Yaratıcı'ya Sesleniş - 3

Tutkuyla yöneldiğim ve sonra hayalete dönüşen bütün gayelerim sanki belli aralıklarla hücremden çıkarıldığımda cezaevinin avlusunda rastladığım şeylerdi. Gün batımında onlar bir kuş gibi yükselip uzaklaşırken ben yine karanlığıma dönüyordum.

yazı resim

Ellerimi gökyüzüne her kaldırışımda belli bazı duaları okumakla yetimdim hep. Şahsi ve değersiz yaşamım için isteklerde bulunmaktan hicap duydum. Sana saygısızlık edebileceğimi düşünüyordum. Çünkü sen sonsuz ilim ve hikmet sahibiydin ve cüzi varlığım iraden karşısında çok sönük kalıyordu. Neredeyse bir hiçtim. Ayrıca ne dileyebilirdim ki! Sen zaten kalbimden geçenleri benden iyi biliyordun ve ben de kısmetimde her ne var ise boyun büküp onu yaşayacaktım. Tek bir istisna dışında... Yalnız bir tek arzuyu her hücremde ateş gibi duyumsayarak yineleyip durdum. Kanımca bu meşru ve makul bir yönelişti. Fakat tam da bu en hassas noktamdan vurulmuş ve otokontrolümü hayatımda ilk defa tam olarak kaybetmiş bulunuyordum. Böylelikle nefsimin çevresine binbir güçlükle ördüğüm duvar yerle bir olmuştu. Artık cümlelerde uyanan bir sorgulayıcıydım.
Bir şekilde hayatın koca bir yalandan ibaret olduğunu algılayabiliyorum. Ancak hakikatin esasında neye benzediğini bile bilemiyorum. Hislerim zaten beni bu dünyaya bağımlı kılmaktan başka işe yaramıyor. Çünkü gerçek sandığım her şeyi, yani sayısız uyarıcıyı duyular vasıtasıyla beynimde fikirlere dönüşmüş olarak buluyorum. Bunlar da çoğunlukla öznel ve aldatıcı oluyor. Geriye sadece aklım kalıyor ki maalesef o da realiteyi yakalamakta kifayetsiz kalıyor. Bu da hayatımdaki kaosu yaratıyor. Böylelikle ölüm sanki gerçeğe uzanan bir kapı gibi görünüyor. Ama o da meçhul, bu kapının bir yokluğa açılma daha doğrusu kapanma ihtimali de var. Gerçi bu durumda da zaten endişelenecek bir şey kalmıyor. Neticede bu dünyada her ne kadar amaca, varlığa, bağlara sahip olsak da bu büyük resim karşısında hiçbirinin manası kalmıyor. Bu noktada da insan ister istemez başka türlü, daha gerçek bir yaşam özlemi duyuyor. Sanırım ölümü kabul edilebilir hatta zaman zaman arzu edilir kılan da bu beklenti. Aksi takdirde dünya şu haliyle bile kalmaz tam anlamıyla cehenneme dönerdi diye düşünüyorum.
Gelgelelim yazının da diğer her şey gibi anlamsız olduğunun farkındayım. Hislerim durmak bilmeden sanrılarla çeviriyor etrafımı. Biliyorum. Mesela şu an alelade bir melodinin tesirine kapılıp, kendimi herkesin hayranlıkla gözlerini üzerime diktiği bir zafer sonrasının sarhoşluğunda tasarlayabilirim. Eskiden böyle hülyalara çok sarılırdım. Uzayda ve zamanda kılıcımın değmediği yer neredeyse kalmamıştı. Kendimi o kadar kaptırırdım ki hayatım birçok boyutta birden geçiyordu. İçlerinde tek sevmediğim evren ise kelimelere ihtiyaç duyduğum, üzerinde yaşadığım ve kendisine dünya denilen şu gezegendi. Hiç alışamadığım için de onun gerçek olduğunu biliyordum. Çünkü yaşayacağım mekanı seçme şansına sahip olacak kadar güçlü bir varlık değildim. Yaşamı bile ben seçmemiştim.
Fakat gel zaman git zaman gerçeğin de gerçekliği konusunda şüphe duymaya başladım. Kuşkularım, özellikle, büyümeye başlayıp hayali tasarımlarımın varlığını reddetmemle birlikte uyanmaya başlamıştı. Dünya denen gezegenle ve buradaki sıradan hayatımla çok daha fazla meşgul oluyordum. Fakat bir şey, bir zincir ayaklarımdan sıkıca kavrıyor ve heyecanla üzerine atıldığım her uğraş, her fikir, her amaç, her duygu avuçlarımdan kayıp bilinmezliğe karışıyordu. Ve ben kendimi yine en başa dönmüş olarak buluyordum. Yani tek kişilik hücreme... Tutkuyla yöneldiğim ve sonra hayalete dönüşen bütün gayelerim sanki belli aralıklarla hücremden çıkarıldığımda cezaevinin avlusunda rastladığım şeylerdi. Gün batımında onlar bir kuş gibi yükselip uzaklaşırken ben yine karanlığıma dönüyordum. Sanki çocukluğumdaki hayali savaşlarımın birinde düşmanlarımca tutsak edilmiş ve buraya kapatılmıştım.
Bak gördün mü? Yine yapmaya başladım. Yine bilim kurgu hayallere sığınıyorum. Gözlerim kapalıyken pek feci bir şey geçmiş olmalı zahir! Kargalar... Bugünlük kısa kessem iyi olacak galiba. Hoşçakal!

Başa Dön