prefix = o /
Çocukluğumda oyun oynamak; yemek yemek, su içmek gibi bir ihtiyaçtı bizim için. Üstelik onlardan daha da zevkli. Sabah oyun, akşam oyun, akşamdan sonra bile oyun. Sıcak yaz gecelerinde ay ışığında oynamaktan aldığım zevki nasıl unuturum. Birçok arkadaşım vardı. Evcilik, saklambaç, köşe kapmaca, mendil kapmaca, çizgi, yedi kule, stop oynardık.Bazen de oynayacağımız oyunu bir türlü kuramazdık. Şu oyunu mu, bu oyunu mu oynayalım? diye düşünürken, uzun zaman kaybederdik. Tam oyun düzenimizi kurup oynamaya başlayacağımız sırada, güneşin azizliğine uğradığımız zamanlar olurdu. Güneş, bulutun arkasına girer, sanki bize şaka yapardı. Ama bu şakanın uzun sürdüğü de olurdu. Güneş, saklandığı bulutun arkasından çıkmaz, bizi üzerdi. Güneşin kaybolmasıyla birlikte, tatlı oyunlarımızın güzelliğinin bir kısmı uçup giderdi. Güneş sanki bize heyecan veriyordu, kanımızı kaynatıyordu. Sıcaklığından başka, coşkusu vardı onun. Baktık ki güneş buluttan çıkmıyor,bir ağızdan başlardık bağırmaya:
Gün gel gün gel
Sıcak kapını aç gel
Soğuk kapını ört gel.
Çocukların çaya kaçmış
Bir kucak çırayla gel.
Bu çağrılara cevap geldiği olurdu bazen. Güneşin cevabı, buluttan sıyrılıp ,bizegülümsemekti.
Bazen de çok inatçılık ederdi güneş. O kadar bağırarak çağırarak, kendisine seslendiğimiz halde, bulutun arkasından çıkmadığı olurdu. Sesimizi hiç duymazdan gelirdi.Alacağı olsundu onun. Şurada güzel güzel oynarken, bulutların arkasına girmenin ne gereği vardı!
Biz güneşin buluttan çıkmasını beklerkengüneş daha da siyah bulutlarla kaplanırdı. Gökyüzünün rengi koyulaşırdı. Hava ile birlikte, bizimde içimizkararırdı. O kara kara bulutlar bana hüzün verirdi. Hele bir de rüzgâr varsa. Kara bulutlar, genelde evimizden uzak olan babamı, onun yokluğunu, özlemini hatırlatırdı bana. Karnıma bir buruntu girerdi. Babamı daha da özlerdim o zaman. Şimdi evimde olmalıydım diye düşünürdüm. Çıtır çıtır soba yanıyor, üzerinde, babamın getirdiği kestaneler patlıyor. Annem dikiş makinesini başında, tıkır tıkır dikiş dikiyor. Babam pür dikkat radyodan haberleri dinliyor. Bir yanda da ocaktaki çaydanlığın, bana ninni gibi gelen cızırtısı...
Babam, çocukluğumda sık sık Mudurnu dışından iş alırdı. Evimizden günlerce, bazen haftalarca ayrı kaldığı olurdu. Onu nasıl özlerdik! Rüzgârlı gecelerde korkardım ben. Rüzgârın uğultusu bana çok korku ve hüzün verirdi. Babamın yokluğunu hatırlatırdı.Kendimi yalnız, ailemi korumasız hissederdim babamın yokluğunda.
Gece yatarken dış kapının kilitli olup olmadığını birkaç kez kontrol ederdim. Babamsız geçen gecelerde hem korkardım, hem de babamı merak ederdim. Acaba babam evinden uzaklarda ne yapıyordu? Annem radyoda haberleri hiç kaçırmazdı. Ben de bu haberleri, sanki babamdan kötü bir haber alacakmışım gibi, korkuyla dinlerdim. Hele trafik kazasında ölenlerin adını söylerken, kalbim duracak gibi olurdu. O isimlerin arasında babamın isminin söyleneceğinden öyle korkardım ki! Babamın son gidişinden bu yana kaç gün geçmiş olduğunu sayardım. Babamın bir an önce eve dönmesi için dua ederdim. Annem bize; Çocukların dualarını Allah kabul eder. derdi. Annemin bu söylediğine inanır; bir yandan babamın çabuk eve dönmesini isterken, diğer yandan dagüzel bebeklerimin, oyuncaklarımın olması için dua ederdim. Babamın çok parasının olmasını isterdim. Ben de bir çocuktum. Annemin dediğine göre, Allah benim dualarımı da kabul edecekti.
Bunları düşünürken silkinir, birden kendime gelirdim. Havanın daha da karardığını farkederdim......Ve sonunda, hiç istemediğimiz şey olurdu. İnce ince yağmur yağmaya başlardı. Yağmur, bir oyun bozguncusuydu. Bitkilerin, insanların, hayvanların yağmura ihtiyacı olduğunu düşünemezdik. Bizi ıslattığı, oyunumuzu bozduğu için, ona kızardık. Derken, hızlanırdı yağmur. O zaman çaresiz, oyuncaklarımızı, minderlerimizi toplar, evin yolunu tutardık. Biraz buruk, biraz kırgın..İki elimizin baş ve işaret parmaklarını açar, bunları uç uca getirir, şöyle derdik hep bir ağızdan:
-Bu ne?
-Ağıl!
-Alem (herkes) evine dağıl..........Bütün çocuklar koşarak evlerinin yolunu tutarlardı. Ne olurdu sanki hep güneş açsaydı. Hava hiç soğuk olmasaydı. Kar hiç yağmasaydı. Her mevsim yaz olsaydı. Biz de doya doya oynasaydık. Kimbilir o zaman oyunlarımız nasıl zevkli olurdu.
Aklımız sokakta ve yarım kalan oyunumuzda olmasına rağmen, eve geldikten bir müddet sonra yağmura olan kızgınlığımızı unuturduk. Kendimizi eğlendirecek bir şey bulmakta gecikmezdik. Ablam , kardeşim ve ben genelde çok iyi anlaşırdık. Pencereden, yağan yağmuru seyrederdik. Suratımızı cama dayar, dilimizle cama şekiller çizerdik. Buharlanmış cama isimlerimizi yazardık.Yağmura tekerleme söylerdik, üç kardeş bir ağızdan:
Yağ yağ yağmur
Tarlada çamur
Teknede hamur.
Ver Allahım ver
Selli, sulu yağmur.
Ve arkasından devam ederdik:
Yağmur yağıyoooooor
Seller akıyooooooooor
Aaarap kızı camdan bakıyoooooooor.
Gece yatarkenküçük bir ayna koyardı pencereye.Aynanın ön yüzü, dışarıyı görecek şekilde.Böyle yaptığımızda, ertesi gün havanın açacağına inanırdık. Çocukluk işte.
Çocukluğumda oynadığım oyunlar, arkadaşlarım,yağmasını hiç istemedim yağmur, esmesinden korktuğum rüzgâr, oyun bozguncusu güneş ve genellikle bizden uzaktaolan babam.........Hepsi bir özlem yumağı gibi içimde şimdi. Kalbimin en sıcak yerinde.