..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Yazarlar ve Yapıtlar > Hilâl Erboyacı




14 Ekim 2011
Çizik Çizik Yürekler  
Çizik Çizik Yürekler

Hilâl Erboyacı


İskender PALA, orduda pek çok ismi övgüyle ve saygıyla hatırlarken, pek çok ismi de haksız, adaletsiz ve önyargılı oluşlarıyla hatırlar. Üst rütbeli isimlerden kendisine destek veren, yardım eden, yanında olanlara haksızlık etmek istemez. Bu süreçte yazmaya, araştırmaya, eserler vermeye devam eder. Teğmenlikten Binbaşılığa kadar devam eden süreç onu güçlendirirken; eşi ve iki çocuğunun geleceği zaman zaman duygusallaştırır yazarı.


:BCGC:




-1-

İskender PALA’nin ‘’İki Darbe Arasında’’ adlı eserini tahlil etmeden önce anı niteliğinde olan bu eserin yazılışına neden olan olaylara nesnel bir bakış açısı geliştirebilmek için geçmişte şöyle, kısa bir gezinti yapalım:

Toplumların değişiminde olağanüstü süreçler vardır. Değişimi hazırlayan nedenler, olumlu ya da olumsuz birtakım med/ cezirlerin bıraktığı çalkantı ve arayıştan kaynaklanabildiği gibi, toplumun beklentileri, isyanları, hak ve adalet arayışıyla da ortaya çıkabilmektedir.

Türk toplumu Cumhuriyetle birlikte başlayan bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini Kurtuluş Savaşı’nı kazanmakla tüm dünyaya kabul ettirmiş, Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde yeni ve sil baştan bir mücadelenin içinde bulmuştu kendini. 1940’lara kadar memleketçilik, vatanseverlik, milliyetçilik gibi bir takım kavramların kabul gördüğü bu dönem, Türk toplumu için muasır medeniyetler seviyesine çıkma yolunda topyekün bir mücadele örneğidir.

Fransız İhtilâli’nin etkileri nasıl tüm dünyayı kısa bir zaman zarfında etkisi altına almışsa, Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının etkisi de toplumların kaderini belirlemede etkin ve kaçınılmaz bir rol oynamıştır. Birinci Dünya Savaşı’la ilgili sonuç: ‘Tüm ülkelerden 65.038.810 askerin katıldığı savaş, arkasında resmi rakamlara göre toplam 8.556.315 ölü, 21.219.452 yaralı ve 7.750.945 kayıp veya esir bırakmıştır. Birinci Dünya Savaşı ülkeler arasındaki sorunları çözümlememiş, ağır yaptırımlar içeren antlaşmalar, savaş sonrası gelişen aşırı milliyetçilik yeni oluşan Faşizm ve Nazizm gibi ideolojiler İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlamıştır.’ İkinci Dünya Savaşı sonucunda ise: ‘Savaş, 1945 yılında Müttefik Devletler 'in Almanya ve Japonya'ya karşı kesin zaferiyle sonuçlandı. İkinci Dünya Savaşı dünyanın politik düzenini ve sosyal yapısını derinden etkiledi. Sonraki yıllarda oluşabilecek çatışmaların önüne geçmek ve uluslararası dayanışmayı sağlamak için Birleşmiş Milletler (BM) kuruldu. Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği Süper Güçler olarak ortaya çıktı. Bu durum Süper Güçler arasında 46 yıl boyunca sürecek olan bir Soğuk Savaş dönemini başlattı.’

Görüldüğü üzere hiçbir değişim kendiliğinden ve doğal yolla olmadığı gibi değişimi hazırlayan süreç de her sorunun çözümü olmaya yeterli olmamış hiçbir zaman. Türk toplumun kaderini belirleyen bu dalgalanmalar, gerek Birinci Dünya Savaşı’nda üstlendiğimiz rolle, gerekse İkinci Dünya Savaşı’na katılmama kararı almamızla yakinen ilgilidir. Bizi iki binli yıllara getiren süreci bunlardan soyutlamak da mümkün değildir.

27 Mayıs 1960 tarihinde, ‘1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subay, ülke yönetimine bütünüyle el koydu.’ Ülke içinde birtakım siyasi akımların çatışmaya varan ve infial yaratan ilk adımları böylece bastırılmış oluyordu.

12 Eylül 1980 Darbesinin nedenleri de çok farklı değildi. Gittikçe büyüyen kardeş kavgaları bastırılamamış, siyasi denge sağlanamamıştı.Ülke siyasi bir arbedenin içinde yeni arayışlar peşinde bir iç karışıklığın acılarını çekmekteydi. 12 Eylül Darbesi bu nedenle sert geldi. Gerek yasalarda gerekse yönetmeliklerde yapılan değişikliklerle yeni bir Anayasa 1982 yılında halk oylamasıyla kabul gördü.

Bu bizi iki binli yıllara taşıyan bir sonun başlangıcıydı. 28 Şubat 1997 süreci ise:’ 28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan ve irticaya karşı olduğu iddia edilen, ordu ve bürokrasi merkezli süreçtir. Türkiye siyasi tarihine geçen kararlar ve kimilerince bir dönüm noktası olan bu kararların uygulanması sırasında Türkiye'de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda yaşanan değişimlere neden olan bir süreci başlatmıştır. Yaşananlar, çeşitli kaynaklar tarafından post-modern darbe olarak adlandırılmıştır.’

Böyle nesnel bir hatırlatma yaptıktan sonra eserin girişindeki küçük anekdotu paylaşmak isterim: ‘’Çizik çizik yüreklerle yıllar yılı birbirimizi teselliye çalıştığımız eşime, çocukluk coşkularını cevap bulamadıkları sorularda savurarak büyüyen kızlarımla oğluma ve onlarla benzer hayatları yaşamak kaderleri olan binlerce aileye…’ ( İskender PALA)
-2-

‘İki Darbe Arasında’ 265 sayfadan oluşan bir eser. Eserde, İskender PALA’nın Deniz kuvvetlerine öğretmen- teğmen olarak girdiği günden, öğretmen- binbaşı rütbesiyle görev yaptığı son on beş yılda ordudan ihraç edilişine kadar geçen süreç acılarıyla, mutluluklarıyla, şaşkınlıklarıyla anlatılır.

Önyargıya ve yanlış algılamalara sebebiyet vermemek için 219. sayfada yazarın bir tespitini en baştan vermek istiyorum:’Bu söylediklerimden dolayı TSK’dan eşimin kıyafeti yüzünden atıldığım sanılmasın.On beş yıla varan tecrübelerim bana göstermiştir ki TSK, hiç kimseyi namaz kıldığı yahut başörtülü olduğu için kapı dışarı etmez. Asla bunu yapmamıştır, yapmaz da. Bu konuda iki bakış açısı geliştirir. Eğer namaz kılan bir subay veya astsubayı başkalarına gösterdiği zaman dudağında alaycı bir gülümsemeyle , ‘ İşte bakınız namaz kılan adam böyle olur!’ diyebiliyorsa, o kişiyi ihraç etmez. Ama eğer aynı kişiye baktığı zaman suratında bir hayret ifadesiyle : ‘ Akıl alır şey değil,bu adam da namaz kılıyor!’ dediği an bilinsin ki onun ihraç kararı yazılmıştır. İşte bu yüzden TSK’dan ihraç edilmiş rütbe sahiplerinin kahir ekseriyeti çok başarılı, dürüst, çalışkan, madalyaları ve üstün başarı bröveleri olan insanlardır.’

İskender PALA, orduda pek çok ismi övgüyle ve saygıyla hatırlarken, pek çok ismi de haksız, adaletsiz ve önyargılı oluşlarıyla hatırlar. Üst rütbeli isimlerden kendisine destek veren, yardım eden, yanında olanlara haksızlık etmek istemez. Bu süreçte yazmaya, araştırmaya, eserler vermeye devam eder. Teğmenlikten Binbaşılığa kadar devam eden süreç onu güçlendirirken; eşi ve iki çocuğunun geleceği zaman zaman duygusallaştırır yazarı.

‘İnşaallah ilginç zamanlarda yaşayasın.’ Eski bir Çin bedduasıyla başlar kitap. İskender PALA, öznel bir bakış açısıyla -ki bence çok doğal- içinde bulunduğu zamanı süzgeçten geçirir. 28 Şubat kararlarıyla ilgili tespitlerde bulunur: YAŞ ( Yüksek Askeri Şura) kararlarının ordudan subay ve astsubay ihraç ettiği dönemlerin sancılarından söz ederken, bu kararların çoğunun Atatürkçülük adına yapılmasının kendisini bu konuda incelemeye ve araştırmaya yönelttiğini söyledikten sonra on beş yıllık askerlik hayatını anlatmaya başlar.

Hemen araya sıkıştırıverdiği şu not önemli: ‘ Kitabımı okuyanlar, anılarımı yazarken takındığım mücadele tavrımın asla bir kurum ile değil, kurumun gücünü ve ideolojisini arkasına alarak kişisel çıkarlar gözetenlere karşı olduğunu göreceklerdir.’

Yüreği gerçek bir Edebiyat aşkıyla yanıp tutuşan İskender PALA, İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesini bitirdikten sonra Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde asistan olmak ister ancak ne yazık ki bu mümkün olmaz. 23 Eylül 1980’de evlenir. Evini geçindirmek zorundadır ve kütüphane memurluğundan aldığı para buna yeterli gelmemektedir. Bunun üzerine Deniz Kuvvetleri’ne hem geçimini sağlamak hem de branşında öğretmen olmak amacıyla 21 Haziran 1982 tarihinde katılır. O sırada ilk çocuğu henüz bir aylıktır. Stajyer öğretmen olarak bir yüzbaşının yanına verilen yazara ‘’Türkçe Dilbilgisi ve Kompozisyon’’kitabı yazma görevi verilir. Ancak, emir- komuta zinciri ve çekişme- iktidar mücadeleleri, kısacası o güne kadar benimsediği davranışlardan çok farklı bir ortamda kendini buluvermesi henüz on beş gün sonrasında istifa etmek düşüncesine kadar sürükleyecektir İskender PALA’yı. On beş yıl geçmeden ordudan ayrılamayacağını o gün anlamıştır. Ve kendi ifadesiyle zor günler onu bekliyordur.

Bunaldığı günlerden birinde Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı hocası Prof. Dr. Günay Kurt asistanı olması için davet eder. Ancak yapılacak bir şey yoktur. En az on beş yıl, böyle bir teklifi artık kabul etmesi imkansızdır. Geçen zaman İskender PALA için, içinde bulunduğu durumu kabullenme, verilen görevleri titizlikle yerine getirme sürecidir. Ne yazık ki her ortamda olabileceği gibi, İskender Pala’nın itibar görüp, göz önünde olması, çalışmalarının dikkat çekmesi ona zarar vermiş, art niyetli bazı kişilerin yüzünden düşman kazanmasına neden olmuştu.

Henüz 12 Eylül’ün izleri silinmemiştir. Hala sağ/ sol tartışmaları, ideolojik çatışmalar insanların belleğinden silinmediği gibi davranışlarına da yansımaktadır. İskender Pala’nın kendisininde itiraf ettiği gibi lider yaratılışı geri adım atmaz. Israrla bilgi birikimini, çalışkanlığını ortaya koyar. Siciliyle ilgili hiçbir olumsuzluk onun içine çekilmesine, faklı davranmasına neden olmaz. Bu arada doktorasını yapmış, Muharrem Ergin, Tahsin Yücel gibi önemli isimlerin oluruyla doktorasını almıştır.

İskender PALA, daha mesleğinin başlangıcında çektiği bu acılara durmadan yenisini ekleyecek, verilen rütbeler geri alınmaya çalışılacak, zaman zaman anlamını veremediği nedenlerle görevinden uzak tutulması için bahaneler bulunacaktır. Sonunda olanlar olur. Hazırladığı kitapta bir binbaşının adını kasıtlı olarak olumsuzluk ifade eden örneklerde kullandığı için öğretmenliğine son verilmiş, Astsubay Hazırlık Okulu’na tayini çıkmıştır.Eşinin başının örtülü olması lojmana taşınmalarıyla tepki almasına neden olmuş, haksız eleştiriler ve dedikodulara rağmen bir süre sonra bu duruma komşuları alışmışlardır. Bu arada yazar, Boğaziçi Üniversitesinde ders vermeye başlamıştır.

Her şeyin yoluna girdiğini düşündüğü bu süreçte, eşi ve çocuklarıyla birlikte Şafak Gazinosu’nu, eşinin başörtüsü nedeniyle terk etmek durumunda kalmaları, namaz kıldığının anlaşılması İskender PALA’nın on beş yıl geçirdiği Deniz Kuvvetlerinde en acı hatıralarını oluşturacaktır.

1989’un sonlarında yazar Divan Sözlüğü adlı eserini yayınlar. Bu kitap, İskender PALA’nın yeniden öğretmen olarak atanmasına neden olacakken; yazar, bunun yerine Tarihi Deniz Arşivine atanmayı ister. Talebi karşılanır. Divan Sözlüğü adlı eseri Türk Dil Kurumu ve Yazarlar Birliği tarafından ödüllendirilir. Yazarın hayatında seminerlerin, konferansların başladığı yoğun günlerdir bunlar. Çevresi genişlemiş, her anlayıştan, her görüşten insanla yan yana gelmeye başlamıştır. Bu bile daha sonraki günlerde oradan oraya yapılan tayinleri durduramamıştır. Her yıl bir başka yere beş yıl boyunca tayin edilmesi üzerine hakkını aramaya karar veren yazar, bu yüzden kötü günler geçirir. Kızını İmam Hatip Okuluna vermesi bardağı taşıran son damlalardan biridir. Recep Tayip Erdoğan’ın İlhami Paşa’yla sohbeti sırasından yazardan söz ederken: Ha!..Siz bizim İskender’den söz ediyorsunuz.’ demesi ordudan atılması için en önemli adımlardan birini oluşturur.

Mecburi hizmetinin bitmesine birkaç ay kala ‘ Milli görüş ideolojisine mensup’ olduğu gerekçesiyle ordudan ihraç edilir. Yazar için zor günler başalmıştır. Başvurduğu her kuruluş, her üniversite bir neden bularak başvuru talebini reddetmiş, Herkes kendisine bir zarar endişesiyle çevresinden uzaklaşmıştır.

İstanbul Kültür Üniversitesi’ne kabul edilmesi yazarın ve ailesinin hayatında yeni bir sayfa açacak ama çekilen acılar, derin izler bırakacaktır.

İskender PALA, eserini ‘ Çok şükür mazlum oldum, zulmeden olmadım.’ diyerek bitirir. Kitabın sonunu ‘Belgeler’e ayırıyor. O güne kadar önemli bulduğu tüm yazışmaları belgeliyor..

Baştan sona eseri okurken hangi görüşe ya da hangi ideolojiye sahip olursak olalım demokrasi ve özgürlüklere olan inancımız insan olma çizgisinde nesnel bir bakış kazanıyor. Eser boyunca yazar, her ideolojiden ve her anlayıştan insanla görüştüğünü ama hiçbir ideolojiye mensup olmadığını ısrarla belirtirken belki de bunu düşünmemizi ve nesnel olmamızı istiyor.

Hilâl ERBOYACI



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yazarlar ve yapıtlar kümesinde bulunan diğer yazıları...
Zendagi Migzara (Yaşam Devam Ediyor)
Çağdaş Bir Yusuf Has Hacip ve Mağaranın Kamburu

Zor Zanaat Kadın Yazar Olmak
'Özlemeye ve Korkmaya Devam' Üzerine
Alt Tarafı Bir Nokta Üzerine/ Naçizâne Bir Yorum

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sakınan Göze Çöp Batar
Söylemler ve Eylemler - 9
Sosyalleşmek mi Edepsizlik Mi/ Edebiyat Siteleri ve Yorumlar
Adaletin Kestiği Parmak Acımaz
Söylemler ve Eylemler - 7 -
Neydi O Güzelim Ders Kitapları
Söylemler ve Eylemler - 1 -
Söylemler ve Eylemler - 5 -
Söylemler ve Eylemler - 4 -
Söylemler ve Eylemler - 2 -

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Har Elinden [Şiir]
Kutsi ve Asi [Şiir]
Erteledik [Şiir]
Orantısız Güç [Şiir]
Yirmi Birinci Asra Hicviye [Şiir]
Nerede Ölmeden Önce Ölüm [Şiir]
Çanakkale'de Zafer Muştulanmıştı [Şiir]
Sessiz Kahramanlarımız [Şiir]
Yapay Tanrılar [Şiir]
Üç Çocuk / Üç Can [Şiir]


Hilâl Erboyacı kimdir?

Yaşam söz üzerine kurulmuş. Yazı sözü kalıcı kılmış. Bir Edebiyat neferi olarak seksenli yıllarda başladığım serüvenime bir iz bırakmak ve geleceğe katkıda bulunmak üzere çıktım. . Bir hoş sada bırakabilirsem ne mutlu. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Türk şiirinin tüm isimlerinden etkilenmiş olmam mümkün..


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hilâl Erboyacı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.