Yusuf Ziya Ortaç ve Kaybolan Kelime

Şair/yazar aşağıdaki yazıda hasretini duyduğu bu kelimeyi şöyle anlatıyor: KAYBOLAN KELİME Bu bayram, dilimizin bir kelime kaybettiğini iyice inandım. Tandır gibi kağnıgibi artık yaşanan hayatta, yeri kalmamış, şöyle böyle kelime değil; zarif, ince, medeni bir kelime.

yazı resimYZ

Önce bu değerli yazar/şairimizin kısa bir biyografisini verelim, sonra da hangi kelimeyi aradığını kendi kaleminden gösterelim:

Yusuf Ziya Ortaç 1895'te İstanbul'da doğdu. 11 Mart 1967'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. "Hecenin Beş Şairi" grubunun üyesi ve öncülerinden. İstanbul Vefa İdadisi'ni bitirdi. 1915'te Darülfünun-ı Osmani'nin (İstanbul Üniversitesi) açtığı yeterlilik sınavını kazanarak edebiyat öğretmeni oldu. Çeşitli okullarda dersler verdi. Orhan Seyfi Orhon'la birlikte çıkardığı "Akbaba" mizah dergisini ölümüne değin yayınladı. 1946-1954 arasında Ordu milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu.

Şiire aruzla başladı. Ziya Gökalp'in etkisiyle hece ölçüsünü benimsedi, bu türün başarılı örneklerini verdi. "Hecenin Beş Şairi"nden biri olarak ünlendi.

Şiirleri Türk Yurdu, Servet-i Fünun ve Büyük Mecmua'da yayınlandı. Akbaba dergisinde akıcı bir dille, rahat okunur bir tarzda yazdığı fıkralarında siyasal mizahın özgün örneklerini verdi.

Şiir ve gülmece yazılarının yanısıra roman, öykü ve oyunlar da yazdı.

Yusuf Ziya Ortaç'ın Eserleri
ROMANLARI:Kürkçü Dükkanı (1931)Şeker Osman (1932)Göç (1943)Üç Katlı Ev (1953)
ŞİİRLERİ:Akından Akına (1916) Aşıklar Yolu (1919)Cen Ufukları (1920)Yanardağ (1928)Bir Selvi Gölgesi (1938)Kuş Cıvıltıları (çocuk şiirleri, 1938)
Bir Rüzgar Esti (1952)
OYUNLARI:Kördüğüm (1920)Latife (1919)Nikahta Keramet (1923)
MİZAH TÜRÜ ESERLERİ:Şen Kitap (1919)Beşik (1943)Ocak (1943)Sarı Çizmeli Mehmed Ağa (1956)Gün Doğmadan (1960)
GEZİ-ANI-BİYOGRAFİLERİ:İsmet İnönü (1946)Göz Ucuyla Avrupa (1958)Portreler (1960)Bizim Yokuş 1966)

Şair/yazar aşağıdaki yazıda hasretini duyduğu bu kelimeyi şöyle anlatıyor:
KAYBOLAN KELİME
Bu bayram, dilimizin bir kelime kaybettiğini iyice inandım. Tandır gibi kağnıgibi artık yaşanan hayatta, yeri kalmamış, şöyle böyle kelime değil; zarif, ince, medeni bir kelime.

Kapıyı çalan çöpçünün pos bıyıkları arasında onu aradım yok!.. Bahşişini alan bekçinin kavlak dudaklarından onu bekledim. Yok!.. Bakkalın çırağından, sebzecinin yamağından, kasabın oğlundan onu işitmek istedim. Yok!..

İpek mendilinin alan oğlan, eşarbını kıvıran kız, iki buçukluğu cebine indiren manav, üç gün kapımızı kim çaldıysa hediyesini kim aldıysa bana o beklediğim kelimeyi vermeden gitti! İki yüz kuruş yazan taksinin şoförüne iki yüz elli kuruş veriyorsunuz. Taş gibi bir süküt!

Kitabından sevgiyle bahsettiğiniz genç adamla karşılaşıyorsunuz. Hakarete benzer hissiz bir selam!

Tramvayda, ayakta kalmış bir kadına yerinizi veriyorsunuz. Yüzünüze burun delikleriyle yüksekten bir bakış!

Ve hiçbirinin dilinde aradığınız o ince, o kibar, o insanı insan yapan güzel kelime yok!

Geçen yıl Atinada bindiğim bir otomobilin şoförü, bana bu kelimeyi on kuruşluk bahşiş için söylemişti: Hem başından kasketini çıkararak hem de kelimenin başına bir çok ilave ederek.

Romanın en büyük otelinde oda hizmetçisi kız, yine küçük bir hediye karşılığı zarif vücudunu nezaketle kırarak bu kelimeyi dudaklarından tebessümle süslemişti.

Bir kelime deyip geçmeyiniz. Cemiyet hayatımızdaki birçok şikayetleri bu kelimenin yokluğuna bağlamak bile mümkündür.

Düşünüyorum: Artık lügat kitaplarından beyaz kağıdın kefenlediği bu ölü kelimeyi nasıl diriltsek? Acaba belediye, bu kelime için bir fiyat listesi yapamaz mı?

Hiç olmazsa çarşıda, pazarda, iş hayatında canımız istediği zaman listeye bakar, parasını verir ve içimizin özlediği bu üç heceli sözü duyarız.

Haa! Affedersiniz, deminden beri, yana yakıla hasretini çektiğim bu kelimenin ne olduğunu söylemedim değil mi?

Teşekkür!

Yusuf Ziya ORTAÇ

Büyük Türk Klasikleri

Yorumlar

Başa Dön