Şiir, seçmek ve gizlemek sanatıdır. -Chateaubriand |
|
||||||||||
|
Bu da soru mu ve de sorulur mu? Elbette okunur! İlk önce mektup elle de yazılıyor olsa, daktilo ve ya bilgisayarla da yazılıyor olsa, yazanı tarafından okunarak yazılır; yazdıktan sonra da istenildiği kadar okunabilir. Mektup, elektronik ortamda yazılarak muhatabına yönlendirilmişse, değil ertesi sabah; iki dakika sonra gene okunur… Ama, burada söz konusu olan mektup, elle yazıldıktan sonra zarfa konulup pullanarak muhatabına gönderilmek üzere PTT merkezine elden gönderilmek istenirken, her nasıl olmuşsa posta merkezi yerine dönüp dolaşıp yazanın eline geçiyor… Her nasıl olmuşsa olmuş işte! Bakalım nasıl olmuş? Mudi onu andıkça, “ Şimdi yaşamıyor, nur içinde yatsın! ” diye söz açtıktan sonra, orada bulunanlar tarafından Hüsmen ( kendisi sağlığında ‘ Üsmen, derdi) arkadaşla ilgili yarenliklere değinilmeden geçilmezdi… Yarenlik dediysek, birebir yaşanmış olaylardı. Mudi operatör, Hüsmen de yardımcı olarak aynı makinada üç-dört yıl çalışmışlardı. Vardiyacılar, sabah 07.00’ de işbaşı yaparak saat 15.00’ e kadar çalışıyorlardı. Bir de daimi gündüzcüler vardı. Bunlar da, işçi ve memur konumundakiler, sabah saat 08.30 da işbaşı yaparak gün boyu çalışmaktaydılar. Bu kesim, ‘ normalciler ve maktu maaşlılar , diye ikiye ayrılıyordu. Normalciler, diye anılanlar genellikle sendika kapsamına giren işçilerden, maktu maaşlılar ise, sendika kapsamına girmeyen personelden oluşmaktaydı… Ve her iki grup da pazar günleri tatil yapıyorlardı. Normalcilerin işbaşı ve paydos saatleri, memur kesimini oluşturan, maktu maaşlılarla aynıydı. Hüsmen de, vardiyacı olarak çalışanlar arasında ve hafta içi bir gün hafta tatili yapıyordu. Hüsmen, işletmeye yakın bir köyde oturuyordu. Bir akşam eve dönünce yurtdışında çalışmakta olan ablası ve eniştesine bir mektup yazmıştı. Yazdığı mektubu zarfa koydu, üstünü de yazdı ve pulladıktan sonra, şehir merkezinde oturan bir arkadaşına vererek postalanmasını sağlamayı düşünüyordu.. Daha önceleri de böyle yapardı… Mektubu kolayca görebileceği bir yere koydu. O akşam, yemek, çay, akşam oturmasına gelenler falan derken galiba biraz geç yatıldı. Hüsmen, her zamanki gibi kalktı, alelacele giyindi, elini yüzünü yıkadı ve kahvaltı etti. Akşamdan yazmış olduğu Mektubu almadan evden çıktığı gibi servise yetişti… Evde kalanlar tarafından mektubun unutulduğu anlaşıldığında geç olmuştu. Hüsmen arkadaşın eşi, mektubu göndermenin yolunu çok iyi biliyordu. Saatine baktı, aynı köyden daimi gündüzcü çalışanlar olduğunu biliyor ve hepsini de tanıyordu… Servisin saatini de bildiği için unutulan mektubu işçi arkadaşlardan birisine verirken sıkıca tembihledi: “ Hüsmen akşamdan yazdığı mektubu yanına almayı unutmuş; kendisine veriverin de, şehre göndersin gayri… Mektup eline geçince gerisini halleder ” diyerek. Mektubun verildiği işçi de, Hüsmen’ e sık sık takılarak kızdıran hemşerilerinden birisidir! Mektubu alan arkadaş, emaneti sahibine doğrudan veremez. Ancak, Mudi ile Hüsmen’ e yakın olan Ramazan’ ı görünce , “Al ulan, Ramazan bu mektubu eniştene ver! ” dedi. Ramazan da, Hüsmen’ e enişte diye takılarak yarenliğe katılan, zaman zaman kızdıran tiplerden birisiydi… Ramazan’ ın vardiyada sorumluluğu olduğu için, bir makinaya bağlı değil eli kıçında gezerdi çalışanlar arasında. Kendisine iş düştüğü zamanlar da üretim makinalarına çağrılarak devreye girmesi sağlanırdı… Mektup Ramazan’ ın eline geçer de, o bir piçlik düşünmez mi? Vardiyada sorumluluğu olduğu için, kişiler adına gelen herhangi bir şeyi Ramazan iletirdi sahibine. Örneğin, Hüsmen’ in yurtdışından mektubu mu geldi. Ramazan bu mektubu verirken, “ Enişte yarın tatlımızı unutma! ” diyerek verirdi… Hüsmen de kızarak, en hafifinden, “ gel bunu ye! ” diyerek göbeğinin altındaki bir yeri gösterirdi! Yarenlikler, takılmalar, şakalaşmalar kimi zaman bu düzeyde gider, bazen da arkadaşlar, bir sendikanın üyesi olarak, çok ciddi sorunları konuşup tartışarak, kararlar alınır ve uygulanırdı… Ramazan, mektubu aldığı gibi doğru Hüsmen’ in çalışmakta olduğu makinaya giderek, “ Enişte müjdemi isterim! Mektubun var, bak! ” dediğinde Mudi ile Hüsmen yanyanaydılar. Mudi, Hüsmen’ in kulağına, “ Senin adam gene bir itlik düşünüyor, haberin olsun! ” dedi. Hüsmen pek aldırmadı. Mektubu alarak bir kenara çekildi. Zarfın ön ve arka yüzlerini kısaca inceledikten sonra zarfı, yapıştırıldığı yerden yırtarak okumaya başladı, demir direğe yaslanmış olarak!... Ramazan, Mudi’ ye kısaca anlattı durumu. Birlikte kıs kıs güldüler… Ramazan, beş-altı metre geriden seslendi: “ Enişte döviz de çıktı mı zarftan? ” Hüsmen, mektubun ilk iki-üç satırını okuyunca anladı, akşam yazdığı mektubu okumakta olduğunu! Şimdi durumu kurtarmak için ne yapmalıydı? Önce gözlerini mektuptan ayırarak öylece kaldı bir süre… Sonra Ramazan’ a yaklaşarak, “ Gene yapacağın .bneliği yaptın! Bari bunu kimseye anlatma arkadaş! ” dedi. Başka da bir şey söylemedi. Ama Ramazan bu; kulağına giden kesesine gider, bunu da anlatmasa çatlar ne ederdi… Rahmetli Hüsmen arkadaşın bu türden dalgınlıklarına en çok tanıklık edenlerin başında Mudi, Ramazan ve bir de Ali arkadaş vardı. Her üçü de aynı vardiyada yıllarca çalışmışlardı ve Hüsmen’ in bir şekilde içine düştüğü komik durumları etrafa yaymakla görevli gibi çalışıyorlardı. Ancak Mudi’ nin bu konuyla ilgisi daha çok, Hüsmen’ in yardımcı operatör olarak aynı makinada çalışıyor olmalarından ileri geliyordu. Ramazan ve Ali arkadaşlarsa taşkalanın ortasındaki gönüllüydüler. Hüsmen bir şekilde bu türden bir boşluğa düştüğünde, adı geçen taşkala ekibinden kim varsa, o an orada olmayanların bu durumu duymaması için adeta yalvarıyordu. O yıllarda işletme, Libya’ ya işçi gruplar yolluyordu altı aylığına. Bu grupların birisinde Ramazan da yer almıştı. Oradan Mudi’ ye bir mektup göndermişti. Selam-kelamdan sonra Mudi’ ye sıkı sıkıya tembih ediyordu Ramazan. “ Zarfın içinde bir gazete kupürü var! Oradaki fıkrayı benim sevgili eniştem Hüsmen’ e okumazsan vallahi gücenirim!.. Aman ha! Oku ve sonucunu ben dönünce anlatırsın! ” Mudi, söz konusu fıkrayı iş arkadaşına okudu, uygun bir zamanını kollayarak! Hüsmen, “ Şu . bneye bak hele! Taa Libya’ dan benimle uğraşıyor! ” diye söylendi. Ama, fazla uzatmadı. Fıkra ‘ Üsmen Ağa Trende , adıyla şöyle: “ Günlerden bir gün, Hüsmen Ağa trenle yolculuk etmek zorunda kalmış ve bir kompartımanda tek başına oturmuş. Başka yolcu yok! Tren hareket etmiş. Hüsmen Ağanın oturduğu yerde başının arka tarafına bir çivi denk gelmiş, tren sarsıldık sıra kafanın arkası açılmış, üst baş kan içinde! Birkaç istasyon sonra kondüktör girmiş bilet kontrolü için. Kondüktör heyecan içinde, “ Aman amca, ne oldu size? ” İlk yardım! Treni acil durdurmak, gibi önlemler sıralarken Hüsmen Ağa, başına gelenleri anlatmaya çalışıyormuş: “ A! Be yav! Sorma kızanım! A! Şuraya oturdum… Bir çivi denk gelir kafama! Tren gel-git eder, çivi deler kafamı! Akar kancağızım!... ” Kondüktör, “ Amca! Tamam da! Madem öyle! Yer değişseydin ya!... ” Hüsmen Ağa: “ Tamam be yav! Aklısın da!... Benden başka kimse yok ki; kiminle yer değişeyim? ”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mudi Beya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |