İnsanların arasında yaşadığımız sürece, onları sevelim. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Hiç uğraşma, sen artık benimsin, hem de sonsuza dek. Sur borusu ötene, Marduk tepemize inene, Tanrı biz affetmemek için gelinceye kadar...Belki de varsa, sonrasında da... Çünkü ben tüm ruhumla dokundum o gece sana...Bir kadının aşkı, dünyadaki en büyük büyüdür...Oturup dualar okumaya, muskalar yazmaya gerek yoktur. Kadın isterse, sadece isterse, tüm dünyaya hükmeder. Çünkü kadın, tenindeki yumuşaklığı, kafasındaki tilkisi, bedenindeki şehveti, ellerinin mahareti, kalbinin yanan arzusu ile dünyadaki en tehlikeli varlıktır. Geçmiş olsun demek isterdim durumuna...Demeyeceğim, çünkü geçmesini isteseydim, sana o geceyi bahşetmezdim. Ben geçmemesi için sana saatlerce yemek hazırlamaya uğraşıp, masayı en sevdiğin renklerle donatıp, üzerime giydiğim en sade ama seni en fazla çekecek giysimle bekledim. Kapıdan girdiğin anda olacakları biliyordum. Seni bunun için getirmiştim taa Avrupalardan... Çok korkuyordun kapıdan girdiğinde, çünkü bir kadının arzusunun, bir erkeğin iradesinden daha güçlü olduğunu öğreneli 35 yıl geçmişti. Sen, bildiklerin yüzünden 18’lik delikanlı gibi gelmiştin karşıma...Değerler..Değerlerin, erkeği güçlü ve etken sayanların bakışıyla şekillendiğinden, odadaki varlığın bir süre sonra sükunetle doldu. Ama bilmediğin, benim değerlerimdi... Ben seni, aylar önce bu odaya sokacağımı bilerek yaşadım. Gelecektin çünkü ben istiyordum. Ben seni o salonda sarhoş edip, başını döndürüp sonra da beklediğim hazzı yaşatman için besledim aylarca...Sessizliğine dayanmanın ödülü olmalıydı, kızma bana. Evet, her zaman sessiz adamları beğendim ben. Keşfetmeyi sevdim, çünkü fazla meraklıyım. Ama senin sessizliğin deirnliğinden değil, söyleyecek sözün olmamasındandı, ben yine de dayandım sessizliğine...Ve şimdi ödülünü alıyordum sabrımın. Her emeğin bir ödülü olmalı...Ve benim ödülüm, kapıdan gidiğin anda yeşil gözlerinde gördüğüm alevle, ellerinin titremesiyle, üst üste içtiğin kadehlerle gelmişti. Zaman geçerken, sen kontrolü ellerinde sayarken, ben yüzümde masum bir ifade içinde küçük bir cadı ,son patlamayı bekliyordum. -“ Dans edelim.” -“ Ben senin gibi dans edemem.” -“ Buraya gel...” Kollarını doladığın belimdeki elin, ürkek. Omuzuna koyduğum yüzümden uzak kalmak için avizedeki ampüllerin markasını okumaya çalışman, boşuna...Çünkü sen, o kapıdan girdiğin an benimdin. Hatta, ben seni ilk istemeye başladığım andan itibaren benimdin... Şimdi kutsayalım durumu...Son bir damga vuralım da kime ait olduğun belli olsun. Dışardan görülmesi gerekmez bazı izlerin, kalbinde, teninde kaldığında hiç ama hiç unutamazsın. -“ Yanıma otur. Bir kadeh daha...” -“ Ben pek içmem, fazla bile içtim. Ama...” -“ “Ama” kullanıldığında büyük bir sorgulama içeren bir laftır, belirsizliktir kimi zaman, ben sana bir tane daha içmeni söylüyorum bu belirsizliği ortadan kaldırmak için. Bardağı alayım!” -“ Peki...” Bir erkek iki nedenle “peki” der. Birincisi kabulleniş içinde hüzünle, ikincisi hormonları azıtıp, itaat etmesi gerektiği anlarda. Yani özünde sıkıştıklarında. Erkek milleti sıkışmamak için her yolu dener ama saygın olan, sıkıştıklarında kadınlar gibi su yüzüne çıkmaktansa kabul etmeleridir. Mutfakta geçirdiğim 2 dakika, benim karar vermem, senin gafil avlanman için yeterli bir süreydi. Buradaydın ve ben sana canımın istediği herşeyi yapmakta özgürdüm. Çünkü sen artık benimdin. Odaya girip, eline tutuşturduğum bardakla bir süre oynayacağın belliydi. Sen bardağa bakarmış gibi yaparken, ben direkt sana bakarken, ellerinin titreyişine son verme zamanı gelmişti. Sana sokulduğumda karşı koymayacağını biliyordum. Çünkü artık sen benimdin. Ellerim teninde gezerken, kulağına fısıldadığım yalanlar umurunda bile değildi. Çünkü sen erkek olmanın verdiği gururlar, herşeyin üzerinde bir güce ve hakimiyete sahip olduğundan çok emindin. Bense sadece bir süredir istediğim şeyi alıyordum. Ruhunu... Senin seviştiğin benim bedenim, benim seviştiğim ise senin ruhundu. Çok keyif alıyordum gözlerini kapamandan veya kesik soluk alışlarından...Çünkü yavaşça yenen her yemek, damakta daha keskin bir lezzet bırakır. Kaç saat sürdü...Hatırlamıyorum...Umurumda, hiç değil... Sabah kollarımda uyandığında artık kaçacak yerin, sığınacak limanın kalmamıştı. Çünkü sen artık kalbinde, teninde benim bıraktığım izlerle birlikte bir kez daha benimdin... “ Ben senin hayatından gittim oğlum, hadi koy yerime birini koyabilirsen. Ben seni yudum yudum içtim oğlum, hadi ol eskisi gibi olabilirsen.” ( Sezen Aksu, Sarı Odalar) Seni kapıya, yitik bir kedi yavrusu gibi bıraktığımda ardında bıraktığın, uğruna üzüldüğün şey farkında olmasan da ruhundu...Gururun değil... Ve asla unutmaman gereken birşey var, tüm egosu çok yüksek erkekler gibi: “ Bir kadın isterse...Sadece isterse, alamayacağı hiçbir risk, sahip olamayacağı hiçbir erkek, ulaşamayacağı hiçbir hedef yoktur.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ESRA BAYKAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |