Yansıma

Otuz yıl sonra çocukluğunun geçtiği eve dönen bir adamın, geçmişin hayaletleriyle yüzleşmesi.

yazı resim

Bölüm 1: Dönüş
Kapının önünde elinde anahtarla dikiliyordu. Ne kadar uzun süredir burada beklediği hakkında bir fikri yoktu. Parmaklarının bir dua gibi tekrar tekrar okşadığı anahtarın pürüzlü yüzeyi ve paslı metalin kesif kokusu, önünde dikildiği kapının karanlığı ile bir olup geride kalan dünyayı silmişti. Kendisini verandaya değil de bir duyusal yoksunluk tankına adımlamış gibi hissetmişti. Artık böyle anahtarlar üretilmiyordu, iskelet anahtarlar, ismin ironisine tatsız tatsız güldü. İsmi ile müsemma geçmişin bir iskeleti olan bu anahtar otuz yıldır ıvır zıvır çekmecesinde önemsiz bir şeymişçesine duruyordu. Oysa varlığı, her gün evin o köşesinde bir alev gibi yanmaktaydı. Bu evden son kez çıktığında on yedisindeydi, içten içe çürüyüp duvarlara yapışan ruhu on yedi yaşından bu yana onu boğmaktaydı.
Bir yasın içine doğmuştu. Ablası daha yaşadığı yılları parmakları ile saymayı öğrendiği bir yaşta ateşli bir hastalıkla kavrulup gitmişti, tıpkı ıvır zıvır çekmecesindeki yangın gibi. Annesi bu acıyı asla atlatamamış, bir daha asla gerçekten gülmemişti. Babası üzerine bindirilen erkekliği yüzünden yıldız gözlü kızının yasını bile doğru düzgün tutamamış, bir oğlu olduğunda inci tanesi kızının bahsinin geçmesine bile gerek görülmeyip acısı kaldırıp atılmıştı.
İnci abla diye mırıldandı, parmaklarının anahtar üzerindeki ritmik dualarına dudaklarının zikrini de ekleyerek. Adını anmak bile kutsal bir emanete saygısızlık gibi geliyordu, dudakları bu isme layık değil gibi. Bazı insanlar ismiyle doğar derler, İnci ablası da öyle doğmuştu, gizemli bir karanlıkta oluşan eşsiz mücevher. Kendisine isim verirken bu kadar üzerinde durmamışlardı bile, doğum hemşiresinin tavsiyesi ile özensizce kafa kağıdına yazılmıştı ismi: Taner.
Bir yasın içine doğmuştu, anahtarı yuvada çevirip yasın içine girdi, otuz yıl sonra ilk kez. İlk hissettiği burnuna gelen koku oldu Taner’in. Mobilyalardan kekremsi bir koku geliyordu; ekşimiş, huzursuz anılar yalnız geçirdikleri zamanda da boş durmamış iyice sinmişlerdi her şeye. Burnunu kırıştırdı, ne işi vardı ki burada? Avukatına vekalet verip bu yasla tekrar muhatap olmadan kurtulabilirdi evden. Hiç tanımadığı ablasının yasından, anne ve babasının yasından, çocukluğunun yasından…
Geniş salonda adımladı, her adımında sanki ayakları zemine yapışıyordu. Ruhu sadece duvarlara değil halıya da yapışmıştı belli ki. Gümüşlüğün önünde durdu, oyuncaklar itina ile dizilmiş ona bakıyordu. Ablasının oyuncakları. Annesinin zoraki bir anlayışla oynamasına izin verdiği; Taner’in de ablasından alıntı hayallerle oyun kurduğu, hiç incitmeden oynadığı oyuncaklar. Zaten bu evde geçirdiği on yedi senesinde, attığı her adımda ve her bilinç anında ablasının hatırası bir örümcek ağı gibi yapışmıştı üzerlerine. Anne ve babası asla sadece onun anne babası olmamış, kendisi de asla onların hak ettiği inci tanesi olamamıştı.

Bölüm 2: Düşüş
Salonun uzak köşesindeki aynanın çerçevesini gördüğünde yansıma alanına girmeden durdu. Ama ayna onun geldiğini hissetmişti, toz tabakasının altında odanın yansıması atılan taşın dalgalandırdığı su yüzeyi gibi hareketlendi. Taner de bir taş gibi durdu aynanın uzağında, daha fazla dalgalandırmamak için. “Lanet şey.” diye soludu soğuk dudaklarının arasından. Kendisini bildi bileli o köşede duruyordu, görkemli çerçevesiyle mağrur duruşlu bir boy aynası. Kendisini bildi bileli o köşede durup anne ve babasının acısından besleniyordu. Onlara İnci tanesi ile yaşadıkları hayatı gösteriyordu, ya da yaşamak istedikleri hayatı. Solgun ve küskün mobilyaların akisleri her zaman parlak ve davetkâr dururdu orada, sevimli küçük kızın hiç bitmeyen kahkahaları bu taraftaki huzursuz anıların o dünyaya geçmesine engel olurdu. Anne ve babasının televizyon izleyen aileler gibi aynanın karşısında oturup uyuşuk ve aptal bir gülümsemeyle saatlerce aynaya baktığı zamanları hatırladı.
Taner on yaşındaydı, babası silkelenip aynanın karşısından kalktığında. Sonuçta o bir aile babasıydı ve duygulara ayıracak zamanı olmamalıydı. Hele ki yetiştirmesi gereken bir oğlu varsa, Taner’i çok sevdiğinden de değil — sonuçta Taner bir inci tanesi değildi — ama soyadını taşıyacağı için. Ama ayna bundan hoşlanmadı. Gözlerini aynanın süslü çerçevesi üzerinde gezdirirken anılar üstüne çullandığında dişlerinin arasından renksiz bir nefes çekti. Ayna ondan hoşlanmamıştı. Tam da varlığına ihtiyaç duyan ruhlar bulduğunda sorumluluklar onları aynanın karşısından kaldırmıştı. Ayna, seyirci kaybından sorumlu olan kişiden hoşlanmamıştı. Bu yüzden elinde kalan son seyircisine sıkı sıkı sarıldı, annesine. Ona Taner gelmeden önce ne kadar mutlu olduklarını hatırlattı, İnci’sinin ilgisiz kaldığı için ne kadar kırıldığını, Taner’in İnci’sini nasıl üzdüğünü gösterdi. Yavaş yavaş aklını yitirip aynaya tapmaya başlayan annesi İnci’sini mutlu etmek için her şeyi yapardı.
Taner on üç yaşındaydı; annesinin gülüşünün ve sevgisinin neye benzediğini tamamen unutmuş, babasıyla iki yetişkin ev arkadaşı gibi yaşamaya alışmıştı. Ayna, İnci ablasının mutluluğu için annesini ne yapması gerektiğine ikna ettiğinde, Taner bu kayıtsızlığın bir nimet olduğunu anlamıştı — bir gece, annesi yüzünde her zamanki boşluktan farklı, tuhaf bir ifadeyle odasına geldiğinde ve babası yardım çağrılarına cevap veremediğinde.

Bölüm 3: Bakış
Taner kırk yedi yaşındaydı ve bu evden sonsuza dek kurtulmadan önce aynanın artık kimseye zarar vermeyeceğinden emin olması gerekiyordu. Ayaklarını yere zamk gibi yapıştıran yıllardan sökerek bir cesaretle ileri adımlayıp aynanın görüş alanına girdi. Oda neşeli bir parıltı ile hareketlenip onu kucakladığında annesini gördü Taner, her zamanki köşesinde oturuyordu. Ama bu kez yılgın bir boşlukla değil, davetkâr bir gülümseme ile kaldırdı gözlerini. Annesinin genç, parıltılı gözleri Taner’in çizgili gözleri ile buluştuğunda yanağından akan tuzlu nehirleri hissediyordu. Titrek bacaklarla anneciğinin dizlerinin dibine kıvrıldı, hep böyle bahar kokardı annesi. Ve hep böyle başını narince okşardı. Bir yasın içine doğmuştu Taner, ama artık yas yoktu, sadece annesinin bahar kokulu dizleri vardı.
28/04/2025

Yorumlar

Başa Dön