"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
‘Mum; yanıyor, eriyor ve bitiyor. Ama buna rağmen ışığını etrafına cömertçe yayıyor. Bir mum kadar bile olamayanlar bundan utansın. Sakladıkları bilgiler bu dünyadan göçtükten sonra ne işlerine yarayacak acaba?’ ( Oruç Baba’dan Aforizmalar-42/ Ömer Faruk HÜSMÜLLÜ) Varlığın zıttı olan yoklukla olmaz işim. Ben, yokluğun ötesinde sonsuzluğun fedaisiyim. Aklın yolu bir; bunca çaba, bunca bilgi yalnızca çentik atmakla geçecek sayılı günler için olabilir mi? Olamaz elbette. Daracık pencerelerimizde sıkışıp kalmakla eş, bu dünyayla ya da öteki dünyayla sınırlı tutmak yaşamı. Dünyanın yedi harikasını düşünelim: Keops Piramidi’ini, Babil’in Asma bahçelerini, İskenderiye Fenerini.. Milattan önceki yıllara ait eserlerde gizlenmiş bilgi hazinesini. Boşuna mı bunca bilgi? ‘Ol!’ deyince olan ‘Olma!’ deyince yaprak kımıldamayan bir varlığa inanıyorsak eğer, bunca çaba neden? Bunun gelip geçici ve anlık bir bilgiden ibaret olduğu ve yalnızca nefes alınan zaman zarfında bize ışık tuttuğu kabul görür mü? Hayatı kolaylaştırmakla eşse bilgi, ilk insanların yaşamı daha kolay değil miydi? Ye, iç, avlan… Bu kadar çabaya değer miydi? Değmezdi elbette. Belki de diğer canlı varlıklar gibi, akla bile gerek kalmazdı. İçgüdülerimiz bunları karşılamaya fazlasıyla yeterdi. O halde bilgi, aklımızı kullanarak yola çıkarıldığımız bir serüvenin çıkış yolu. Sonsuzluğun sihirli aydınlığı. Zaman zaman elimizi yakan bir ateş, bir ışık çubuğu. Terakki sözcüğünü severim. Gelişmeyle, ilerlemeyle açıklanmayacak geniş bir anlam yükler bu sözcük omuzlarıma. Bilmek; neye göre, kime göre? Hangi bilgi acı çekmemiş insanlığın elinden? Hangi bilgi örselenmemiş? Neden? Bilgi, rahatını bozmuş insanların. Öğrendikçe, öğrenilecek daha çok şey olduğunun farkına varmalarına neden olmuş. Sınırsızlık korkutmuş onları. Çaba çabayı doğurmuş. Bilgi, bazen çarmıha gerilmiş, bazen acısı bilgiyi sunandan çıkarılmış… Oysa, ilk emri ‘OKU!’ olan bir dinde bilginin sınırı olabilir mi? Tembellik, uyuşukluk yakışır mı bu inanca? Elbette yakışmaz. Ama sevmişiz tembelliği, mücadele etmek zor gelirken; daha kolay, daha sıradan işlerle uğraşmak işimize gelmiş. İbadetlerle sınırlamışız dini, şekille uğraşmaktan öze inememişiz bir türlü. Elbette yalnızca bizi ilgilendiren bir çarpıklık değil bu. Alexander Graham Bell’in hikayesini hepimiz biliriz. Telefonun icadında bile Hristiyan halk, İncil’i bahane ederek karşı çıkmış, bugün iletişim konusunda elimizden düşürmediğimiz böyle bir buluşa. İskoç mucit John Logie Baird televizyonu icat ettiğinde önce kimse ciddiye almamış onu. Hazerfan Ahmet Çelebi ölümüne uçuş denemesi yaptığında bunu deli saçması olarak gören halkı anlayabilmek için çok uzağa gitmeme gerek yok. İlk aya çıkıldığı günü bugün gibi hatırlıyorum. Rahmetli amcamların evindeyiz. Aya çıkıldığı zaman kıyametin kopacağına o kadar inanmış ki halk, biz bekliyoruz! Aya çıkılmasını değil, aya çıkılır çıkılmaz kıyametin kopmasını!.. İş, böyle olunca bilgi, bilene de bilmekten rahatsız olana da çok büyük mutluluklar getirmiyor. Belki de bu yüzden gerçek bilgiye ulaşan, çoğu zaman bildiğini zarar görmemek, acı çekmemek adına saklıyor. Her gün bilgi gibi sunulan ve bizi bir şekilde oyalayıp giden, öğrenilecek o kadar çok şey var ki?!.. Zaten magazin haberleri, diziler bilgilenmemiz için genel kültürümüzün ölçüldüğü odak ölçütler haline gelmiş. Siyaset ve din, herkesin bildiği ve herkesin iddialı olduğu ortak bir konu! Ne gerek var mutlak bilgiye ulaşmak için çaba göstermeye? Aşk üzerine ahkam kesmekse en büyük bilgimiz. Uzmanlık alanımız oldu artık!.. Daha nasıl bilgiye ulaşalım? Bu açıdan bakınca hepimiz birer bilgeyiz!.. Değerli Ömer Faruk HÜSMÜLLÜ, haksızlık etmişsiniz gibi geldi bana! Biz, bilgiyi değil; bilgiyle icat edilip, insanlığa sunulan parayla satın aldığımız metayı seviyoruz. Değilse bildiklerimizi söylemekten hiç geri kalmıyoruz. Kimsenin günahını almak istemem. Bu konuda söylemlerimizle eylemlerimiz çok örtüşüyor. Bu kez, söylemler mi eylemler mi demeyeceğim. Elbette:’ Neye inanırsanız bir gün öyle yaşarsınız!’ 23.12.2011
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hilâl Erboyacı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |