Yaşam başlangıcı olmayan bir yolculuktur. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Biliyorsunuz toprak doğurgandır yani anadır. Su ise ruhtur, derindir. Dünya’ya baktığımızda bu ikisinin uyumunu görüyoruz. 4/1’i toprak, geri kalanı su olan bu gezegende insanlar olarak küçücük bir noktayız oysa. Olması gereken değil “olan” insan, bir avuç açgözlü hatta gözünü kan bürümüş azınlık, girişte de söylediğim gibi aslında hep vardı, hep bizimleydi. Çünkü o bir avuç açgözlü gözünü kan bürümüş mutlu azınlığı bizler bu hale getirdik. Bizler, yani normal sıradan insanlar. Onları besledik, büyüttük, hatalarını görmezden geldik, sustuk ve ölümüne destekledik. Milattan öncesinde de vardılar. Firavun dediler, Tanrı’nın Gölgesi dediler, Tanrı’nın kılıcı, halifesi, krallığı dediler. İşin en acı tarafı da insanlık o bir avuç azınlığa en sonunda “Tanrı” bile dediler. Sanki insanları yaratan Tanrı değil de onları burada yöneten ve tanrı yerine koydukları kişiler yaratmış gibi. Tanrı’nın yarattığı her şeye sahip çıktılar. Dünyada gerçek Tanrı’ya ait hiçbir şey bırakmadılar. Toprağa, suya, insana, doğaya ve yaratılan ne varsa “Bütün bunlar benimdir,” dedi o azgın azınlık. Çoğunluk olan bizler ise onları alkışladık. Biz onları alkışlamaya devam ettikçe onlar kendilerini gerçekten Tanrı sanmaya başladı. Sonunda gerçek Tanrı bile şaştı kaldı bu işe, “Madem sizler kendinize Tanrı buldunuz o halde sizi baş başa bırakayım da mutlu olun,” dedi ve insanlığı terk etti! Bizlerin hiç bilmediği tarihlerden beri bu işler böyle oldu, düzen hep böyle ilerledi. Bir kişi çıktı, insanlar onu Tanrı yerine koydu, hatta ona taptı ve o kişi bu ilgiyle kendini gerçek Tanrı sandı. Kendini Tanrı zannedenlerin yaptıkları ise bin yıl önce neyse bin yıl sonra da aynı ile vaki. Tarihin tekerrür (tekrarlamak) ettiğini zihinlerimize kazıyan şeyin ne olduğunu hiç merak ettiniz mi? Neden tarih hep tekerrürden ibarettir derler bilir misiniz? Çünkü tüm insanlığın kozmik bilinci kayıptır ve yok edilmiş benliklerimize esir bırakılmıştır. Yani bunun anlamı şu; Tarih kendi kendine yazılmaz, tarihi yazan da insanlardır. O halde tarih boyunca tekerrür eden yani sürekli aynı hataları yapan ve bu hatalarından asla ders almayan da insandır. Bundan dolayı insan yaşadığı tüm acıları yeniden yaşar, yeniden, yeniden, yeniden! On binlerce yıl önce atalarımızdan bizlere aktarılan genler asla bizi yalnız bırakmaz ve bizler de o genleri değiştirmemekte ısrar ederiz. Bizler o kötücül hislerimizi taşıyan genlerin esiriyiz, o yüzden tarih bizim için hep yeniden başlar. Hiçbir zaman ileriye akmaz zaman, hep başladığı noktaya geri döner ve orada sıfırlar kendini. Karanlık ve sessizlikle başlar, ana rahmindeyizdir. Sonra sesler ve aydınlık, doğmuşuzdur. Hayat bizi oradan oraya sürükler, kararlar alır tercihler yaparız ve renkler grileşir. Ardından mutlak son yani ölüm ve yeniden karanlık, sonra çemberimiz tamamlanır. Bizim bildiğimiz (yazılı tarihte) ilk kötücül gen aktarımı Habil ve Kabil’dir. Biri ölmüş diğeri kaçmıştır ama kaçan kötücül gen yaşamaya devam etmiştir. Mutlu azınlık dediğim işte bu öldürmenin, yok etmenin dayanılmaz hafifliğini yaşamış, korkularından arınmış, yaptığı kötülüğün yanına kâr kaldığını fark etmiş kişilerdir. İşte bu tip insanlar yüzünden kavimler göçmüş, şehirler yıkılmış, insan kellelerinden dağlar yapılmış, medeniyetler yerle bir edilmiş ve kendilerine yeni tip köleler yaratmak için dinler icat edilmiştir. Bunları yaşayan, çoğunluğu oluşturan insanlar ise aynı şeyleri yaşamaktan hiç bıkmamış usanmamış tarih tekerrürden ibarettir saçmalığına sığınarak değişmeyi reddetmiş, atalarından gelen bozuk genleri değiştirmeye asla yanaşmamıştır. Mutlu azınlık parayı icat etmiş. Dinden sonra paraya tapan kitleler yaratmıştır. Dini ve inancı kullanarak paraya tapan kitleleri harmanlamış, yeni tip köleler haline getirmişlerdir. Zaten bozuk olan genlerimiz, asırlar ilerledikçe daha da bozulmuş kendilerinden sonra gelen nesiller bozula bozula zamanın sayfalarına kara lekeler yazdırmıştır. Katliamlar, soykırımlar, yok oluşlar ve kıyımlar yaşamış. İnsan içgüdüsel olarak yok olacağı korkusuna kapılıp çoğalma güdüsüne girmiş. Atalarından gelen genler onlara “Seni de benim gibi öldürecekler, çabuk ol, elini hızlı tut, arkandan gelecek genini bu dünyaya bırak,” diye ittirmiş bu yüzden de sürekli üremiştir. Kafası kesilen ata gen, kendinden sonra yaşayan çocuğunu veya torununu mutlaka bırakmıştır. Sadece yaşamak için yaptılar, hayatta kalabilmek içindi her şey. Hiçbir zaman doğru, iyi ve güzel yaşamak için yapamadılar çünkü o bilince asla erişemediler. Bunun sebebini soracak, nedenini niçinini araştıracak vakitleri yoktu ya da vardı ama boşa harcadılar. Arkalarında ölümün o simsiyah nefesi koşturuyordu. Yeni gelen genler, gidenlerin kaderlerinin bir başka sürümlerini kendi yaşadıkları dönemde de yaşadılar. Tekrar tekrar, yeniden, yeniden, yeniden! Veba salgını, kolera, cüzzam, verem, virüsler, Moğol istilaları, Haçlı seferleri, imparatorlukların kurulması, yükselmesi, dünya savaşları, atom bombası ve burada sayamayacağım milyonlarca savaş, katliam ve soykırım örnekleri. Görüyorsunuz ki on binlerce yıl önce atamızın yaşadığı şeylerin aynılarını ama bir başka sürümlerini bizler de yaşıyoruz. Bizi yöneten azgın mutlu azınlık hep var, hep orada duruyor ve ne yazık ki onlara tapan çoğunluk da hep var. Kimisi Roma’yı kimisi Bağdat’ı kimisi de İskenderiye’yi yaktı. Çıkan yangınlara çılgınca sevinen bir taraf hep vardı. Bir de onun zıddı olan taraf, üzülen, kahrolan, elinden hiçbir şey gelmeyen, umudunu kaybedip küsen, kenara çekilen bir taraf. Fakat benim bütün bu yazdıklarımdan bir şey anladığınızı umarak bir noktayı ön plana çıkarmak isterim. Söyleyeceğim şey çok sade, basit, yalın ve gerçek bir şey. Yakan, yıkan, soyan, yerle bir eden o azgın kişiler tarihin her döneminde kendine yüzbinlerce, bazen dönemine göre milyonlarca yandaş buldu. Yandaş bulmakta hiçbir zaman zorluk yaşamadılar. Yüzbinlerce, milyonlarca insan, tarihin her döneminde bir zalimin eteklerine yapıştı. Bir tiran, diktatör, zalim ya da adına ne derseniz deyin tek bir kişinin arkasına dizildi basit insanlar. Zalimlerin arkası hiçbir zaman boş kalmadı. Korkuyla genlerini aktarmak için çırpınan zavallı insanların bazıları atlı oldu, bazıları okçu, kimisi mızraklı, çekiçli, satırlı, kılıçlı, kamalı, palalı. Zalimin arkasından coşkuyla koştular. Öldürdüler, kestiler, biçtiler, başları bedenlerinden ayırdılar, başsız bedenlerden dağlar yaptılar, bedenleri yaktılar, gözlerini oydular, tecavüz ettiler ama hep yaptılar. Hiç tereddüt etmeden, istekle, zevkle, coşkuyla yaptılar. Bütün bunlar bildiğimiz tarih kitaplarında yazılı, yani bildiğimiz tarih dünyanın en yakın zamanları, bize çok uzak değil. Yüzbinlerce yıl öncesinden hiç bahsetmedim, şunun şurasında en fazla bin yıllık özet bir tarihten bahsettim size. Bu karanlık insanlık tarihi boyunca genlerimizden bize kalan kod şuydu; “Hayatta kalmak için hayatlar al!” Bize miras olan tek içgüdü buydu. Bir zalim çıkınca hemen arkasına dizildik. Çünkü atalarımız da öyle yapmışlardı, çok çabuk alel acele karar vermişlerdi. Ya onlar ya biz! Hayatın gerçek anlamını çözememiş ilkel genlerimizi eğitemediğimiz için hep onun kölesi olduk biz. Vahşiler gibi davranınca bunu ilkel insanlık genlerimize bağlayıp sıyrılıp çıktık işin içinden. Yavaş yavaş bir çember oluştuğunu hayal edin. Çember tamamlanıyor ve onun etrafında yeni bir çember oluşuyor. Yeni başlayan çember biraz daha büyüyor. Çemberde değişen hiçbir şey yok, aynı çember ama her yeniden başlamada biraz daha büyüyor. Bu içimizde büyüttüğümüz kötülük genlerinin çemberi işte. Hepimiz o çemberlerden biriyiz, çıkmak isteyenlere engel oluyoruz, kırıp çıkılmasına izin vermiyoruz. Bu kolektif kötülük bilinci büyüdükçe en üstteki çember daralmaya başlıyor. O daraldıkça çemberlerin içindeki o ilk oluşan küçük çember oluşan bilinci iyice hapsediyor. Bu şekilde bir bataklığa saplanıp kaldık. Artık hiç kimse kıpırdayamıyor. Etrafımız kolektif kötücül genlerin kuşatması altında. Dışarıdan bakan göz, o kırılmayan halkaların aslında hepimizin zihinlerinden yansıyan aynalar olduğunu biliyor. Her birimiz bir başkasının gölgesine basıyoruz. Binlerce yıldır sonsuz okyanusta bir salın içinde sallanıp duruyoruz. Siz hiç kendinizi tanımayı denediniz mi? Mesela kalbinizden geçen duygularınıza isim verebilir misiniz? Yüreklilikle, cesurca çıkıp ben buyum diyebilir misiniz? Örneğin korkak, hain, intikamcı, sinsi, hırsız, yalancı, ikiyüzlü, riyakâr, menfaatçi, ihtiraslı, sapık, açgözlü, zalim, üçkâğıtçı, dolandırıcı, bencil, tembel, dönek… İnsana ait duygulara verilen ne kadar çok kötücül sıfatlar var değil mi? Sizde bunlardan var mı? Bu sıfatlardan kaçı sizin içinizde? Yüzünüzü yeryüzündeki insanlara dönüp, bizleri yönetenleri Tanrı yerine koymak ve onlara tapmak bizi yaratana hakaretti. Onlara yüzünüzü dönüp sürekli onlardan medet umdunuz. Kalbinizden gerçekten Allah geçmedi, bunu siz de biliyorsunuz ama kendinize itiraf edemiyorsunuz. Çünkü sizler gözünüzün gördüğüne inanırsınız, tarih bunu kanıtlıyor. İnkâr edemezsiniz, inkâr ederseniz çok basit bir şekilde dünyanın şimdiki halini önünüze getirip sizin gerçekten Allah’a inanmadığınızı ispat ederim. Allah’a inanan, onun var olduğunu kalbinde hisseden, ondan başka hiçbir varlığa tapmayan, sıradan bir insanı kendine ilah yapmayan biri çok çabuk fark edilir. Atalarından aktarılan o kötücül genleri düzeltmiş, kendini tanımış, neyin iyi, doğru ve güzel olduğunun farkına varmış insan kendini her yede belli eder. Kötücül genlerinden arınmış insan kendini nasıl anlar biliyor musunuz? Bu yazıda içimizdeki kirliliği gözlerinizin önüne serdim. Okurken “kalbinizin daralmış olduğunu” hissettiniz mi? İçinize derin bir nefes çekip dışarı verirken “offfff” dediniz mi? Ufaktan beyninizde şimşekler çaktı mı? Davranışlarınız ve duygularınız arasında düzeltememiş olduklarınızı düşünmeye başladınız mı? Bu yazıda kullandığım kelimelerin tamamının kötü sıfatlar ve ifadeler içerdiğini fark ettiniz mi? Bu yazı boyunca, özellikle bir kelimeyi hiç kullanmadığımın farkındaysanız eğer, siz kendinizi ve atalarınızdan miras aldığınız o kötücül genleri değiştirmeye çaba sarf eden nadir insanlardan birisiniz demektir. Siz var olduğunuz müddetçe bu dünyada iyilik de var olacak hiç merak etmeyin. Çünkü SEVGİ de kolektif bir bilinçtir ve inanın bana zıddını alt edecek kadar büyük ve güçlü bir duygudur. Yeter ki farkına varın artık.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yeter Özhal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |