Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
Aileler verimli olduğu için içerdeki alanları oğullarına, deniz kenarını ise daha verimsiz olduğu için kızlarına vermişti. Yapılaşmaların başlamasıyla damatlar daha kazançlı hale geliyordu. Mehmet amca diye köyün çok yaşlı bir amcası vardı. Birinci Dünya Savaşını yaşadığı için tarihçiler gelir onunla söyleşi yaparlarmış. Beni derdi çelimsiz olduğum için Çanakkale'ye almadılar. Çok muteber bir amcaydı. Babamları çok sevmişti. Babamın müteahhit olması sebebiyle gelin size buradan yer verelim ev yapın kalın demişlerdi. Bir kaç yıl sonra Mehmet Amcanın kızı babama kendine ne yaparsan aynısını bana yap gelin size yer verelim demişti. Ufak şeylerden mutlu olan insanlardık. Bir gün denizde ponza, yüzen taş bulmuş ve onunla oynamaya başlamıştık. Uzaklara atıyor, yüzerek yakalamaya çalışan kardeşler ve kuzenlerden oluşan mutlu bir gruptuk. Yahşi Yalıya sürekli gelen ve her yıl kamp treylerde kalan yerli ve yabancı turistler de vardı. Alman bir karı koca da bunlardan biriydi. Adam sörfüne biner oldukça uzaklara açılır, bizde hayran hayran izlerdik onun maviye olan yolculuğunu. Fakat ismini şu an hatırlamadığım sörfçü alman bey bizim küçük mutluluğumuza katılıp bizimle oynamak istedi, sanırım mutluluğumuz ve neşemiz onu da çepeçevre sarmıştı. Karısı ise onun sörften gelişini bekler gibi bu sefer oyunumuza anlamsız anlamsız bakıyordu. Ponza taşını birbirimize atıyor yüzerek yakalıyorduk. Kim hızlı yüzerse o kapıyordu taşı. Aslında o sıralarda üniversite öğrencisiydik ama çocuksa mutluluk, kapitalin verdiği mutluluğa kat ve kat yeğdi. Denizde yüzer, yüzer sonra kendimizi kumsala bırakırdık. Üstümüz başımız kum olmuş vaziyette tekrar denize dalardık. Ben ablamlar kadar iyi bir yüzücü değildim, o nedenle kıskanırdım. Onlar alır başlarını ilerilere kadar giderlerdi. Jet ski denilen ucube taşıtlar yoktu. Çirkin, gürültülü, kirletici bu ucube taşıtları hiç sevmedim. Daha sonraki yıllarda Bodrum’un başka bir kıyısında ODTÜ’lü kardeşlerden birine jet ski çarpıp kızlardan birinin öldüğünü duyduğumda içimi büyük bir üzüntü kaplamıştı. İlk Ortakent’e gittiğimizde nasıl olsa bir pansiyon ya da ev buluruz diyerek valizimizi alıp gitmiş, valizlerimizi annemler bizlere bırakıp yer bakmaya gitmişler ve kaldığımız pansiyonu bulmuştuk. Tulumbalardan su çekerdik, kullanmak için. Pansiyon birbirine bitişik içlerinde banyosu olan odalardı. Mutfak açık alandaydı, herkes ortak kullanırdı. Masaların olduğu yeşil alanda yemeğimizi yerdik. Bodrumun havası şimdiki gibi nemli değildi. Akşamları hırkasız içlerde dahi oturamazdık. Ben Bodrumu bir sevdim bir nefret ettim. Bizim aşkımız inişli çıkışlı. Aslında bunda Bodrumun bir kabahati yok ki. Kabahatli olan doyumsuz hatta Bodrumu bile mahveden vahşi kapital. Devam edecek
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Leyla ÜNAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |