Son (Yarım) Ada, Bir Bodrum Masalı - 3

"Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum; ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum" Isaac Newton.

yazı resimYZ

Ortakent o günlerde köy, Bodrum köy gibi bir kasaba ve Ortakentin yalısı Yahşi deniz kenarı bakir bir güzellikti. Sahilde sadece bir kahvehane, bir de ev vardı. Onların haricindeki köy evleri içerideydi. Kaldığımız pansiyon mandalinalardan oluşan bir alan içerisinde bir kısmı kesilerek oluşturulmuştu. Ortakente 10 yıllık misafirliklerimizde köyün çehresinde değişim gösterdi. Bu nedenle hangi tip yapılaşma ne zaman oldu tam hatırlamıyorum. Aktur tatil köyü denizi karşınıza alırsanız sağınızda yeni yapılaşmış bir site, tatil köyü idi. Çapa tatil köyü ise solunuzda ve onların haricinde de başka bir tatil köyü ve site yoktu. Kumsal Kargı ve ötesindeki Kara İncir denilen alana kadar denizin içlerinde ve seyrek yapılaşmalarla giderdi ve sonrasında yapılaşma yoktu. Gece yolculuklarınızda yıldızlar ve ay ışığı size rehberlik yapardı. Henüz ışık kirlenmesi oluşmamıştı. Köy evleri kocaman bahçeler içerisindeydi. Sahile inen bir deresi vardı ve derede balıklar vardı. Derede yazın bile su olurdu. Gündüzleri kumsalda deniz böceklerinin kabuklarını aramak ayrı bir keyifti. "Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum; ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum" Isaac Newton. Ayakkabılarınızı çıkarır şarkılar söyleyerek bir grup yürürdük Kargıya kadar. Köy daha içlerde olduğu için daracık bir yoldan yürürken ağaçlardan gökyüzünü göremezdiniz bile. Vahşi kapital bu köye ulaşmamıştı.

Aileler verimli olduğu için içerdeki alanları oğullarına, deniz kenarını ise daha verimsiz olduğu için kızlarına vermişti. Yapılaşmaların başlamasıyla damatlar daha kazançlı hale geliyordu. Mehmet amca diye köyün çok yaşlı bir amcası vardı. Birinci Dünya Savaşını yaşadığı için tarihçiler gelir onunla söyleşi yaparlarmış. Beni derdi çelimsiz olduğum için Çanakkale'ye almadılar. Çok muteber bir amcaydı. Babamları çok sevmişti. Babamın müteahhit olması sebebiyle gelin size buradan yer verelim ev yapın kalın demişlerdi. Bir kaç yıl sonra Mehmet Amcanın kızı babama kendine ne yaparsan aynısını bana yap gelin size yer verelim demişti.

Ufak şeylerden mutlu olan insanlardık. Bir gün denizde ponza, yüzen taş bulmuş ve onunla oynamaya başlamıştık. Uzaklara atıyor, yüzerek yakalamaya çalışan kardeşler ve kuzenlerden oluşan mutlu bir gruptuk. Yahşi Yalıya sürekli gelen ve her yıl kamp treylerde kalan yerli ve yabancı turistler de vardı. Alman bir karı koca da bunlardan biriydi. Adam sörfüne biner oldukça uzaklara açılır, bizde hayran hayran izlerdik onun maviye olan yolculuğunu. Fakat ismini şu an hatırlamadığım sörfçü alman bey bizim küçük mutluluğumuza katılıp bizimle oynamak istedi, sanırım mutluluğumuz ve neşemiz onu da çepeçevre sarmıştı. Karısı ise onun sörften gelişini bekler gibi bu sefer oyunumuza anlamsız anlamsız bakıyordu. Ponza taşını birbirimize atıyor yüzerek yakalıyorduk. Kim hızlı yüzerse o kapıyordu taşı. Aslında o sıralarda üniversite öğrencisiydik ama çocuksa mutluluk, kapitalin verdiği mutluluğa kat ve kat yeğdi. Denizde yüzer, yüzer sonra kendimizi kumsala bırakırdık. Üstümüz başımız kum olmuş vaziyette tekrar denize dalardık. Ben ablamlar kadar iyi bir yüzücü değildim, o nedenle kıskanırdım. Onlar alır başlarını ilerilere kadar giderlerdi. Jet ski denilen ucube taşıtlar yoktu. Çirkin, gürültülü, kirletici bu ucube taşıtları hiç sevmedim. Daha sonraki yıllarda Bodrumun başka bir kıyısında ODTÜlü kardeşlerden birine jet ski çarpıp kızlardan birinin öldüğünü duyduğumda içimi büyük bir üzüntü kaplamıştı.

İlk Ortakente gittiğimizde nasıl olsa bir pansiyon ya da ev buluruz diyerek valizimizi alıp gitmiş, valizlerimizi annemler bizlere bırakıp yer bakmaya gitmişler ve kaldığımız pansiyonu bulmuştuk. Tulumbalardan su çekerdik, kullanmak için. Pansiyon birbirine bitişik içlerinde banyosu olan odalardı. Mutfak açık alandaydı, herkes ortak kullanırdı. Masaların olduğu yeşil alanda yemeğimizi yerdik. Bodrumun havası şimdiki gibi nemli değildi. Akşamları hırkasız içlerde dahi oturamazdık.

Ben Bodrumu bir sevdim bir nefret ettim. Bizim aşkımız inişli çıkışlı. Aslında bunda Bodrumun bir kabahati yok ki. Kabahatli olan doyumsuz hatta Bodrumu bile mahveden vahşi kapital.

Devam edecek

Başa Dön