Ağlamak da bir zevktir. -Ovidius |
|
||||||||||
|
Milyonlarca kar tanesinin birbirine son derece benzeyip son derece de farklı oluşu gibi bir başlangıç çeşitliliğiydi gerçekleşen. Aslında hayatın var oluşunun ve çeşitlenişinin aynı anda olduğunu açıklayan bu görüş, günümüzün evren modeliyle de uyumlu bir görüştür. Bildiğiniz gibi önceleri bir tek Big Bang (Büyük Patlama) olduğu ve bu yaratılış faaliyeti sonucunda bir tek kâinatın oluştuğu düşünülüyordu. Fakat şimdilerde Kuantum fiziğinin de etkisiyle başlangıçtaki o ilk patlamanın ardından pek çok paralel evrenin yaratıldığı konusunda ciddi düşünceler mevcut. Adeta denizin yüzeyinde aynı anda oluşan milyonlarca kabarcık gibi milyonlarca evren… “Multivers” olarak anılan “Çoklu Evren” modeli ile tutarlı bir anlatım olabilir bizim Multicells (Çoklu Hücre) Modeli olarak adlandırdığımız bu yeni açıklama. Evet, tek bir ilksel hücreden ve o hücreden milyarlarca yılda evrilen canlı çeşitliliğinden değil, bugünkü bütün türlerin çekirdeklerini içinde barındıran milyonlarca farklı ilksel hücreden bahsetmemiz gerekiyor artık. Hayatın yaratılışının ilk saniyelerinde muhteşem bir şekilde var edilen hücrelerin birbirine benzediğini düşünmek imkânsızdır. Zira bugün bile evrende hiçbir varlık diğer varlığın benzeri değildir. Eğer bu farklılıklar çok küçük ölçeklerde olsa bile, biyolojik yaşamın henüz başlangıcında gerçekleştikleri için, sonrasındaki bütün yaşam çeşitliliğini etkileyecek farklılıklardır. Kambriyen döneminde var edilen omurgalı, sürüngen, kabuklu vb. şubeler neredeyse bugün var olan bütün şubeleri içermektedir. Demek ki, mikro düzeydeki canlılık, fevkalade uygun ortam ve şartları bulduğunda birden bire makro âleme sıçramaktaydı. Mikro âlemdeki tek hücrelilerin birleşmesiyle birlikte doğanın uygun bir rahminde olgunlaştırılan türler yine uygun bir vakitte varlık sahnesine çıktılar. Milyonlarca ilksel hücrenin mikro ölçeklerdeki ufacık farklılıkları, ileride türler arasındaki farklıkların ve benzerliklerin oluşma sebebi olmalıdır. Aynı anda oluşup yeryüzüne inen kar taneleri gibi, o milyonlarca ilksel hücre arasında da farklılıklar ve benzerlikler bulunuyordu. Kar tanelerinin benzerlikleri ve farklılıkları evrimin sonucu olmadığı gibi, ilk hücrelerin benzerlikleri ve farklılıkları da tesadüfi evrimin sonucu değildi. Bilindiği gibi spermler ve yumurtalar da aslında üreme hücreleri olarak anılan iki farklı hücre çeşididir. Doğanın uygun ortamlarında, uygun şartlarda muhafaza edilen yumurtamsı ve spermsi hücre atalar, zamanı geldiğinde döllenip şubeleri ve türleri doğurdular. Simetri yasasının bir gereği olarak parçacık düzeyinde bile eksi artı kutupların, madde ve karşıt maddelerin var edilişini bir düşünürsek, ilksel hücrelerin de simetrik bir şekilde, dişi ve eril cinsiyetleri doğuracak çiftler olarak yaratıldığını söyleyebiliriz. Totipetent kök hücreler gibi, farklı organizmaları oluşturabilecek bir sperm-yumurta kaynaşması elbette başlangıçta da mümkündür. Muhtemelen bütün organizmaların ataları böylece kaynaşmış hücrelerden doğmuşlardır. Dawkins gibi tesadüfçü evrimciler, DNA'ların akıllı uzaylılar tarafından dizayn edilmiş olabileceğini ima eden saçma görüşler öne sürdüler. Eller, gözler, kulaklar, parmaklar, iç organlar, dişler, damarlar, kemikler, ilikler, nöronlar... Ve daha binlerce düzenli biyolojik yapı, akıllı bir müdahale yoluyla hücre ataların genlerine kaydedilmiş olmalıydı. Bu güçlü olasılık, dünyadaki yaşamın akıllı uzaylılar tarafından oluşturulduğunu iddia eden saçma görüşlerin ortaya atılmasına sebep oldu. Çünkü o genlerdeki apaçık programlama ve tasarlama, onların üzerinde etkin bir şuurun varlığını gösteriyordu ve bu da evvel emirde bir yaratıcının varlığını akla getiriyordu. Yaratıcı kavramının akıllara gelmemesi için uzaylıların şuurlu müdahalesi gibi saçma görüşleri dile getirmek zorunda kaldılar. Biyolojik sistemin bütünlüğünü ve hayatiyetini sağlayan bütün o parçaların; sistemlerin işleyişi genlere denklem denklem işlenmeliydi ve bu ancak bilinçli seçim ve yönelimlerle yapılabilirdi çünkü. Evet, bütün bu özellikler hücre ataların RNA ve DNA'larında kayıtlı olmalıydı ki, kambriyen patlamasında bütün ilksel türler var olabilsin! Pluripotent ya da Totipotent kök hücreler gibi diğer bütün hücrelere ve organizmalara kaynaklık edecek potansiyel, ilksel hücrelerde mevcuttu belli ki. Nobel ödüllü Gurdon ve Yamanaka’nın deneyleri gösterdi ki, organizmayı meydana getiren tüm hücre tiplerini oluşturacak bilgi, özelleşmiş olsa bile, hücre çekirdeğinde halen saklıdır. Ve hücreler uygun şartlarda farklı hücrelere dönüşebilir. (Gurdon, 1962; Yamanaka, 2006) Yaklaşık 3 milyar yıl boyunca canlılık mikroskobik boyutta devam etti. Mikroskobik boyuttaki bakteriler gibi, canlıların ataları da ilksel hücrelerdi. Doğa rahminde, tüp bebek örneğinde olduğu gibi, uygun şartlarda döllenen hücre atalar (ilksel spermler ve yumurtalar) Kambriyende canlıların ana şubelerini doğurdular. Çünkü o süreçte hücrelerin döllenmesini sağlayacak ve genlerindeki çok hücreli organizmaların doğuşunu kolaylaştıracak uygun şartlar (in vivo) oluşmuştu. Atmosferdeki oksijen miktarı çoğalmış, buzul devrin kuluçkasında uyuyan hücreler ısınan bu yeni dönemde kızışmış, ekolojik uygunluklar artmış, türlerin ihtiyacı olan besinler bu dönemde bollaşmıştı. Bize göre, sonraki türlerin atalarının oluşması da Kambriyen dönemindeki gibi birden ve müstakil olarak gerçekleşmiştir. Yani, şartlar olgunlaştığında diğer organizma türlerini oluşturacak kök hücreler harekete geçmiş ve doğa rahminde olgunlaşan yeni türler dünyaya gelmiştir. Tür-ataların genleri pek çok çeşitliliği doğuracak geniş bir spektrumda kodlanmıştır. Köpek türünde son yüz yıllarda gördüğümüz bu çeşitlilik bu gerçeğin apaçık bir örneğidir. Bu durum doğal seçilim gibi süreçler sonucunda bir evrimleşme değil, genlerin sınırları içindeki çeşitli imkânların yaratılmasıdır. Fakat buradan yeni bir tür değil, belli bir türdeki çeşitlilik ortaya çıkabilir. Şunu da unutmamak gerekir ki, dünyamız halen mikro boyutta yaşayan tek hücreli pek çok canlı türünün yuvasıdır. Günün birinde dünyanın şartları değiştiğinde bu mikro canlılardan bazıları uygun bir rahimde döllenebilir ve böylece yeryüzündeki diğer canlılara benzer ama farklı türlerde başka canlılar yaratılabilir. O halde türlerin çeşitlenmesi milyarlarca yıllık imkânsız evrim aşamalarının bir sonucu değil, başlangıçta farklılaşan hücre ataların genlerine kayıtlı imkânların in vivo birer açılımıdır. Özetle söylemek gerekirse, bugün yeryüzünde var olan bütün türler mikro âlemde, daha başlangıçta yaratılmışlardır. Yengeç de, bakteri de, çam ağacı da, aslan da, hamam böceği de, yılan da, köpek de, yosun da, maymun da, hatta insan da daha başlangıçta, tohum ya da ata hücrelerin genlerinde kayıtlıdır. Zamanı geldiğinde bu hücreler doğa rahminde birleşip genlerinin olanak tanıdığı türleri aniden ve müstakil olarak oluşturmuşlardır. Bu açıklama mikrodan makroya her bir biyolojik oluşumu evrimin kör süreçlerine vermekten bizi kurtarmaktadır. Milyonlarca canlı türünün her birindeki milyonlarca organ ve organelin milyonlarca sene boyunca, şuursuzca ve tesadüfen bugünkü hallerine evrildiğini düşünmek yerine, bütün türlerin daha başlangıçta yaratılmış milyonlarca spermsi ve yumurtamsı hücrenin gen imkânlarından doğduğunu düşünmek daha mantıklıdır. Üstelik farklı türlerdeki bakterilerde görüldüğü gibi mikroskobik düzeylerdeki genelde gametsiz; döllenmesiz eşeyli üreme örnekleri DNA çeşitlenmesini daha kolay sağlayabilmekte ve çok hücreli canlılardaki tür değişimine direniş mikro düzeyde daha az görülmektedir. O halde türlerin bütün bilgileri, önce hücre ataların genlerinde oluşturulmuş ve daha sonra uygun ortam ve zamanlarda, sudaki, topraktaki o hücre atalar yoluyla türlerin ataları yaratılmıştır. Yani bu yeni teze göre şempanzelerle aramızda var olan gen benzerliği/farklılığı, şempanzelerden evrildiğimizin değil, mikro düzeydeki hücresel benzerliğin/farklılığın bir göstergesidir. İlk hücrelerin yaratılış sürecinde kar tanelerindeki benzerlikler ve farklılıklar gibi benzerlik/farklılıkların oluştuğunu kabul ediyoruz. Bu süreçte birbirine çok benzeyen genlerden birbirine benzemeyen genlere kadar milyonlara varan geniş bir gen çeşitliliği oluşmuş, her bir gensel yapı kendi türünün çekirdeği olarak doğanın rahmine ekilmiştir. İnsan geni de kendisine en çok benzeyenlerden en az benzeyenlere kadar birbirinden oldukça farklı gen tanelerinden bir gendir. Bu benzerlikler/farklılıklar başlangıçtaki büyük bir hücreden bölünen ya da başlangıçta çoklu olarak yaratılan milyonlarca hücrenin benzerliği/farklılığıdır gerçekte. Zamanı geldiğinde ve şartlar olgunlaştığında döllenip gelişen ve yeni bir tür olarak yaratılan milyonlarca gen tanesi… Döllenen yumurtalarını doğanın uygun rahimlerine bırakan böceklerde olduğu gibi, çatlamayı bekleyen milyonlarca yumurtayı bir düşünün. Aynen bunun gibi döllenmiş pek çok hücre, uygun doğa rahimlerinde genlerindeki türe dönüşmek için çaba sarf ederler. Fakat o hücrelerden ancak bir ya da birkaç tanesi, doğadaki simetri yasasını da gözeterek çiftiyle birlikte yaşamayı, gelişmeyi ve neslini devam ettirmeyi başarır. Örneğin üç yüz milyon yıl önce müstakil olarak yaratılan, en az bir dişi ve bir erkekten oluşan bu yeni tür, o gün bu gün hiçbir evrime uğramadan müstakil varlığını korur. Kimi türler ise, soyları tükenerek varlık sahnesindeki vazifelerinden terhis edilirler. Görüldüğü gibi hayatın oluşumundan türlerin başkalaşmasına kadar bütün biyolojik süreçler, evrim teorisine ihtiyaç duyulmadan Çoklu Hücre Modeliyle izah edilebilmektedir. Üstelik bu durumda milyonlarca yıl süren, kuralları belli olmayan, milyonlarca türün her bir organı için ayrı ayrı işleyen karanlık ve tesadüfi evrimsel süreçlerle izaha gerek kalmayacaktır. KAYNAKLAR Gurdon JB (1962), The developmental capacity of nuclei taken from intestinal epithelium cells of feeding tadpoles. J Embryol Exp Morphol 10:622–640 Takahashi K & Yamanaka S (2006) Induction of pluripotent stem cells from mouse embryonic and adult fibroblast cultures by defined factors. Cell 126:663–676 Ünalan, Zeynep (2010) Paralel Evrenler, Bilim Teknik Dergisi (Ağustos)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |