Yaşam başlangıcı olmayan bir yolculuktur. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Küçüklüğünden beri çimlere basarak gezmek, hoşuna gitmişti. Ayaklarında, nemli yeşil otları hissetmenin , her zaman huzur verici ve sakinleştirici bir etkisi olduğunu düşünürdü. 60 yaşına yaklaşmasına karşın, hala çimlere basmaktan çocukça bir zevk alıyordu. “İnsan yedisinde ne ise yetmişinde o oluyor” diyerek iç geçirdi. Birbirinden renkli yapraklara sahip olan ağaçların altında, menekşelerle dolu toprağın, kokusunu içine çekti. Çiçekler her zaman güzel kokardı. Ancak böylesine renkli, cıvıl, cıvıl güneşli bir hava da ,serin serin esen rüzgarın etkisi ile, kokuları daha kolay belli oluyordu. “Her zaman her şey için mükemmel zamanlama” diyerek gülümsedi. Uzun, hasır şapkasını kıvırarak, gökyüzüne baktı. Hava yine güneşliydi. Renkli süveterini giymek yerine, beyaz hırkasını giydiği için memnun oldu. Sonuçta beyaz hırka, güneş altında, ağaçlarla uğraşırken fazla terletmezdi. Annesinin daha küçük bir kız çocuğu iken, kullandığı sepeti omzunda taşıyordu. Sepete bakınca, ağaç dan topladığı kayısıların, birazının kurtlandığını gördü. Ağaçları zamanında ilaçlatmadığı için birazda olsa hayıflandı. Bir kez daha “Mükemmel zamanlama her şey de şart” diyerek iç geçirdi. Yavaşça söğüt ağacına doğru ilerledi. Her gün ki gibi gölgesinde saatlerce kayısılarını yiyerek kitap okuyacaktı. Bahçede pek çok güzel ağaç vardı. Ama bu ağaç farklıydı. Bir kere gölgesi hep ona sığınak olmuştu .En zor günlerinde öne doğru eğilen dallarının altında ,kendisini kucaklayan bir kolun, verdiği güvenle huzur bulmuştu. En önemlisi de bu ağaç onun sırdaşı ve yardımcısıydı. Kocası ve metresini öldürdüğünde bu ağacı, onların üstüne dikmiş, cesetlerin tüm izini kapamıştı. O günleri hatırladığında hafif bir tebessümle dudağını kıvırdı. Sanki ağaç bir kedi yavrusuymuş gibi, dallarının altına girdi ve ağacın gövdesini okşadı. Aslında kocasını çok severdi. Annesi kendisini 20 yaşında dünyaya getirmiş ve bir yıl sonra zavallı kadın, kocasını kaybetmişti. Babasız büyümek onun için epeyce zor olmuştu. Dedesi ve Anneannesinin de uzun zaman önce ölmüş olması, annesini de onu da hayatta savunmasız ve yapayalnız bırakmıştı. Anne sinin fazla para kazanmamasından ötürü, ortaokulu bitirince çalışmak zorunda kaldı. Hayatı zordu ve tek desteği annesi idi. Mert ti 20 yaşına gireceği gün gördü. Kırk yaşlarında iyi giyimli yakışıklı bir adamdı. Mert, Organik tarım ve seracılık işleri ile uğraşıyordu. Ailesin den kalan uçsuz bucaksız tarlaları ve bahçeleri vardı. Çiçekçilik den anladığı için Mert in seralarında çalışmaya başlamış bir yıl sonrada Mert in ilgisini çekmişti. Bir birleri ne deli gibi bağlanmışlardı. Kocası artık onun için evrenin merkezi olmuştu. Zekası ,oturuşu, konuşması kısacası Mert in her şeyi hoşuna gidiyordu. Organik tarım ve meyve yetiştiriciliğini bizzat Mert ten öğrendi. Mert “Her zaman her şey için mükemmel zamanlama” derdi . Tarımda en önemli kural buydu. Böcekleri ve kurtları öldürmek için, temas ettiği madde ile, aynı tada ve kokuya bürünen ve bu sayede , böcek leri yanıltan pahalı ilaçlardan tutunda , hormonsuz olduğu halde, normal bir fidandan, daha hızlı büyüyebilen meyve ağaçlarının nasıl toprağa dikileceğini, hangi ülkelerden getirileceğini, yine kocasından öğrenerek, işleri kendi eline almaya başladı. Çok mutluydu ve 20 sene boyunca yaşadığı tüm acıların mükafatını sonunda almaya başlıyordu. İlk o gün görmüştü onu. Yeni gelen sekreter olarak Mert kendisiyle tanıştırdığında, İrem mi gözü hiç tutmamıştı. Mert te yiyecekmiş gibi bakıyordu. Mert te her kadın asılırdı. Ama bu İrem denen kadın farklıydı. Mert sanki hareketleri ile ona cevap veriyordu. Bir gece Mert artık şehir dışındaki işlerle ilgili, yapılması gereken bağlantıları kendisinin yapması gerektiğini söylemiş ve onu sürekli olarak şehir dışına göndermeye başlamıştı. Ne zaman Mert onu başka bir şehre gönderse, Kocasının İrem le beraber evlerinde yatak odalarında olduğunu, hayal ediyor ve çıldırıyordu. Asıl korkusu da bunun basit bir kaçamaktan, daha fazlası olma ihtimali idi. Evleneli on sene olmuş ve kocasına bir evlat verememişti. Mert 50 li yaşlarına girmiş ve bazı insanların torunu olacağı yaşa geldiği halde baba olamamıştı. Ya İrem denen o aşifte ona bir çocuk verirse? işte o zaman Mert ti mutlaka kaybederdi. Günler geçtikçe, evde, ya da şehir dışında olmasının, pek bir anlamı da kalmadı. Mert eve gittikçe daha seyrek gelmeye başlıyordu. İlk olarak durumu annesine anlattı. Annesi hemen “ayrıl o zibididen” diye bağırdı. Annesini işte bu yüzden seviyordu. Ne koca ne aile. Kızının onurundan başka hiçbir şeyi düşünmüyordu. Ama o annne si gibi güçlü değildi Mert siz ne yapardı sonra Mert in verdiği paralarla annesini geçindiriyordu. 50 li yaşlarında işsiz bir bayan olan annesi, bir daha nerede iş bulurdu. Bulsa bile ne kazanırdı. Yok yok mücadele etmeliydi. Hem aşkı için hem de annesi için. İrem den mutlaka kurtulmalıydı. Bir yıl sonra, bir gece Mert yanına gelerek, çok meşgul olduğu için Ankara dan ayrılamayacağını ve yine kendisinin yeni fidanlar için Yunanistan na gitmesi gerektiğini söyledi. İstemese de Mert ti incitmemek için Yunanistan a gitmeyi kabul etti. Gece kocasının yataktan kalkmasını hissetti. O olmadan uyuyamazdı. Kocası yatağa dönene kadar bekledi. Fakat Mert yatağa dönmeyince, oda odadan sessizce çıktı. Dışarıda Mert in birisi ile telefonla konuştuğunu duydu. “Tamam, tamam korkma gel işte. Yarın abbas yolcu. Ben kendim bırakacağım onu havaalanına. Tüm gece bizim olacak. Sen sana yapacaklarımı hayal etmeye çalış. Onu düşünme” Kocasının konuştuklarını duyar duymaz, odasına kaçmış sabaha kadar ağlamıştı. Ama elden ne gelir ki anlamıştı artık. Mert ona ait değildi. Sabah yataktan tıpkı, bir ölü gibi kalktı. Yüzünü yıkadı ve üzerine idareten de olsa bir şeyler giydi. Uçak ta uçmak, ayaklarını şişirdiği için, ince bir spor ayakkabı giydi. Kahvaltıda bile karşısındaki adama hiç bakmadı .Daha doğrusu bakamadı. Mert in mutluluktan yüzü , gözleri kamaştırırcasına parlıyordu. Birkaç iç çamaşırı ve gömleğinin olduğu küçük çantasını alarak evden dışarı çıktı. Zaten kendisini bekleyen kocası, arabanın kapasını açarak “Hadi ama uçağa geç kalacaksın” diye çıkıştı. Hava alanında kocasıyla vedalaştıktan sonra biletini alarak uçağına bindi. Kocasını seviyordu. Ama bu İrem içinde kocası içinde önemsizdi. “İki kere iki dört” diyerek iç geçirdi. Bir birini seven iki insana daha fazla zülüm olmanın ne anlamı vardı ki. Mert le konuşarak bu evliliği bitirmeli ve yoluna gitmeliydi. Yunanistan na iner inmez hemen akşam yedi ye dönüş biletini aldı. Bu iş bu akşam bitmeliydi .Hem Yunanistan na kendisini kocası gerçekten iş için göndermemişti ki. Ayrıca ayrılacaklarına göre artık bu işinde kendisi ile bir alakası kalmamıştı. Ankara ya saat tam dokuz da vardı .Yunanistan na bile Ankara dan direk gidemediği için, diğer herkes gibi İstanbul dan gereksiz aktarma politikasına hayıflandı. Çiftlikleri Haymana da şehrin dışında olduğu için ancak saat on sularında evde olabildi. Sessizce eve girdi. Yüreğinden hançerle biri bir şeyler çıkarıyormuş gibi eliyle göğsünü tuttu. Salon masasının üstünde güzel kırmızı bir şarap ,mumlar ve içilmeyi bekleyen leziz bir çorba gördüğünde, İrem mi daha da kıskandı. Artık ilk tanıştığı yıllarda, kendisine yapılan kur ları kocası genç bir kıza yapıyordu. Derince nefes alarak masaya gitti. Çorbalar sıcaktı. Ohalde sofraya gelmek üzereydiler.Belkide burada oturup onları beklemeliydi. “Yok olmaz öyle.Ezik gibi” diyerek kendine karşı çıktı. Yavaşça merdivenlerden çıktı. Beklemenin ne lüzumu vardı ki iki dakikacık konuşup, onları anladığını ve kızgın olmadığını söyleyecekti .Sonra tamamen hayatlarından çıkacaktı. Yatak odasının önüne geldiğinde, fikrinin yanlış olduğunu düşünmeye başladı .Odadan gelen sevişme sesleri de bu tezini doğrularcasına yüksek çıkıyordu. “En iyisi sofrada beklemek” diyerek arkasını döndü. Ancak kadınsı merakımı dır ,yoksa aldatılan her insanın hissedebileceği bir kıskançlık patlamasımı dır bilinmez yüzünü yeniden kapıya döndü. Acaba kocası İremle nasıl sevişiyordu. Kendisiyle birlikte olduğundan daha mı sert. Yoksa daha mı şevkatli ? Belki daha eğelenceli belki de daha kötü. Hem sonra Mert in başka bir kadını öpmesi o hayatındayken öpmesi.O anı görmek acaba insana acımı verir ,yoksa öfkeden çılgınamı döndürür. Yavaşça elini kapı koluna uzattı. Zaten açık olan kapıyı hafifçe araladı. İlk önce ne gördüğünü anlamadı. Sonra beyninden vurulmuşçasına irkildi .Korkmuştu hem de çok korkmuştu . O kadar şaşkındı ki ne hissetiği ni bile anlayamıyordu. Hemen salona koştu. Artık kendisini duymaları umrun da bile değildi. Zaten o hararetle duyacakları da yoktu. Buzdolabından bir bardak su aldı. Tam içecekti ki suyu birden başından aşşağı döktü. Afallamıştı. Kendini sandalyeye zor attı. Mert bu kadar domuz olabilirmiy di.Bu mümkünmüy dü. Peki ya annesi? Bir anne öz kızına bunu nasıl yapabilirdi. Eline çiftliğin bahçesinden bir sopa alıp ikisinin de ağzına burnuna girişmek istedi. Ama yok Mert çok güçlüydü. Sonunda dayak yediği ile kalırdı. Kocasını İrem ile anlayabilirdi ama annesiyle! “Cezasız kalmaz .Kalamaz” diyerek düşündü. Ne yapmalıydı. Başını kaldırdı. Çorbalar hala sıcaktı. Böcek zehiri, hemen çorbada eriyecek ve çorbanın tadını alacaktı. Hafifçe güldü. İşi bitince evden çıktı ve bir saat kadar limon ağcının altında oturdu. Eve geri döndüğünde, Annesinin ve Mert in kusmuk içinde yerde yatan çıplak bedenlerini gördü. Başta bayıldıklarını düşündü ama gerçeği anlayınca da hiçbir şey hissetmedi . Yerleri temizledi ve cesetleri ücra bir yere gömdü. Üstlerine bir söğüt ağacı dikti. Amacı cesetleri saklamaktan çok iki sevdiği insanın mezarına çiçek dikmekti. Polisi aramak için eve gitti. Ama herkesin, kaybolan annesi ve kocasını aramasını gülerek izlemek istedi. Nasılsa hapse girecekti, kaçış yoktu. Dışarıda yakalanana kadar gezmek, özgürlüğün tadını çıkarmak istedi. Ama kimse bahçenin o bölümünde, söğüt ağacının fidanına yaklaşmadı. Şimdi aradan 20 sene geçmiş ve ağaç büyümüştü. “Şanslı olmak için bile kusursuz zamanlama” diyerek ağacın gövdesini son kez okşadı. Ağaç birazda ona benziyordu. Başta güçsüzdü. Ama bir günahı saklayarak büyüdü ve güçlendi. MEHMET BURAK YÜKSEL
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mehmet burak yüksel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |