"Bilmezlik ile ne hoştum; hayalimde ne güzellik, ne de aşk vardı." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Denizler kirlenmesin diye okunmuş pirinç bırakıyorum(!) Siz neler yapıyorsunuz acaba, merak ediyorum? Fazla merakın nasıl bir sıkıntı yarattığını bile bile. Çünkü fazla merak, bilim doğurur, fazla merak ufku geniş tutar, fazla merak, gerçeklerle hayaller arasında bir köprüdür, fazla merak yaşamın kalitesini artırır, fazla merak bozuk zihniyetlerin yenilenmesi için bir girişimin hazırlık devresidir… Merakı köreltilen toplumlar, yaşam kalitesini düşünecek bir bilgi ve ilgiye sahip olmadıklarından, kendilerine sunulanla yetinirler ki, bu tür insanlar yaşayan en tehlikeli varlıklardır. Zihniyeti bozuk her tür yöneticinin verdikleriyle yetinip bu verilenlerin devamını sağlamak için her tur çirkefliği yapmaya hazırlardır. Zulmün planlayıcıları yöneticiler, uygulayıcıları ise bu tür toplumlardır. Zulümlerine maruz kalacakların iyi ve kötü oluşlarına bakmazlar. Tek baktıkları, arkalarında kendilerini yönlendirenlerin yüzlerindeki ifadedir. O mutluluğu görüyorlarsa, kendi çocuklarını bile yok etmekten imtina etmezler. Bu tür toplumlar her ülkede biraz olmasına rağmen, Ortadoğu, Orta Asya, Güney Asya, Afrika ülkelerinde daha yaygın bulunmakta. Bu gruba dâhil olmayanlar da bilimkurgu filmlerindeki uyumsuz modellerdir ki, bunlar da yok edilmesi gereken sosyal bozukluklara sebep olan üretim hataları olan ürünlerdir. Bunların ya yok edilmesi, ya üretim hatalarının giderilmesi gerekir. Bir yönetici sürekli yalan söylüyorsa, etrafındaki kişilerin emeklerinin karşılığını vermek yerine, onları azami ölçüde çalıştırıp, asgari ölçüde ücretlendiriyorsa, bu duruma maruz kalan kişiler de yaşantılarının gerekçesini bir hikmet sayıp, yöneticiye destek çıkıyor ve kendileriyle aynı ortanı paylaşanlardan rahatsızlık duyanları yönetici adına susturuyorlarsa bundan daha büyük zalimlik olmaz. Bu zalimliğin en önemli göstergelerinden biriydi Libya ve Mısır ayaklanmaları… Buradaki yöneticilerin kötü olduklarından değil, halkın içlerindeki kötülüğün başkaları tarafından dışa vurulmasının bir tezahürüydü. Özellikle Libya’da kendilerini rahat ettirmek için çabalayan birini linç etmekten çekinmeyen zalim bir halk vardı. Ama zulüm kişinin algılamasıyla ilgili olan bir durum… Bunun Zulüm olduğunu Libya halkına anlatamazsınız. Çünkü anlatabilmenin yolu, onları bu yola sevk eden odakların sunduklarının üzerinde bir çaba sarf etmeniz ve o süreçten fazlasını kullanmanız gerekecektir. Bir toplum çamaşır gibidir; kirlendiğinden erken ve ciddi bir temizlik yapmazsanız leke bırakır ve her seferinde bu lekeler çoğalarak halk arasında “aşkarlanmak” olarak tabir edilen artık kullanımı mümkün olmayan hale dönüşür. Artık kir ve pisliği bir yaşam biçimi gibi görmeye başladığından ona temiz olmayı öğretme ve benimsetme imkânınız neredeyse ortadan kalmış olur. Pekâlâ, bu durumda ne yapılmalı? Eğitim… Bir toplumu bozmanın da, düzeltmeninde tek yolu eğitimdir. İnsanoğlu bozulmaya meyilli olduğundan üç yılda bozabildiğiniz bir sosyal yapıyı, ancak dokuz yılda düzeltebilirsiniz. Nasıl bir eğitim gerekiyor? Önce sahtekâr yöneticilerin elinden toplumu kurtarmak… Sonra toplumun öncelikli ihtiyaçlarını gidermek… Arkasında da eğitimi başlatmak… Eğitim her alanda olmalı. Çevresi dört duvar, bir akıllı tahta, bir kendine ve çevresine olan güveni özellikle sarstırılmış, şaşkın ve çaresizliğe mahkûm edilmiş öğretmenden, dilenci misali kapı kapı dolaşarak, kendinin saydığı, etrafı dikenli tellerle ve yüksek duvarlarla çevrili yarı açık ceza ve tevkif evlerinden bir farkı olmayan, adına okul denen bina ve yöneticilerden kurtarmakla başlanabilir. Bir çocuk doğduğu andan iş hayatına atıldığı ana kadar, sürekli aynı model binalara tıkılıp, eğitim adı altında en asgari hesapla yirmi iki yıla mahkûm ediliyor, sonra da ondan üstün bir başarı bekleniyor. Doğadaki bütün canlılar gerek mizaç, gerekse bünye olarak birbirlerinden farklı yaratılmışlardır. Acaba, bir ineğin et yediği, bir kurdun ot yediği, bir ağacın bir çiçek yediği, bir çiçeğin karınca ya da tırtıl yediği bilinen bir şey mi? O zaman aynı yerde bir ressamla bir demircin, bir şairle bir mühendisin, bir kâşifle bir şoförün ne işi var, söyler misiniz? Hangi mantıkla bu birbiriyle ilgisi olmayan kişilerin aynı bilgi birikimini zorla yüklemeye kalkışılıyor. Amaç ne? Eğitim ülkemizde 12 yıl zorunlu, artı iki ya da dört yıl ise, bu zorunluluğun köreltmesi sonucu görülmek istene mecburi eğitim… Derler ya “Buyur burdan yak.” Yak da görelim. İşte böyle kör topal bir eğitim ile nereye saldıracağını bilmeyen garip bir topluluk ortaya çıkıyor. Çünkü sözüm ona, aldığı eğitimle tutabileceği bir iş yok. Ya hırsızlık yapacak, ya arsızlık… Ne yapsın 18 yaşına gelmiş bir çocuk. Hangi mesleği öğrenebilir? Çırak eline çekiç almazsa, mobilyacı bir tahtayı planyadan geçirmek için kendisine gelecek sırayı yakalayamazsa (keza diğer meslekler de aynı) 18 yaşına geldiğinde bu adam ne yapar? Ancak bir partiye üye olur ve mitinglerde karnını doyuranlar için slogan atar. Ha kıraathanelerde çay içip, gıybet de edebilir. Politikacıların eğitimle ilgili dertleri var mı? Yok. Çünkü onların çocukları çeşitli bahane ve halkın paralarıyla zaten yurt dışında okumaktalar. Yarın mezun olduklarında da aileleri köle olarak gördükleri bu halkın başına onları nasıl olsa kâhya yapacaklardır. İşte bu yüzden ben diyorum ki, kendi konumlarını fark etmeyen ve ehven-i şer peşinde koşan halk yöneticilerden daha zalimdir. Çünkü o yöneticilerin ellerine o dizginleri veren ve kayıtsız şartsız itaat edip kendi haklarını bile savunmaya çabalayanları susturan bu halktır. Eğitim kısa süreli bir yatırım değildir. Çinliler “Bir yıllık varlık istersen buğday, on yıllık varlık istersen ağaç, yüz yıllık varlık istersen insan yetiştir” derler. Uzun da olsa, çetrefilli de olsa, bu bir insanlık borcudur ve yerine getirilmelidir, diye düşünüyorum ben. Allah Kur’an-ı Kerim’de cennet ayetlerinden boşuna bahsetmiyor. Müslümanın görevi, o tasvirlerdeki cenneti yeryüzünde oluşturmak için göstereceği çabadır. Yoksa o tasvirlerdeki cennette yaşaması mümkün değildir. Eğitimsiz bir cennete sahip olamazsınız. Çünkü ilim sizin üzerinize farz kılındı. Başkaları sizin adınıza karar versin ve sizi olmadık yerlere sürüklesinler diye siz yaratılmadınız ey insanlar. Nas olmayın, insan olun ki, Hakk’ın rahmetine mazhar olabilesiniz. Benden bu kadar… Sizden ne kadar göreceğiz… Sürç-i Lisan eyledikse affola… 15 Temmuz 18 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |