Özyaşamöyküsü başka insanlarla ilgili gerçekleri anlatmak için eşsiz bir araç. -Philip Guedella |
|
||||||||||
|
Ömer Akşahan Bir şeyler içinizi kurt gibi kemiriyorsa, düşündüğünüz son yavaş yavaş gerçekleşiyor demektir. Bazı unutulmaz film kareleri kimi zaman karşınıza ansızın bir yerlerde çıkar ya, Salvador’u tanıdığım gün de benim için öyle oldu. Onunla geçirdiğim zaman dilimi kare kare gözümün önünde, bir türlü silinmiyor. Dostunuzu aramak istersiniz, beklediğiniz yanıtları alamazsınız, ama sormaya da cesaretiniz yoktur, yaşadığına dair..Dalından her an düşecek meyve gibi nasılsa o da bekler gün be gün... Bir gün cüzdanınızda henüz çöpe atmadığınız küçük bir not ilişir gözünüze; bir isim, bir adres, küçük bir umut gibi taşırsınız ya onu cüzdanınızda, işte ben de, Salvador’un bana umutla yazdırdığı adresin olduğu küçük bir kağıt parçasını taşıdım aylarca... Bir Beyoğlu klasiği; akşamın gelişi, İstiklâl Caddesinin gün boyu süren canhıraş telaşı içinde Sait Faik’in bir öyküsünde anlattığı gibi her saat başı insan manzaraları güneşin göle düşen izdüşümü gibi değişiyordu. Tramvaysa bu caddenin yıllardır değişmeyen baş rol oyuncusu ! Trafikteki önceliği sayesinde keyifli değişmez çanıyla, çocukluğumuzun Deli Bayram’ı gibi bir aşağı, bir yukarı akıp gidiyor. Deli Bayram, yaz kış demez, üstte düğmesiz siyah bir gömlek, altında da diz kapağına inen uzun siyah şortla sürekli tren istasyonunu bir aşağı bir yukarı dolaşırdı. Geceleri nerde kaldığını bilmezdik. Her tren gelişiyle gözlerinde farklı bir sevinç kıvılcımı çakardı. Trenin istasyona girişinden çıkışına dek her vagona -insan olsun olmasın- gülermiş gibi bakar, sürekli açık ağzından salyalar akardı. Onun kimseye zarar vermediğini bilmemize karşın, gizemi nedeniyle içimizde ona karşı hep bir korku vardı. Şimdi ne zaman tren görsem Deli Bayram gözümün önünde canlanıverir. Bir düşünsenize, acaba bu Beyoğlu tramvayı kim bilir kaç öyküye, kaç romana konu olmuştur? Türk edebiyatı için herhalde bulunmaz bir nesne... Beyoğlu’na “İstanbul’un kalbidir” diyen, boşuna dememiş, dedi. Çünkü, o, dünyayı Beyoğlu ile tanımış; burada sevmiş, sevilmiş, ihanete uğramış, gerçek bir Beyoğlu efendisiydi. Okul yılları su gibi akıp gitmiş ve günün birinde parlak bir hukuk mezunu olarak avukatlığı benimsemiş iş hayatına atılmıştı. Yoğun iş temposu ve başarma hırsı ile neyi kaybettiğini anladığında iş işten geçmiş olduğunu gördü. O, yaşadıkları nedeniyle kendine ciddi anlamda bir hayat arkadaşı seçme yerine günlük ilişkilerle yetiniyordu. Karşısına ciddi düşüncelerle yaklaşanlar çıktıysa da, dudak büküyor, gülüp geçiyordu. Yeşilçam Sokağı senaristlerinin klasik senaryoları onun hayatına kolayca uyarlanabilirdi. O, bu yaşamın içinde avukat rolü üstlenmiş biriydi. Evliliği büyük bir cendere gibi görüyordu.. Renkli Beyoğlu yaşamı onu da kıskacına almıştı. Kazancını geleceğe aktarma kaygısı o yıllarda pek düşünmediği bir konuydu. Ruhu özgürlüğe tutkundu. Uzun boylu, yakışıklıydı, aşk filmlerinin tipik jön tavırlarıyla Beyoğlu kaldırımlarını eskitmişti. Yıllar yılları kovalamıştı. O parlak, şaşaalı günler geride kalmıştı. Çevresinden insanların birer birer çekildiğini anlamaya başladığında artık her şey için geçti. Aile bireyleri de İstanbul’da dönem dönem yaşanan siyasal akımların yarattığı olaylar sonrası İsrail’e ya da Amerika’ya göç etmişlerdi. Şu an adresini bildiği bir kardeşi halen Amerika’daydı. Onun ne durumda olduğunu bilemediği gibi kendi durumunu ona aksettirecek bir iki satır mektup yazmaya takati de kalmamıştı. Yılların derin izini taşıyan deri iş çantasını taşımak da son günlerde ağır gelmeye başlamıştı. Şifresini çevirirken dahi zorlanıyordu. Elleri titriyordu. Büronun kapısını kapattıktan sonra ışığı açık bıraktığını dönüp dikkatlice baktığında anlamıştı. Bu alışkanlığını hâlâ sürdürebiliyordu. Eskiden unutmazdın hiçbir şeyi Salvador, diye kendi kendine mırıldandı. Işığı kapatıp, çıktı. Han bekçisine iyi akşamlar dileyip, handan ayrıldı. Cadde her gün alışkın olduğu kalabalığı taşıyordu. Balıklı Rum Hastanesine ne şekilde geldiğini anımsamıyordu. Bilinci yerine geldiğinde artık yaşamından geride hiçbir şeyin kalmadığını anlamıştı. Bu karyolaya mahkumdu. Her gün önüne ne getirirlerse onu yemek zorundaydı. Ellerine ve kollarına egemen değildi. Ne zor şey, dedi, birilerine bağımlı olarak yaşamak. Oysa o, yıllarca bu nedenle evlenmekten kaçmamış mıydı? Şimdiyse mavi gömleklilere muhtaç duruma düşmüştü. Bir öğle yemeği anı...Tekerlekli yemek masasını getiren görevli alışık bir tavırla yatağın kenarına bırakıp gitti. Salvador yastığından binbir zorlukla uzattığı başını yemek tepsisinin hizasına getirdi. Eliyle büyük bir balyoz kaldırırcasına uzandı. Yemek kaşığına koyduğu patates püresinin yarısı dudaklarının kenarından tabağa dökülüyordu. Göz ucuyla bana baktığını hissettim. Yavaşca yanına yaklaştım. “Size yardım edebilir miyim?” dedim. Gözleri umulmadık bir şekilde ışıldadı. Gözleriyle evet, dedi. Tüm dikkatimle yemek yedirmeye çalıştım. Bir ara gözlerimin içine bakarak:”Siz cennetten mi geliyorsunuz?” demez mi? O an film koptu. Makinistin filmi yeniden başlatması için seyircilerden kopan ıslıkların kulaklarımda yarattığı uğultunun dinmesini bekliyorum. Sahi, Salvador şimdi nerede?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer akşahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |