7 Mayıs 2000
İstanbul'un merkeze (aslında heryere) uzak bir semti var. Kayışdağı. Adından da belli, bir dağın yamacı. Ve bir lokanta. Camında şu yazılı: "Aile için yerimiz var" Gülmeyeceksin de n'apacaksın. Orada müşteriyi buldun da ailesi için özel yer ayırıyorsun. Yine aynı yerde bir apartman ismi: "Paris Apartmanı". Ne güzel.
8 Mayıs 2000
Yolumun ortasında 'nüfus cüzdanı'. Basacakken çekiliyorum. Yerde öylece yatıyor, renk mavi, bir de siyah-beyaz vesikalık fotoğraf. Adı Osman. Tanımıyorum. Maraşlı, 33 doğumlu. 68 yaşında yani. Düşürdü mü, bilerek mi bıraktı (Bir çeşit intihar. Olmayan cesaretin başka türlü yerine getirilişi). Yalnız mı yaşar Osman Bey? Kızına mı (neden oğlu değil) gitmekteydi veya 'fazla'mı hissetmişti kendini? Onulmaz bir dil yarası mı almıştı yakınından? Bilinmiyor. Belki de hiçbiri. Ben onun 'kafa kağıdı'na bakarken belki de beni izliyordur gizlice. Ölümüne bir tanık. Onu düşünen biri. Neredesiniz Osman Bey, yaşıyor musunuz?
22 Ağustos 2002
Tanımadığım bir şehir, tanımadığım bir ortam. Yeni hayat: 1 Ben: 0
23 Ağustos 2002
Evin yolu üzerinde tren rayı. İstanbula trenle gitme fikri hoşuma gidiyor. Yolda dikilene istasyonun yerini soruyorum. Napcan treni, otobüsle 2 saatte git diyor. Dünyalar kadar farka girmiyorum. Yalnız diyor, Haftada bir geçer burdan. O da yük olursa. Yolcu vagonu var mı bilmiyorum. Atla otobüse en iyisi. Yük vagonuna almazlar. O halde kaçak bineceğim. Cezası ne acaba. Fiş isterim yoktur tabi. Neyse, Zagorluğum tutarsa giderim. İçim açılır aslında. Güzel.
24 Ağustos 2002
Adam arkamdan sesleniyor ama bakmıyorum. Biliyorum yer tarifi soracak. Yahu ben geleli 2 gün oldu. Nasıl da buldun adamını. Kan ter içindeyim. Yürüyorum elimde bavul. İş yerinden birinin tarifine göre İstanbul ayrımı buradan bir yerden olacaktı. Sıcak tepemde, yoruluyorum. Tabanların acımaya başlıyor. Yol kenarındaki kahvede oturanlara soruyorum, Burada İstanbul ayrımı varmış Cevap: Sen yürü yürü...Az sonra Edirnedesin. Acıyor biri, arabasıyla geriye bırakıyor. Yıllar da sürebilir burayı öğrenmem.
1 Eylül 2002
Üniversitede okurken de böyle olurdu. Özlersin ve sık sık eve gelirsin. Alıştıktan sonra da azalır, telefon etmelerin çoğalır. Buraya alışamadım. Bu yüzden hafta sonları İstanbula atıyorum kendimi. Ama dönüş kaçınılmaz... Elimde bavul evimden ayrılırken ağlamak üzereydim. Balkondaki Mintiye (bizim ufaklık, kedicik) görünmeden baktım. Öptüm ve uzaklaştım. Gece yarısı bir otobüste 5 kişi İstanbuldan uzaklaşırken ince ince yağmur yağmaya başladı. Sonra iyice şiddetlendi. Yağmuru, ıslanmış kent sokaklarını seyretmek iyi geldi. Ama içimdeki ağlamaklı halim inadına direndi. Hamamlarda da (kaplıcaları çok severim) böyle olur. Yalnız başına, sessiz, biraz sonra arınmaya başlamak üzereyimdir. Ağlamak gelir içimden. Hiçlik duygusu sarar. Soğuklukta limonlu maden suyu içerken düzelirim. Arınmış ve yeni biriyimdir artık.
20 Eylül 2002
Farklı kentlerden gelen iki arkadışımı konuk ettim yeni taşındığım evimde. Ev geniş ve boş. Üç kanepe, 2 masa, 4 sandalye. Köpek havlamalarının karıştığı gecede salonun yola bakan geniş penceresinin önüne çektiğimiz sandalyelerde oturup sohbet ettik. Evi çok beğendiler ama odalar da eşya olmadığı için sesimiz çınlıyordu. Hem sonra eve övgüleri anlayabiliyordum. Hiçbirimizin böyle bir evi olmamıştı. Otomobil sesleri iyice azaldığı sabahın ilk saatlerine kadar konuştuk. Arsasını sattığında dersane açma özlemiyle yanıp tutuşan Hüseyinin hırsı normal gelmedi bana. Bunu çok istiyorum diyordu ama Bir başarırsam göreceksiniz anyayı konyayı der gibiydi. Büyük bir intikam duygusu vardı Hüseyinde. Kime? Topumuza. Değişim böyle mi başlıyor?
21 Eylül 2002
İşyerindeyim. Kalabalık. Herkes burada. Bir koşuşturmadır gidiyor. Arıkovanı gibi. Günortası ve işleriyle ilgilenenler, ayakta konuşanlar, masadan masaya uçuşan kağıtlar, verilen işlerin peşine koşanlar, uğultu ve hız. İşte tam da bu kalabalığın ortasında orta yaşlı birkadınla göz göze geliyorum. Çok şaşkın ve çok yalnız. Öylece duruyor ve çevresindeki curcunayı izliyor. Tavşanların arasında bir salyangoz. Kaşları inmiş, yüzünde yarım tebessüm bu koşuşturmayı izliyor. Sessiz, sadece izliyor. İmrenirmişcesine sadece bakıyor. Ama onu kimse görmüyor. Varlığından kimse haberdar değil. Hiçbir tavşan onu farketmiyor. Kadın öylece bakıyor, bakıyor, bakıyor. Tavşanların ağzındaki kan gözlerimi alıyor.
22 Eylül 2002
Asık suratlı ve ağzından tek tük laf çıkan bakalımızdan Kutu Winston istedim. Box mı, diye sorunca, Kutu diye tekrarladım. Termodinamiğin 4. yasasını sormuş gibi bakınca şu açıklamayı yapmak zorunlu oldu: Box, kutu demek. Bu adam bir gün beni dövecek.
23 Eylül 2002
Bir aydır ekmek, peynir, karpuz yiyorum. Ama doyulmuyor ki. Kısa bir süre sonra yine acıkıyorum ve başıma ağrı giriyor. Pis bir tencereyi yıkadım, lokantadan yemek almaya gittim. Önce oturdum orda yedim, çıkarken tencereyi çıkardım ve pastırmalı kurufasulye istedim. Ne lüks. Başka birşey yoktu. Kaç kişilik? dedi. Salladım dört dedim. Tek kişiyim ve iki gün yemeyi planlıyorum. İki gün başım ağrımayacak ama peynirin kokusu hala burnumun dibinde.
24 Eylül 2002
RÜYAM...
18 yıl önce. Lise yılları. Okuduğum okulun bahçesindeyim. Başkaları da var. Biri yeteneğini gösteriyor. Havaya avcunda tuttuğu çerezleri atıyor ve herbirini düşürmeden tek tek yakalıyor. Ben de deniyorum ve havaya attıklarımın hepsi ortalığa saçılıyor. Yakalayamıyorum. Sonra gökyüzünde parlayan iki ışık bize yaklaşıyor ve iniyor. Bir Volkswagen araba. İçindeki yanıma yaklaşıyor ve Sana öğreteyim diyor.
YORUM...
Okul, büyük ihtimalle çalışacağım yer. Becerikli adam, deneyimli bir öğretmen. Bense çömez bir öğretmen. Öğretmenliği elime yüzüme bulaştırmışım. Işıkla birlikte gelen adam, benim gerçek öğretmenim.
SONUÇ...
Sözleşmede, karşı tarafa güvendiğimden, ayrılma veya işten çıkarılma durumunda tazminat ödenmesi maddesine gerek duymadığım için beni öğretmenlikten attılar. Daha doğrusu bunu anladığım için istifa ettim.
İKİ IŞIK...
- Ey Nietzche, ümitsizliğin kralı. Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz diyen yalnız adam. İhaneti tattım. Tanrıyı öldürdüm. Alevlerimi gör ve sabırlı ol. Külüme bak ve gülümse bana.