"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka |
|
||||||||||
|
Şimdi diyeceksiniz ki, bu masal da nereden çıktı? İşte çıkış noktası: Bugün bir yazı okudum. Yazı bir gencin “Gençlik nereye gidiyor?” sorusuna verilen cevaplara eleştirisi… Bu genç de biz yetişkinleri eleştiriyor ve bu eleştirisinde yerden göğe kadar haklı… Özetle bu genç arkadaşın dediği şu; siz bizi nasıl yetiştirdiniz de, bizden ne bekliyorsunuz… Evet, biz yetişkinler, nasıl bir nesil yetiştirdik de, nasıl bir nesil bekliyoruz? Hangimiz Asım’ız ki, Asımın neslini bekleme hakkına sahip olalım ya da hangimiz Mustafa Kemal olduk ki, Mustafa Kemal nesli bekleyelim… Üzerinde çok durulan tarihimizi bize unutturdular, kendi ecdadımızı tanımadık ya da bize doğru tanıtılmadı iddiasıyla başlamak istiyorum söze. Cumhuriyet dönemi yapılanlar üzerinde durarak, kendimce bu konuya da bir nebze açıklık kazandırmaya çalışacağım. Bize tarihimizi kimler nasıl unutturdu? Bizim yazılı bir tarihimiz var mıydı? Bu tarih bizim ne kadar bir sürelik yaşantımızı kapsıyordu? Ne vardı, neyi okumadık? Haklı olarak, övünerek, dilimizden düşürmediğimiz altı yüz yıl hüküm sürmüş bir devletin kendi tarihinden başka arşivlerinde hiçbir Türk devletinin adına rastlamak mümkün değil. Biz, unutturulan tarihimiz derken, neyi kastediyoruz? Osmanlıyla Türkiye Cumhuriyeti arasındaki yüz yıllık bir süreyi mi? Daha öncesi zaten bütün tarih kitaplarında var. İtiraz konusu da sanırım bu noktada başlıyor. Biz cumhuriyet öncesi yüz yıllık süreyi öncelersek, tarihin bütün sıkıntılarını da halletmiş olacağız. Böyle bir mantık olabilir mi? Bu iddianın kaynağına bakacak olursak, Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’yı yok saymış olduğu iddiasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Osmanlı’ya bakalım; kendinden hemen önce Selçuklu devleti vardı. Osmanlı kurulurken, “Aman bir Türk devleti var. Onu devam ettirelim. Ne gerek var şimdi yeni bir devlet kurmaya” dedi mi? Kendi devletini kurup, kendine itaat etmeyenleri de zorla yola getirmedi mi? Kaç beyin kafasını kesip, topraklarını ilhak ettiler, dersiniz? Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti, çöplük denilecek bir yığından ayıklanarak kuruluyor, Osmanlı olarak devam etmesi bekleniyor. Oh, ne güzel… Elbette bunların bir artısı eksisi olacak. Kendi vatanlarının değerini hiçe sayıp, İngiliz sömürüsüne, Amerikan mandasına, Alman yardımlarına sığınmaya çabalayan vatan hainlerinin akıbeti de elbette gerektiği gibi olacaktır. Osmanlı döneminde yazılan bütün tarihi vesika ve kitaplar sadece Osmanlıyı anlatmakta ve kendinden önceki Türk devletlerinden de, kendi dönemindeki Türk devletlerinden de söz etmemektedir. Hatta Osmanlı çağdaşı olduğu Türk devletlerini din düşmanı olarak kendi halkına lanse edip, kendini haklı çıkarma çabasına girişmiştir. Oysa anlatılanların din düşmanlığıyla bir ilgi olmadığı, aksine hükümdarlar arasında bir üstünlük mücadelesi olarak geçtiği apaçık ortadadır. Ama bir takım kimseler hâlâ “Osmanlıcılık yapacağız” diye, bütün Türk devletlerini Osmanlı mantığıyla yok saymaktalar. Yok olan bir devletin bu mensuplarını anlamak mümkün değil, bunlar hâlâ cumhuriyet düşmanlığı yapmaya devam diyorlar. Ülkede ihmal edilen eğitim ve gençlik konusuna bir göz atalım. Cumhuriyet kurulduğunda, ekonomi sıfır… Üniversite yok. Ortaöğretim yok. İlköğretim yok. İstanbul’daki Darü’l Fünun ve Ankara’da kurulan Dil, Tarih ve Coğrafya eğitimlerine elde mevcut olan ve dışarıdan getirilenler ilim adamlarıyla eğitime başlıyor. Arkasından Köy Enstitüleri ve Kız Olgunlaşma Enstitüleri kuruluyor. Buralarda yetişenler gönüllü (tabiri caizse) devrim mücahitleri olarak yurdun her yerine dağılıp eğimlere başlıyorlar. Bu kişiler tarım ve hayvancılığı da günün şartları doğrultusunda modern bir seviyeye ulaştırma çabasına girişiyorlar. Bu insanlara bugünkü sığ Osmanlıcılık yapanlar gibi, o günküler de, kadınlara fahişe, erkeklere ahlaksız ve namussuz damgası vurma uğraşlarına giriyorlar. Atmadıkları iftiralar kalmadığı gibi, aralarında öldürülenler bile oluyor. Mustafa Kemal’in ölümü üzerine, İsmet İnönü Mustafa Kemal’in sağlığında imrenip de yapamadıklarını yapmaya başlıyor. Kendi adına ve kendi resminin olduğu paraların basılması gibi daha birçok şey… Bu adeta padişahlığa bir özenti görünümünde… Oysa irade bir kişinin elinden alınıp, halka veriliyor. Halkın içindeki bir takım bilgisiz kimseler de, kendilerine tanınan bu hakkın kendi hakları olmadığını padişaha verilmesi gerektiğini savunmaya devam ediyorlar. Kat edilen yol neredeyse geriye dönmeye başlıyor. İkinci dünya savaşı, ülke ekonomisindeki gerileme çatlak sesler çıkmasına ve İnönü’nün de bunlara hâkim olamayışına dayanıyor. 1946 yılına kadar, Alman sempatizanlığı yapan dönemin CHP’si, çizgisini değiştirip Amerikan sempatizanlığına başlıyor. Parti içindeki Celal Bayar ve Adnan Menderes partiden ayrılıp, yeni bir parti kuruyorlar. Bu iki kişinin gerek kendi amaçları, gerekse kendilerinden beklenen toprak reformunun ortadan kaldırılması ve toprakların tek elden yönetilmeye devam edilmesi beklentisi kesişiyor. Zaten Celal Bayar da, Adnan Menderes de kendi memleketlerinde köy ve toprak sahipleri… Bu hamle ile yitirilen ağalık itibarları geri kazanılmış olacaktı. Halkı buna ikna etmenin en iyi yolu ise, halkın tedirgin olduğu ezanın yeniden Arapça okunması… Ezan yeniden Arapça okundu, halkın gözünde bütün sorunlar da çözüldü. Tabii bu arada Marshall yardımlarıyla ekonomideki günübirlik rahatlamaları da saymak lazım… 1920 ile 1940 yılları arasında açılan birçok fabrikanın kapanması bu rahatlamanın birer bedeliydi. "Gençlik nasıl heba edildi?" sorusuna gelelim: Başbakan Adnan Menderes (yanlış hatırlamıyorsam) parti kongrelerinin birinde yaptığı konuşmada “Ben, benden daha iyi düşünen kimseleri etrafımda istemem” diyor ve akabinde Köy Enstitüleri ile Olgunlaşma Enstitülerini kapatıyordu. Amerika hayranlığı ve özellikle eğitimdeki bu yanlış uygulamalarla uzun süre mücadele edildi. Yapılan darbelerle iş başına gelenler ise Adnan Menderesin çizgisini bozmadan Amerika yandaşlığına devam ettiler. Sadece Menderes’in bedeni asıldı, düşünceleri onu asanlar tarafından sürdürüldü. Hatta sırf intikam ve birbirini yatıştırmak için Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edildi. Bu idamı onaylayan bir hayli ahlaksız CHP’liler de vardı. Yıl 1950 ve şimdi 2019. Bu süreç içinde çok kısa aralıklarla üç kez Ecevit koalisyonlu iktidar olabilmiş, bir de 1960-1964, 1971-1972, 1980-1983 yılları aralığında askeri yönetimler ya da askerin yönetmesini istediği yönetimler başa gelmiş. Geri kalan sürenin tamamını ya muhafazakârlar, ya dinciler yönetimde hak sahibi olmuşlar. O zaman bu ülkenin ahlakını, düzenini, eğitimini, ekonomisini, aile yapısını komünist Ruslar mı, Küba’dan gelenler mi, yoksa Hintliler filan mı bozdu? Kim bozdu? 17 yıldır bu ülkeyi kendisine "Müslüman" diyen bir kesim tek başına yönetiyor. Değiştirmediği kanun kalmadı, sıkıştığında kanun tanımaz olduğunu bile vurguladı, hatta anayasa mahkemesini tanımadığını söyleyerek bildiğini yapmaya devam etti bu hükümet. Medya derseniz, tamamı elinde… Neyi istedi de yaptıramadı? Birçok sanatçıyı kendi dünya görüşünde değil, kendilerini desteklemiyor diye, hiçbir medya organında faaliyet göstermelerine izin verilmedi. Ayrıkotu gibi biten şirketlere bir bakın bakalım; bu şirket sahipleri nereden nereye, kimin sayesinde geldiler? Önce öğretmen liselerinin işlevselliğin bertaraf edildi, sonra Anadolu Liseleri yabancı dille eğitim vermesi kaldırıldı ve İmam Hatip Liselerinin itibarı sağlanmak için bütün liseler Anadolu lisesine çevrilip eğitim bitirilme yoluna gidildi. bununla da kalınmadı, zibil gibi üniversiteler açılarak beş kuruşluk bilgisi ve liyakati olmayanlar akademisyen ilan edildi. bizler de gördük ki, bir profesör bile hurafe üretebiliyormuş. Siz gençleri doğru ve istendik bir biçimde yetiştirebilmenin mücadelesini öğretmen denen bu zavallı mahlûkat vermeye çabalarken, günübirlik eğitimi yapboza çevirip, yetişmenizi kim engelledi? Hangi yetişkinler, hangi yetişkinlerin elinden sizleri alarak kendi ahlaksızlıklarına ortak etmek için yetişmenizi engelledi? Sizler şimdi kimin peşindesiniz? Bizler, sizi mağdur edenlerle mi cedelleşelim, yoksa sizleri yetiştirmek için tabiri caizse kıçımızı yırtmaya devam edip, ne ailelerinize, ne size, ne de sizi bu duruma getirenlere yaranamayalım. Ne yapalım? Atanamayan öğretmenlerin yaptığı gibi, elimizden bir şey gelmiyor diye, toplu intihar mı eldelim? Gençler siz söyleyin, biz yapalım. Sizin ailelerinizin istedikleri kişilerin istekleri sizin de, bizim de yakındıklarımız. Hâlâ beğenmeyip değiştirilen, ama bir boka da yaramayan yönetmelikler var. Buyurun cenaze namazına. İstediğiniz filmler zaten yapılıyor, Diriliş Ertuğrul, Söz, Nefes, Muhteşem Yüzyıl, Muhteşem Yüzyıl Kösem… Eğer bunlarla tarihi öğrenip sevecekseniz, buyurun… Ki, bu dizileri yaptıranların, yazanların, oynayanların hiçbiri bugün ne o ahlaka sahip, ne de oradaki yanlışlardan ders alan kişiler… Sadece kendilerinden toplumun gazını alıp, kendi peşinden daha bir istekle koşturacak bir sürüyü oluşturma çabasının gerçekleşmesine uğraşan bir ekip… Söz ve Nefes gibi filmlere gelince onlarda itibarını zedeledikleri ordudan bir tür özür dileyip, gönül almaktan başka bir şey değil. Keza kendi düşünce ve ideolojilerini filmlerde işletmeleri de cabası… Evet, cumhuriyet hiçbir işinize yaramadı, bu filmleri seyrederek siz Osmanlı’yı oynayın, Amerika ve Avrupa da sizinle oynasın. 1940 yılından beri gelip giden iktidarlar ocağımıza sürekli “İncir”lik dikti. Size bırakacağımız bir şey kalmadı. Size de Osmanlı hayalleriyle avunma kaldı gençler. Allah yardımcınız / yardımcımız olsun. Yoktan var edilen 15 Temmuz bayramınız kutlu olsun gençler. 12 Temmuz 19 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |