Zekât, İslam'ın temel ibadetlerinden biridir ve ihtiyaçtan fazlasını paylaşma anlayışını ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de genel olarak infak terimiyle ifade edilen zekât, kişinin sahip olduğu varlıkların bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermesini öğütler. Bu ibadet, toplumdaki ekonomik adaleti sağlamayı, sosyal yardımlaşmayı artırmayı ve bireyin manevi arınmasını hedefler. Zekâtın kimlere verileceği ve hangi ölçütlerle verilmesi gerektiği Kur’an’da açıkça belirtilmiştir.
Zekâtın Kime Verileceği: Tevbe Suresi 60. Ayet
"Şüphesiz sadakalar Tanrı'dan bir farz olarak ancak fakirler ve düşkünler ve onun üzerinde çalışanlar ve kalpleri kazanılacak olanlar ve rikab olanlar ve borçlular ve Tanrı yolu ve yol oğlu içindir. Ve Allah bilendir ve hikmet sahibidir."
Tevbe Suresi 60. ayet, zekâtın hangi gruplara verilmesi gerektiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır:
- Fakirler: Temel ihtiyaçlarını karşılayamayan bireyler.
- Düşkünler: Maddi açıdan zor durumda olanlar.
- Zekât toplayan memurlar: Zekât dağıtımında görev alanlar.
- Kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlar: İslam’a karşı olumlu bir tutum geliştirmesi beklenen kişiler.
- Rikab olanlar: Boyunduruk altından kurtarılması gereken bireyler.
- Borçlular: Borç yükü altında ezilenler.
- Allah yolunda cihad edenler: Din uğruna mücadele edenler.
- Yolda kalmış yolcular: Memleketlerinden uzakta, yardıma muhtaç olanlar.
Bu ayet, zekâtın yalnızca Müslümanlara verilmesi gerektiği yönündeki yanlış bir algıyı düzeltir. “Kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlar” ifadesi, Müslüman olmayanların da zor durumlarında zekâttan faydalanabileceğini açıkça göstermektedir.
Zekât ve Anne-Babaya Yardım
" Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De: Hayırdan ne sarf edebilirseniz anne, bana, öksüzler, yoksullar ve yolcular içindir. Ve hayırdan ne yaparsanız muhakkak Tanrı onu bilir."
Bakara Suresi 215. ayette, infakın kimlere yapılması gerektiği açıklanmaktadır: “Hayırdan ne sarf edebilirseniz anne, bana, öksüzler, yoksullar ve yolcular içindir .” Buradan, anne-babaya yardım etmenin önemi anlaşılmaktadır. Ancak anne-babaya zekât verilmesi konusunda, aile bireylerinin geçim kaynaklarının ayrılığı belirleyici bir unsurdur.
Bakara Suresi 219. ayet, bu konuda rehberlik eder: “Sana örtenden ve kumardan sorarlar. De: O ikisinde büyük günah ve insanlar için faydalar vardır. Fakat onların günahı faydasından daha büyüktür. Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De: Afv'ı. Tanrı size ayetleri böyle açıklar umulur ki düşünürsünüz.” Eğer bireyin ve anne-babanın geçim kaynakları ayrıysa, onlara zekât verilmesi mümkündür. Ancak aynı gelirden geçim sağlanıyorsa, anne-babaya zekât verilmesi uygun görülmez, çünkü bu durumda kişi zaten onların geçimini üstlenmiştir. Bu yaklaşım, zekâtın adaletli bir şekilde dağıtılmasını ve bireyin kendi sorumluluklarını yerine getirdikten sonra paylaşımda bulunmasını sağlar.
Zekâtın Miktarı: Kur’an’ın Esnek Yaklaşımı
Kur’an, zekâtın miktarını net bir oranla sınırlamamış, bunun yerine “ Afv'ı” ilkesini benimsemiştir. "الْعَفْوَ kelimesinin birkaç farklı anlamı vardır. Bağlama göre anlamı değişir. En yaygın anlamları şunlardır: - Affetmek, bağışlamak: Bu, kelimenin en yaygın anlamıdır ve birinin hatasını ya da suçunu bağışlamak anlamına gelir.
- Özür dilemek, hoş görmek: Bir kişinin hata veya yanlışını görmezden gelmek, affetmek anlamında kullanılır.
- Fazlalık, artan şey: Arapçada, özellikle türemiş kelimelerde "عفو" kelimesi bazen "fazlalık" ya da "artan" anlamında da kullanılabilir.
- Bir şeyin geçici olarak yok olması: Bu anlamda, bir durumun ya da şeyin geçici olarak kaybolması veya sona ermesi de ifade edilebilir.
Bakara Suresi 219. ayeti zekat miktarını şöyle açıklar: “Tanrı size ayetleri böyle açıklar umulur ki düşünürsünüz.” Bu esneklik, bireylerin ekonomik durumlarına ve niyetlerine göre zekât miktarını kendilerinin belirlemesine olanak tanır. Önemli olan, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma niyetiyle ihtiyaç sahiplerine yardım etmektir.
Zekât, genellikle yılda bir kez verilmesi gereken bir ibadet olarak algılansa da, Kur’an’ın yaklaşımı bunun maaş alındığı zaman verilmesi gereken bir ibadet olduğunu gösterir. Zekât, yalnızca yılda bir dönemde değil, maaş alındığı zaman verilmesi gereklidir. Bu durum, zekâtın yalnızca maddi bir yükümlülük değil, aynı zamanda sosyal dayanışmayı teşvik eden bir ibadet olduğunu ortaya koyar.
Nebimiz Muhammed döneminde, zekâtın yanı sıra devlet için toplanan vergiler de mevcuttu. Ancak zamanla, rivayetlerde geçen bu uygulamalar Kur’an’ın bahsettiği zekâtla karıştırılmıştır. Oysaki Kur’an’daki zekât anlayışı, bireyin miktar açısından gönüllü olarak yaptığı bir paylaşımı ifade ederken, vergiler devlete ödenen miktarı belli olan zorunlu mali yükümlülüklerdir. Bu ayrımı göz önünde bulundurmak, zekâtın manevi ve ahlaki boyutunu anlamak açısından önemlidir.
Zekât, İslam toplumunun manevi ve ekonomik yapısının güçlenmesi için belirlenmiş bir ibadettir. Kur’an, zekâtın kime, nasıl ve hangi ölçülerde verileceğini açıklayarak, bireylere geniş bir hareket alanı sunmuştur. Bu ibadet, yalnızca bir mali yardım değil, aynı zamanda bireyin Allah’a olan bağlılığını güçlendiren, toplumsal dayanışmayı artıran bir görevdir. Zekâtın doğru anlaşılması ve uygulanması, hem bireylerin hem de toplumun huzuru için vazgeçilmez bir öneme sahiptir.