Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
belki de laboratuvar koşulları dışında bir hayatı hayal etmeye cesaret edemediğinden ve kendini bu bilimsel ortamda önemli hissettiğinden, durumundan memnun. esareti ve kullanılmayı, kendi isteğiyle kabullenmek ve buna asil bir anlam yüklemek bu oluyor herhalde. büyük ihtimalle, babamın hayatındaki ilk ve tek cesur, kural tanımaz davranışı; bir gece elektrik sistemindeki kısa devre nedeniyle laboratuvardaki kafeslerin kilitlerinin açılmasını fırsat bilip, içgüdüleri önderliğinde,ömrünün yegane kaçamağını yapmaktı.. yani, iki gündür gizli gizli kafesinden izlediği; hayranlıkla gözetlediği, peru'dan, laboratuvar şefi bilimadamının kızına özel getirtilen, aşı ve kontrolleri için laboratuvarda kısa bir süreliğine alıkonulan, güzeller güzeli, alımlı , krem rengi kürküyle oldukça cazibeli çinçila faresi olan annemin kafesine gitmekti. ve onunla hayatı boyunca unutamayacağı bir aşk gecesi yaşamaktı. sanırım annem laboratuvar ortamına alışkın olmadığından, ilk birkaç gün kaçmak için zorladığı ve sonuç alamadığı kafesin kapısını o gece açmaya yeltenmemişti. babam işgüzar ve kendinden emin bir tavırla kafesine girince, onun becerikliliğinden etkilenmiş olacak ki, o geceki aşk ve tutku dolu birleşme ile benim varlığımın temelleri atılmıştı. yıllardır laboratuvarda çeşitli deneyimler yaşamış, birçok badire atlatmış babamın zihninde anneme dair güzel anılar dışında hiçbir özgürlük düşüncesi barınmadığından, sabaha karşı kafesine dönüp, kafesinin korunaklı bölümünden annemin güzelliğini seyretmeye devam etmiş. annem ise kaçmak yerine, gerisin geri kafesine dönen babamın ardından, şaşkınlıkla etrafına göz gezdirirken ışıklar yanmış ve nöbetçi görevli kafeslerden çıkabilen hayvanları numaralarına göre kafeslerine geri yerleştirip, tüm kafesleri kilitlemiş. kafesinden çıkmaya yeltenmeyen babama ve anneme aşağılayıcı bir tavırla bakmayı da ihmal etmemiş. halbuki babamın esaret evinden çıkıp, yuvasına geri döndüğünü bilse, kesin şaşkın bir acıma kaplardı tüm yüzünü ; diye anlatırdı annem, bana o gece ve sabahında yaşananları. o an, babamla farklı dünyaların fareleri olduklarını anlamış annem ve ilk fırsatta özgürlüğüne kavuşmaya ant içmiş. ertesi gün tüm kontrolleri tamamlanan ve hamile kaldığı bilinmeyen annem, laboratuvar şefinin küçük kızının yanına gönderilmiş. yani şimdi benim de yaşadığım eve, getirilmiş. bu evde ilk zamanlar her şey güzelmiş, küçük kız annemi çok seviyormuş. onu besliyor, uzun tüylerini tarıyor, onunla oyunlar oynuyormuş. tüm bu rahat ve konforlu hayata rağmen, annemin aklında sadece iki şey varmış. ilki beni dünyaya getirmek sonrasında da özgürlüğüne ve vatanına kavuşmak. ben küçük olacağım için beni götüremeyeceğini bildiğinden diğer yandan da bu evde kalmaya devam ederse, doğumdan kısa bir süre sonra kısırlaştırılacağına kesin gözüyle baktığından, hem vücudunu hem ruhunu tüm esaretten, dayatmadan, sözde iyi niyetli bencil girişimlerden korumak için tek çıkar yolun; beni bu evde, bir süreliğine yalnız bırakmak olduğunu söylemişti. er ya da geç beni almak için hemcinsleriyle yanıma geleceğini, peru'da ne güzel günler yaşayacağımızı anlatırdı. hiç gitmememe rağmen peru, maçu piçu ve titikaka da aynı annem gibi benim de bir parçam olmuştu. belki de bunun nedeni; özgür ruhumu annemden; duyarlı hayalciliğimi babamdan almamdı. annem beni bağrında yatırdığı bir gecenin sabahında ortadan kayboldu. peru'ya, bir iş seyahatine giden laboratuvar şefinin evden ayrıldığı sabah, annemi alacakaranlıkta gördüğüm son andı. yalnız kaldığım, daha doğrusu annesiz kaldığım için çok üzülsem de, ne annemin vatanına kavuşacağından ne de beni unutacağından bir an bile endişelenmedim. benim güzel, cesur annem; titikaka gölü'nde, dolunayda geçireceği bir gece sonunda, tüm eski hayatının güçlerini toplayacak ve beni almaya gelecekti. ama bu düşündüğümden de uzun sürdü. bir gün, konuşma sırasında laboratuvar şefinin küçük kızına ' artık senin şu sevimli hamster çinçila kırması yavrucuğu daha fazla büyümeden kısırlaştırmalıyız ' dediği gün kararımı verdim. ben de annemin yolundan gidecek, konforlu ve rahat yaşam uğruna, ruhsal ve bedensel özgürlüğümü, bütünlüğümü feda etmeyecektim. elimi çabuk tutmalıydım, annemin beni ne zaman kurtaracağı belli değildi ve her şey için çok geç olabilirdi. o sıralar laboratuvar şefinin iş seyahati olmadığından, limandan bir peru gemisine atlayıp, anneme, maçu piçu'ya kavuşmaya karar verdim. limandan gemiyle kaçma fikrini de, küçük kızın beni kafesimle dolaştırdığı bir gün, limana yeni yanaşan bir gemiden bize doğru gelen, miçonun ıslıkla söylediği şarkıyı, annemin geceleri bana mırıldandığı bir peru şarkısını işitince, aklıma koydum. annemin ruhu, içgüdülerim ve keskin duyularım, bana bu yolculukta yardım edecekti. bu maceraya, özgürlük yolculuğuna çıkmaktan başka seçeneğim yoktu, çünkü damarlarımda her geçen gün bir çinçila faresinin asi sesi, mantıklı hamster sağduyusunu bastırıyordu. kısırlaştırma günümden bir gün önce, küçük kız beni liman kıyısına dolaştırmaya götürdü. belki de bana acıdığından, eksiltilmemiş, bütün bir fare olarak son bir kez toprağa ayak basmam için kafesin kapağını açtı. buram buram hayat kokan, mis gibi toprağın kokusunu tüm gücümle içime çektim. hafif başım döndü ve yavaş yavaş her adımın tadını çıkararak büyülenmişçesine yürümeye başladım. küçük kız da arkamdan geliyordu. tam kaçmaya hazırlanırken, beni küçük ama çevik elleriyle yakaladı; gözyaşlarıyla ıslanmış yanaklarına yaklaştırdı, kocaman mavi gözleriyle bana sevgi ve özlemle baktı, elma şekeri kokan ağzıyla küçük bir öpücük kondurdu. ve ben daha ne olduğunu anlayamadan kendimi, önceden tembihlediğini düşündüğüm bir miçonun elinde buldum. bir kaç saniye sonra, peru'ya hareket edecek bir yük gemisindeydim. miço beni alt kamaralardan birine bıraktı ve gözden kayboldu. kokumu alan, önceden hiç görmediğim bir fare yanıma geldi ve o an tüm bedenimi bir ateş sardı. belki de ilk defa, dış dünyada tek başıma kaldığım için heyecandan ya da geminin egzotik havasından çarpılmış, hastalanmaya başlamıştım. ama sonradan, tüm ruhumla hissettim ki bu bambaşka bir çarpılmaydı. o yabancı fare, yolculuk boyunca beni koruyup kolladı. diğer farelerden beni sakladı. acıktığımda, susuz kaldığımda beni kendisi için ayırdığı yiyecekleriyle besledi. ve beni maçu piçu'ya, titikaka'ya götürmeye söz verdi. kendisi, okyanus aşırı seyahat eden gemilerin gediklisi olduğundan, hem peru'yu hem maçu piçu'yu iyi biliyordu. ancak oralarda hayat onun için çok sıradandı. o; gemilerde, fırtınalı okyanuslarda yolculuklar yapıp, farklı ülkeler görmeye tutkun, gezgin bir ruhtu. ama beni de anlıyordu. her ne kadar vatanından uzaklarda dünyayı keşfetmeyi tercih etmişse de, vatanının ne kadar güzel olduğunu biliyordu. 'yeni ülkeler keşfedebilmek için önce, kendinin ayrılmaz bir parçası olan bir toprağın, köklerinle ait olduğun bir vatanın olmalı ki sonra kalbinde, seni sen yapan tüm güzellikleri taşıyarak yeni ülkelere yeni senlere yelken açabilesin.' diyordu. evet; bu fare beni çok etkilemişti, her anlattığı şey öyle güzel, öyle anlamlıydı ki her sözüyle kalbimin atışı hızlanıyor; bana her bakışıyla yüzümün ateşinin arttığını hissediyordum. ama titikaka'ya varana kadar kendime, duygularıma ve içgüdülerime hakim olmalıydım. annemle babamın yaşadığı gibi, unutulmaz aşk gecesini; annemin, benim vatanımda yaşamalıydım ki bizim yavrumuz, çok özlediğim annemin güçleriyle o belde de varolabilsin. gemi yolculuğuna hiç alışkın olmamama rağmen gezgin farenin desteği ve bana aşıladığı bambaşka yaşam gücüyle sonunda sağ salim peru'ya, oradan trenle maçu piçu'ya ve dolunaylı, büyülü bir gecede titikaka'ya ulaştık. evet sonunda, annemden günlerce dinlediğim o yerde, annemin vazgeçemediği vatanında, özgürlüğün maça piçu'nun tepelerinde efil efil estiği, hayatın titikaka'da gürül gürül çağladığı cennetteydim artık. yanımda aşık olduğum fare; üstümüzde titikaka'ya yakamozlar düşüren dolunay, ruhumda çinçila asiliği, cesareti ve özgürlük aşkıyla annem, hazin hayalci duyarlılığıyla babam; yeni bir varoluş için o unutulmaz gecede aşkı, bilgeliği, havayı, yıldızları, ağaçları, tüm atalarımızın ruhlarını, sonsuz ve yenilmez yaşama gücünü şimdi benliğimize çağırıyoruz; teşekkürler bizi buraya ulaştıran tüm varlıklar ve varolamamışlar...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © DESPİNA YILDIZ ÇAĞRI, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |