Yalnız Mıydım? Kedi Kimdi?

Ormanla bakıştık bir süre. Ondan da bir ses çıkmadı, üzerime yırtıcı hayvanlar göndermedi, ya da uysal hayvanlar. Ben de ona saldırmadım, bir baltam yoktu ama yine de saldırmadım, bir baltam olsaydı da saldırmazdım. Belki sırf halim yok diye, belki hala yaşarken yalnız kalmamama giden tek seçeneği parçalamamak için belki de buna gerek görmediğim için

yazı resim

Yalnızdım. Yalnız kalmak ne kadar mümkünse o kadar yalnızdım. Gözlerimi açtığımda eskiyi hatırlamadığımı farkettim. Uzansam yakalayacaktım geçmişimi, arkamdaydı ama çok uzakta değildi. Uzanmadım. Niye uzanmadığımı sorsanız çeşitli cevaplar verebilirim. Sanıyorum aralarında en tatmin edicisi şu olurdu, eğer dile gelmiş olsalardı. " Geride kaldıysa, ne uzanarak bugünden çalarım, ne hatırlayarak yarınlardan çalarım." Durum değerlendirmesi yapmaya çalıştım. Önce bana neler olduğunu sordum kendime. Sorunun cevabı arkamdaydı. Uzanmadım ama tahmin ettim. Bitmiştim ya da bitiyordum buraya gelmeden evvel. O yüzden bitmemek için buraya gelmiştim. Peki nasıl gelmiştim ? Büyük ihtimalle ben gelmiştim ama getirmişlerdi. Daha doğrusu getirtmişlerdi. Fakat bunlardan daha önemli bir soru daha vardı. Burası neresiydi ? Hmm, etrafıma bakındım. En basit tabirle bir ormandaydım, burada bile yalnız kalamadığımı gördüm, ağaçlar vardı. Yıllar evvel merak ettiğimi yine merak ettim. Tamamiyle boş bir yerde olsam, boşlukla beraber olduğumdan dolayı yine yalnız kalamazdım değil mi? Herşey bitmişken ya da herşey sıfıra yaklaştığında bile yalnız kalamamış olmamı bana farkettirenin yalnız kalmam olduğunu düşündüğünüzde sanırım bir takım ironilerle karşılaşıyoruz. Varsın olsun, biraz ironiden kime zarar gelmiş ki ?

Evet, ne diyordum ? Hah, bir ormandaydım. Issızdı orman, ya da henüz benden korktuğu için içindekileri ifşa etmiyordu. İşin kötüsü ben de ondan korkuyordum. İçindeki tehlikelerden değil, ölmekten korksaydım, yalnızlıktan korkardım. Ben yalnızca yalnızlığı sevmiyordum, bu sebeple mümkünse ölmeyeydim. Tabii asıl yalnızlığa çarenin ölüm olduğu gerçeğini bir süreliğine pas geçiyorum malum dini itikatlar kişiden kişiye değişiyor. Ormanla bakıştık bir süre. Ondan da bir ses çıkmadı, üzerime yırtıcı hayvanlar göndermedi, ya da uysal hayvanlar. Ben de ona saldırmadım, bir baltam yoktu ama yine de saldırmadım, bir baltam olsaydı da saldırmazdım. Belki sırf halim yok diye, belki hala yaşarken yalnız kalmamama giden tek seçeneği parçalamamak için belki de buna gerek görmediğim için. Sonuçta bakıştık. Zaman hakkında bir fikrim yok. Güneş pek uğramıyordu anlaşılan bu ormana. Uğruyorsa bile ağaçlar engelliyor. Etraf zifiri karanlık değil ama sanki etraftaki aydınlığın sebebi güneş de değil. Ormanın kendisi aydınlatıyor, kendisini. Hayran oldum, tanışmak istedim ormanla. Düşünsenize kimseye ihtiyacı yok, en azından ilk bakışta yok gibi duruyor. En önemlisi kendi kendini aydınlatabiliyor !!! Ne büyük bir erdem.

Duruma alışıyordum. Rahattım sanırım, düşünsenize başlayacaktım. Başlamak sandığınızdan daha zordur, başlamanın kendi zorluklarını bir yana bırakıyorum, şimdilik. Başlayabilmek için bitirmek gerekir ki genelde bitmezler. Bitmiş gibi yaparlar ama. Bitmez, hep bir daha başlar. Eski sevdalar, eski nefretler, eski tutkular ... Bitmezler, biter gibi yaparlar. Fakat bu defa bitmişti ya da çok sahiciydi, bittiğine inandım, geriye ne kaldı ki ? Bitmesine bitmişti fakat başlamak için yeni gereçlere ihtiyaç vardı. İsmim ne olacaktı ? Ya karakterim ? Koşmayacaktım onu biliyordum. Yürümeye başladım, ismimi düşünüyordum. Eskiden kullandığımı kullanabilirdim, uzanmak istemedim. Elimde kullanmadığım bir tane vardı. Meriç. Yürümeye başladım.

Korkuyordum diyemem, insan bilmediği birşeyden korkmaz, korkamaz. Bilinmezlikten korkulabilir belki ama bu da çok mantıklı gelmiyor bana tıpkı ölümden korkmak gibi. Ne olacağını bilmiyorsun, korkmanın manası yok. Akıllı olmak yeter. Akıllı olmanın yettiğini biliyordum, beni neyin beklediğini bilmiyordum. Akıllı oldum, gelecek herhangi bir şeyi önemsememeye karar verdim. Yeni başlamıştım, hemen bitmezdi. Sessizdim, yürüdüm. Yön kaygım da yoktu, korkmuyordum da sadece tedirgindim. Hayır, hayır, geleceklerden korkmuyordum. Başlamasından korkuyordum, bittiğimi biliyordum, başlamam gerektiğini de ama şu orman beni varlığım tasdik edip, karşıma bir şey çıkartıncaya kadar başlamayacak olduğunu da. Başlamasındı. Başlayacaktı ama.

Bir yere ulaşmaya çalışmıyorsanız, ki ben çalışmıyordum, ne kadar yürüdüğünüzü farkedemiyorsunuz. Yaklaşmadığım için uzaklaşmıyordum da başladığım noktadan. Hep aynı yerde olduğumu bile iddia edebilirdim, orman bana hala tepki vermiyordu. Orman hala aydınlıktı. Karnım acıktı. Korktum, yaşadığımı bir kez daha farkettim. Tam bu sırada orman ilk tepkisini verdi. Suratıma üfledi nefesini. Vuuuvvv. Onların kokusunu aldım. Ormandaydım ama yalnız değildim. O sırada başladım ...

Başladığımı farkettiğimde kaçmaya başladım.Refleksti sanırım. Kaçarken şaştım kendime, durdum. Nefes nefeseydim, bir daha bunu yapmayacağım, kaçmayacağım, kovalamayacağım dedim. Kovalamayacaktım. Kaçarlardı sonra. Uzun süredir koşmayan ben, eski performansımı yitirmiştim. Eskiden 5000 metre Olimpiyat Yarışlarına katılabileceğimi iddia ederken, şimdi iki depar yormuştu beni. Dinlenmek üzere çöktüm, ormanda sıradan gözüken bir ağacın dibine. Etraf aydınlıktı, nefes alışverişim normal dönmüştü. Karnım hala açtı, ama yemek yemeden yaşar gibi duruyordum, aşık olmadan da yaşardım. Kaçmadan da kovalamadan da. Kaçmayacaktım.

Yemek yedim. Orman beni kabul etmişti, tanışmıştık. O ormandı, ben Meriç. O onlardı, ben yalnız değildim. Onlarlaydım. Toplamın içindeydim, yakında yükümlülüklerim olacaktı. Bitişimin sevinci içimden sürgün etmeye başladı. Vakit yine sorumluluk vaktiydi. Yalnız değildim.

Yanıma geldi. Gelmesin ister miydim ? Sanmıyorum, ilk geldiği anda anlamıştım demek isterdim. Ama hayır anlamamıştım onun özel olacağını. Hatta olamayacağına ya da olmayacağına bahse girerdim. Gelmesin isteseydim, yine kaçardım, kaçmadım. Kaçamadım değil, kaçmadım, o bana bir adım attığında ona mukabele etmekten zevk aldım. Ona doğru koşmadım, yürüdüm, ama ona ulaştım. Ulaşmak istedim. Sahibini seven, sahipsiz bir kediydi. Yaralı patisiyle beni izliyordu. Yarasını iyileştirebilirdim, kudretliydim o kadar. Vesvelakin onla koşmamı istedi. Yaralı olmasına rağmen, koşmak isteyen bir kedi ve sağlam olmasına rağmen koşmaya mecali olmadığına inanan bir insan. Anlaştık sonra. Beraberdik ama koşmayacaktık, o sahibini ararken yanında olacaktım. Belki sahibini bulduktan sonra da görüşürdük. Asla öğrenemedim.

Konuştuk önce, patisine batan dikeni araştırdık beraber. Dikeni çıkardım önce, daha doğrusu nasıl çıkaracağını söyledim. Bir başkasının hayatına bu kadar etki etmek istemiyordum. Onların hayatlarında değilken mutluydum ben, ya da huzurluydum diyeyim. Sahibini geri istiyordu, o minik bir kediydi, yalnız yaşardı ama yaşamak istemiyordu. İlle sahibini istiyordu. Biz konuşuyorduk, bir yandan gidiyorduk.Nankör değildi kedicik, ona "önce ben" demeyi anlattım.Nankörlük değildi "önce ben" demek.Anladı beni.

Alışıyordum ona, hani koşmaya başlasa az daha koşacaktım peşinden. Koşamayacağımı biliyordum, istiyordum ki koşmasın. Hem patisi yaralıydı, diken çıkmış olsa bile hala acımıyor muydu ki ? Koşmayacaktı değil mi ? Ne güzel yürüyorduk beraber, ne gerek var şimdi koşmaya falan ...

Önce sahibini unuttu, unutmalıydı, onu düşünmeyeni o niye düşünsündü ki ? Yaralı patisiyle başkalarından yardım arayan minik kediyi ( ki aslında aslanın ta kendisiydi, minikliği yüreğinde şefkatten gelmekte ) ortada bırakan sahibine müstehak değil miydi ? Minik kedi artık mutlu olmak istiyordu, ne patisindeki yarayı umursuyordu, ne sahibinin suretini özlüyordu. Ona benim olur musun dedim. Sormadım bunu ama oraya getirdim, yanında mutluyum dedi bana. Ben de mutluydum. Hala yürüyorduk, bir hedefimiz yoktu, yürümediğimizi iddia edebilirdik. Buna tahammül edemedi minik kedi. O koşmak, ulaşmak, uzanmak istiyordu. Varlığın tadını çıkarmak istiyordu, madem yaşıyorum o halde koşmalıyım diyordu. Ben yaşamak istemiyordum, var olmak istemiyordum ki. Hadi dedi koşalım. Koşamadım.

Yol ayrımına geldik. O hala koşmak istiyordu, ben onu istiyordum ama koşmayacaktım, koşamazdım. Gel benimle dedi. Koşalım sonuna kadar. Gitmedim. Koşmayacağımı, koşamayacağımı bir kez daha bitemeyeceğimi, o kadar mecalim olmadığını biliyordum. Anlamadı beni, ya da anlayamadı. Bıraktı, ve gitti. Koşarak uzaklaştı, arada baktı arkasına, ama dönmedi. O koşarken ben çöktüm. Ne kediciğin arkasından yürüdüm, ne diğer yoldan. Sadece çöktüm. Ağlayabilirdim, hatta ağladım bile. Bilmiyorum, ağlamak dediğimiz şey gözyaşı dökmek mi ? Ağlamadım o zaman. Çaresizliği kabul etmek mi, yorulmak mı, kabullenmek ve istememek mi ? Ağladım. Bir gün geri gelir diye bekliyorum. Koşmaktan yorulur diye, belki ben yine koşabilirim diye. Mutluydum onunla, ama gitti. Kedilerden de korkuyorum artık, onlarda bırakıyorlar. Ama kediye bencil olmasını ben öğrettim. Doğrusunu yaptı, üzüldüm ama pişman değilim. Ben yalnızım ya da yalnızmışım gibi yaparken o mutlu. Ben beklemeye başladım yine, maalesef başladım ....

Yalnızdım. Yalnız kalmak ne kadar mümkünse o kadar yalnızdım.

Başa Dön