Gerçeğin dili çok yalın. -Euripides |
|
||||||||||
|
merak ettiğini söylerlerdi. O da merakıyla savaşmaya karar vermişti. Fakat o, merakının askerlerinin birine bile karşı koyamıyordu, merakı onun askerlerini kırıp geçirirken. Annesiyle babası aynı okulun öğretmenlik bölümünde okurken tanışmış ve birbirlerine aşık olmuşlardı. Okul bittiğinde babası askere gitmiş, döndüğünde de annesiyle evlenmişti. Oğulları Cem doğmadan doğudaki görevleri bitmiş, tayinleri İstanbul’a çıkmıştı. Cem İstanbul’da doğmuştu. Cem’in yedi yaşına girdiği sene babası onu camiye götürmeye karar verdi. Zaten merakıyla savaş içerisinde olan Cem, adına cami denilen, hiç bilmediği şeyi duyduğunda yenilgiyi kabul etmiş ve elinde kalan üç beş askerle birlikte teslim olmuştu. Babası önce nasıl abdest alınacağını anlatmıştı Cem’e: -Bak oğlum, önce “Niyet ettim Allah rızası için abdest almaya.” diyeceksin. Sonra ellerini yıkayıp ağzına ve burnuna üç defa su vereceksin… Her şeyi anlattıktan sonra namazı da anlatmış, fakat namaz kılarken o ne yaparsa onu yapmasını söylemişti. Camiye giderken merakı Cem’e ve kalan son askerlerine işkence etmeye başlamıştı: -Cami konuşur mu baba? -O da nerden çıktı oğlum? Cami evimiz gibi bir binadır. Tabii ki konuşmaz. -Peki caminin içindeki eşyalar konuşur mu? -Aaa oğlum! İyice saçmaladın. Her şeyi merak ediyorsun, merak ederken bir de saçmalıyorsun. Bizim eşyalarımız konuşuyor mu ki camidekiler konuşsun? Merakını yenmesini bil. Cem, camiye girerken bir yandan şaşkın şaşkın caminin içini seyrediyor, bir yandan da camideki eşyaların hakikaten konuşup konuşmayacağını düşünüyordu. Acaba gerçekten konuşur muydu camidekiler? Bunları düşünürken babasının içeriye girdiğini gördü ve onun yanına gidip oturdu. Camide yaşlı bir adam yüksek bir yere çıkmış, bir şeyler anlatıyordu. Cem bunların hiçbirini anlamıyordu. Onun kafasında sadece camideki eşyaların konuşup konuşmadığı ve onların ne işe yaradığı vardı. Babasına bakarak Cem’e garip gelen o hareketleri yaptı. Daha sonra babasıyla eve gelirken yaşlı adamı ve caminin içindeki garip eşyaları sormaya başladı: -Baba, o yaşlı adam kimdi? -O imamdı oğlum. Yani namaz kıldıran dini görevli. -O ‘v’ harfi gibi duran tahtalar neydi? -Onlar üstüne kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’in konulup okunduğu tahtalar, yani rahle. -Peki merdivenli büyük bir tahta vardı. O ne işe yarıyor? -Onda imam hutbe okur. Adı minberdir onun. Dur! Yoksa mihrap mıydı? Aman! Yine çok soru sormaya başladın. Kaç kere dedim sana her şeyi merak etme diye. Merakı, esirinin sakladığı her sırrı öğrenmek ister gibi işkence etmeye devam ediyordu. İşkencenin dozajını da artırıyordu sürekli. Eve vardıklarında aklında sorularla oturdu babasının ve annesinin yanına. Bir yandan da caminin nasıl konuşabileceğini düşündü sürekli. Sonra annesi yatma vaktinin geldiğini söyleyip yatağını açtı. Daha sonra onu odasında yalnız bırakıp kendi odalarına gittiler. O an aklına bir fikir geldi. Eğer dua ederse belki de hakikaten konuşurdu camideki eşyalar. O günden sonra bir süre camiye götürmedi babası onu. Bu süre içinde hiçbir sırrını açık etmedi merakına. Edemezdi de. Çünkü camiye gidemiyordu. Çünkü bu sırların sadece adlarını biliyordu Cem. Açıklamasını değil. Bir gün yine camiye götürmeye karar verdi Cem’i babası. Yolda dua ediyordu caminin konuşması için. Yine babasına sorduğu sorular arasında camiye girdiler ve bir yere oturdular. İmamı dinlerken bir yerlerden garip sesler gelmeye başladı. Babasına baktığında onun hiç konuşmadığını gördü. Ses yine geldi; -Hişt, bak bana. Etrafına bakındı, ama konuşan birisini görmedi. Kimdi bu konuşan? Birden beyninde şimşekler çaktı. Konuşan camideki rahleydi. -Evet, konuşan benim, dedi rahlelerden birisi. Ama Cem hiç konuşmamıştı ki. Sadece düşünmüştü. Nasıl duyabilirdi rahle onu? -Benim seni anlamam için konuşman gerekmez. Düşün yeter, dedi rahle ona. Bizim konuşmamızı dilemişsin. İşte konuşuyoruz. Ben bu camideki rahlelerin en kıdemlisiyim. Şu köşede duran ise benim yardımcımdır. İkimizden başka dört tane daha rahle var. -Sen niye en kıdemlisisin? -Çünkü en çok benim üzerimde Kuran okunur. -Merhaba Cem, dedi yardımcı rahle. Sonra da diğer dört rahle tek bir ağızdan “merhaba” dediler Cem’e. Sonra kıdemli rahle teker teker tanıtmaya devam etti camideki diğer eşyaları; -Tespihler vardır bir de camide. Tespihler Cem’in kulağını sağır edercesine bir “merhaba” çektiler hep birlikte. Sonra da rahle tespihin ne işe yaradığını anlattı. Daha da sonra sırasıyla mihrabın imamın namaz kıldığı yer olduğunu, minberin hutbe okunan yer olduğunu anlattı. Sonra da diğer eşyaları… Cem camiden çıktığında merakını tam bir doyuma ulaştırmıştı. Fakat bu sefer merakı ondan daha farklı şeyleri söylemesini istedi. Cem ise bir an önce camiye gidip merakının istediklerini söylemek ve işkenceden kurtulmak istiyordu. Nihayet bir gün babası onu camiye götürdü. Bu sefer rahleye hutbenin ne olduğunu sordu. Rahle bunları anlattıktan sonra merakının ondan istediği diğer bütün soruların cevaplarını da öğrendi ve işkenceden bir müddet için kurtulmuş oldu. Cem artık babası olmadan da camiye gidiyor, rahleyle konuşuyor, merakının istediklerini öğreniyordu. Bu arada rahleyle de iyi dost olmuşlardı. Bazen de Cem kendisinden bahsediyor, büyüyünce ne olmak istediğini anlatıyordu. -Ben büyüyünce tarih öğretmeni olacağım. -İnşallah Cem. İnşallah o günleri görürüz. -İnşallah. Bir gün yine babasıyla camiye gitmişti. Rahle sevinçli sevinçli; -Bizi kutsal topraklara götüreceklermiş, dedi. Kutsal toprakların ne olduğunu bilmeyen Cem “Kutsal topraklar ne demek?” dedi. -Kutsal topraklar Mekke ve Medine’dir deyip kutsal topraklar hakkında her şeyi anlattı rahle. O günden sonra Cem her camiye gidişinde rahlenin sevincini ve hazırlıklarını dinliyordu. Bütün tespihler bir araya toplanmış, minber yaslandığı duvardan ayrılıp birbirine geçen parçalarına ayrılmış, bir kenara konmuştu. Diğer rahleler de tıpkı tespihler gibi baş rahleyle birlikte bir yerde toplanmışlardı. Cem eşyaların gideceği günden bir gün önce yine gitti camiye. Biraz heyecanlıydı biraz da üzgün. Çünkü bu eşyaları son görüşü olacaktı. Ama mutluydu da. Çünkü rahle ve diğerleri mutlu olacakları bir yere gideceklerdi. Bu mutluluktan bir parça da o tatmış oluyordu bu şekilde. Camiye vardığında camiyi çevreleyen duvarların yıkılmış olduğunu gördü. Bahçeye girdiğinde rahlenin diğer eşyalarla birlikte bahçede bir köşeye konduğunu ve caminin yıkıldığını gördü. Rahlenin yanına gitti ve sordu; -Ne oluyor burada? Niye yıkıyorlar camiyi? -Bizi kutsal topraklara götürmeyeceklermiş. Caminin yıkılmasına karar verilmiş. Bu son görüşmemiz. Rahlenin bu sözlerinden sonra üstünde en dibine sakladığı bir ıslaklık belirdi. Rahle ağlıyordu. Aradan yıllar geçti. Cem tarih öğretmeni olmuştu. Birçok rahle gördü, birçok tespih ve minber gördü. Ama hiçbiri konuşmadı. Tarih öğretmeni olmasından dolayı müzelere ilgi duyuyordu. Yine bir gün bir müzeye gitmişti. Müzenin içindeki eşyalara bakarken altında “18. yüzyıldan kalma bir rahle” yazan, cam içinde bir rahle gördü. Bir an rahleye baktı ve onun yıllar önce konuştuğu, dost olduğu rahle olduğunu anladı. Rahle de onun Cem olduğunu anlamıştı. -Cem, sen ha! Bu kadar büyüdün. -Evet benim. Cem şaşırmıştı. Rahleyi burada göreceği hiç aklına gelmezdi. Yıllarca onu görmek arzusuyla yaşamıştı. -Görüyor musun? Beni tarihi eser de yaptılar. Üzüleyim mi sevineyim mi anlamadım. -Peki minbere ne oldu? -Minberin merdiven kısmını bir barın merdiveni yaptılar. Gerisi yakıldı. Ben yine halime şükrediyorum. Barda neler çekiyordur kim bilir? -Ya tespihler? -Onların da kimisi incik boncuk oldu, kimisini de camiye gelenlere dağıttılar. Sen ne yaptın bunca sene? - Seninle birlikte kurduğum düşlerim gerçek oldu. Tarih öğretmeni oldum. Evlendim. Bir çocuğum var. -Kutsal topraklara gideceğiz derken böyle oldu. Seni özledim Cem? Bırakma beni. -Tamam. Daha senle neler konuşacağız. Gerçekten de bırakmadı onu. Hayatta en çok sevdiği dostunu yıllar sonra bulmuştu Cem. Bir daha bırakır mıydı? Ölene kadar rahleyle birlikte olacaktı. Ölene kadar…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özgür Yenigün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |