmüş, tükenmiş, bitmiş bu kadın” mı diyorsunuz. Hayır, öyle olsa burada işi ne?
Yorgun mu? Evet. Şaşırmaktan, düşünmekten, yorgun.

“Umudunu yitirmiş bu kadın” mı diyorsunuz? Hayır, öyle olsa burada işi ne?
Tüm kaygısı, deneyimini “kapalı oda”ya götürmemek, sele serpe ortaya saçmak, ola ki toplayıp yararlanan olur, diye.

Evet, nihayet, sevgili S.D.Karahaliloğlu’nun, iki saptaması üzerinde durmak isterim.

Birincisi, Arap ülkelerindeki halk hareketlerinin, kalkışmaların HALK DEVRİMİ
olduğu saptaması. Bu konuyu açmak niyetindeydim. Ancak, yukardaki anı ve özet planımı bozdu.

Günümüz teknolojisi, bizim gençliğimizde olduğu gibi binlerce kitap devirmekten uzaklaştırdı bizi. Bilginin sahtesinin çokça üretildiği bir ortam yaratsa da iletişim kolaylığı ve çabuk ulaşılırlık getirdi. Yeter ki, şu büyüğümüz, şu beyfendü ya da hamfendü şöyle buyurdu, medyada şunlar bunlar anlatıldı kolaycılığına düşmeyelim. Binbir yüzlü canavarın bizden çok daha bilgili ve deneyimli olduğunu unutmayalım. Kuşku, yapışık kardeşimiz olsun, üşenmeden gerçek bilgiyi çok yönlü arayalım. Yargımızı öyle oluşturalım.

Onun için özellikle yönlendirmekten kaçınmak amacıyla, halk hareketi, kalkışma, devrim, devrimlerin oluşumu, devrimci durum, devrim süreçleri, bu süreçlerdeki ileri-geri devinimi, iniş-çıkışlar, devrimin oluşumu ve ilerlemesinde alt yapı-üst yapı etkileşimi konularında bilgi döktürmek yerine hep birlikte daha çok bilgilenme ve daha çok tartışma öneriyorum. Çünkü gerçekten sapla samanın, ellerle ceplerin, dostlarla düşmanların ve de her şeyin, iyice karartılmış dünya sahnesinde birbirine karıştırıldığı, harman edildiği kaotik bir süreçten geçiyoruz.

Sevgili Karahaliloğlu’nun ikinci saptaması ise "Takunyalı Sadaka İmparatorluğu Yıkılıyor: Kapitalizm Öldü, Yaşasın Marx>> idi.

Bu saptamayı da aceleci bulduğumu belirtmek zorundayım. Bunun için de değişim, ileri demokrasi vs. gerekçeleriyle soldan sağa dönen (Onlar şimdiki sol bu diyorlar) anlı şanlı yazar çizer, liberal, sol önder geçinenlerin Marksizme yaklaşımlarının dikkatle izlenmesini öneriyorum. Emperyalizm sözcüğünün nasıl ve neden saf dışı edildiği, dahası Marks’a merakın uyanması nedeniyle, Marks adını yarım ağızla andıkları ama nedense kapitalizm-anamalcılık-sömürü-sınıf-artıdeğer gibi sözcükleri dillerinden nasıl attıklarının gözlemlenmesini öneriyorum. Acaba neden? Ek olarak, emperyalizmin, işbirlikçileri eliyle, hunharca katledilen, devrimci uyanışın ve savaşımın yiğit önderlerinden Che Guevara’nın nasıl metalaştırıldığının, anımsanmasını da öneriyorum.

Kapitalizm, kendisine düşman gördüğü ama başaçıkamadığı simgeleri, derhal metalaştırır, yaygınlaştırır, satar, kâra dönüştürüp kanıksatarak yok etmeye çalışır. Düşmanını yüceltir görünüp ondan da para kazanır.

ŞİMDİLİK SONUÇ:
Binbir yüzlü, binbir fetbazlık ve fettanlık ustası o canavarı küçümsemeyelim. Uyanık ve temkinli olalım ki oyunları bozabilelim, diyorum. Yoksa oyuna gelmek işten bile değil. Bir bakmışız amacımız bir yanda, yolumuz ters yönde.

Bol bilgi, çok düşünüp, doğru platformlarda tartışıp, doğru yargılara ulaşma dileğiyle...

Umudumuz diri, yolumuz açık olsun...

NOT: İzedebiyatta dolaşırken sn.Şenol Onay’ın Mahir Çayan başlıklı ve “Ben böyle sola ‘Yuh’ diyorum, diye sonlanan yazısına rastladım.
Henüz sitenin yabancısıyım ve tam tanımış değilim. Üstelik sanallığı ve yapaylığı sevmediğim için ne yazık ki teknolojiyle de geç tanıştım.

Beni derin bir acıyla düşündüren bu yazıya bir eleştiri yazmayı düşündüm. Fakat bu yazı öne çıkınca, küfürnamesini belki gözden geçirir umuduyla, yazmayı erteledim. Sitenin işleyişinde birinin adı geçince kendisine ulaşıyor mu, bilemiyorum. Ama duyduğum acının bir yolla kendisine ulaşacağını, bu yazıyı okuyacağını umuyor ve her şeye karşın, dost selamlarımı iletiyorum.

Yorumlar

Başa Dön