Bizimkisi kuru gürültü değil, ekmek kavgasıydı ey şehir!...
Kavruk yüreğimin sancılarını toprağına gömdüm
Mızıka-yı Hümayun’la yolcu ettin civanlarını
Küflü kaldırımlarına bıraktım geç gelen yalancı baharı
O yağız delikanlılığımı elimden alsan da
Sevdim seni şehir, sana küsmedim
Başında boza pişirip fırtına olup esmedim
Şimdi hatıralar dökülür bir çınarın eteklerine
Rüzgâr sükûtu bir değirmen misali öğütür başımızda
İplik iplik yağan yağmurun sesi yankılanır kulaklarımda
Senden kalan muhacir duygularımı sattım bir eskiciye
Onlar ki gözyaşıyla sulanmış bir saksıya mahpustu
Hepsi senden kalmıştı ilelebet geriye
Ey şehir deme niye?
Delişmen sevdalarımıza şahittir dolunayların
Kırılgan sükûtlarım hâlâ asılır darağacında
Hayallerimi infilak ettiren, umutlarımın pimini çeken
Senin karanlık gecelerin değil miydi?
Bekleyiş biter mi dersin, kavuşmak mı? Yarına!...
Ötelerde bir şehrayin, yüreğimde nasırlaşan ıstırap
Her köşe başında bekler kapkaranlık koca gözlü heyula!...
Yüreğimin en mahrem yerisin İskenderun, en kuytumsun
Gecelerinde titrek yıldızlar bekleşir, ay kıskanır tenini
Bir sevdasın yüreğimin tenhasında
Bu sevdayı anlatmak yaşamaktan kolay değil
Sen fecir vakitlerinde diriliş muştususun
Uykularımı bölen meçhul bir ayak sesi
Ve belki de düşlerimin arşa değen gölgesi
Ruhumdaki arızalara tabipsin
İlaçsın yüreğimde nöbet tutan sancılara
Kelimeler bir alev topudur, seni betimleyen kelimeler…
Özlemlerin düğüm düğüm boğazımda düğümlenir her gece
Yorganın olur yüreğin kadar beyaz, bembeyaz karlar…
Üşürsün her gece vakti sahil boyu ayaz çıkınca
Yine de hoşluğundan, güleçliğinden bir şey kaybetmezsin
Seni tasvir etmede aciz kalır her hece…
Mavi gözlü bir bebeğin saflığındadır zarafetin ve masumluğun
Umutların umutsuzluğa baskındır her zaman
Yağmurların rahmettir çölleşen sevdalarıma
Rüzgârların, sevgilinin hasret dolu nefesidir
Ilık sabah yelleri ilkbaharı saklar yarına
Denizlerin yaralıdır, küskün bahtı karalıdır
Güzelyayla, Belen, Arsuz tabiatın çağrısıdır insanlığa
Müpteladır yüreğim umudun baharına
Kaybolur günler, geceler alnının derin çizgilerinde
Gözyaşlarım söndürür korlaşan ateşini
Dilim dolaşır sana şiirler, şarkılar söylerken
Hicranım kanar müşkül saatlerde
Mahzun ve melül bakışlara saklanır elemin
Rıhtıma sığınır fırtınadan kaçan her gemi
Ya fırtınalar kasırgalara karşı nereye sığınır?
Kan çanağı gözlerinde hâlâ umudun parıltısı var
Kuru bir çınarın gölgesinde eskidikçe eskir zaman
Posta güvercinleri de uğramaz olur şehre
Her dua bir gül demeti olup minarelerden arşa yükselir
Ezanlarında fatihalar ve âminler terennüm eder
Göğün yedi kat kapısı açılır ardına dek
Rahmanın saltanatı kurulur yerden göğe…
Gülcihan’da sularda raks eder umudun türküsü
Gözyaşların girdabında batarken güneş…
Gece pembe tüllerini sererken karanlığın üstüne
Tuvalimdeki renkler uçuşur masmavi denizlere
Ufuklara dağılır akşamın solgun hüznü
Güneş sabaha saklar parlak huzmelerini
Tan vaktinde karanlığa pusu kurar güneş
Aydınlığın saltanatı kaplar şehrin her yerini
Yalnızlık, saklar ürkek bakışlarını aynalarda
Mürekkebi kurumadan nasırlaşır hayallerim
Beklemek ateşten yakıcıdır bilirsin
Beklemek ve dert üstüne dert eklemek…
Lâkin umuda tutunarak, bitimsiz yollara revan olarak…
Hüznün en demli saatlerinde, mağrur, dirice
Bütün saatleri vuslata kurmak ve öylece beklemek!...
Sevdamın ve kavgamın şehrisin deniz gözlü İskenderun,
Mavinin kuytusu, gökkuşağının yedi rengisin…
Tütün kokulu, kınalı ellerini ne çok özledim
Ayranını, yoğurdunu, kaymağını ve tereyağını…
Gönlüme yâr, tenime diyar oluşunu,
Sonbaharda gül misali öylece soluşunu…
Bil ki aşikâr oldu sana dair bütün gizlerim
Burada bitmeyecek oyunun son perdesi
Mahşere taşınacak senden kalan izlerim!...
M.Nihat MALKOÇ