..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Seviyorum, öyleyse varım. -Unamuno
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > İstanbul > M.NİHAT MALKOÇ




2 Mayıs 2015
Fethin 562. Yılında Ayasofya'yı Açmaya Var Mıısnız?  
M.NİHAT MALKOÇ
29 Mayıs 1453 tarihi, bizim açımızdan karanlık bir devrin batışını, yepyeni ve aydınlık bir devrin müjdesini fısıldar kulaklarımıza. Bu tarih, Osmanlı’nın muhteşem bir cihan devletine giden yolunu da ardına kadar açar. Zulme rıza gösterenler ve zalimden yana olanlar sahnenin dışına itilir; İslâm’dan ilham alan daha adil bir dünya nizamı yeniden şekillenir.


:AIEA:

M. NİHAT MALKOÇ

     29 Mayıs 1453 tarihi, bizim açımızdan karanlık bir devrin batışını, yepyeni ve aydınlık bir devrin müjdesini fısıldar kulaklarımıza. Bu tarih, Osmanlı’nın muhteşem bir cihan devletine giden yolunu da ardına kadar açar. Zulme rıza gösterenler ve zalimden yana olanlar sahnenin dışına itilir; İslâm’dan ilham alan daha adil bir dünya nizamı yeniden şekillenir.
     İstanbul, Müslüman Türkler için sıradan bir toprak parçası değildi(r). Eski tabirle Konstantiniyye diye adlandırılan bu şehir, tabir caizse Türklerin kızıl elmasıydı. Peygamber Efendimizin “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” hadisi, bütün Müslüman komutanları bu şehri fethe yöneltmiştir. Bugün İstanbul’da kabri bulunan ve bir semte adını veren Ebû Eyyûb El-Ensârî bile, seksen yaşlarında, kızgın çölleri geçerek bu müjdeye mazhar olmak için İstanbul’a kadar gelmiştir. Fakat bu kutlu fetih onlarca kişiden sadece Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip olmuştur.
     Fatih Sultan Mehmet, Konstantiniyye’yi fetheder fethetmez, o zamanki adıyla Ayasofya Kilisesi’nin önüne gelerek orada toplanan ve az sonra kellelerinin uçurulacağı vehmine kapılan, bu yüzden de korkudan tir tir titreyen Bizans halkına, tarihte görülmemiş bir hoşgörü örneği sergileyerek, canlarını bağışladı; bunun da ötesine geçerek kendilerinin bundan sonra ibadetlerinde özgür olacaklarının da garantisini verdi. Onları himaye etti.
     Fatih Sultan Mehmet Han, o gün İslâm’ın engin hoşgörüsünü tüm dünyaya gösterdi. Atından inerek Ayasofya önünde şükür secdesine kapandı. O gün fetih hakkı ve sembolü olarak Ayasofya’yı camiye döndürdüğünü ilan ederek ilk Cuma namazını da burada eda etti. Hoca Sadettin Efendi’nin deyişiyle, “Çan sesleri sustu; yerini tekbir sesleri, gülbank-ı Muhammedî, zemzeme-i penç-i nevbet aldı.” Fethin sembolü Ayasofya asırlarca Müslümanların secdegâhı oldu. Bu kutlu mabedin yüzü Müslümanlarla gülmeye başladı.
     Ayasofya bir mabetten daha çok şey ifade eder bizler için. O, fethin manevî şiarıdır. Fetihten 1934’e kadar, Müslümanlara hizmet etti bu sembol mabet. İstanbul’un işgal altında olduğu 1918-1922 yılları arasında bile Ayasofya cami olarak ilâhî misyonunu devam ettirdi. Bazılarının beğenmediği Sultan Vahdeddin, o yıllarda Ayasofya’nın kiliseleştirilmesine karşı mücadele verdi. Osmanlı orduları terhis edildiği için savunmasızdı Ayasofya. Vahdeddin, Mondros Antlaşması gereğince kendini koruması için müsaade edilen yedi yüz kişilik askerî birliği Ayasofya’nın emniyetine tahsis etti. Onlara şu tarihî emri verdi: “Benim hayatımı boş verin, eğer işgalciler aziz İstanbul’un fetih sembolü olan Ayasofya’ya çan takmaya gelirlerse; benden emir beklemeden ateş açın ve son nefesinize kadar Ayasofya Camii için savaşın!”
Peki, tarihî Ayasofya Camii nasıl oldu da bugünkü müze hâline dönüştürüldü? Bunun hikâyesi uzundur. Özetle söylemek gerekirse Ayasofya Camii, 1934’te bir kısım küresel güçlerin sinsi oyunuyla tamir ve restorasyon süsü verilerek geçici olarak ibadete kapatılır. Göstermelik bir kısım çalışmalar yapılır. Kapatılış o kapatılış, bu tarihî mabet bir daha cemaatiyle buluşturulmaz. Bir oldubittiye getirilerek müze hâline dönüştürülür. Ayasofya Camii, Resmi Gazete‘de neşredilmeyen, kanunlar karşısında hiçbir geçerliliği olmayan 24.11.1934 tarihli ve 21589 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilir. Öyle de kalır.
Fethin nişanesi olan Ayasofya’nın bugünkü hüzünlü manzarası biz Müslümanlar için tam bir zillet hâlidir. Bu ulu mabedin mevcut durumu, bu toprakları kanlarıyla sulayıp bizlere emanet eden mübarek ceddimize vefasızlığımızın en büyük göstergesidir. Bu mabedin böyle öksüz ve yetim bir hâlde kaderine terk edilmesi Müslümanın izzetine halel getirmiştir. Bu öksüz camiyi abdestle değil de, biletle müze olarak gezmek Müslümanların kanına dokunuyor. Bu durum devam ettirildikçe tarihe karşı sorumluluklarımızı da yerine getirmemiş olacağız. Fatih, Vakfiyesinde bu kadim eseri eski hâline döndüreceklere ta o zamandan beddua ediyor; onları lanetliyor. Allah dostu padişah, ta o günlerden bugünlere gönül gözüyle bakarak büyük bir keramet örneği göstererek bugünleri görüyor. Bir mabet olmaktan öte derin anlamlar içeren bu camiyi tekrar eski hâline dönüştürmedikçe bu kadim şehrin Fatihi, Sultan Mehmet Han’ın bedduasına mazhar olmaktan kendimizi kurtaramayacağız. Bu büyük bir vebaldir aynı zamanda. Bu vebalden kurtulmak için yetkililer daha ne bekliyor?
İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’yı fethin sembolü olarak camiye dönüştüren Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya Vakfiyesini ve Ayasofya’nın gayesi dışında kullanılmasına dair bu vakfiyede yer alan bedduasını bilmem bilir misiniz? İstanbul’u fethederek Orta Çağ’ın kapanıp Yeni Çağ’ın açılmasına sebep olan Fatih Sultan Mehmet Han, sanki Cumhuriyet döneminde yaşanacakları görmüş gibi, bugünkü uygulamaları tahmin ederek ta o zamandan bugüne sesleniyor; Ayasofya Camii hakkındaki net tavrını şöyle ortaya koyuyor:
“Allah’ın yarattıklarından Allah'a ve O'nun rüyetine iman eden, ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan olsun melik olsun, vezir olsun, bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun hâkim veya mütegallib (zalim ve diktatör) olsun, özellikle zalim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fâsid bir tahakküm ve bâtıl bir nezâret ile vakıflara nâzır ve mütevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak asla helâl değildir!
Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer'i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azmeylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey talep ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti üzerlerine olsun. ‘Ebediyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”
Ayasofya’nın mahzunluğu ümmetin mahzunluğu demektir. Artık biletle değil, abdestle girmek istiyoruz fethin sembolü olan Ayasofya’ya. Bugün Ayasofya’nın kanayan yarasına merhem olacak nesiller olmazsak bu sorumsuzluğumuz yarınki nesiller tarafından da sorgulanacaktır. Artık Ayasofya ile Sultan Ahmet Camileri birbirine tebessüm etmeli. Ayasofya’nın bugünkü abus yüzü, karşısındaki o görkemli mabedi üzmemelidir.
Bazıları “Tarihi Yarımada” olarak nitelendirilen o bölgede onlarca cami olduğundan dem vurarak, bu çevrede camiye ihtiyaç olmadığını belirterek bu kadim kilisenin özgün hâliyle hizmet vermesini öne sürmektedir. Fakat onlar meselenin özünü bildikleri hâlde hadiseyi sulandırma yoluna gitmektedirler. Biz de biliyoruz o bölgede acilen camiye ihtiyaç olmadığını. Ayasofya’nın camiye tevdi edilmesinin o bölgedeki ihtiyaçla doğrudan alâkası yoktur. Böyle sebeplere sığınmıyoruz zaten. Ayasofya camiden öte bir anlam taşır bizler için. Zira Ayasofya bir semboldür Müslümanlar için. Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesi, sıradan bir kilisenin camiye tevdi edilmesi kadar basit değildir. Ayasofya, Sultan Fatih’in bir fetih hatırasıdır. Bizlere bıraktığı kutlu bir emanettir. Tabir caizse Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, şer odaklarına bir cevaptır, bir meydan okumadır. Ötesi lâf-ı güzaftır.
Son on yılda birçok tabu yıkıldı. Bir zamanlar birilerinin kırmızıçizgi olarak gördüğü şeyler dokunulmaz olmaktan çıktı. Nice olmazlar oldu. Birçok hassas konuda açılımlar yapıldı. Akdamar Kilisesi Ermeniler için; Sümela Manastırı Ortodokslar için senenin belli zamanlarında ayinlere açıldı. Bunu Mersin Tarsus St. Paul Kilisesi, İzmir Meryemana Kilisesi, Antakya St. Pierre Kilisesi, Antalya St. Nikola Kilisesi, Edirne’deki Bulgar Ortodoks Sveti Georgi Kilisesi ve diğerleri izledi. Hatta Osmanlı’nın ilk başkenti, serhat şehri Edirne’de Sveti Konstantin ve Elena Kilisesi'nin bahçesine Bulgar Papaz 1. Antin’in büstü konuldu.
Kilise açılımı barış ve hoşgörü adına yapıldı. Hıristiyanlara bu kadar bonkör ve hoşgörülü davranan bugünkü idare, Müslümanlara da aynı hoşgörüyü göstererek Ayasofya Camii’ni tekrar eski hüviyetine kavuşturmalıdır. Üstelik biz kendi ülkemizde yüzyıllarca cami olarak vazife gören bir mekânın aslî hüviyetine kavuşturulmasını istiyoruz. Kendi ülkemizde parya muamelesi görmek istemiyoruz. Artık ümmet olarak Ayasofya için de bir açılım yapmanın zamanı geldi diye düşünüyoruz. Hatta bu hususta geç bile kalındığını düşünüyoruz.
Bu sene, İstanbul’un fetih tarihi olan 29 Mayıs mübarek Cuma gününe geliyor. Bu güzel günde, fethin sene-i devriyesinde ümmete çifte bayram yaşatmaya var mısınız? Cevabınız evetse bilin ki ondan bir hafta sonra yapılacak olan milletvekili genel seçimlerinde sandıklardan en az, arzuladığınız rakam olan 400’ün üzerinde milletvekili çıkacaktır. Şayet cevabınız hayırsa, Ayasofya ibadete açılmadığı müddetçe fetih kutlamaları bir yönüyle sönük ve mahzun kalacaktır. Siz de büyük bir ihtimalle kızıl elmanıza erişemeyeceksiniz.
Günümüzde birçok değerin tekrar aslî hüviyetine döndüğü geniş zamanlarda yaşıyoruz. Böyle bir zamanda Ayasofya gibi bir mabet açılmayacaksa ebediyen açılmayacaktır. Çünkü mevcut muhalefetin dinî değerlere yönelik hassasiyeti yoktur.
İnsanî özgürlüklerin karşılık bulduğu ve geçmişe nazaran tavan yaptığı bir zamanda yaşamaktayız. Böyle bir zamanda ve zeminde herkese hakkı iade edilmelidir. Ayasofya’nın kapılarına kilit vurulduğu zamanlar geride kalmalı artık. Mevcut durumda Sultanahmet’ten geçerken şuurlu her Müslümanın yüzünün kızarması gerekir. Ayasofya’nın mahzun yüzü bu dönemde gülmeyecekse ne zaman gülecektir? Söyleyin Allah aşkına, bu binlerce yıllık kadim mabedi Fatih’in vasiyeti üzere tekrar eski hüviyetine ve hürriyetine döndürmek iki dudağınızın arasında değil mi? Peki durum bu iken kimden korkuyorsunuz? Ayasofya’nın bugünkü mahzun hâli, şehitlerimizin muazzez ruhunu muazzep bir hâle döndürüyor.
Çanakkale Zaferi’nin yüzüncü yılında nasıl dünya liderlerini bir araya getirdiyseniz, 29 Mayıs 2015 Cuma günü de Türk-İslâm coğrafyasının liderlerini İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda toplayarak görkemli bir törenle Ayasofya’nın paslı zincirlerini balyozla kırın. Varsın Hıristiyan dünyası ayağa kalksın. Kalktıkları gibi oturmasını da bilirler. Böylece bir devri kapatıp apaydınlık bir devri açmış olursunuz. Yakın Çağ’ı kapatıp iman ve irfan çağını açmış olursunuz. Emin olun ki bir ay tartışılır, sonra avazı çıktığı kadar bağıranlar bile susar.
Günümüzde ümmet biraz da Ayasofya’yla imtihan ediliyor. Tavırlarımız sınanıyor. Ayasofya’nın ibadete açılması İslâm ümmetinin paryalıktan kurtulup uyanışına vesile olacaktır. Böylece günümüzde çil yavrusu gibi dağılan Müslümanların kenetlenmesi sağlanacaktır. Ayasofya bizi bize bağlayacaktır. Yüreklere inşirah neşvesi katacaktır.
Anayasayı değiştirecek çoğunluk peşinde koşan mevcut iktidara dostane bir tavırla seslenmek istiyorum: Ey ahali, titreyin ve kendinize dönün! ‘Dört yüz milletvekili çıkaracağız’ diye boş yere şehir şehir dolaşıp zahmet çekmeyin. Milyon dolarları seçim yolunda boşuna harcamayın. Kapı kapı dolaşıp da çenenizi boşa yormayın. Açın Ayasofya’yı, müminlerin hasreti, Ayasofya’nın gözyaşları dinsin. Hayır dua alın müminlerden. Siz dört yüz isteyin, bu millet daha fazlasını versin. Varsın arkanızdan konuşsunlar. Zaten Ayasofya açıldı diye size cephe alanlar sizin dostlarınız değil ki… Bu yüzden bir şey kaybetmiş sayılmazsınız.
Çok masum bir hakkın teslimi olsa da, hadi moda tabirle buna da çılgın bir proje deyin. Adınız tarihe altın harflerle yazılsın. Üstelik bu projenin sıfır maliyeti var. Serin halıları Ayasofya’nın mermer taşlarına boydan boya. 81 yıllık hasret sona ersin. Hepimiz şükür secdesine duralım. Halı bile sermenize gerek yok. Üzerimizdeki ceketi çıkarıp seccade niyetine kullanırız biz. Ayasofya’nın kadim minareleri ve kubbeleri Bilâlî ezanlarla çınlasın.
Ayasofya açılırsa Müslüman Türk’ün manevî bahtı da açılır. Sabırla bekliyoruz…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
şair Haydar Çoruhlu'yla Şiirin Kalbine Yolculuk...
Yılmaz İmanlık'tan Yağmur Kokusu'nda Sımsıcak Hikâyeler
Bahaettin Kabahasanoğlu'ndan "Kalbim Seninle, 61 Kere"
Tevfik Serdar Anadolu Lisesi"nin Semender Dergisi
Hocaların Hocası: Ahmet Hilmi İmamoğlu
Cemil Meriç"in Akıl Defteri
Trabzon"un İkinci Özel Hastanesi: İmperial
Köprübaşı - Beşköy Dostluğu ve Kardeşliği
Mersin Yenice 4. Barış ve Kültür Festivali
Gerçek Hayaller Dükkânı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Senin Olan Sana Gelir (Manzum Reçeteler - 1) [Şiir]
Sen Kurtuldun, Bizler Öldük [Şiir]
Ümmetin Yetimleri [Şiir]
Kıyameti Bekle Bir Gün! [Şiir]
…... Gecenin Kanat Sesleri…... [Şiir]
Derbeder [Şiir]
Sen Hep On Beş Yaşındasın! [Şiir]
Berceste Mısralar - 310 [Şiir]
Zihnimiz İşgal Altında [Şiir]
Sizin Kafanız İyi Mi? [Şiir]


M.NİHAT MALKOÇ kimdir?

NİHAT MALKOÇ’UN BİYOGRAFİSİ Beş çocuklu bir ailenin en küçük ferdi olarak 1970 senesinin 1 Haziran’ında Trabzon’un Köprübaşı ilçesine bağlı Gündoğan Köyü’nde hayata “Merhaba” dedi. İlkokulu komşu köy olan Güneşli Köyü’nde okudu. Orta ve lise öğrenimini Köprübaşı Lisesi’nde tamamladı. En büyük emeli iyi bir hukukçu olmaktı. Lise son sınıfta girdiği üniversite imtihanında KTÜ/Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nü kazandı. Dersaneye gitme imkânı ve zaman kaybına tahammülü olmadığı için kazandığı fakülteyle yetindi. 1992 yılında okulu bitirdi. İlk göz ağrısı olarak nitelediği Gümüşhane’de beş yıla yakın öğretmenlik yaptı. Her geçen gün öğretmenliği daha çok sevdi. Artık öğretmenliği bir tutku olarak görüyor. Vatan borcunu İstanbul’da Kara Kuvvetleri Lisan Okulu’nda Yedek Subay Öğretmen olarak onurla yerine getirdi. Bu peygamber ocağında yüzlerce yabancı subaya güzel Türkçe’mizi öğretti. Ankara’da girdiği sınavı kazanarak Akçaabat Anadolu İmam-Hatip Lisesi’ne Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak atandı. Burada iki yıl görev yaptı. Daha sonra girdiği yazılı ve sözlü imtihanı kazanarak Türkî Cumhuriyetlerden Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’a,üç yıl görev yapmak üzere, öğretmen olarak gönderildi. Burada Mahdumkulu Türkmen Devlet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde ve İlâhiyat Lisesi’nde Türk Dili öğretmeni olarak çalıştı. Yine Aşkabat’ta Türkçe Öğretim Merkezi’nde(TÖMER) bir yıl boyunca değişik milletlerden kişilere Türkçe’yi sevdirerek öğretti. Şu anda Akçaabat’a bağlı Derecik İlköğretim Okulu’nda görev yapmaktadır. Bugüne kadar,en büyüğünden en küçüğüne kadar onlarca dergi ve gazetede fikrî,edebî,felsefî ve kültürel konularda yüzlerce yazı ve şiir yazdı. Bu yayın organlarından Türk Edebiyatı,Türk Dili,Bizim Çocuk,Çınar,Bizim Azerbaycan,Anadolunun Sesi,Üniversitelinin Sesi,Türkiye,Bizim Okul,Şenliğin Sesi,İnsanlığa Çağrı,Yeni Sesleniş,Gençliğin Sesi gibi dergilerde;Türksesi,Demokrat Gümüşhane,Kuşakkaya,Ortadoğu,Yeni Mesaj,Hergün,Candaş,Edebiyat,Bolu Üçtepe,Akçaabat Yeni Haber,Karadeniz Olay,Hizmet gibi gazetelerde yıllardan beri deneme,makale,fıkra ve şiirler yazmaktadır. “Bizim Okul” isimli kültür,sanat ve edebiyat dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptı. Kültürel organizasyonların çoğunda aktif olarak görev aldı. Sevgi,Dostluk ve Kardeşlik konulu şiir yarışmasında birincilik,Trabzon Belediyesi’nin düzenlediği Çevre ile ilgili yarışmada birincilik,yine aynı belediyenin düzenlediği “İki binli Yıllara Doğru Trabzon” konulu makale yarışmasında mansiyon,Akçaabat Belediyesi’nin değişik zamanlarda organize ettiği şiir yarışmalarında birincilik,ikincilik,üçüncülük ödülleri kazandı. Karadeniz Yazarlar Birliği kurucularındandır. Halen bu birliğin üyesidir. Bunların yanında elinin altındaki öğrencilere rehberlik ederek ve bizzat örnek olarak,onların da pek çok kültürel yarışmada ödüller almasına zemin hazırlamıştır. İkisi kız,biri erkek olmak üzere üç çocuk babasıdır.

Etkilendiği Yazarlar:
Necip Fazıl Kısakürek,Mehmet Akif Ersoy,Yahya Kemal Beyatlı


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © M.NİHAT MALKOÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.