Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Öğretmen tüm sınıfa dönerek, biraz da yüksek sesle sordu: -Kitaplar kimde diyorum size? Çabuk kimde ise çıkarsın kitapları, yoksa tek tek hepinizin de çantasını arayacağım ona göre! -Örtmenim bende değil. -Valla bende de değil örtmenim. -Aaaa, kimde bu kitaplar? Sınıftaki tahta sıralara kümeler halinde oturmuş çocuklardan kaçıncı kez karışık, şaşkın yanıtlar geliyordu. Uzun boylu, yaşı kırk-kırkbeş civarlarında olmasına rağmen saçları bembeyaz olmuş, ama hala gür olduğu için geriye doğru kabarta kabarta tarayabildiği saçları olan Remzi Paksoy, bahar gelip havalar ısındığı halde, kırçıllı yünlü ceketini hala çıkaramamıştı. Kasabanın ciddiyeti, disiplini ile ve dolayısıyla sınıfındaki öğrencilerinin başarısı ile en çok ün yapmış ilkokul öğretmeni idi kendisi. Yerleri ziftle boyanmış tahtaların üstünde bir ileri bir geri gitti, geldi. Beyaz tebeşirle yazı yazılan sınıf tahtasının tam karşısına düşen duvarda, mevsimleri anlatan dört adet büyük tablo vardı. Eğri duran yaz temalı tabloyu eliyle düzeltti. Tekrar sınıfa döndü: -Bakın çocuklar, son kez söylüyorum. Sınıf kütüphanesinden kayıp olan beş adet kitap her kimde ise teneffüste gelsin masama bıraksın. Yoksa önümüzdeki derste herkesin çantasını tek tek arayacağım ona göre. Ben size üç gündür söylüyorum değil mi, sömestre tatilinde kimsede kitap kalmayacak diye. Herkes kitapları teslim etsin, kitapları sayıp, dolabımızı kilitleyip tatile gideceğiz diye, değil mi? Kitapları sınıfa geleli daha bir ay oluyordu. İleri görüşlü Remzi Paksoy, 70’li yıllardaki çocuk kitapları eksikliğini gidermek için bir yayınevinin çıkardığı çocuk serisini, hemen farketmiş ve bunları bir şekilde okula ve hatta sınıfına kazandırmanın yolunu düşünmeye başlamıştı. Sınıf kütüphanesinde sadece Kemalettin Tuğcu kitapları vardı. Her ne kadar çocuklara okuma zevkini bu kitaplar aşılasa da, sadece bunları okumaktan sıkılmışlardı artık. Sonunda bulduğu formül ile her çocuğa kendi kafasından, o çocuğun alievi durumuna göre biçtiği miktarı söyleyerek belirli bir miktar para toplamıştı. -Sen Veli, 10 lira getir. -Saadet, sen dayına söyle 5 lira versin. -Selver, sen 15 lira getir. Sadece iki kişiden 20 lira istemişti. Birisi kasabanın tek benzin istasyonunun sahiplerinin kızı Aytül. Diğeri de babası Mal Müdürlüğü’nde memur olarak çalışan Nesrin. Nesrin babasına söylediğinde, babası kızmıştı: -Niye bizden 20 lira istiyor ki? Ben benzinciler kadar zengin miyim? -Ama baba.... -Yoksa sen mi hemen ön atlayıp, örtmenim, örtmenim ben yirmi lira getireyim dedin? -İnan olsun demedim baba. Öğretmen kendisi söyledi herkese. Bana da sen yirmi lira getireceksin dedi. -Gideyim de akşam kulüpte sorayım şu öğretmene. Ben neyim ki, benden de yirmi lira istiyor? -Baba, ne olursun sorma. Ne olursun. Utanırım ben sonra. Nesrin babasından güçlükle kopardığı yirmi lirayı kalem kutusuna koymuştu da, hemencecik teslim etmişti yerine okula gidince. Remzi Paksoy tüm paraları toplayınca yayınevine bir mektup yazdı. Yeni çıkan çocuk kitapları serisini istediklerini, kargo ile gönderip gönderemeyeceklerini ve banka hesap numarlarının ne olduğunu soran. Yayınevinden gelen yanıta göre de, öğrencilerinden topladığı paranın üstüne bir yirmi lira da kendisi koyup yatırdı yayınevinin banka hesabına. Artık tüm sınıf heyecanla gelecek olan koliyi bekliyordu. Acaba on günde gelir mi idi? On gün, onbeş gün, yirmi, otuz...Derste iken her kapı çalışında tüm öğrenciler heyecanlanıyordu. Gelen postacı mı idi? Elinde büyükçe bir koli var mı idi? Otuzyedinci gün koli kutusu geldi. Tahminlerinden daha büyüktü. İçinden rengarenk resimli kapakları olan, hem de kuşe, beyaz kağıda baskılı kitapları çıktı. Koli kutusunun içinden neler çıkmamıştı ki? “Pal Sokağı Çocukları”, “Fareler Cumhuriyeti”, “Uzun Çoraplı Kız Pippi”, “Gülibik”, “Fadiş”, “Küçük Prens”... Hemen oracıkta paylaşmışlardı, sen şunu al, ben bunu alayım. Kayıtlarını zor almıştı Kitaplık Kolu Başkanı Nesrin. Kimde ne var, bir deftere kaydetmek zorunda idi. Hangi tarihta almış, hangi tarihta iade etmiş, kitabın adı, alan kişinin adı. Deftere çektiği dikine çizgilerle bunları ayırıp, sonra da tek tek yazıyordu. Sonra kitapları değiş tokuş ederek okumaya başladılar. Sen “Uzun Çoraplı Pippi”yi okudun mu? Ben onu aldım, oradaki kızı çok sevdim, çok özgür. Ben “Pal Sokağı Çocukları”nı daha çok sevdim, çünkü mahallede çocuklar ne güzel takım kurup karşı mahalle ile maç yapıyorlar, ama sonu kötü bitiyor. Çocuklar kitaplara doyamadan sömetre tatili gelmişti işte. Remzi Öğretmen önce, tatilde her çocuğa bir kitap verme kararı aldı. Sonra da vazgeçti. Çocuklar köylerine giderler, başka yere giderler, sonra orada unutur, kaybeder gelirler kitapları. Parayı bile güç bela toplamıştı zaten velilerden. Şimdi bir de kayıp kitapları mı toparlamaya uğraşacak? Önlerinde bir dönem daha var zaten, o zaman okurlar. En iyisi sömestre tatilinde kimseye kitap vermemek... Sömestre tatili öncesi tüm kitaplar toparlandığı halde beş adet kitap yoktu işte. Remzi Öğretmenin tüm sınıfa kızıp, bağırması ve çıkışmasının ardından, nihayet teneffüs zili çaldı. Koridorlarda okulun bahçesine çıkan çocukların uğultusu yükseldi. Remzi Öğretmenin sınıfı da boşaldı. Üç beş kişi kalmıştı sınıfta sadece. Nesrin en yakın arkadaşlarından Zeynep ve Saadet’i yanına çağırdı. Sınıfın en dip köşesine gittiler sessizce. -Zeynep, Saadet size söyleceklerim var. Kayıp kitaplar bende. Tatilde okurum diye almıştım. Kitaplık Kolu Başkanı olduğum için kimse anlamaz diye düşündüm. Remzi Öğretmenin kitapları sayacağı hiç aklıma gelmemişti. Ben ne yapacağım şimdi? Pratik düşünceli olanı sözü aldı önce: -Öğretmen masaya bıraksın kim aldıysa dedi ya, bırak şimdi tam zamanı. -Bırakacağım, ama kimde imiş bakalım bu beş kitap derse, ne olacak? Sonra sınıftan birisi beş kitabı da masaya benim bıraktığımı görür de öğretmene söylerse? Zeynep daha sakin ve sessizdi. Ama o da içtenlikle yardıma hazır olduklarını söyledi. Kitaplardan birisini Zeynep, ikisini Saadet aldı Nesrin’in çantasından usulca. Sonra da götürüp öğretmenin masasına bıraktılar teneffüs bitmeden. Remzi öğretmen sınıfa girince ve masasında kitaplardan üçünü görünce çok da üstüne gitmedi kitapların kimde olduğuna dair. Ama Nesrin soğuk soğuk terler döküyor, korkudan kalbi hızlı hızlı atıyordu. Şu sıkıntıdan bir kurtulsa bir daha fazla kitap almayacaktı dolaptan. Tamam ama benim de bu kadar hakkım olsun canım diye düşündü. Koskaca kitaplık kolu başkanı değil miyim hem ben? Teneffüslerde bahçeye bile çıkmayıp kitapları dağıtmak, kayıtları tutmak, dolabı düzeltmek için uğraşmıyor muyum? Hem de tamı tamına yirmi lira getidim alnırken kitaplar. O kadar da hakkım olsun değil mi? Düşününce kendini haklı buluyordu, ama sıkıntıdan da bacakları titriyordu. Yakasını çekiştirdi eliyle. Allahtan annesi Almanya’dan gelen işçilerden bu beyaz fistolu yakayı almıştı da, siyah önlüğünün üstüne o insanın boynunu kesen naylon yakalardan takmaktan kurtulmuştu. Ama bunun da arkadaki topluiğnesine dikkat etmek gerekiyordu. Arkadan yakanın uzantısı olan kalın ipleri bağlamak yetmiyordu. Sonra çözülüp düşebiliyordu yaka sen farketmeden. Arkadan bir de topluiğne ile tutturmak gerekiyordu. Tabii, bir de o topluiğne boynuna batmasın diye dikkat etmek... Yakasını çekiştirmeyi bırakıp, kendisinde kalan en son iki kitap için öğretmenin masasına gitmeye karar verdi. -Öğretmenim bu iki kitabı çantamda unutmuşum ben. Benim çanta çok gözlü ya, o aralara sıkışmış kalmış, ben görmemişim. Ama ben bunları sömestre tatili için teslim etmek istemiyorum. Çünkü sömestre tatili için kitaplık kolu başkanının iki adet kitabı eve götürme hakkı olduğunu düşünüyorum! -Hım! Dur bir düşünelim. Ama o zaman arkadaşlarına haksızlık olmuyor mu? Böyle bir karar aldı isek herkesin buna uyması gerekir değil mi? Sesi titremeye başlamıştı, ama vazgeçmeye niyeti yoktu. -Ama ben kitaplık kolu başkanı değil miyim? Zaten dolabın anahtarı da tatilde bende kalmayacak mı? İşte anahtarı nasıl koruyacaksam, kitaplara da gözüm gibi bakarım, söz veriyorum. -O zaman şöyle yapalım Nesrin; sen bu iki kitabın yanısıra, sana ödev olarak vereceğim kitabı da okuyacaksın. İş Bankası Müdürü’nün geçen gün hediye ettiği İş Bankası Yayınları’nın “Atatürk’ün Yurt Gezileri” kitabını da okuyacaksın, tamam mı? -Ama, öğretmenim, o kitap çok kalın. 15 günde hepsini bitiremem ki! -Olsun, sen de yarısına kadar okursun.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ceren Emre, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |