Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Hz. Mevlana, kendisi hakkında vefatından sonra dedikodular çıkacağını, birçok konuda yanlış anlaşılacağını biliyordu ve: ‘Benimle ilgili iddialara cevap vermeyin, ahirete bıraktım’ demiştir, yine de belli konulara ışık tutmuştur Mesnevi’sinde. Örneğin; Şems ile arasındaki dostluğu başka yerlere çekmeye çalışanlara sitem etmiş ve ‘ Beni nasıl yanlış anlar bir Müslüman, Yakup aleyhisselamın oğlu Yusuf aleyhisselama nasıl seslendiğini, hislerini bilmezler mi!’ der. Gerçekten de Şems ile Mevlana arasındaki aşkı herkes tıynetine, fıtratına göre anlar. Tasavvufun bir okyanus olduğunu, rehbersiz girmenin sakıncalarına değinen Hz. Pir, hak yolundan ayrılmamayı da önemle vurgular. Öncelikle Mevlana’nın Moğol casusu olduğuna dair iddiaya değinelim: O dönemde Moğolların bir ajana ihtiyacı yok, savaş usulleri bilinir, üç kez elçi gönderirler, ne yapacaklarını, ne olacağını söylerler, teslim olunmadığı takdirde istilaya başvururlar Moğollar. Zaten güçlü ve organize durumdaki bir imparatorluğa karşı Selçuklular, bu seviyede değillerdi güç bakımından. Hatta Alaeddin Keykubad’ın elçisini kardeşim diye karşılayıp, aynı soydan saymaları, kardeşimin ülkesine girilmeyecek şeklinde Cengiz Han’ın talimat vermesi Moğollar ile Selçukluların ilişkilerinin iyi olduğunu gösterir. Keykubad’ın vefatından sonra başta oğlu Gıyaseddin ve emirler hırsa kapılır, yanlış işlere girişirler. Mevlana ise bu yanlışlıklar karşısında ;Moğollarla kötü olunmaması, Cengiz Han ile yukarıda bahsettiğimiz sözleşmenin, sulhun sürmesini tavsiye eder. O dönemde ticari faaliyetler oldukça iyiydi, tüccarların imtiyazı fazlaydı, güvenlikleri son derece önemliydi. İşte böyle huzurlu bir ortamda Selçuklu emirlerinden biri, Cengiz’in tüccarlarından beş yüzünü casus oldukları gerekçesiyle öldürtür. Cengiz bu duruma hem çok kızar, hem de ‘ Hadi birkaçı casustu, suçluydu, beş yüz tüccarı öldürmek nedir?’ düşüncesiyle on gün boyunca bir mağaraya kapanıp düşünür, nihayetinde Selçuklulara saldırır ve onları yener. Selçuklular, Cengiz’le çok güzel bir anlaşma yaparlar, buna göre Konya istila edilmeyecek, Selçuklular Moğollara vergi verecektir. Katılıkları ve gaddarlıklarıyla nam salmış Moğollarla böyle bir sonuç elde etmek büyük başarıdır. Bu başarıda büyük saygı ve ilgi gören Mevlana’nın etkisi büyüktür. Moğollar, Mevlana’nın adını İran’dan duymuşlardır. Çünkü İran, daha doğrusu Araplar şiire, şairlere çok kıymet verirdi, Türklerden de böylesine büyük bir şairin çıkması duyan herkesi etkilemiştir. Moğol sultanlarından Gazi Noyan, Konya’yı kuşattığında Mevlana ile görüşür, Hz. Pir’in bir gazeliyle saatlerce ağlar hatta. Mevlana o dönem hem Diyanet başkanı, hem de şimdinin YÖK başkanı gibi görülür, kendisine saygı gösterilirdi, dahası Selçuklu sultanı arkasında namaz kılardı. İşte Mevlana sayesinde Konya, dönemin keşmekeşini savuşturur. Hz. Pir hakkındaki suçlamalardan bir diğeri, onun eserlerinde Türklerden hiç bahsetmediği, Türkleri sevmediği, Türkçe yazmamasının da buna en büyük delil olduğunun iddia edilmesidir. Mevlana’nın dostu, can yoldaşı Şems-i Tebrizi, Azeri kökenli bir Türk’tür ve Hz. Mevlana her şiirinde Şems’i; ‘Türk’üm’ diye sever. Türkler dobradır, nettir, her şeyi hesapsız kitapsız en saf şekilde ortaya dökerlerken, Acemler fesat ve kibirlidirler. Mevlana şiirlerinde Türkleri bu nedenle hem över, hem de kolay aldatılabilecekleri kaygısıyla eleştirir. Türkçe yazmama mevzusuna gelecek olursak; O dönem Farsça çok hakim, gelişmiş bir dildi. Türklerin yazılı edebiyatları ise göçebe kimliklerinden dolayı pek gelişmemişti. Ayrıca henüz Müslüman olmamış geniş bir coğrafyada Türkçe bilinmiyordu. Edebi ifade kudretinde de Farsça oldukça etkili, gelişmiş ve önemsenen bir dildi. Fakat asli neden daha geniş kesimleri Müslümanlığa kazandırmaktı ki, bu seçim can yoldaşı Şems tarafından da önemsenmiş ve desteklenmiştir. Ayrıca Horasan erlerinin kökenlerini ön plana çıkarmamak gibi bir tarzları vardı, bu Mevlana’da da, Yunus’ta da, Hacı Bektaşi Veli’de de böyledir. Sultan Alparslan’ı bir şiirinde övmesi, İstanbul’un fethine işaret etmesi bunun sonucu olarak peygamberimizin övdüğü millet olduğumuz vurgusunu yapması, nihayetinde bir şiirinde: ‘ Dilim acemce söylüyorsa da aslım Türk’tür’ demesi bu suçlamalara en net cevaplar olacaktır. Umuyorum ki bu konuda ifade etmeye çalıştığımız fikirler ikna edici olmuştur. Bu konuda güvenilir isimlerin takip edilmesi, eserlerinin okunması bize açılan dünyayı daha da aydınlatacaktır. Son olarak; Allah ayıpladığı, davranış, söz ve tutumlarını hoş görmediği insanı, Allah dostlarına iftira atmakla toplum içinde açığa çıkarır, diğer insanların da bunu anlamalarını sağlar. Bu yüzden kime muhalefet ettiğimize dikkat etmemizin, ağzımızdan çıkan kelamın nerelere varacağının iyi hesap edilmesinin sağlıklı bir eylem olduğunu düşünüyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © YUSUF ALPASLAN ÖZDEMİR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |