Ona göre insanların büyük çoğunluğu gerzek sınıfına giriyordu. Bu tip insanları gördüğünde ya da birine kızdığında ona kısaca gerzo demekten çekinmezdi. Yolda, minibüste, çarşıda, pazarda kimi görse hiç fark etmiyordu. Yeter ki öyle birisini görmesin. Onu gören birisi ise mutlaka şaşırırdı. Arkasını döner bir daha ona bakardı. İri yapılı, uzun beyaz saçlı, altmış yaşlarında, kot pantolonlu, çizmeli adam sıradan bir Türke benzemiyordu. Üstelik yaşını da göstermiyordu. O da bunu bildiği için mümkün olduğu kadar şehrin varoşlarında dolaşmazdı.
Niçin neden dolaşacaktı ki? O sefil sokaklarda bu gerzo insanların arasında ne işi vardı?.. Bu yüzden çoğunlukla Sultanahmette Beyoğlunda, İstiklal Caddesinde gezmeyi tercih ederdi. Kapalıçarşıda, kartpostal, inci boncuk satan dükkanların önünde dolaşırdı. Onu gören tezgahtar hemen yerinden fırlar: Yes Sir der ve ona gülümserdi. O ise gayet ciddi bir yüz ifadesiyle: Hım hımm yapar, kafasını sallayıp çekip giderdi. Tezgahtar yine bir turist kaçırmanın üzüntüsüyle arkasından küfür ederdi. Rutin olarak yaptığı günlük İstanbul turunu tamamladıktan sonra semtine döner, altılı ganyan bayisine uğrar, bir kupon doldurduktan sonra oradan çıkar, hemen bitişiğindeki kahveye girer, kalabalığa seslenir: Hey gerzolar okey oynayan var mı? diye sorardı.
Semtin eski serserilerinden, kumarbazlarından, futbolcularından, Gavur Ali yine kumar oynamaya gelmiştir. Ama kimse ona Gavur lakabıyla seslenemez, hatta cesaret bile edemez. Ama bazı yaşıtlarının bir ayrıcalığı olmuştur. Gavur Ali eski serseridir, acımasızdır ve serttir. Masadaki oyunculardan birine kızdığı zaman da: Çabuk oyna, sıra sende lavuk diye çıkışır. Gerzodan sonra insanlara lavuklar sürüsü gözüyle de bakar. Yaşlı, ihtiyar, genç biri hiç fark etmez. Hata yapan biri onun için şimdi lavuktur. Herkes oyunu kurallarına göre oynamalıdır. Kumar masası onun için kutsal bir alandır. Bir mabed gibi.
Eli ayağı titreyen, altına kaçıran ihtiyar bir bunağın bu masada ne işi vardı?.. Aslında birçoğu yaşıtı sayılırdı. Bazen onları uyarır, kibarca Hey moruk sıra sende, uyuma diye ikaz da eder. İhtiyar kumarbazlar, bunaklar, onun için bir avantajdır. Gözü görmeyen, taşı, kağıdı, zarı bile fark edemeyen bir insanın kaybetme şansı yüksektir ve onlar her zaman kaybeder. Gavur Ali ise sürekli kazanır. Bazı kişiler onun yaşlılara saygı göstermediğinden yakınır, durur. Ali bu suçlamalar karşısında şaşırır: Ne yani Allahın belası kahvede bu ihtiyar keçilerden başka bir oyuncu yoksa benim ne kabahatim var diye kendini savunur. Onun bir felsefesi vardır. Doğduğu günden beri çalışmayan bir adam nasıl geçinecekti?.. Hayatının büyük bir bölümünü içki, esrar içerek, kumar oynayarak geçiren bir adamın geçimini elbette diğer insanlar karşılayacaktı. Bu da yaşamda gayet normal bir durumdu.
Semt nüfusunun büyük çoğunluğu gibi Balkan göçmenlerinden biridir Gavur Ali. Bazıları onu Sırp asıllı olmakla suçlar. O ise kızar, bunu kabul etmez, hemen karşılık verir: Ne diyon lan sen kara kafa, daha dün geldiniz İstanbula. Allahın gerzoları! der. Bazen tartışmalarda suçlamalar daha da çoğalır. Bu defa hırsız Ali derler.
Çocukluğunda komşularının bakır tencerelerini çaldığını söylerler. Bunları söyleyenlerin büyük çoğunluğu da anında yumruğu yer. Ali öfkelenmiştir. Bu suçlamayı kabul etmez. Dört beş kişi onu zor zaptetmiştir. Dürüstlüğü, iyi ahlakı, Avrupalı görünümü ile övünen Gavur Ali için bu kabul edilemez bir şeydir. Eğer hırsızlık yapmışsa ki mutlaka yapmıştır, o saf duygularla çocukluğunda yapmış olduğu masum bir eylemdir. Ama soyduğu evlerin sayısını hatırlamadığından bahsetmez. Bakır sattığı hurdacıyı bile soyduğunu, sonra o paralarla ilkokul önlüğü bile üstünde olmasına rağmen panayırdaki Çingene çadırına giderek zar attığını söylemez. Sadece kendi mahallesi değil çevre mahallelere de giderek misket oynayan çocukları döverek, misketlerini ve paralarını zorla aldığından söz etmez.
Bir gün şikayet üzerine semt karakoluna alınıp, saçlarının kazıtıldıktan sonra, üstelik kafasına bir de damga vurulup sonra da salındığından bahsetmez. O bahsetmese de yediden yetmişe bütün herkes bilir. Çünkü bu semtin dedikodu kazanı sürekli çalışır. Hem de gece gündüz, onlarca yıl aralıksız bu kazan görev başındadır. Babası onu yola gelmesi için hiç acımadan yıllarca dövmüştür. Zavallı adam elden ayaktan düştükten sonra bu kez Gavur Ali onu dövecektir. Dedikodular yine sahnededir. Güya o zavallı yaşlı babasını dövmekle de kalmıyormuş, elinden emekli maaşını da zorla alıyormuş. O bunu kabul etmese de eski arkadaşlarından biri onu suç üstü yakalamıştır. Madem öyle ibnetor sabahın köründe Ziraat bankasında kuyrukta, emeklilerin arasında ne işin vardı? diye sormuştur. Babasının biraz bunadığını söyleyerek kendisini savunmuştur. Güya babası ondan sürekli gofret istiyormuş. Herkes bir noktada hemfikirdi. Gavur Ali yaşlılara saygı göstermiyordu.
Çocukluğunda başlayan hırçın, kavgacı yapısı, asiliği ve bu uzun saçlı bıyıklı, keçi sakalıyla Gavur lakabını kazanmayı hak etmişti. O bir Fransıza, Almana benziyordu. Bir Yozgatlıya ve ya Maraşlıya benzemekten daha iyiydi onun için. Yetmiş vilayetteki gerzolara da hiç benzemek istemiyordu. Gece gündüz içki içen bir esrarkeş nasıl iyi bir futbolcu olurdu. Evet Gavur Ali semtin tarihi kulübünde en iyi topçularından biri olmuştu. Beyoğlunda pavyonlarda sabaha kadar içen, sonra eve gelip birkaç saatlik uykuyla öğle saatinde maça çıkan, üstelik gol atan, sonra da kızdığında karşı takımdaki oyunculara saldıran, hakemin yakasına yapışan bu adam, bu enerjiyi nereden alıyordu. Amatör ligde, İstanbulda bir efsaneydi. Oyunculuğundan çok hırçınlığı ve kavgacılığıyla dikkat çekmişti. Ona bir tekme atan ya da kart gösteren bir hakemin vay haline. Topu bırakıp bu kez onları kovalardı. Attığı gollerden daha fazla sahadan atılmıştı.
Bunlara rağmen üçüncü lige de transfer olmayı başardı. İstanbuldan Kırşehirspora gidip orada iki hafta kalıp geri dönmesi de transferi kadar hızlı oluyordu. Niçin, neden döndün gibi sorulara ise öfkeyle cevap verdi. Ne diyorsunuz lan gerzolar, böyle bir şehir mi olur?.. Bir tane caddesi var, köy ulan resmen köy orası. diyordu. Bir daha değil Anadoluya gitmek, Kadıköy yakasına bile geçmeye tövbe ediyordu. Ona göre bu gerzo ülkede yaşanabilecek tek yer, sadece İstanbulun Avrupa yakasıydı. Bir ayağın her an Beyoğlunda ya da Sultanahmette olabiliyordu. Eh bulunduğu semt de buralara yarım saat kadar bir mesafedeydi. Üstelik 68 kuşağı gençlerinden biriydi Ali. Semtin Rock grupları vardı. Hemen herkes Beatles, Pink Floyd dinliyordu. Dinleyenler bol bol esrar içiyor, içki tüketiyordu. Hayat buradaydı işte.
Gündüz kahve kumarı, akşam üstü bir yerde esrar çekmek ve müzik dinlemek, sonra da gece yarısı ver elini Beyoğlu Bundan daha güzel bir yaşam düşünülebilir miydi?.. O bir enayi değildi. Diğer insanlar gibi çalışmak ona göre ters bir işti. Sürekli: Ne yani ben bu dünyaya bir makineye bakmak için mi geldim gerzolar?.. Bir televizyon alıp beş sene taksit mi ödeyeceğim sizin gibi. Sabancı, Koçu mu zengin edeceğim diyordu. O diğer insanlar gibi tavşan da değildi. Evli arkadaşları ise onu kadınlarla ilişki kurmamakla eleştirirken Yoksa sen çıt mısın diye soruyordu. O soruyu soranların birçoğu da elbette Alinin yumruğunu yemişti. Geçmişte pavyonda bir dostu vardı. Pavyonun assolisti olan kadını sevmişti. Üstelik bir gün semtte evine bile getirmişti. Görgü şahitleri vardı. Ama o bir kadına elini bile sürmeyecek kadar onurlu bir insandı. Kadına: Evlenmeden olmaz diyordu. Sayısız müşteriyle yatan pavyon kadını şaşırmıştı. Kadın bir süre ondan evlenme teklifi beklerken, assolistlikten düşmüştü. Pavyonda çiçek satan kadındı. Zaman hızla geçiyordu. Son olarak pavyonun tuvaletine bakacaktı. Onlarca yıl geçmişti ama gavur Aliden evlenme teklifi hala gelmiyordu.
Zaman durmuyordu. İnsanlar yaşlanıyordu. Arkadaşlarının birçoğu içmekten helak olmuştu. Kalp krizi geçirenler, gırtlak, akciğer kanseri olanlar, ölenler vardı. Ama ona bir şey olmuyordu. Saçı döküldü ama o döküldükçe uzattı. Önden döküldükçe, arkadan bıraktı. Yüksek tansiyona rağmen hiç durmadan aralıksız içti. Altmış yaşını geçmesine rağmen o hala uzun saçlı, içki içen, kumar oynayan bir serseriydi. Yaşıtları bastonlarla dolaşırken, o çizmesiyle yere sert basıyordu. Ona hala Sultanahmette tezgahtarlar Yes Sir diye karşılıyor. Misketlerini çaldığı çocuklar şimdiler de takma dişleriyle ona okeyde eşlik ederlerken, hala onları soymaya devam ediyor. Her şeye rağmen o semtinde gençler için bir idol olmayı başarmıştı.