"Ne elbiseler gördüm, içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Olasılıkla tarihöncesi çağlarda insan diğer memelilerin çoğunda olduğu gibi yıllık bir kızışma dönemi yaşamıştır. Cinsel davranışın temel amacı üreme olduğundan dişilerin gebe kaldıktan ancak ortalama bir yıl sonra üremeye elverişli konuma gelebilmesi bu görüşü destekler gözükür. Günümüzde baskın olan tek eşli aile modelini ilk aile sistemi olarak kabul edersek, cinsel yaşamımız bu belirli bir aylık döneme sıkışıp kalmalıydı ama bugün insan türünün erkek eşeyi yılın tüm günlerinde milyonlarca, dişisi ise yalnızca ‘bir’ yavrulama potansiyeline sahiptir. Dişi atlatabildiği ölçüde yılda on iki kez bu üreyebilme çevrimini geçirirken, erkek bu sayının yarısına bir günde bile ulaşabilir. Farkın kökeni nedir? Erkek organizması yıllık kızışma dönemine sıkışan kısır cinsel aktifliğinden böylesine büyük potansiyeline nasıl ulaşmıştır? Kuşkusuz dişilerin yardımıyla! Kızışma dönemlerinde dişiler, doğacak yavrularının ve hamilelikte edilgenleşeceklerinden kendilerinin bakımını üstlenecek güçlü-başarılı erkekler etrafında toplanmış olmalılar. Amaçlı eş seçimi, tek erkekli çok dişili haremlerin oluşmasına, bunun yanı sıra haremler etrafında cinselliği yaşayamayan doyumsuz bekâr erkek çetelerine neden olur (Lângurlar ve Babunlar bu model etrafında örgütlenmelerine devam eden maymun türlerindendir). Harem içinde doğan yavrulardan dişiler tutulurken, oğullar babanın egemenliğini yıkabileceğinden dışlanır ve onlar da bekâr çetelerinde yer bulur. Yeni ayrım büyük bir geriliminde oluşmasını sağlar. Haremağaları ile çeteler arasındaki eş kapma yarışı dişilerin eş değiştirebilmesi ya da harem liderinin öldürülmesi ile sonuçlanabilir. Yaşlı kuşağın genç kuşak erkeklerle çatışması Yunan mitolojisinde Uranus-Kronus, Kronus-Zeus savaşımına yansımıştır. Ayrıca Freud Totem ve Tabu’da öldürülen babanın klanlarca tabulaştırılmasına işaret eder. Harem olgusunun yol açabileceği sonuçlar; erkek cinselliği çok dişiyi dölleyebilme yeteneğine doğru evrilir, dişi cinselliği de ‘gözde’ olabilmek için yıllık tek dönemden tüm günlere doğru gelişir. İktidar savaşımı erkekler arasında tüm şiddetiyle hissedilir. Bu sürece denk toplumsallaşma alet kullanımının yaygınlaşmasıyla karmaşıklaşmış, insan türünün kendi içindeki çelişkisi başka bir yönde derinleşmiştir. Bunalımı aşabilecek bir akit yapma zamanı gelmiştir. Oğullar haremden artık kovulmaz, liderlerin kendi içinde oluşan çatışmalarında soysal birlik kurulur, ama tek şartla; babanın eşlerine dokunmamak. Oğullar için ensest yasağı konmuştur. Kız kaçırma dönemi başlar. Eş kapma yarışı biçim değiştirmiştir ve bu gerilim yeniden kopuşlara ve kavgalara nedendir. İnsan insanın çoktan kurdu olmuştur, aşiret yapısı belirir ve çağlar boyu sürekli yenilenen toplumsal uyuşmalar arama dönemine girilmiştir. Aile açısından, babalar da kız eşlerinden vazgeçer, soylar arası eş değişimi törensel-büyüsel bir eğlenceyle onanır. Düğün olgusu yerleşir. Aynı süreçte gelişen düzeli avlar, üretim üzerine düşünmeler, tüketim toplumundan üretim toplumuna geçişi sağlar. Tarım icat edilir ve yeryüzüne yayılış da hızlanır. İhtiyaç fazlası ürün, ticareti doğurur, yerleşik yaşamda bitmeyen çelişkiler görülür, sınıflar ortaya çıkar, köleliğin tohumu toprağa atılır. Kuşaktan kuşağa aktarılacak buna uygun ahlak kavramı da gündelik yaşama yerleşir. Peki, öngörüldüğü gibi tarihin bir döneminde kadın toplumsal erki ele geçirebilmiş midir? Mümkün gözükmüyor; özellikle tarım döneminde cinselliğini işgücü üretmek için kullandıran kadın, silahı kimliğiyle özdeşleştirmiş olduğunu bildiğimiz erkeğe nasıl üstünlük sağlayabilir? O dönem buluntularında ok uçları, bıçak gibi silahlar erkek mezarlarından çıkarken, kadın mezarlarında obsidyen ayna ve takılara rastlanır. Kadın egemenliğinin ve anaerkil aile biçiminin göstergesi sayılan 25 bin ila 30 bin yıl önce yapılmış ve üst örneğine M.Ö 6 bin yılın yarısında rastlanan doğurganlığı, bereketi ve bunun etrafındaki dinsel alanı simgelediği düşünülen Ana tanrıça figürleri nasıl yorumlanmalıdır? Bu yontular mobildir, taşınabilir, büyük göbekli, iri göğüslü, geniş kalçalıdırlar, basit birer cinsel meta olabilecekleri gibi gerçekten analığı ve anaçlığı da simgeleyebilirler. Söze ve büyüye açık eski toplum içinde doğurganlık muskası işlevini de görebilirler. Kutsanıp, yüceltilebilirler, ama sihirsel din anlayışında tek ve üstün öğe değillerdir. Erkekliğin simgesi sabit boğa başları da kültsel alanlarda bulunmuştur ve toplum düzeninde temel erkin kimin elinden olduğu konusunda en az ana tanrıça figürleri kadar kanıt sayılabilirler. Bir an Avrupa’da, özellikle de Anadolu toprakları ve çevresinde kadınlar egemenliğinin olduğunu kabul edelim. Bu egemenliği yıkacak -ki yıkıldığı kesindir- büyük bir toplumsal dönüşümün izlerini sürmemiz gerekir. Gelişen ve karmaşıklaşan meta ticareti olabilir mi? Kentsel birliklerin kurulması ya da imparatorlukların ortaya çıkışı kadını ikinci plana itebilir mi? Üretimin tarıma dayalı olduğu bir dönemde gücü eline geçiren kadın, ticaretin ve devletin yine tarım üretiminde şekillenen kurumsallaşmasında nasıl gözden düşmüş, sadece doğurganlığı o da işgücü üretimi açısında önemsenmiş, tek tanrılı dinlerde ilk günahın nedeni olarak horlanmış ve Ortaçağ’da ‘cadı’ kisvesine büründürülerek yok edilmeye layık bulunmuştur! Amazonlar egemenliklerini kaybetmek istemeyen direnişin son kalıntılar mıdır, yoksa yeni bir arayışın ilk adımları mı? Ne Mezopotamya’da, ne Mısır’da, ne de Anadolu’da tarih çağlarında kadının yönetimsel gücü vardı. İlkçağın özgün sistemi Atina demokrasisinde de kararlar için oy veremezdi, ama o dönemlerde bile kutsal sayılan kadın yontuları mevcuttu. Sümer’de İnana, Akkadlar’da Aştar, Kenanlar’da Astrte, Mısır’da İsis, Yunan’da Artemis ve Athena, Anadolu’da Kyble. Kadın ancak aile ortamında egemen tanrısallığa ulaşıyordu; bilinen üçlü baba, anne ve oğul… Dişi semboller bütün çağlarda göz önünde bulunmuştur. Çağımızın iletişim yayınlarında bıkıp usanmadan kullanılan bir fetiştir. Modern sanatımızın, erkek ustalarının elinde, hala ana eksenidir, bu açıdan kutsandığı bile söylenebilir. Fakat nesnel açıdan bakıldığında kadının hali egemen olmaya yetmez, üretimin karar mekanizmalarına yeni yeni, o da daha çok soysal hanedanların holdinglerinde, girebilmektedir. Sonuç olarak geçmişin kalıntılarında ideal bir anaerkil, eşitlikçi toplumun izlerini sürmekten, bunun varlığının zayıf olasılığını kanıtlama uğraşından çok eşeyler arasındaki çelişkiyi bile ortadan kaldıracak toplumsal yapının ileride oluşabilmesi adına somut adımların atılması gereklidir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bülent Efe, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |