"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü |
|
||||||||||
|
Bu günün diğerlerinden farklı olan yanı neydi? Bunun cevabını gün içinde bulabilecek miydi? Dün bu giysilerle yatmıştı galiba .. Siyah boğazlı bir kazak ve siyah bir pantolon. Yüzünde bir haftalık sakal ve sağ elmacık kemiğinde bir çizik. Neydi acaba bu çiziğin hikayesi diye düşündü ve yatakta doğruldu... Tam karşısında bir ayna vardı ama o her zamanki gibi yine aynaya bak-a-madı. Yatak odasından çıktı, bu sırada ayak baş parmağına bir cam parçası battı, umursamadı, sadece ayağına bakmakla yetindi.. Önce mutfakta çayın altını yaktı sonra banyoya yöneldi.. Tıraş olmalı mıyım diye düşündü, olmadı.. Banyodan çıktı, mutfağa giderken yarı yoldan geri döndü ve banyoda ellerini yıkadı.. Sonra tekrar mutfağa yöneldi kaseti teybe koydu...Kaset dönüyor ama bir şey duyulmuyordu.. Bunu fark etti ama umursamadı... Koltuğa oturdu gözlerini kapattı... BÖLÜM 2 Onur Bey elinde bıçak, portakal soyuyordu. İşyerindeydi. Steril bir büroda varoluşçu yabancılaşmanın tüm izleri vardı yüzünde. Önce boyuna ve yeterli derinlikte kesiler attı. Bu kesiler hem portakala zarar vermemeli hem de kabuğun kolay ayrılmasını sağlayacak kadar derin olmalıydı, buna özen gösteriyordu. Hele bir de kesiler eşit mesafede olursa tadından yenmezdi. Tabi önce portakalın üst kısmını kesmek lazımdı. Bunlar bittikten sonra elleriyle portakalın kabuğunu ayırdı. Eğer kesim kurallarına uymuşsam bunu yaparken sorunla karşılaşmamam lazım diye düşündü. Kabukları da soyduktan sonra portakalı kabuğundan ayırmaya gelmişti sıra. Arkasına yaslandı. Bu sırada gece bekçisi Murtaza Efendi odaya girdi. Onur Bey hafifçe masaya doğru eğildi. Memnundu birinin gelmesinden. BÖLÜM 3 Murtaza efendi: Onur bey unutmayın: ‘Kendini dünyayı değiştirmeye adayanlar da yalnızlığa mahkumdurlar. Çünkü insanoğlu doğası gereği şartlara göre iyidir. Yani Spartakus köle olmasaydı ayaklanır mıydı? Her ne kadar ayaklanmanın lideri olduğu zamanlarda kendini çok iyi, mağrur ve kalabalık hissettiğini zannetsek de eminim o da biliyordur yalnızlığın kaçınılmaz olduğunu ve sanırım bunu en çok kazığa asıldığında anlamıştır. Ne farkın var köle Spartakus’tan ve tekrar unutma: Yalnızlık idealistlerin saçmalığı. Yalnızlık açların ütopyası. Yalnızlık materyalizmin sözlüğünde neden yok? Diyalektik ne der bu yalnızlık konusuna? Yalnızlık karnı tokların açları görmeme hali. Yalnızlık yargıcı kafamızdaki tilkilerin. Yalnızlık kurşuna dizilenlerin son aşkı. Yalnızlık saçmalık. Yalnızlık oyun.’ der ve odadan çıkar. Murtaza Efendi: Orta boylu, zayıf gözlerinden çaresizliğin yalnızlığı akan bir adam. BÖLÜM 4 Murtaza efendi odadan çıktıktan sonra Onur Bey yine arkasına yaslanır. Düşünür. Murtaza Efendi bekçilik yaparak evine ekmek götürmeye çalışırken, gece, soğukta, üç kuruş maaşını alırken yalnız olduğunu ne şiddette hisseder acaba? Ölümüne hissetmez mi? Ya da hissettiği yalnızlık değil de çaresizlik mi? Yalnızlık çaresizliğin en kötüsü değil midir? Kendini doğrular böylece belki. Hafif bir gülümseme belirir yüzünde. Telefonu kaldırır, muhasebeci Mehmet’i arar: - ‘Tanrı insanın kendisidir ve tek başınalık tanrı olmanın ilk şartıdır. Yalnızlık tanrılaşmanın en kestirme yoludur. Tanrının zayıflığı, zaafları olamayacağına göre herkesi yalnızlığa davet ediyorum. Yalnızca yalnızlar hayata, ölüme, aşka, felsefeye ve kendilerine tanrısal bakabilirler. Öyle olmasaydı tanrımız yalnız olmazdı değil mi?’ Der ve telefonu kapatır. BÖLÜM 5 Mehmet: Tipik bir memurdur. Takım elbise, kravat. Onur Beyin şirketinde çalışır, ortalama bir maaş ve hayat standardına sahiptir. Düşünür; ‘Önce varsak yalnızlığımızla varız. Öncesi de sonrası da yalnızlık varlığımızın. Varlığımızın araştırması ise hayatımız. Bu araştırmayı ancak yalnızlıkla sağlarız. Kimse yardım edemez bize’ BÖLÜM 6 Onur işyerinden çıkar, otoparktaki arabasına biner ve arkadaşlarıyla her zaman gittiği bara gider. BÖLÜM 7 Bar çıkışıdır sarhoştur ama onurludur Onur. Belli etmeden yürümeye çalışır. Sokakta kimse yoktur, gece olmasına rağmen oldukça aydınlıktır. Önce anahtarlarını arar bu sırada arabasını nereye bıraktığını düşünür, duraksar. Yolunu sokak çocukları keser. Başından savmak için hemen cebine uzanır. Düşünür; yolunu kesen sokak çocuklarına para vererek neyi doğrular? Kendisinin ne kadar iyi bir insan olduğunu ve çocuklar gibi yalnız, çaresiz olmadığı için de ne kadar şanslı olduğunu mu? Yoksa o para kendi yalnızlığını yenme çabası mıdır? Yalnızdır çünkü o, her şeye rağmen. Bütün bu paraya, hayata ve başarıya rağmen. Bunların hiç biri ilaç olmamıştır yalnızlığına. Vazgeçer parayı vermekten. Nie gibi düşünür, çocukları kendine düşman etmenin anlamı yoktur. Arkasın döner ve yürümeye devam eder. BÖLÜM 8 Çocuklardan en büyüğü elinde bıçakla Onur’un önünü keser. -Sökül paraları -Niye -Ölürsün yoksa -Sanmam, nasıl yaşarsak öyle ölürüz çünkü -Sen öyle san -Tabutlar niye tek kişiliktir? -Niye mi der çocuk ve bıçağı Onur’a saplamaya çalışırken haykırır ‘Ölüm yalnızlığın kutsanmasından başka bir şey değildir. Hayat dediğimiz eziyet dolu yalnızlığı yenme çabasının sonudur ölüm. Final yine yalnızlıktır. Kaçınılmaz son.’ -Bıçak Onur’un göğsüne gelir, yere yığılır. Çocuklar paralarını alır ve oradan uzaklaşırlar. BÖLÜM 9 Onur yerde yatar vaziyette göğsünü tutmaktadır. Bir gölge yaklaşır, gelen Murtaza Efendidir. -Spartaküs olsaydım seni öldürürdüm -Belki de o yüzden Murtaza’sın -O zaman yapmam gereken seni görmemek, umarım ölürsün Murtaza oradan ayrılır Mehmet yaklaşır. Tanır ama yoluna devam eder. Fakat Onur görmüştür Mehmet’i -Mehmet, yardım etsene -Mehmet dedim sana -Çabuk gel buraya yoksa işten atarım seni -Mehmet -Lütfen yalvarıyorum sana -Zam yaparım -İnsanlık namına, Mehmet Fakat Mehmet duymazlıktan gelir. Uzun bir süre öylece yatar ve kendinden geçer Onur. BÖLÜM 10 Sabah kalktığında göğsünde yara izi vardır. Nasıl eve geldiğini hatırlamaz hatta yaranın sebebini de hatırlamaz. Üstünde siyah boğazlı kazak ve siyah bir pantolon vardır. Onun cezasıdır her gün bu kabusu yaşamak ve sonra da hatırlamamak, değişen tek şey yara izlerinin yeridir. BÖLÜM 11 Onur gözlerini açar, yine sabahtır, düşünür ve bir kağıda şunları yazar: Zaman ve yalnızlık arasında nasıl bir ilişki olabilirdi. Birbirinin sağlaması mıydı? Ne fark ederdi ki neyi isteyip neyi istemediği , zaman onun muydu... Sonra; rakamları olmayan saatine bakar.... Radyoda biri vardır kendi gibi düşünen, kulak kabartır şu pasaj duyulur... Zamansa tek sorun, aslında bu farklılığımız veya ortak paydasıdır... Kim istemez insanlar arası yolculuğu. Zaten her hareketimiz kendimizin sağlaması değil midir? Ne farkımız var diğer insanlardan, küçük bir andan başka.. Onur koltuktan kalkar ve ölüme kanamak üzere evin dış kapısına yönelir. Her zamanki gibi, hepimiz gibi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Necat Dilaver, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |