"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Üzerini giyinip, dışarıya, sokağa attı kendini. İçi daralmıştı. Gelişi güzel bir yöne bıraktı kendini. Epey yol aldıktan sonra, büyükçe bahçesi olan bir evin önünde durdu. Sırtını bahçe duvarına dayadı. Dalıp gitti uzaklara, memleketini özledi. Bulunduğu ülkenin yeşil alanlarını kendi memleketindeki yeşilliklerle kıyasladı. Buram buram burnunda tüttü memleketi, köyü, anası, ablaları, yeğenleri... Bir bir gelip gözlerinin önünde bir film şeridi gibi akıp geçti. İçine bir karamsarlık gelip kıvranıp yattı. Vazgeçti memleketini düşünmekten. Tam yoluna akıp gidiyordu ki; duvarın önünde kendiliğinden kök salmış, ayrıksı otlar arasında, bir ana yolda devrilip, ters dönmüş tekerleri boşa dönen, bir tır gibi yatmış bir böcek çarptı gözüne. Böceğin dönmek için nasıl boşa çabaladığını fark etti. Yaşamın her canlı için ne kadar önemli olduğuna bir kez daha tanık olmuştu. Yerden bulduğu küçücük bir dal parçası yardımıyla, böceği eski haline döndürdü. Böcek kendini toparlayıp toparlamaz yürümeye başladı hemencecik. Böceği yeniden yaşama döndürdüğü için, Tanrı'dan bir artı aldığına, sevap kazandığına inandırdı kendisini. Böceğin üzerinde taşıdığı renkler, güneşin dik ışıkları altında, parıl parıl parlıyordu. Böceği avucuna almak, ona yakından bakmak istedi. Öyle de yaptı. Avucundaydı böcek. Ağırlığı hissedilmiyordu bile. Ne olduysa böcek elini ısırır gibi yaptı. İrkildi, ani bir refleksle fırlatıp attı onu uzağa. Canı yanar gibi oldu. ''Keşke döndürmeseydim seni'' dedi kendi kendine, adeta bağırarak. ''Geberip gitseydin.'' Böcek ısırığını önemsemedi yine de, yoluna devam etti. Patika yoldan geçerek yapay bir göle ulaştı. Tahtadan yapılmış, boyaları sıcaktan tel tel dökülmüş, tahta bir iskeleye çöktü. Önce ayakkabılarını çıkarttı, ardından çoraplarını, sonra ayaklarını suya soktu... İyi gelmişti su. Sudan gelen ferahlık ayaklarından yukarı yayılmış, rahatlatmıştı tüm bedenini. Bir süre ayaklarını suda bekletti. Ayaklarını bir çocuk yaramazlığıyla sallamaya, suya vurmaya başladı... Birden sağ elinin ağırlaştığını, karıncalaştığını hissetti. Avucunun şiştiğini fark ettiğinde telaşlandı, korktu. Aceleyle çoraplarını ayağına geçirdi, ayaklarını kurulamadan... Evin yolunu tutup gitti. Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra. Eve vardığında ilk işi, telefona sarılmak ve ev doktorunu aramak oldu. Başından geçenleri en ince ayrıntısına kadar anlattı. Doktor vakit geçirmeksizin hemen muayenesine gelmesini tembihledi ona. Yürürken aklına böceği de götürmek fikri geldi. Uzak değildi nasılsa yolunun üzerindeydi. Büyükçe evin önüne geldiğinde durakladı, böceği aramaya koyuldu. Çok geçmeden buldu onu. Gitmemişti böcek, Aynı yerde, çimenlerin arasında duruyordu. Sevindi. Cebinden kibrit kutusunu çıkardı. İçindekileri boşalttı. Böceği yerden alarak dikkatlice kibrit kutusunun içine bıraktı. Kibrit kutusunu da bir güzel mendiline sardı... Sırası geldiğinde Doktor O'nu içeriye muayenesine aldı. Kibrit kutusundaki böcek tüm muhteşemliğiyle doktorun karşısında duruyordu. Tanıdık bir türdü doktor için. ''Telaşlanmayınız'' dedi doktor. ''Zararsızdır.'' Hastasının avucunu kontrol etti. Orada daha önceden oluşmuş bir çatlağı fark etti. Hastasına dönerek: ''Siz böceği avucunuza koyduğunuz da, zavallıcık kendisini koruması için bir sıvı salgılamış, o sıvı o yarıktan içeri sızmış... Anlaşılan sizin bazı maddelere karşı alerjiniz var Kenan Bey.'' dedi. ''İyice emin olabilmek için bir tahlil yapmamız gerekebilir...'' Kenan Bey rahatlamıştı rahatlamasına ama korkusu geçmemiş, sürüyordu...''Haklısınız doktor bey''dedi. ''Lütfen zaman geçirmeden bir tahlil yapınız.'' Doktor O'ndan bir kan örneği aldı önce. Ardından sol koluna, keçeli kalem ile bir daire çizdi. Dairenin ortasına, bir ilaç zerk ettikten sonra; ''Kısa bir süre beklememiz gerekecek. Sonucu gözlerimizle görelim.'' dedi. Kenan Bey koridora çıktı. Bir banka ilişti, beklemeye koyuldu. Aklında onlarca soru vardı. Korkusu devam ediyordu hala, nasıl bir sonuç çıkacağını merak etmiyor değildi. Öleceğini düşündü. Yeni aldığı otosuna bir daha binemeyecek, şehrin ara sokaklarını turlayamayacaktı. Aldığı mp3 çalarından son sesle bir daha müzik dinleyemeyecekti belkide... Ev sineması sistemiyle bir daha film izleyemeyecekti. İnternette sevdikleriyle Chat yapamayacaktı. Yeni sipariş verdiği deri koltuğa oturamayacaktı. LCD TV... daha neleri özleyecekti kim bilir. Saçlarına jöle sürüp, genç kızlara bir daha kur yapamayacaktı belki de. Bildiği duaları sıralamaya başladı. Uzun yıllardır unuttuğu, ağzına almak istemediği Tanrı'ya yalvardı, yakardı birden. ''Ölmek istemiyorum, Tanrım!'' dedi. Yardım istedi Tanrı’dan. Sonra kendini Tanrı'ya karşı savunmaya, haklı çıkarmaya çalışarak; ''Bakınız Tanrım'' dedi. ''Ben yoluma giderken o zavallı böceği acılar içinde karşıma çıkaran siz oldunuz. Yoluma gidebilirdim, ama gitmedim. Ne yaptım? Biliyorsunuz. Dayanamadım yardım elimi uzattım. Ona ikinci bir yaşam hakkı verdim. Onun o halde öylece kalmasına, ölüp gitmesine gönlüm razı olamazdı, çürümesini engelledim. Kısacası sevap işlediğime inanıyorum. Ama siz ne yaptınız? Hayatını kurtardığım böceğin bana sokmasına, içerime korkular sokmasına, psikolojimin bozulmasına izin verdiniz... Bu haksızlık değil mi sizce?'' Dalmıştı çok derinlerdeydi... Doktorun yanına kadar geldiğini, yanı başında durduğunu fark etmedi bile. Doktorun elini omzunda hissettiğinde göz göze geldi On’unla... Zoraki gülümsedi. Doktor, hastasının kolunu kontrol ettiğinde, daha önce işaretlediği yerin şiştiğini, kızardığını gördü. ''Yanılmamışım'' dedi. ''Sizin penisiline karşı alerjiniz var.'' ''Kötü bir şey mi bu Doktor Bey?'' ''Yo yo telaşlanmayın hemen. Yalnızca penisilin türü ilaçları kullanmadan önce tahlil yaptırmanız gerekiyor... Hepsi o kadar.'' Gülümseyerek. ''Gördünüz mü Kenan Bey küçücük bir böcek, başınıza ne dertler açtı.” ''Evet, gibilerden başını öne doğru salladı. ''Ama bir nokta da iyi de oldu. Yoksa nereden bilecektiniz, penisiline karşı alerjiniz olduğunu... Biliyor musunuz bu yüzden insan yaşamını yitirebilir.'' Kenan Bey, doktorun muayenehanesinde, masanın üzerinde, herşeyden habersiz beklemekte olan böceğe, minnetle, sevgiyle karışık bir şefkatle baktı. Cebinden çıkan paracıkları unuttu. Böceğe olan kızgınlığı çoktan uçup gitmişti. Kızmıyor küfretmiyordu artık. Doktorun muayenehanesinden ayrılırken, böceği de yanına aldı. Yolda birlikte konuşarak yürüdüler. Onu aldığı yere kadar götürüp bıraktı. Bırakırken usulca öptü onu. ''Benim iyilik meleğim'' diyerekten...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Necmettin Yalcinkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |