"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Aslı Ana ikindi namazını kılmış, seccade niyetiyle serdiği yeleğini yastık gibi başının altına almış uzanıyordu. Elinde anacığından kalma tespihi bir yandan salâvat çekiyor bir yandan da ağaçların altında dökülen kirazları toplayıp kendine kirazdan bir tepe yapmaya çalışan torununu seyrediyordu. Karıncalara benziyordu eli yüzü topraktan kirlenmiş, saçları bir birine karışmış torunu. Annesi ile halası ağacın tepesinde kiraz toplarken düşenleri büyük bir iş beceriyormuş gayretiyle takip ediyor, hemen bir koşu alıp elleriyle düzelttiği yere yığıyordu. Yetişkin bir insanın iki avucunu dolduracak kadar bir kirazcık tepesi vardı şimdi küçük kızın. Belki aralarında çürük olanlar da vardı ama olsundu, babaannesinin aşağıya sarkıtılan minik sepetleri boşalttığı hararların yanında onunki pek bir minikti ama kendi yaşına ve cüssesine göre epeyce bir başarı sayılırdı işte. Aslı ana’nın yorgun sesi torununa seslenirken merhametle taşıyordu; ‘kuzum ne yapacaksın bakayım sen o kirazları?’ Torun yarım yamalak harfleriyle cevap veriyor babaannesinden yana hiç bakmadan; ‘babama dötürcem, sana vemem’. ‘Aman verme’ diye gülümsüyor Aslı Ana. Aslı Ana, dibinde uzandığı koca kiraz ağacı gibi kök salmıştı bu topraklara. Duyanlara hey maşallah dedirtecek kadar evlat sahibi olmuştu. Ondan çok daha fazlasının da doğumunda bulunmuş, köy şartları altında doğum yapan kadınlara Hızır gibi yetişmişti. Artık öyle ki kendi doğurttuğu bebekler büyümüş genç birer hanım olmuş, doğumlarında Aslı Ana bulunsun diye dua eder olmuşlardı. Eli hafifti hanımlar arasında meşhur olmuş deyimiyle. Dualı diliyle hanımları rahatlatıyor, hiç incitmeden, kötü söz söyleyip kırıp dökmeden doğurtuveriyordu. Karşılığında hiçbir şekilde ücret kabul etmeyen Aslı Ana sadece dua istiyordu yeni ana olmuşlardan. ‘Bak, şimdi cennet serildi senin ayaklarının altına. Sen bana dua edeceksin o kadar. Bir de şu masuma kötü söz, kötü ahlak öğretmeyeceksin. Senden sebep bu yavrucak bir kötülüğe bulanır da bir kötü iş eylerse bilesin ki sen de yandın ben de yandım. İşte o zaman mahşerde bile hesaplaşamayız seninle bilesin.’ Aslı Ana kızının sarkıttığı dolu sepetçiği harara boşaltmak üzere hareketleniyor. Besmeleyle kalkıyor yattığı yerden. İşte yine başı dönüyor, bir zamandır tansiyondan mıdır nedendir ani kalkışlarında bir baş dönmesi eşlik ediyor ona. Yakınındaki ağaçtan destek alarak bekliyor biraz. ‘Hey gözünü sevdiğim yaşlılık, bir de gençlik baş döndürür derler halt etmişler, bak işte benimkini yaşlılık döndürüyor’ diye söyleniyor. Kızı annesinin söylenmesini duymuş olmalı ki gülerek sesleniyor annesine; ‘anacığım, sen her devrin gencisin o yüzden senin baş dönmelerin’. ‘Hadi oradan zevzek’ diye söyleniyor kızına. Dolu sepetçiği harara boşaltırken “Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, ihtiyarlığın bunaklığından, kabir azabından Sana sığınırım’ duası dolanıyor diline. Okuması yazması yok Aslı Ana’nın. Kız çocuklarının okula gönderilmediği, Kur’an öğretiminin de kara veba derecesinde algılanıp yasaklandığı günlerin evladıydı o. Dedesi bütün yasaklara rağmen ona Kur’an’ın birçok suresini ezbere öğretmişti. Tarlaya giderken, inekleri otlatırken, akşam olup yatağa çekilecekken dedesi okur, ondan da tekrar etmesini isterdi. Böyle böyle epeyce sure ve hadis ezberlemişti Aslı Ana. Bir çığlık sesiyle irkildi Aslı Ana. Henüz boşalttığı sepetçiği çekmesi için ipini çekiştirerek kızına bir işaret verdikten sonra sesin kaynağını bulabilmek için pür dikkat doğruldu. Ses iki bahçe ötelerindeki yoldan geliyordu. Seri adımlarla yola doğru yöneldi. Yolda üç beş kadın bağıra çağıra ağıtlar yakan bir kadını zapt etmeye uğraşıyorlardı. ‘Dur Allah’ını seversen, daha kesin bir haber yok’ diyerek kollarından tutup sakinleştirmeye çalışıyordu birisi. Bir diğeri ‘bacım, gardaşım hele sen bir dur, belki dedikleri gibi değildir, bir yanlış anlamadır hele bir dur’ diyerek sakinleştirmenin telaşındaydı. Bir küçük kıyamet sahnesi kurulmuştu sanki yolun orta yerinde. ‘Mehmedim, yavrum, emanet yetimim’ diye feryatlarla kendini harap eden kadın daha kırkında dul kalmış olan Perihan’dan başkası değildi. ‘Peri, kuzum, allı gelinim, hele bir dur yavrum’ diyerek araya giriyor Aslı Ana. Perihan kızgın kumların üzerinde koşarken birden serin sulara ermiş gibi diz çöküyor Aslı Ana’nın ayakları dibine. ‘Anam yüreğime ateş düştü, derler ki Mehmet’ime araba çarpmış’. ‘Hasbinallah, dur be kızım, kim diyor, nerede olmuş, hadi olmuş da Mehmet ne haldeymiş bilmeden ne diye paralıyorsun kendini’. Bir otomobil hırıltılarla yaklaşıyor yanlarına. Arabadan Perihan’ın abisi Murat iniyor. Murat’ın gözlerinde yağmur yüklü bulutlar görüyor Aslı Ana, içindeki kuşkular daha da pekişiyor ‘Allah’ım hayırla imtihan eyle kullarını’ diyor sessizce. Perihan’dan yana bakmamaya imtina eden Murat’ın sesi titriyor. ‘Bacım seni almaya geldim. Telâşe mahal yoktur, merak etmeyesin, ufak bir kaza oldu. Haydi gidelim.’ Bu sefer abisinin ayaklarına kapanıyor Perihan; ‘kurban olduğum, Mehmet’imden bir haber ver. Ne olmuş benim yavruma?’. Yağmur yüklü bulutların daha fazla engellenmeye rızası yok, her damlası yakıcı bir kor, yağmurlar boşalıyor Murat’ın gözlerinden. Sıkıca sarılıyor kız kardeşine Murat. ‘Emir Allah’ın bacım, emir Allah’ın’. Dizlerinin bağı çözülüyor Perihan’ın, eşinin vefatıyla birlikte evlatlarından aldığı güçle hayata tutunan Perihan pelte gibi yığılıyor abisinin kollarına. Aslı Ana torununu fark ediyor yanı başında. Öğlen için yemek hazırlayıp getiren torunu ne zaman gelmişti yanlarına? Ela gözlerinden doludizgin yuvarlanan yaşlar, rengi atmış yüzü, neredeyse yerlere değecekmiş gibi sarkmış omuzlarından olan biteni anlayacak kadar burada olduğu besbelli. Aslı ana güzelliğini ve zarafetini bir ceylana benzettiğinden adı ile değil de her daim ceylan’ım diye seslendiği torununu omuzlarından sarsıyor. ‘Hadi kızım sen bahçeye var. Ben Perihan ablanın yanındayım, haber ver ananlara.’ Duydu mu Ceylan? Duymadı belli ki, duyduysa bile bunu belli edecek bir damlacık mecali kalmamış. Araba yolun kıvrımından dönüp te kayboluncaya kadar saçları sulara salınmış bir söğüt dalı gibi olduğu yerde kalakalıyor. Kulaklarındaki ses sürekli kendini yenileyerek halka halka bütün yeryüzünü kuşatıyor sanki ‘Emir Allah’ın’. Baygın Perihan’ı arabanın arka koltuğuna uzatıyorlar. Aslı ana arka koltuğa oturup Perihan’ın başını dizlerine alıyor. Şefkatle okşuyor yüzünü, gözünü, darmadağınık saçlarını düzeltip beyaz yemenisinin altına topluyor. ‘Vah benim perim, vah benim kederli kuzum. Allah sana sabırlar yağdırsın abrul yağmurlarından gani. Şu dallardaki yapraklar adedince gönlüne ferahlık versin Rabbim.’ Arabanın torpido gözündeki kolonyayla ovuyor Perihan’ın bileklerini. Murat, şoförün yanındaki koltukta oturuyor. Direksiyondaki Murat’ın oğlu, Mehmet’le yaşıt. ‘Sür oğlum, direk hastanenin önüne çek sen. Halana bir ilaç bir şey yaptırtalım’. ‘Aslı ana, minibüs arıza yapmış ilçenin yolunda. Hasan kendisi direksiyondaymış. Mehmet’e demiş in bir bakıver diye. Mehmet arabanın önünden dolanırken boşalıvermiş frenler. Saniyelik iş işte anacığım. Hasan arabayı toplayana kadar Mehmet’imin üzerinden geçmiş tekerlek.’ Gerisini anlatamıyor artık. Gözyaşlarına boğuluyor Murat. Direksiyondaki Mahmut önünü göremiyor artık ağlamaktan. Boşuna çalıştırıyor silecekleri, gözyaşlarını bertaraf edecek bir merhametli elden başka ne var ki bu dünyada? Aslı Ana’nın yine başı dönüyor. Kulakları uğulduyor. Hasan ile Mehmet Perihan’ın ikizleri. Doğumlarında hazır bulunmuş, ‘Kız Peri görüyor musun şu bebeklerin güzelliğini, Rabbim ne güzel de yaratmış bunları böyle pamuk pamuk’ diye bağrına basmıştı her ikisini de. Perihan hastane odasında kendine geliyor. Kolunda bağlı bir serum var. Başucunda kız kardeşleri, rahmetli eşinin yakınları ve Aslı Ana. Kendi anacığı öleli yıllar olmuş. O zamandan beri daha çok anası Aslı Ana. Belki de o yüzden onca insan içinden onun gözlerine demirliyor kendi gözlerini. Anam, sen yalan demezsin ben bilirim, aldı mı Rabbim Mehmet’imi benden?’. Zor soruların kolay cevabı olabilir mi? Soranın neredeyse adı gibi bildiği cevabı yine de söyleyememek neyle izah edilebilir? Abisi ‘emir Allah’ın’ dediğinden beridir biliyor oysaki. Ama bilmek kabullenmeyi getiremiyor bir türlü, bir umut Aslı Anadan soruyor işte. Aslı Anadan bir cevap gelmeyince Hasan geliyor aklına, ‘Hasan’ımı bulun bana o bilir kardeşini. İkiz benim kuzularım canının yarısından haber versin bana Hasan’ım’ diye gözyaşı döküyor Perihan. Diller lal olmuş, kimseler diyemiyor ‘Hasan iki jandarmanın kolunda ilçeye götürüldü.’ Cenaze ertesi gün otopsi ve resmi işlemlerden sonra geliyor kasabaya. Arabaların çaldığı kornalar karşı dağlardan yankılanıp tekrar tekrar düşüyor yüreklere. Hani her mısrasıyla yürek ikliminden seslenen Yunus der ya ‘göğ ekini biçmiş gibi’ işte öyle bir şey genç cenazeleri. Mehmet gibi civanmert bir delikanlı musalla taşına yatırılınca bütün kasaba ağacıyla taşıyla, şu çağıldayarak akıp giden deresiyle saf tutuyor sanki. Mehmet’in neredeyse her akşam anasının pişirdiğinden ayırıp yemek götürdüğü Hoyrat, kasabanın delisi, safın en arkasında tek başına duruyor. Namaz süresince hoca her tekbir getirdiğinde Hoyrat da bağırıyor olanca sesiyle ‘Allah’u Ekber’. Hâlbuki düzgün konuşamazdı Hoyrat. Ağzının içinde geveliyormuşçasına dökülürdü kelimeler o konuştuğunda. Kasabalı artık işite işite onun lisanını sökmüş, Hoyrat ne derse anlar olmuşlardı. Ama şimdi Allah’u Ekber diye haykırdıkça Hoyrat, bütün cemaat hıçkırıklara boğuluyor. ‘Bir iş var bu Hoyratta, ya da Allah’ın delisini dile getiren şu yiğit Mehmet’te’ diye konuşuyorlar namazdan sonra. Hoyrat, Perihan’a yaklaşıyor, boynundaki kirden rengi karışmış havlusunu gözü yaşlı uzatıyor. ‘ana, ana, ana’ diye tekrarlıyor sürekli, başkaca bir kelamı yok Hoyrat’ın. Perihan Havluyu alıp bağrına basıyor. Bu havlu bir zaman önce Mehmet’le Hasan’ın minibüsüne bir düğün günü bağlanmıştı. Mehmet akşam vakti düğün dönüşünde havluyu çözdüğünde ‘anne be şu yemek tasını havluya saralım da öyle götüreyim, etli bu yemek soğursa güzel olmaz, sıcak sıcak yesin Hoyrat’ demişti. Aynı anda Perihan’ın yanı başında güçlükle ayakta durmaya çalışan ela gözlü bir ceylan dizleri üzerine çöküyor, bin bir güçlükle tutmaya çalıştığı gözyaşları bütün setlerini yıkıyor bir bir. O telâşe içinde bir tek görmüş geçirmiş koca çınar Aslı Ana görüyor torununun bu halini. 'Vah benim kınalı kuzularım’ diye inliyor belli belirsiz. Akşam olduğunda kasabalılar Perihan’ın evine toplanıyor usul usul, bir yandan Kur’an okunuyor bir yandan gelenlere ikramda bulunuyor. Adet olduğu üzere hemen hemen her gelen hanım bir dolu tepsi ile geliyor, evin büyük odasında ve bahçesinde kurulan sofralarda insanlara ikram ediliyor. Perihan akşam namazını kılmış bir türlü kalkamadığı seccadesinin üzerinde başı omuzları arasında gömülü, elleri her zaman ki gibi Rabbine dönük dua ediyor. Eksile eksile bu güne gelmişti Perihan, bir zemheri günü eksilmişti babadan yana. Kendisi ana olmanın acemisiyken anasız kalmıştı. İkizleri ile kırkı karışmıştı rahmetli anasının. Her eksildiğinde kendini budanmış ağaçlar gibi kolsuz kanatsız hissetmişti Perihan. Her birinin yokluğuyla iyiden iyiye bu dünyanın misafiri, gurbetçisi gibi hissetmişti kendini. Şimdi ise işte şu gurbeti olan dünya tamamen yıkılmıştı da altında bir tek Perihan kalmıştı sanki. Aslı ana hemen arkasında duasını bitirinceye kadar ayakta bekliyor, sonra hafifçe omuzlarına dokunuyor. ‘Emirallah’ın. Gel benim peri kızım, Allah’ın alışverişte bulunduğu kuzum’, diyerek ayağa kalkan Perihan’a sıkı sıkı sarılıyor. ‘Öyle ya anam, Allah ikisini bir verdiydi bana, şimdi ikisini bir aldı’. Derin bir ah çekiyor Aslı ana; ‘ulu söz söyleme kızım, acın şu dağlardan ulu olsa bile Hakk’ın huzuruna vardığında seni utandıracak ulu söz söyleme. Bak Allah’ın izniyle Hasan bir iki güne kadar çıkar gelir, ne demiş savcı bu bir kazadır. Mehmet’imiz de Rabbine kavuştu. Buna kim engel olabilir, hangimizin haddinedir emr-i hak vaki olunca dur demek. Bir zaman önce hiç yoktan verdiğini vakti gelince alana yok, vermem demek hangi yiğitliğin karıdır?’ Başını kederle öne eğiyor Perihan. Biliyor ki her gelenin ilk cümlesi olan ‘Emir Allahın’ hep bu kadim gerçeği bir daha bir daha hatırlatmak için ona. Bundan sebep başsağlığına gelenler ‘emirallahına’ gelenlerdir onların kültüründe. Taziye cümleleri emirallahın’la başlar her daim. Zira Perihan da biliyor ki sevdiğini kaybetmiş olmanın yüreklerdeki yükünü sadece ve sadece ‘Allah’ın takdiri’ düşüncesi hafifletebilir. Bunu rahmetli eşini kaybettiğinde hissetmişti en derininde. Şimdi bir başka sızıyı yoldaş ediyor eski sızılarına ve boyun büküyor bir daha takdir olunana ‘emirallah’ın anacığım, amenna ve saddekna…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esma Uysal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |