Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
‘Başlamadan hemen önce dipnot’u olarak şunu belirtmek isterim ki, noktalama işaretlerine inanırım. Evet,inanırım. Onlarla nefes alır, gülümser, nükte yapar, hatta uzun bir iç çekerim. Hepsi doğal olarak kendiliğinden gelmiştir, bilginize. Bugün, daha doğrusu akşam; gün sadece bitmişti. Ama ben bittiğini ne hissediyor, bitmese ne olacak anlam veremiyor ya da başka bir bitiş hayal edemiyordum. Sanki o ‘carpe diem’ler bir anda zamanı durdurmuştu ve askıda kalan tek insan bendim. Daha garibi bunu algılıyor ama kimseyle paylaşmak istemiyordum. Hayır bencil veya güvensiz değildim onlara karşı. Yorgundum sadece. Bu da benliğimin tersine. O sıkışmışlık anında, yalnızken ve yaşadığı zaman diliminden bir kerpeten ucuyla alınıp başka bir gerçekliğe itilmiş gibi dururken; ‘geçmiş’ yanıma geldi. Evet birden, kapımı falan da çalmadı. Beklemediğim de aşikardı. Geçmiş ‘kış soğuğu’ kılığında gelmişti yanıma. Diyeceksiniz ki, yaz soğuğu da mı olurmuş. Öyle değil. Kışın kokusunu da almış, gelmişti yanıma. Eli kolu da doluydu, hemen tanıyamama pek ses etmemişti sahi; demek bu yüzdendi. Bense sakin şekilde o gün bitiminde, o sıkışıklık anında alnım kırışık, göz bebeklerimde heyecanın kırıntısı olmayan tükenmiş halimle onu çıkarmaya çalıştım. Elinde getirdiği loş ışık sayesinde, odaklanınca anladım kim olduğunu. Yahu şimdi ‘Nasıl sadece sen fark ettin?’, ‘Gerçekten loş ışıktan mı ayırt ettin güzelim kışı’ diyenleriniz olacaktır. Yahut burayı hiç okumayanlarınız da. Benim derdim kendimle. Ama kendimi bulmak için de ihtiyacım var size. O yüzden önce burayı okumayanlarınıza sesleniyorum; gerçekten, çok da şart değildi zaten. Şimdi ise gelelim bu loşluğu sadece benim fark etmeme aklı takılanlara, ‘belki de en çok benim ihtiyacım vardı buna.’ İhtiyacın son dönemecinde hani, öyle susamışsın ki ölecekmişsin susuzluktan gibi, tutunmuşumdur loşluğa. Hem kış güzel müzel değil, üşüyor insan. Yani üşüyenlerimiz var.. Çıkardığımda göz ucuyla..kokusu ve loşluğuyla... ‘Ya dedim, sen yaşıyor musun be..’ Bu cümleyi duyan herkes bilir ki bu, ‘bir tatlı’ sitemdir. Çok özlenene. Ya da unutulmuş olup birden belirene. Benim yaşadığım ikincisiydi ve daha etkilendiğim kısım ise, ‘geçmişim’ 1 şey olarak gelmemişti ‘yanım’a. O zaman tabi yanım kirli, tükenmiş, kör ve yalnız. Geçmiş’i kabullenmek şöyle dursun, algılayamıyor değişimini. Umut’a gelişini. Gülümseyişini. Şefkat’e dönüşünü, sarışını. Hüzn’ü koluna takışını. Hiçbirinin bir öncekini terk etmeden o gerçeklikte yer alışını. Acele etmeyeyim yine de. Hepsinin hakkı var bu cümlelerde. Üşüdüm..Yine her zamanki gibi sonbaharın ayında gelmişti bana kış. Soğuktu işte, zevk almıyordum nefes bile almaktan. Halbuki alırdım. Üşüyordum sadece ve, bu gerçeklikle işkence edermişçesine kendime, vücudumun ritmik eşliğiyle sayıklıyordum. Üşüyorum-mutsuzum-üşüyorum-mutsuzum-üşü.. Ben böyle gezerken evin içinde annem olaya el attı. Zaten anneler her işe karışıp, burnunu sokmayan tek kişiler. Isıtıcıyı aradı, buldu, kurdu. Dediğim kadar kolay olmadı, ama başarmak annelerin. Isınmaya başlamıştım en nihayetinde ağzına yemek getirilen yavru bir kuş gibi. Bekliyordum...Neyi? Birden gelen şu geçmişi.. Önce geldiğini fark ettirerek bir ışık gönderdi göz bebeğime. Sarı. Umudun sarısıydı bu. İyiliğe inandığını hatırlatmanın. Kabullendim ve devam ettim ilerleyen dakikaları yaşamaya. Burnumda geçmişin kokusu. Annem de mi almıştı kokusunu yoksa, ya da eski fotoğraf albümünü gün yüzüne çıkarması tam da şimdi, sadece tesadüf müydü? Sormadım. İzledik işaret parmaklarımızın doğrultusu gösterirken siyah beyaz yüzleri. Tanımamızı çok istediği kişiler üzerinde, daha çok durdu parmak. Gözlerde sarı bir ışık, ah bu umudun değil; özlemin sarısı. Kahverengiye çalan. Bizse, kardeşimle en çok hangisinden söz ederken mutlu oluyorsa onlardan bahsettirdik ona. Yazısız bir sözleşme gibiydi, en çok özlenen en az konuşuldu. Ama kulaklarımızda sesi çınlıyordu şüphesiz. Üzerinden en çok zaman geçmiş fotoğraf, en çok atıp tuttuğumuzdu. Hatırlayamadığımız hislerimizi. Babam geldi, konuşmadı çok. Ama benzetti kendini babasına. Gözünde ışığın gölgesi. İşte böylece, hiç beklemediğim bir şekilde batırdık bir günü. Ellerim ısınıyor. Kolumda geçmiş, geçmişin sırtında koca bir yük. İlerleyen dakikaların akışkanlığıyla bir oluyor şimdi hepsi. Yaşıyorum, gözümde bir sarı ışık, ve gölgesi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Asya Tek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |