Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
KENDİNİ ARAYAN ADAM -Bu aralar nasıl desem... kendimi boşlukta hissediyorum biliyor musun? Bu odada benden başkası yok ama ben kendi kendime sorular soruyorum işte… Kendimle konuşmaya başladım? Hay aksi… Neler oluyor bana? Yolda yürürken hayatın şifresini çözmek üzereymişim gibi geliyor son günlerde. Pencerenin başındayım, camda buğu oluyor nefesim. Kocaman bir daire çizip üstüne bir çizgi atıyorum. Bu daire dünya… İçine hapsolduğumuz dünya ve ben onu hiçe saydım bir çizgiyle. İçim dolmuş, taşacak sanki. Bir yol araması gibi nehrin yolunu arıyor duygularım. Bir sigara daha yakmak geliyor içimden. Buğuyu silip uzaklara, gökyüzüne bakıyorum, boşluğa, laciverde ve ötelerindeki karanlığa… Alnım soğuk cama dayalı, ürperiyor içim bir anda. ‘’Ne kadar anlamsız yaşıyoruz…’’ diye düşünüyorum. Yüzümde anlamsız bir sırıtmayla sokağa atıp kendimi yürümek geliyor içimden rastgele… Benden başka kim bilir kaç kişinin içinden geçiyor bu his? Kendini öylesine atıverip sokağın kollarına yürümek, yürümek, yürümek… Nedensizce, amaçsızca… Belli olmayan bir yere… Kime rastlayacağım kim bilir bir köşe başında… Ve atılıyorum gecenin koynuna birden bunlar geçerken aklımdan. Rüzgâr hafiften yüzümü okşarken aklımın köşelerine takılıp kalanlar serbest kalıyor yavaş yavaş… Hafifliyorum sanki… Bir ses yerleşmiş derinlerime, diyor ki: Sen her zaman güçlüsün, sen önemlisin, sen özgürsün… Dur orda diyorum o sese, dur kandırma kendini de, beni de… Bu nasıl özgürlük? Her konuda koşullandırmışız hayatımızı, kilitler vurmuşuz kat kat kendi üzerimize… Anlam dediğimiz anlamsızlıklarla dolu hayatımız. Duygularımız yozlaşmış, aşklar, sevgiler, arkadaşlıklar, dostluklar sahte… Her şeye su katılmış durumda, boz bulanık… Çamura batmışız debelenip duruyoruz. Çık o zaman o çamurdan, kurtar kendini diyor içimdeki ses. Her zaman kulak asmadığım, duymazlıktan geldiğim o ses. Çıkacağım ama başkalarını da çıkarabilecek miyim acaba? Çamurun nemi ne zaman kurur bu bedenden? Kaldırımda çizgilere basmadan yürümeye devam ederken içimdeki sesi dinlemeye karar verdim o anda… Anlamsız mı gerçekten hayat? Yoksa onu anlamsız hale getiren bizler miyiz? Bir değirmen mi hatalarımız, bizi her an daha çok parçalara ayıran? Nasıl bir anlam katmalı hayata? Nereye bakmalı? Ne kadar bakmalı? Ne zaman bakmalı? Gördüğümüzü ve görmediğimizi, kendi okuduğumuzu ve iç sesimizin bize okuduğunu nasıl yorumlamalı? Kurgulanmış yaşamlarımızda tepeden tırnağa çamura batık ve yönetmene mahcubuz. Su ve toprak bize katık verilmiş. Çok uzaklara gitmemi söylüyor ısrarla içimdeki bana yabancı adamın sesi… -Ben kulağına nereyi fısıldarsam oraya git! Dur diyene kadar git! -Git, git! Durma, git! Düşünüyorum o ses bana ‘’ Git’’ demeye devam ederken. Beni bırakıp gitti her sevdiğim, ben kalakaldım. Şimdi ben mi gideyim? Kimden gideyim? -Kendinden! Şu ses… susmuyor bir türlü… Bırakıp gitmişlerdi ama bilmiyorlardı ki ben öyle boynu bükük kalakalsam da gidenler kimliksizliklerini, kararsızlıklarını da alıp gider, dönmelere aday olarak. Ama ya kalan? Kılıç elinde, içine atılan kördüğümü çözmeye aday değil midir kalan? Isıtmaya ve ışıtmaya aday değil midir içi üşüyenleri yeniden? -Git, git ! diyor hâlâ içime sığamayan, bana yabancı tuhaf adam. -Her şeye rağmen git! - Al kılıcını da git! - Git, çöz bulacağın düğümleri… deş irinli yaraları… -Kurtul içindeki kalabalıktan…. -Gel, bana gel! Bekliyorum… BİR GÜN SONRA Evde her zamankinden farklı bir sabah yaşanır. Yokluğu fark edilip aranmaya başlanır. Akşam olmuş yeniden, duvarda asılı resmi görülmektedir odasının açık kapısından. Ağlamaktan gözleri şişmiş bir kadın, eve doluşan akrabalar, konu komşu, yüzü asık, korku dolu bir baba… Beklemektedirler öylece alabilecekleri bir haberi. BİR AY SONRA Hâlâ yoktur kendini aramaya giden adam. Evdekiler ise onun nerede olduğunu, yaşayıp yaşamadığını hâlâ öğrenememiş, hâlâ yol gözlemekte, hâlâ gözyaşı dökmektedir. Ani ortadan kayboluşuna bir anlam verememekte, her an kötü bir haber alabilecek gibi tetiktedir herkes. Belirsizlik içlerini kemirmektedir her geçen dakika… BİR YIL SONRA Hâlâ dönmemiştir geriye… Bir gün çıkar gelir mi geri bilinmez? Aradığını bulabilecek mi yoksa aradığı o kadar uzaklarda değil mi bilinmez. Şu var ki gittiği yerlerde kendini olmasa da bulabileceği, alabileceği, çözebileceği, ısıtabileceği, ışıtabileceği bir şeyler ya da birileri mutlaka olacaktır. Kendi aydınlığına doğru yürümektedir belki. İçindeki onu hiç terk etmeyecek, ona yabancı iken belki artık yakınlaşmış, yolunda yoldaşı olan o ses dur deyinceye kadar yolunda yürümeye devam edecektir. Belki de lacivert bir gecede aniden yürüyüp gittiği gibi dönüp geliverecektir şu köşe başından artık tüm umutlar kesilmişken… . Thales der ki: Her şeyin bittiği anda bile umut vardır. Umutsuz kalmayın, derin sulara dalmayın. Yoksa köpekbalıklarıyla birlikte yüzmeyi göze almalısınız. Yürüdüğünüz yolların sizi umudunuza götürmesi dileklerimle… Müşerref ÖZDAŞ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Müşerref ÖZDAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |