"Hemen yüzüne gül suyu seperek Leyla'yı ayılttılar." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Şimdi her namaz öncesi okunan ezanlarda Muteyi yeniden yaşıyorum ben. Bulunduğum yer iki caminin yanı başında. Birisi Kanuni Sultan Süleyman’ın genç yaşta vefat eden sevgili oğlu Şehzade Mehmet için yaptırdığı Şehzade Mehmet Camii diğeri ise alabildiğine mütevazı, kendi halinde, sevgiliye meftun, içinde bulunduğu zaman ve mekânın yüküyle yüklenmiş Burmalı Mescit. Küçücük Burmalı Mescit Şehzade Mehmet Camiinin avlu duvarının hemen dışında. Şehzade Mehmet Camiinin muhteşem mimarisinin, görkemli kubbelerinin yanı başında o ne kadar görkemli ise bu o kadar mütevazı. Lakin İstanbul’daki tek burmalı mescit olduğunun da kesinlikle farkında. Bense artık saymayı bıraktığım on yıllardır ikisi arasında birbirini kovalayan baharların telaşıyla yaşayıp gidiyorum. Sahi Mute demiştim değil mi, her namaz anında hatırıma düşeni anlatırken. Neden Mute? Bir gün yolunuz düşerse bu taraflara, namaza biraz erkence gelin, namaz vaktini Şehzade Mehmet Camiinin bahçesinde bekleye durun. Sonra ezanlar yükseldiğinde hele bir dikkat kesilin bakalım. Allahu Ekber Allahu Ekber, işte şimdi o soluklanırken diğer minareden yükselen aynı muhteşem sesleniş, Allahu Ekber Allahu Ekber. Sonra diğeri kaldığı yerden devam ediyor. Onun her susuşunda diğer minare kutlu sedayı alıp yükseltmeye devam ediyor. Mute savaşındaki komutanların şehadetleriyle elden ele devrolunan kutlu sancakla bire bir örtüşmez tabii ki. Ama yine de her iki camide tekrarlanan bu ezan sefası, sırayla tekrar tekrar yapılan salat çağrısı bana Mute’yi hatırlatmaya devam ediyor. Camilerin içerisini görebilmem bana nasip olunan nimetlerin dışında elbette ancak bana öyle geliyor ki Mute’nin kutlu mücahitleri de ön saflardaki yerlerini almış, bir daha, bir daha kıyama kalkıyor her vakit namazında. Ben bu bahçenin mihenk taşıyım belki de. Bir minicik tohum olarak düştüm kara toprağa. Kapkaranlıktı toprağın altı. Kimsecikler yoktu, yalnızdım ve ne yapacağımı bilmiyordum bile. Hiçbir şeyde yapmadım zaten, her bir hücrem öyle güzel yaratılmıştı ki. Zamanı gelince içimdeki kıpırtılarla birlikte kök saldım toprağa, sonra fark ettim ki toprakta benimle aynı zikrin içinde, aynı şükürle, aynı makamın kapısındayız ikimizde. Artık daha rahattım, biliyordum ki yaradan her daim bizimle ve her eylediğimiz onun izniyle. Sonra bir gün yol verdi toprak. Aydınlık bir dünyanın içindeydim artık. Beni besleyen köklerime güneşten aldıklarımı hediye ederek büyüdüm. İnsanlarla tanış oldum bu süreçte, kuşlarla, böceklerle, otlarla, rüzgârla, yağmurla, karla daha bir sürü yaratılanla tanış oldum. Beni en çok şaşırtan insan oldu desem inanır mısınız bana? Önceleri beni fark etmediler bile. Bazen üzerime bile bastılar. Sonra biraz daha büyüyünce yapraklarım onları gölgeleyecek kadar olunca daha yakından tanıdım onları. Sonra Allahın bana verdiği ömür ilerledikçe, dallarım yukarılara doğru uzandıkça insanların bakış açıları ürküttü beni. Bahçedeki en yaşlı ağacım ben. Şuradaki çınarın, az ötedeki ıhlamurun, şu kimseleri beğenmez, salkım salkım çiçeklerinin rayihasıyla bizzat kendisi sarhoş, kurumlu akasyanın hepsinin büyüyüp serpilmelerine şahidim. Zaman içinde dibimdeki topraklar çekildikçe köklerim açıkta kalmasın diye etrafım taş duvarlarla çevrilip daha fazla toprakla dolduruldu. Şimdi bir bahçe içerisinde ama devasa bir taş saksıdaymışım gibi görünse de köklerim çoktan bahçenin dört bir yanına ulaştı. Şimdi ben bu taş duvardan örülü tahtım üzerinde Allah’ın nimetleriyle nimetlenmekteyim. Nimet sadece İnsan’a mıdır? Elbette değil, hangi birini saysam ki size yağmur nimettir bana, rüzgâr ayrı bir nimet, toprak, güneş, şu dallarımı mesken tutan kuşlar. Nasip edeni tespih ederek geçer bizim her bir vaktimiz kara toprakla mavi gökyüzü arasında. Yıllar içinde bu koca gövde neler gördü, nelere tanıklık etti deseler anlatmaya dermanım yetmez. Fakat uzunca bir zamandır yaşadığım üzüntüyü sizinle paylaşmak istiyorum. İnsanlar geliyorlar yanıma, ne güzel hoş gelmişler safa gelmişler. Ama elleri boş değil tabii ki. Bir sürü çalı çırpı. Benim hemen dibimde bazı şekiller yapıyorlar. Beşik gibi, ev gibi değişik şekiller. Ellerindeki anahtarla toprağı sanki kapı açar gibi çevirip duruyorlar. Önceleri bunları anlamadım. Uzunca bir süre ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sonra anladım ki bu insanlar dilekte bulunuyorlar. İlahi insanlar ben bir ağacım işte. Gördüğünüz gibi yerinden kımıldayamayan, yağmur getirip bırakmasa suya hasret kalan bir ağaç. Niçin böyle yapıyorsunuz? Geçenlerde bir aile geldi yanında küçük çocuğu ile. Çocuk annesine ne yaptığını soruyor merakla. Hanım ise uhrevi havasının bozulmasından sinirli ‘Allah’a dua ediyoruz işte’ diyor. Çocuk şaşkın başını kaldırıp bana bakıyor, sonra etrafına. Allah burada mı ki? Hayır, canım diye azarlıyor ailenin babası, ‘Allah her yerde’. O zaman biz niye taaaa Ümraniye’den buraya geldik ki anne? Çocuğun bu cevabına çok güldüm. Uzun zamandır gülmediğim kadar hem de. Sahi niçin dua etmek için çer çöp toplayıp buralara kadar geliyorsunuz ki? Sonra ezan okunuyor, işte yine aklımda Abdullah Bin Revaha ve diğerleri. Neyse şimdi bu aile namaza geçer ben de bu durumdan kurtuluveririm. Hayret işte ezan bitti ama namaza gitmiyorlar. Hala burada toprağa şekiller vermeye devam ediyorlar. Gelmişken arabada dileyelim kız üniversiteyi kazansın, oğlan işe girsin… Öyle daralıyorum ki köklerimi toprağın bağrından söküp insanların olmadığı bir dağ başına, çok uzaklara insanların bilemediği uzaklara gitmek istiyorum. Dua elbette ki Rabbimin kullarına bir ihsanı, bir ikramı ama dua değil ki bu insanların yaptığı. İşte ezan okundu Rabbiniz sizi çağırıyor. Kılın namazınızı, sonra dualarınız meleklerinkine karışsın. Fatiha’nın sonundaki her âmin sizin âmininize karışsın, alsın götürsün onu kabul göreceği makama. İşte böyle…Bu insanlar benim, ben bu insanların imtihanıyım. Af diliyorum Rabbimden. Benim bir dahlim yok bu işte. Şahidimdir rüzgâr. Rüzgârdan yardım istiyorum her akşam olduğunda, kuşlardan, alın köklerimin üzerinden bu çöp yığınlarını rahatsız oluyorum onlardan. Çekilsin bu insanların anlamsız yükleri üzerimden. Ama biliyorum ki her doğan gün yeni insanlar birbirine benzeyen dileklerle buraya gelecekler. Korkarım yine namaza değil, çöpten ayinlerle gelip gidecekler.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esma Uysal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |