"Leyla'nın işi naz ve işve; Mecnun'un gözü yaşı çeşme çeşme..." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Ne zamandır alış veriş için Eminönü'ne gitmek istediğini söyleyen annemle sabah erkenden evden çıkmıştık. Hafif puslu İstanbul sabahında bindiğimiz vapur bizi Karaköy iskelesine bırakmış, bu arada yükselmeye başlayan güneşle birlikte hava ısınmaya ve puslu hava yerini parlayan gökyüzüne bırakmaya başlamıştı. Galata köprüsüne yaklaşır yaklaşmaz köprünün üzerinde balık tutan onlarca insan ilgimi çekti. Annem elimden tutmuş kalabalıkta ilerlemeye çalışırken ben bu insanları seyretmeye çalışıyordum. Sonra annem az ilerde duran simitçiye yaklaşarak iki simit aldı. Galata köprüsünün altındaki kafelerde çayla simitlerimizi yiyebileceğimizi söyledi. Birine oturduk çaylarımızı içerken, denizin üzerinde yüzlerce mi yoksa binlerce mi olduklarını anlayamadığım martıları seyrediyordum. Bir an, dünya üzerinde yaşayan milyonlarca martı içinde en şanslı olanların, İstanbul boğazının Haliç'le kucaklaştığı bu yerde olanlar olabileceğini düşündüm. Simitlerimiz bittikten sonra tekrar köprünün üstüne çıkıp yürüyerek Eminönü tarafına geçtik. Köprünün bitiminde her biri bir yerlere yetişmek isteyen insanların karmaşasına, düdükleriyle eşlik eden vapurların ve arabaların gürültüsü katılıyor, buna deniz kenarındaki balıkçıların bağırışları ve doyulmaz ızgara balık kokusu da eklenince beni adeta başka bir dünyaya götürüyordu. Eğer annem bıraksa saatlerce kıpırdamadan bu kalabalığı sessizce seyredebilirdim. Yolun karşısına geçince kendimi Mısır Çarşı'sı denilen yerde buldum. Çarşının tarihi kapısından içeri girerken kendimi eski dünyaların eşiğinde hissettim. İçeri girdikten sonra buradaki dükkânların parlak rengârenk vitrinleri bir kez daha benim gerçek dünya ile olan bağlantımı koparmıştı. Dükkânlardaki esnafların ve ortada dolaşan müşterilerin kiminin telaşlı kiminin sakin tavırları, bağırışları, koşturmaları bana tarif edilmez bir huzur veriyordu. Bunca zaman kötü olduğunu sandığım İstanbul'un kalabalıklarının aslında sandığımdan çok farklı olduğunu fark etmiştim. Bu düşünceler içinde kendimi tramvay yolunda buldum elimde annemin yaptığı alışverişlerin poşetleri vardı. Sirkeci ve Gülhane'den geçerek Sultanahmet'e çıkmıştık, annemin yolda dükkânlardan satın aldığı diğer şeylerle yükümüz biraz ağırlaşmış, iyice ısınan havada yokuş yukarı yürüyen ben biraz terlemiştim. Sultanahmet meydanına vardığımızda annemle bir banka oturduk. Biraz dinlendik ve ben bir şişe su içerek kendime geldim. Sabahtan beri gördüklerim ve hissettiklerimi düşünürken aniden bir kez daha kendimden geçtim. Camiden yükselen öğle ezanı ile şimdi bir başka İstanbul'a göç etmiştim. Bir ses ve bir şehir birbirini bu kadar iyi tamamlayabilirdi. O gün eve döndüğümüzde saatlerce sesimi çıkarmadan yaşadıklarımı düşündüm. İstanbul'un muhteşem bir şehir olması için gereken şeylerin aslında ilahi bir mucize gibi hep bir araya toplandığını düşündüm. İstanbul'u İstanbul yapan şeyin aslında benim beğenmediğim kendine has karmaşası, koşturmacası, gürültüsü kalabalığı olduğunu anlamıştım. Ve karar vermiştim, dünya iki bölümden oluşmuş olmalıydı; İstanbul ve diğer yerler...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kıvanç Ekinci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |