"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller |
|
||||||||||
|
Oysa 80’lerin başında yaşananlar ne yazın dünyasında ne de siyasi arenada yeterince tartışılmamıştı. O günlerde, rahatı kaçmasın diye susanların, Darbecilerin her kararının ardında iyi bir şeyler arama çabası içinde olan sözde aydınlarımızın tavrı anlaşılmaz değildi. Doksanını devirmiş - o günlerin- gazeteciler cemiyet başkanının, torunu yaşındaki Darbeci Generalin TV kameraları önünde elini öpmekten çekinmeyen aşağılık tavrından etkilenmemiş olsalar bile, asrı devirme eşiğindeki bir faniye elini öptürmekten çekinmeyen, ar damarı çatlamış darbeci generalin “vakur” tavırlarından etkilenmemeleri olası değildi. Asıl anlaşılır-anlaşılmaz olan dönemin bitişinin ardından sözde aydınların suskunluklarını sürdürmüş olmalıdır. Susurluk skandalı sırasında 12 Eylül’ün şifresini çözecek ipuçları ele geçmişken hasıraltı edilmesinin ardında da aynı teslimiyetçi tavrın etkisi vardır. O günlerde doğan şimdi üretim sürecinde olan gençlere, yıllardır o yılların farklı fikirden gençlerin birini sokak ortasında kesmekten çekinmediği karanlık yıllar olduğu anlatılıp duruldu. Ülkesi hakkında fikir sahibi olmak, eşittir düşman sahibi olmaktı. Durduk yerde düşman sahibi olmanın da anlamı yoktu. Şimdi, genç kuşak ani bir trafik kazasıyla yitirdiği hafızasını," Nayır, nolamaz," zerzenişleri eşliğinde bulmaya; 'O günleri' yeniden yorumlamaya çalışıyor. Bu türden çabaların en akılda kalanı Çemberimde Gül Oya TV dizisi ve Babam ve Oğlum filmiydi. Aynı yönetmenin aynı ekibin elinden çıkma toplumu o günleri düşünmeye çağıran içtenliği ile öne çıkan bu çalışmalar toplumun geniş bir kesimi tarafından ilgiyle karşılandı. Medya ve reklâm dünyası toplum tarafından benimsenen her girişimi yolundan çıkarma işlevini bu konuda da göstermekte gecikmedi. Bir zamanların tutucu siyaset adamlarından birinin: “Bu memlekete komünizm de gelecekse biz getiririz," tavrının takipçisi reklâm dünyası yeni bir dalganın başlangıç atışını yaptı. Bu dalgadan aklımda kalan kıvrımlar... Kıyafeti, masum hesapsız görünen içtenliği 80’lere göndermeler yapan Axses reklâmındaki şirin genç kız. Oyakbank'ın iyi 'Manavı', 'İşini zamanında bitirmeye çalışan esnafı' eşliğinde " İyiler mutlaka kazanır" temalı reklâmı. Geğirten şekerli su sektörü bu dalgayı zirveye çıkardı. Başı çeken rakibinin tersine reklâmlarında ve imaj çalışmalarında yenilikçi motiflerle kendine yer edinmeye çalışan Pepsi eski günlerdeki pazar payına duyduğu özlemin de etkisiyle reklâmlarında o masum günleri işler oldu. Bakkal kapısında Pepsi kasalarının üstünde oturan kız çocuklarının söylediği Sezen Aksu şarkısı, o güzelim zevksiz kıyafetlerle video kamara önünde o günün popüler figürleriyle dans eden yeniyetmelerin ağzından devam ediyor, bakkal önünde oturan şirin kız çocuklarının diskoda dans eden kıvrak bedenli genç kızlara dönüşmesiyle son buluyordu. Böylece o günlerden bu günlere saflığından hiçbir şey kaybetmeyen, kimsenin adını ağzına almaya cesaret etmediği dönemlerde Kemal Burkay’ın ‘Hadi Gülümse’ sini seslendiren, Sezen Aksu’nun güzelim şarkısı “Eller havaya, haydi Laylaya” havasında,”it yola bindi” tarzlı “indir-kaldıra” kurban ediliyordu. Taklitçi, yerli geğirten sıvımız Cola-Turka da bu nostalji dalgasına katıldı. Onu bu kanala ittiren güç, yerine göz diktiği yakın rakibinden geri kalmama isteğidir. Bu sektör öğle körcesine rekabetin olduğu bir sektördür ki lider firma: Her gün Sarayburnu’ndan bir kamyon meşrubatı denize dökse. Rakipleri ertesi günü “Onlar yaptığına göre bir bildikleri vardır. Belki de balıkları Cola içmeye alıştıracaklar,” der onu taklit eder. Yoksa siyasetin üst kademesindeki iş ortaklarından aldığı gazla en yakın rakibinden pay koparıp duran; plastik atıkları henüz Kıbrıs sahillerini bile dövmeye başlamayan; daha dün kurulan bir firmanın geçmişle ilgili özleyecek neyi olur ki. Amerikan Royal Crown Cola’ dan aldığı icazetle, Anti-Amerikan postuna bürünmeye çalışan Cola-Turka’ nın çabası anlaşılmaz değil. Bürünmeye çalıştığı postu “Hababam Sınıfı” masumiyetiyle daha da bir bizden kılmaya çalışıyor. Her şey iyi hoş da reklâmında pervasızca kullandığı Adile Naşit, sağ olsa “Kuzucuklarına” obezite aşılamaya niyetli; ürünlerinde rafine şeker yerine insan sağlığı açısından zararlı olan mısır nişastasından elde edilen glükoz kullandığı mahkeme kararıyla tescil edilen bir firmanın reklâmında oynamak ister miydi? Ya da bu güne dek reklâm metası olmaktan özenle geri duran Münir Özkul’ dan görüntüleri kullanılırken izin alınmış mıydı? Yoksa ortada şark kurnazlığıyla açılan çuval ağzına mızrak gizleme çabası mı vardı. Rahmetli Adile Naşit’ den ahi retten icazet alıp almadığı bilinmez. Ama Münir Baba' dan, bu konuda bir açıklama yapmasını beklemek, biz filmleriyle yerine göre salya sümük; yerine göre gözü yaşarana dek kahkahalar atarak büyüyen neslin hakkıdır. Okan Bayülgen’in “Zeki, çevik ve çalışkan” bir ekibin elinden çıktığı belli olan “Televizyon Makinesi” programı sezon finalinin temasını 80’li yıllara ayırmıştı. Programda temasına uygun konuklarda vardı, kim olduğunu bilmediğimiz, ancak neye yaradığını bildiğimiz sarışın güzellerde. Programı birlikte sunduğu Sayın Hakkı Devrim, program boyunca pek bir suskun duruyordu. Oysa Atatürk’ten miras Türk Dil ve Tarih Kurumunu sıraya çeken 12 Eylülcü generaller ve onların yağdanlığı “sözde aydınlara” söyleyecek birkaç “tatlı” sözü olmalıydı. Sessizliği, o günlerde “uydurukçu” olmakla suçlanan T.D.T.K ya yeterince sahip çıkamadığından duyduğu eziklikten kaynaklanıyorsa diyecek bir şey yok. Dürüst ve tutarlı tavrını takdir etmek gerekir. Yoksa “müselles” yerine “üçgen” ; ” zaviyeyi dâhiliye tan” yerine “iç açı” sözcüklerini dilimize kazandıran bir kurumu alaşağı eden zorbalara bir dil üstadının söyleyecek çok sözü olsa gerek. Şöyle bir düşünsenize“Bir üçgenin iç açıları toplamı yüz seksen derecedir kuramını” eski dilde çocuklarınıza belletmeye kalktığınızı. Sözümüz kıvrak zekâları dayanılmaz yaratıcılıklarıyla çoğu kez gündemi takip etmek yerine gündem dışı kalmış değerleri gençlere tanıtan Okan Bayülgen ve ekine değil. Gözü geçen ekip belli ki bir hoşluk yapmış, ileriki günlerde daha da bir gündemde olacağı belli olan 80’li yılları sezon finaline tema seçmiş. Buraya kadar denecek bir şey yok. Yine de insan konu 80’ler olunca “Arzın merkezi” sandığı organının aklıyla dünyayı, sanatı yorumlamaya çalışan Haşarı Ressam Bedri Baykan yerine 80’li yıllara damgasını vuran 12 Eylül darbesinin mağdurlarından birini konuk olarak görmek istiyor. Olimpiyat Pavyon’dan getirdiği konsomatrislere, barında çamur güreşi yaptırarak Haşarı Ressam unvanını kapan, mahkeme kapılarında Orhan Pamuk’u protesto ederek 'devlet sanatçısı' unvanını ucuzuna kapatmaya çalışan bir zamanların dahi çocuğunun bu programda bulunması programa ayrı bir hoşluk yaratmıyor değil. Malum, muhatabı belirsiz “Cinsel devrim” sürecimizin temelleri 12 Eylül darbesiyle atıldı. TV’lerden radyolardan, gazetelerden yükselen Evren, Evren nidalarını kimimiz ‘Evlen, Evlen’ kimimiz ‘Eğlen Eğlen’ anladı. Bunların hepsi de iyi hoşta: “Bayram değil seyran değil. Eniştemiz, sermaye yandaşı medyamız durduk yerde bizi niye öptü.” Cevap sorunun içinde gizli… Sermayemize ruhunu yitirmiş, gemisini geçin, sandalını kurtarmaktan aciz genç kaptanlardan fazlası lazım. Uyumuşluk da bir yere kadar. Kıçını toplamaktan aciz gençlerle nereye kadar vara bilirler ki. Unutmayın. Onlar gelişmeye yönelik en güçlü adımlarını, 12 Eylül ateşinde dibi tutmuş, bir kuşağın yönetici kademelerinde yer aldığı dönemlerde attılar. At terli, yorgun. Yerini bırakacak gençlere ihtiyaç var. Günümüz genç kuşağından, onların yerini tutacak dibine tutmuş olmasa da dibi isli tavalar çıkmalı. 8 TV, 8 internet, 8 yatak günü üç eşit parçaya bölen “dengeli gençler” yerine, yeri geldiğinde kendini ateşe atan “devrimci gençlere” ihtiyaç duyuyorlar. Tabii ki sürüdeki çoğunluk, ardına düştüğü keçinin peşi sıra uçurumun dibini boylamalı. Bunun içinde uçurumun kenarına dikilip, ardına taktığı koyunlarla birlikte uçurumdan atlayacak lider keçilere ihtiyaçları var. Ama yağma yok. Avuçlarını yalasınlar. “Her yoğurdum var”, diyene, “Doğra beni,” deyip koşan, cacık olmaya meraklı hıyar gençler yok artık. 2006-KAYSERİ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hardal Biber, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |