Dilerim, tüm yaşamınız boyunca yaşarsınız. -Swift |
|
||||||||||
|
Gitti. Bu yüzden ona hiç kızmadın. Abini de yanında götürdü. Sana sorsalar sende onlarla gitmek isterdin. Ama baban Türk’tü. Türklerde kıymetli evlat erkek evlattır. Seni almadı yanına, annene bıraktı. Kendini değersiz ve işe yaramaz hissetmen o günlerden kalma. Annen babanın ardından, eve onlarca baba adayı getirdi. İçlerinden bazıları sana baba değil sevgili olmaya çalıştı. Hepsinin canı cehenneme. Erkeklerin hiçbirini sevmiyorsun. Baban hariç. Annenin de baban dışında hiçbir erkeği sevdiğine inanmıyorsun. O serseri adamlarla birlikte olması da sırf babana inat. Eğer babanı hala sevmiyor olsaydı, gerçekten sevebileceği erkekleri seçerdi birlikte olmak için. Bu yüzden annenin babanı aldattığını hiç düşünmedin. Fakat yine de kızıyorsun annene . Aptallık ettiğini düşünüyorsun. Sen olsaydın onun yerinde, babanı bırakmazdın. Gitmesine izin vermezdin. O istediği Müslüman kadın olurdun. Hatta bir keresinde olmaya da kalktın. Ama yapamadın. Çünkü bilmiyordun nasıl Müslüman olunduğunu, olununca neler yapılması gerektiğin? Sınıfında Bekir isminde bir çocuk vardı. Hep kavga ederdi, gömleği de kan kokardı. Babası kasaptı. Ona her bakışında kafası kopmuş ineklerin yüzü gözünün önüne gelirdi. Korkardın ondan, korktun sormadın. Mahallenin aşağısında bir cami vardı. Bir kerede oraya gittin. Oradaki birilerine sorarım diye. Elindeki ağaç dalına benzeyen bir şeyi ağzına sokan bembeyaz dişli bir adam “ kızım buraya şortla girilmez, kilise üç blok aşağı da” demişti. Sende bunun üzerine hayatında ilk kez kiliseye gitmiştin. Papaza Müslüman olma düşüncelerini anlattın. Papaz günahkar olduğunu söyledi. Güzel kokan bir takım otlar yaktı. Hangi dilde olduğunu bilmediğin bir şeyler söyledi. Çok korkuttun ondan. Cebindeki tüm parayı kiliseye bağışlamanı sağladıktan sonra artık günahsızsın diyerek eve yolladı. Bir daha da gitmedin oraya. Ama tüm bunlara rağmen dinsiz de değilsin. Dua edersin geceleri. Duaya başlarken Tanrı olarak “babamın Tanrısı” kelimesini kullanırsın. Babanın Tanrısına inanıyorsun. O eğer sana doğmadan önce sormuş olsaydı, şimdi değil elli yıl önce dünyaya gelmek isterdin. Hala insanların birbirine inandığı, karı olma, koca olma, anne ve baba olma kavramlarının korunduğu, bol paça pantolonların giyildiği, plaklardan müzik dinlendiği o yıllarda yaşamak isterdin. Böyle bir yaşam, daha eğlenceli, daha yaşanılası olurdu. Arabayı ne kadar hızlı sürersen varacağın yere o kadar hızlı varırsın, ama çevreyi de o kadar az görürsün. Şuan dünya hızla hareket etmekte olan bir araba gibi hatta hızlı tren. Doğumdan ölüme doğru hızla gidiyoruz ama eminim öldüğümüzde dünyadaki bir çok şeyi görmeden, yaşamadan, tatmadan geçmiş olacağız. İşte bu yüzden sen eski devirlerde yaşamak istiyorsun. Dünyanın fayton hızında hareket ettiği devirlerde. Bu uçak hızı mideni bulandırıyor. Dünya seni tutuyor. Tüm bu nedenlerden dolayı evden dışarı pek çıkmıyorsun. Evin çünkü sabit, hareket etmiyor. Hem orayı kontrol edebiliyorsun. En iyi arkadaşların çiçek açmayan saksı çiçeklerin. Heyecanı ve değişiklikleri sevmiyorsun. Bir çiçeğin tomurcuklanmasını, hele açmasını beklemek, çok yorucu. Sen hiçbir şeye karşı beklentin olmasın, bu sayede de hiç hayal kırıklığı yaşamayım diye düşünüyorsun. Annen bu duruma önceleri kızıyordu. Hiçbir işte çalışmaman, kimseyle görüşmeyip, dışarı çıkmaman onu rahatsız ediyordu. Fakat zamanla bu işe karışmaz oldu. Senin bu halini kanıksadı. Oysa senin için dışarı çıkmak sahiden çok anlamsız. Devletin çalışmadığın için sana para ödüyor. Dışarı çıkmadığın, et yemediğin ve alkol kullanmadığın için de işsizlik maaşı sana fazlasıyla yetiyor. Böyle tek düze bir hayatı yaşamak seni rahatsız da etmiyor. O halde sorun yok. Ara sıra sana karışıp işlerine maydanoz olan insanları saymazsak. Onlara ne ki? Onlar her gün önünden geçtiği ve hiç sıkılmadan yüzlerce yıl aynı yerde duran ağaçlara karışıyorlar mı ki sana karışıyorlar? Herkes kendi işine baksın. Sen busun ve bu kimseyi ilgilendirmez. Gerçi seninde hayallerin var. Olmasını dilediğin şeyler. Bir kere televizyonda görmüştün. Avrasya maratonu isminde bir yarışı. Asya’dan Avrupa’ya yapılıyordu. O zaman hayran olmuştun o kente “İstanbul’a”. Bir gün mutlaka gitmeliyim oraya demiştin. Sonra o kent üzerine bir sürü araştırma yaptın. İstanbul’la ilgili bir sürü fotoğraf buldun. En çok avlusunda bir sürü güvercinin olduğu camileri sevdin. Orada bir bank vardı. Orada olsan, o bankın üzerine otursan birkaç ay hiç kalkmadan kalabilirdin. O kadar güzeldi ki; babanın tanrısı seni insan yerine ayakları betona gömülmüş olan “o bank” olarak dünyaya getirmiş olsa hiç şikayet etmezdin. Hatta bundan mutlu bile olurdun. Üzerine genç bir çift gelir otururdu. Hava kararmıştır ve denizden esinti geliyordur. Karşıda bıyıklı bir simitçi vardır. Bayatlamış son simitlerini de satıp evine, ailesinin yanına gitmek istiyordur. Babanda bıyıklıydı. Bekir’de. Türk erkeklerine bıyık yakışıyordu. Türk erkeklerini seviyordun. Üzerime oturan romantik Türk erkeğini de sevdin. Delikanlı bu soğuk sonbahar akşamında sevdiği kızın yanına iyice sokulurdu. Gökteki ayı işaret ederek kızın kulağına Madagaskar’daki gökyüzü tanrısına ait şu inancı anlatırdı; “oradaki insanlar ayın gökyüzü tanrıçasının boynundan sarkan inci olduğuna inanırlar. Yıldızların ise gerdanına sürdüğü simler” Genç kız sevgilisinin anlattığı bu anekdottan çok hoşlanırdı. Sevgilisinin yüzüne sevgi dolu bir ifade ile bakar sonra yanağına masum küçücük bir öpücük bırakırdı. Sadece senin, ayın ve gecenin şahit olduğu küçük bir öpücük. Sonra yağmur yağardı. Genç çift tek şemsiyenin altında elleri birbirinin belinde uzaklaşırdı. Sen arkalarından bakardın. Bir süre yağmurun altında tek başına ıslanırdın sonra bir aşk mağduru genç gelirdi. Aşıktır ve muhtemelen daha önce buraya ayrıldığı sevgilisi ile gelmiştir. Sevgilisini hatırlamıyorsundur. Cebinden anahtarını çıkarır o günlerin hatırası olacak bir şiir yazardı. Adını bilmediğin bir Türk şairden “Yağmur yağıyordu. Dudakları sımsıcaktı, Elleri üşüyordu. Bir öptüm, Bir daha öptüm. Kimseler görmedi öpüştüğümüzü, Yağmurdan başka. İki gözüm çıksın, Şimdi ne zaman yağmur yağsa Utanıyorum...” Şiir çok hoşuna giderdi. Ardından o gençte giderdi. Sen kalırdın bir başına ve yalnız. Altında yağmurdan korunan kediyi saymazsak… İçinden ah dedin, ah İstanbul’daki o bank olsam en azından o bankın üzerinde oturabilsem . Sonra on aydır yaptığın o hesabı yaptın. Her ay işsizlik maaşından 90 euro civarı artırabiliyordun. 10 ayda 918 euro biriktirdin. Bu hesapla üç sene sonra İstanbul’a kısa bir süreliğine de olsa gidebilecektin. Ama sen kısa bir süre için değil, uzun bir süre için gitmek istiyordun. Bu yüzden on yıl para biriktirmeyi göze almıştın. Bu bekleyiş sırasında ölürsen de çok üzülmeyecektin. Çünkü ölümden korkmuyordun. Babanın tanrısından da korkmuyordun. Suçlu sen değildin nasılsa! Ortada bir suç varsa bu suç babana, annene, dişlerini bir dal ile temizleyen o beyaz dişili adamda ve senin paranı alan papaza aitti. Ne yapacaksan nasıl ceza vereceksen onlar ver diyecektin. Buna O’nun cevabı ne olacak? İşte bunu bilmiyordun ama günün birinde İstanbul’a gidersen orada camide birilerine soracaktın. Hem biliyordun. Camilere şortla girilmez…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal pismisoglu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |