Güzellik her yerde karşılaşılan bir konuktur. -Goethe |
|
||||||||||
|
O eylül gecesi hiç olmadığım kadar düşünceli olduğumu. insan nasıl başarıyor? Bu kadar düşünceli olup hiçbir şey düşünmemeyi. Beynimin yakacak yakıtının kalmamış olması da bunda etkin olsa gerek. On bir saattir açım. Karaciğerimdeki glikojen depoları beni bir saat daha idare edecek sonra, ufukta yeni bir yemek görünmediğine göre sıra bayatlamış ekmek kıvamındaki göbeğime gelecek. Böyle zor günler için sakladığım göbeğime... Düşündüm. Göbeğimi düşündüm. Bal petekleri gibi yan yana, üst üste dizilmiş yağ hücrelerimi. Oysa bir zamanlar yüzlerce mis kokulu çiçeğin özü olan bal gibi, yüzlerce farklı yemekti göbeğim. Kimi hücrelerim biftek, kimisi köfte, kimisi balık, patates, bamya, ama en çokta ekmek tulum peyniri ve kavundu. çocukluğumdan beri belimin çevresinde bir can simidi gibi taşırım onu. Kim bilir belki göbeğimin derinliklerinde bir yerde o günlerden kalma birkaç hücre bulunuyordur. Bayram sabahlarının neşeli kahvaltılarından, Hatice halanın yaprak sarmasından Gülay teyzenin baklavalarından... Saate baktım tekrar. 42 dakika 42 sonra glikojen depoları the end. Buna şuan için hiçte üzülmüyorum. İçimden; kürdanla dişimin kovuğuna sıkışmış bir et parçasını çıkarıp tekrar yer gibi, o günlerin hatırası neşeli yağ hücrelerim kana karışırsa, sadece kan glikoz düzeyim değil mutluluk hormon düzeyimde yükselir diye düşündüm. Fakat işte bunun olmasına lanet 41 dakika daha vardı. Vakit geçirmek için kitaplığıma doğru yürüdüm. Kafamdaki (çoğu gereksiz) bunca düşünceye yol açan binlerce ( abartmıyorum sahiden binlerce) kitabın arasından lise yıllığımı buldum. Gözüme gözlüğümü takıp rastgele bir sayfayı açtım. Aylin... Okulumuzun en güzel kızı. Sinem'de güzeldi ama Aylin en güzeliydi. Uyanıksan kulağın çınlasın, süt beyazı tenin, yem yeşil gözlerin, kumral saçların ve daha güzelini bu yaşıma kadar görmediğim dudaklarınla sahiden rüya gibi bir kızdın. Kim bilir şimdi neye benziyorsundur? Tahminlerimde yanılmıyorsam kilo almışsındır. Bünyen buna müsaitti. Hele çocuğun olmuşsa kesin kilo almışsındır. Benim gibi seninde göbeğin olmuştur. Yok, yok senin göbeğin benim göbeğim gibi değildir. Senin göbeğin benim ki gibi bayatlamış ekmeğe değil, mayalanmış hamura benziyordur. Kot pantolonunun son düğmesini iliklediğinde, hamur teknesinden dışarı taşan mayalı hamur gibi dışarı taşıyordur. Ve muhtemelen çok güzel gözüküyordur. 28 dakika. Atletimi sıvayıp kendi göbeğime dokundum. Okul kantinindeki dürümden arta kalan hücreyi ararcasına. Biliyorum aynı hücreden Aylin'de de vardı. Sonra yaptığımdan utandım. Yıllığın yaprağını değiştirdim. Evet buldum. Sinem, Aylin'den daha ince ve daha uzundu. Okul içinde okulun en güzel kızı olduğuna inanılırdı. Ama bence Aylin'in gölgesi bile Sinem'den daha güzeldir. Gerçi Sinem 1999 yılı Yunanistan 2. güzeline benziyordu. Hemde tıpa tıp. Yani onun ki tescillenmiş bir güzellikti. Fakat kanaatimce o yarışmaya Aylin'in benzeri katılsa, ikinci değil birinci olurdu. : ) Garip yıllardı o yıllar. Tüm erkekler bir nebze sapıktı. Elden ele bahsi geçen yunan güzelinin mayolu, bikinili fotoğrafları gezerdi. Sinem niyetine bakardık ona. Acaba Sinem'in kocası biliyor mudur bunu. Sinem biliyordu. Ben kocası olsam bilmek istemezdim. Peki kocası, Sinem'in kocası var mıdır? Vardır. Peki Sinem'in göbeği var mıdır? Yoktur. Hala dal gibidir. Hala göreni bir kez daha kendisine baktırıyordur. Peki ya kocası? O aptal herifin kesin göbeği vardır. Zengin, kıllı ve yağlı iğrenç bir göbek. Kendi kendime zenginlerden ve zenginlerin iğrenç göbeklerinden nefret ediyorum dedim. Bu sırada da gözüm kendi göbeğime takıldı. Eminim o da benden ve fakirlikten nefret ediyordur. Onu daha da büyütemediğim ve güzel bayanlar tarafından sarılıp okşatmadığım için. Fakat göbek bey bu durumdan hiçte üzgün değilim. Ben Hiçbir zaman hayatta midesi ile hareket eden, acıktığı zaman avlanan, doyduğu zaman uyuyan ve hayatı bu zanneden bir hayvan olmadım. Her önüne geleni isteyen, doymayan hırsları, bitmek tükenmeyen kazanma azmi olan biri olmadım. Her kazanma bir kaybedeni doğurur. Bu dünyada hep kazanan kişi kaybeden bir sürü kişiye yol açmıştır. İnsan hem kazanmalı hem kaybetmeli. Tekrar göbeğime baktım. Yüzünde hala aynı alaycı gülümseme vardı. Tamam kabul ediyorum, kaybetme konusunu biraz abartmış olabilirim. Fakat daha fazla kızdırma beni, yazılırım bir spor merkezine eritirim seni. Görürsün gününü. Kızmıştım, moralimde bozuldu. günlümü bir tarafa gözlüğümü başka bir tarafa fırlattım. Sonra saate baktım 22 dakika. Yorulmuştum sırt üstü yatağıma uzandım. Bir süre avize ile giydirilmemiş, bir duyun ucunda tavandan sarkan çıplak ampulle baktım. Ve üzerine yapışarak ölen sineklerden kalan yanmış sinek kanadı lekelerine. O kadar çoktu ki sayısı! Bir zamanlar bir kız arkadaşım olmuştu. İsmi Mine. Gülümsemek yüzüne en çok yakışan sevgilim. Buraya birlikte sırt üstü uzanmıştık. Birlikte ampule bakıyorduk. Ona aynen şöyle demiştim; “Mine, deniz kenarına gidip ayın şavkını izleyip sana hazır cep telefonu mesajı kıvamında şiirler okuyan romantiğimsi bir sevgili değilim. Görüyorsun birlikte pis bir ampule bakıyoruz. Bu esnada sana divan şiirindeki aşıkların sembolü pervaneden de bahsedemem. Çünkü biliyorsun bu ışığa aşık sinek benzetmesini çok saçma buluyorum. Sinek efendi, eğer gerçekten ışığa aşıksan, aydınlan biraz da insanların kanını emmekten vazgeç. Yok öyle, insanların kanını emeceksin, her türlü pisliğe konacaksın, vizzz diye iğrenç bir ses çıkaracaksın sonra ışığa aşıksın diye saygımı kazanacaksın.” Mine bu tuluatımı dinledikten sonra hiçbir şey söylememişti. Zaten konuşmayı pek sevmezdi. Bende onun konuşmasını istemezdim. Gülümsesin, hep gülümsesin. Şimdi ne yapıyorsa, kiminle birlikte oluyorsa olsun. Yeter ki mutlu olsun. Mutlu olmak ona çünkü çook yakışıyordu. O yüzden ayrıldım ondan. Göbeğime en son dokunan kadından. Sonrada hayatıma başka kimse girmedi. Yoo, girmesine izin vermediğim için değil, kimsenin gelmediğinden. Ben kalbimin kapısını açık tutuyorum. Ama gelin gelin diye de bağırmıyorum. Galiba artık zaman değişti. Benim gibilerin devri doldu. Artık sosyalistlik, idealistlik kadınlar aleminde karizma unsuru olmuyor. Güzel takım elbise, etrafı değerli taşlarla süslenmiş kol düğmeleri daha etkileyici bulunuyor. Yani artık kapitalist erkekler moda. Fakat bu durum umurumda bile değil. Hayatımın hiçbir döneminde modaya ayak uyduramadım. Bu yaştan sonrada uyduracak değilim. Sağ tarafıma dönüp, ucuz Çin yapımı olmayan kol saatime uzandım. 16 dakika kaldığını işaret ediyordu. Göbeğimi yemeye başladığım anı kaçırmamak için sürekli saate bakıyordum. Fakat böyle yapınca zaman her zamankinden de yavaş akıyordu. Çaresiz vakit geçirmek için odanın içinde gözümü gezintiye çıkardım. Duvarlar çok kirliydi. Burayı tuttuğumda boyanması gerekiyor ama burada çok fazla kalamam diyerek boyatmamıştım. Gerçi paramda yoktu. Çok karanlık bir ev. İki odası ışıklığa bakıyor. Şuan içinde bulunduğum oda ve mutfakta pencere var ama onlarda işe yaramıyor. Tam karşımızda 14 katlı bir apartman var. Görebildiğim tek şey onun duvarları. Belki inanmayacaksınız ama, odamın duvarları bu apartmanın duvarlarından bile daha isli. Hem sadece isli değil, benden önce bu odada yaşayan adamın içtiği sigaraların etkisiyle sararmış. Birde neden çaktığımı benim bile unuttuğum bir sürü çivi var. Ondan daha çok sayıda da çivisi düşmüş, çivi çukuru. Göbek çukurum gibi... Evet bu benzetme çok doğru bir benzetme. Bu islenmiş duvarlar bana çok benziyor. Sıvası çok kalitesiz. Bu yüzdende üzerine çakılan hiçbir çivi kalıcı olmuyor. Ufak bir zorlamada düşüyor. Sıkı sıkı tutmuyor hiçbir şeyi. Bir Oğuz Atay durumu. Tutunamayan duvar. Tutunamayan Kemal... Derken duvarın diğer bir kötü özelliği ilk defa iyi bir işe yaradı. Ses geçirme özelliği, gerçi bu bir özellik sayılmaz. Doğru ifade şu olacak ses geçirme özelliğinin olmayışı bu melankolik düşünceden kurtardı beni. Yan komşunun sarkaçlı saati, çok önemli bir haberi verir gibi saatin 00:00 olduğunu haber vermek için 12 defa tokmağını vurdu zile. Bunun komşu için bir anlamı var mı bilmiyorum ama benim için var. Son 7 dakika içine girdiğimi söylüyor. Yo söylemiyor, aslında bağırıyooor. Ding- dong ding- dong Bu son süreyi dış dünyayı düşünerek değil, iç dünyamı düşünerek geçirmek istedim. Gözümü kapadım. Karaciğerimi düşündüm. %6-7 sini oluşturan glikojenin tükeninişini. Karaciğerimin küçülüşünü. Karaciğerim bu hali ile 1930 yılların İstanbul'unun asilzadelerine benziyor. Osmanlının dağılması ve ardından kurulan Cumhuriyetin yeni koşullarına ayak uyduramayan, isimlerinin önündeki paşa unvanları artık para etmeyen bu asilzadeler, serlerindeki asillik yüzünden, müsrif hayat tarzlarından taviz vermemiş. Belli bir süre yüz yıllarca sürede biriken çoğu antika mücevherlerini yok pahasına satmışlar fakat zaman için onlar tükenmiş. Bunun ardından bir çoğu intihar etmiş kalanlarsa Beyoğlundaki köhne bir apartman dairesinde dünyaya gözlerini yummuştu Karaciğerimde kanımdaki glikoz seviyesini sabit tutma kararlılığı ile glikojenlerini bozduruyor oluşu bana onları hatırlatıyor. Çok parasız kaldığım bir günde kanımı sattığım hastanede bulaşan Hepatit virüsü yüzünden trajik bir son bekliyor karaciğerimi o asilzadeler gibi. Ama bunları düşünmemin bir anlamı yok şimdi. Doktor bu ciğerlerin bana 20 yıl daha yeteceğini söylemişti. Sonra Atatürk gibi ölecektim. Sirozdan. Ve bu yirmi yılın dolmasına 6 yıl daha var. Göbeğimi yemeye başlamama 3 dakika, Bu yalnız yaşadığım ve kendi kendime konuştuğum karanlık evde kafayı yemeye ise sanırım ramak.... GOLLOM
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal pismisoglu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |