..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Dünya hayal gücünün tuvalinden başka birşey değildir. -Henri David Thoreau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Bilimsel > Dinbilim > ömer kırat




9 Aralık 2007
Koçların Arabaları & Tanrıların Sessizliği  
Hızla Yaklaşan Kurban Bayramına Son Uyarı

ömer kırat


“ Koçların Arabaları” derken Fiat-Türk marka otomobillerden bahsedeceğimizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. “Tanrıların Sessizliği” derken de yine Fiat marka otomobillerden bahsetmeyeceğiz. Yani Fiat farkı yok...


:CHJD:
Konumuz Hz. İbrahim... Hani oğlunu kurban etmemesi için gökten zembille koç indirilen kutsal adam...Hani yine aynı dönemde ve yerde yaşayıp, sağda solda oğlunu kurban edeceğini söyleyen ve onu engellemek için olay yerindeki bir kayanın arkasına saklanıp, tanrı taklidi yaparak: “Ey İbrahim! Ben tanrıyım!Onu kesme bunu kes!” diyen arkadaşları tarafından kıçına tekme vurularak kayanın ardından salıverilen bir koç aracılığıyla durdurulan ama tamamen başka bir İbrahim’in adaşı olan peygamber...

NOT: Babaların oğullarına “Koçum” demesi ne ilginç... veya “koç gibi oğlu var” denmesi... Ama konuyu bu açıdan ele almayacağız. Arkasından dolaşıp kündeye getireceğiz.

Bildiğiniz gibi bazı hayvanlar doğada bulunmaz. Gece avlananlardan veya sayıları çok azalanlardan bahsetmiyorum. Bizim, genleriyle oynayıp yarattığımız hayvanları diyorum HUOPS! Etinden, sütünden, deri ve kürkünden hatta sevgisinden yararlandıklarımız...

Şöyle bir deneme yapalım. Herkes şuradaki 6.5 milyar kürekten birini alsın. Hadi, çabuk... Tamam mıyız?

Şimdi kazın!

Bulduğunuz şeylerden sadece FOSİL sınıfına girenleri ayırıp geri kalan; değerli maden, tarihi eser vs. şeyleri yerine koyun ki lazım olursa bulabilelim. Şimdi ne tür kemikler olduğundan ziyade ne tür kemiklerin olmadığına bakalım. Ya da durun söylemeyin. Ben söyliyim: İnek, koyun, koç...vs.
İçinizde “Ama ben kemik buldum!” diyenler olacaktır. Ama onlar fosil değil. Bulduklarınızın fosil olması için en azından insan denen türden önce varolması gerekiyor di mi canım benim?
Yazarın İç sesi: (Gerzek!)

Neden? Çünkü demin de dediğim (ama inanmadığınız için tüm insanlığı küresel bir kazıya girişmek zorunda bıraktığınız) gibi bu hayvanları “BİZ” yarattık. Öyle hayvanlar yoktu ama artık var. Biz buna yaratma diyoruz.

Yasal Uyarı: “Yaratmak, yoktan var etmektir” diyenler termodinamik yasasına mualefetten gözaltına alınacaklardır!


Tanrı’nın kurban edilmek üzere gönderdiği hayvanın bizim tarafımızdan yaratılmış olması ne ironik değil mi? Ya da ailesini kesen ruh hastalarının “tanrı bana kes dedi!” demesi...Gerçi hepsini toplum olarak “biz” yaratmadık mı? Koyunları, suçluları, peygamberleri, tanrıyı?


Konunun bir de dış uzay boyutu var elbette... Hiç olmaz mı? Bazen duyarız “Boş arazide parçalanmış inek, koyun bulundu” haberlerini.... Böyle şeyler geneldeAmerika’nın İlinoisse Eyaletinde veya Texas’da olur. Ayrıca yine psikopat seri katiller de buralardan çıkar ne hikmetse? Her neyse. Uzaylıların bir tür bilimsel araştırma için bu hayvanları kaçırdığı söylenir.

Peygamberlerin aslında uzaylı olduğu ve medeniyetimizin böylesine gelişmesini, kendilerine “zeki ev hayvanı” arayan uzaylılara borçlu olduğumuz şeklindeki teoriyi hatırlattı tüm bunlar bana... Eğer öyleyse bizim Allah dediğimiz şey aslında uzaylı bir ırktır. Nasıl ki biz “İnsanlık” isek onlar da “Allahlık” tır. Bu noktada “Adanalılar” da Allahın adamları olarak bir tür Siyah-Giyen ve Altına-Beyaz-Çorap Adamlar oluyorlar.

Not: Bilmeyenler için hatırlatma; “Adanalıyık Allah’ın adamıyık!” şeklinde bir sözleri vardır Adanian ırkının...

Tanrıların Sessizliği kısmına gelince... Şey aslında söylenecek pek birşey yok. Zira kendileri konuşamadığı ve konuşmak için kullandıkları son peygamber de çoktaaan öldüğü için böyle olması normal....
     Dead End


Ek Bilgi: Açıklama yapma zorunluluğu hissettiğim bir konu var, bu yazı içersinde geçen... “Yaratma” olgusuyla ilgili olarak.

Termodinamiğin birinci yasası der ki: “Hiçbir şey yoktan varolmaz ve varolan şey yok olmaz. Şöhret hariç! Belki bir de “tanrı” ve diğer insan yaratısı kavramlar... Her neyse...”

Bu noktada inançlı kesim “Peki herşey nasıl başladı. Büyük patlama (Big-bang) ile evreni oluşturan madde nereden geldi?” diye soracaktır.

İşte bunu sormaları (onlar ve yarattıkları hayali arkadaşları için) büyük bir hata! İnancın, tanrı kavramının nereden geldiğini, bunları neden yarattığımızı ortaya çıkartan bir hata...

Böyle düşünen insanların uzak akrabaları, (yani bunları “düşünebilen” ilk insanlar) içinde yaşadıkları ortam hakkında hemen hemen hiçbir bilgiye sahip değillerdi. Dolayısıyla açıklayamadıkları ama hayatlarını etkileyen şeylerle çevrilmişlerdi.

Yanıbaşlarında duran ve onları her an tehdit eden VOLKANa taptılar. Veya onları tek ısırıkta öldürebilen yılana, kaplana... Taptılar çünkü bunların ne olduklarını, nasıl durduracaklarını bilmiyorlardı ve hayatları üstündeki güçlerinden korkup onlara saygı duyuyorlardı.

Bir başka değişle “inanç” ve buna bağlı “kutsallık” ve “tapınma”; BİLMEMEKTEN ve KORKUDAN beslenmişti.

Sonra ne mi değişti? İnançlılar için hiçbir şey... Bugün de hala korku ve cehalet onların zihinlerini esir almış durumda.... Belki tek farkı bilmedikleri şeyin VOLKAN değil de EVRENİ OLUŞTURAN MADDENİN NEREDEN GELDİĞİ oluşu...


Tanrı(lar) her zaman bilinmezliğin arkasına saklanmıştır. Korkaktır. Bilim ve aklın ışığı onu (tanrıyı) saklandığı volkandan ve yılandan, adeta şeytan çıkarma ayininde olduğu gibi söküp almıştır. Neden sanıyorsunuz ki “mucizeler” çağı, bilim çağından sonra kapandı? Hadi Kızıl Deniz’i ikiye ayırsın birisi! Bu ve buna benzer hikayeler hakkettikleri konuma (yani hikaye konumuna) aklın ve bilimin tarafsız bakışıyla dönmüşlerdir.

Bugün tanrının “hem her yerde, hem hiçbir yerde” denilerek hala hayatta tutulmaya çalışılan bir “Öcü” den farkı kalmamıştır. Arkasına saklanabileceği tek bilinmezlik çözülür mü yoksa biz bu soruyu çözemeden bir göktaşı çarpıp da aynen dinazorları (hani Kutsal kitaplarda adı geçmeyen şu canlılar) yokettiği gibi bizi de yok eder mi bilemem?

Ama bildiğim tek bir şey varsa o da: “Gerçek, seni özgür kılar” sözü...


Ek bilgiye ek: İnanç olgusunun bunca “ek yeri” varken, ek bilginin de bu kadar çok olması kaçınılmaz. Olaya başka bir açıdan da bakmaya karar verdim. Bu bir bakıma karşı taraftan bakmak gibi olacak...

Aslında ben kötü biriyim. Zira kendi yarattığı kurguların (para, din vs.) esiri olmuş, sözde “zeki” insanlara yapabileceğiniz en kötü şey bu gerçeği (yani kendi yarattıkları şeylerin esiri oldukları gerçeğini) onların yüzüne vurmaktır.

Ama bu gerçeği anlamış ve daha usturuplu şekilde ifade etmiş, üstelik karşı takımın oyuncusu sayılabilinecek insanlar da yok değil... Tasavvufdan bahsediyorum: Herşeyin, dolayısıyla yaratanla yaratıcının da tek bir “varlık” olduğunu söyleyen, yarı felsefi yarı dini düşünceden...

“Kudret” bilimsel jargonda “Güç” kelimesine denk gelir. Yani tanrı sonsuz(!) gücünü kullanarak bizi yarattı. Bir başka değişle enerjiyi maddeye dönüştürdü. Görüldüğü üzere burada da “yoktan var etme” şeklinde “yaratma” yok. Birşeyi bir şeye dönüştürme var. Kısacası tanrı yoktan var eden değil, kendi varlığını (kudretini veya enerjisini) maddeye dönüştürendir. Yani tanrı yaradan değil, şekil verendir. Yaa gördünüz mü o da termodinamiğe saygılı...

Elbette bu benim görüşüm değil, tasavvuf erbabının, farkettikleri yarı bilimsel gerçeği, kendi jargonlarına uydurma çabasının sonucunda ulaştıkları bir felsefi bakıştır. Yani mutasavvıflar doğanın işleyisini, canlı cansız her şeyin birbirine dönüştüğünü ve ortak maddelerden meydana geldiğini anlamış ve bunu “yaradılış” kalıbına (kalıbı kırmak pahasına) uydurmuşlardır.

Ama her halukarda bilimin ortaya koyduğu gerçeklere bir atıfta bulunmanın ötesine geçememişlerdir. Bugün biliyoruz ki kemiklerimizi oluşturan kalsiyum elementi ancak Güneş’in sağlayabileceği ısı ve basınçta oluşabilir. Ve bu da bizim “yıldız tozu” olduğumuzun, gökten zembille falan inmediğimizin veya cennetten kıçımıza tekme yemediğimizin kanıtıdır. İnorganik maddenin ilk kez organikleştiği yani yaşamın en basit şekliyle (hatta yaşam demenin bile mümkün olmadığı ilk şekliyle) ilkkez ortaya çıktığı andan bugüne değin aslında hepimiz aynı tek ve büyük şeyin parçasıyız. O da “büyülü ve sonsuz gücü olan, bilinç sahibi, Afrika’daki küçük çocukların inancını, onları açlıktan öldürerek sınayan Tanrı” değil, bildiğimiz anlamıyla EVREN dir. Evrensel varoluş gerçeğini anlamak ve bu gerçeği kabullenmek, İnsanlık olarak ulaşacağımız en yüksek zirvedir. Tüm “ermişlere” tepeden bakabileceğimiz, hatta kafalarına tükürdükten sonra kaçmamıza gerek kalmayacak bir yükseklik olcaktır bu... Tabii onlar da zilimize basıp kaçabilirler. Dolayısıyla kaşınmayalım arkadaşlar!

HELLo and GODbye!

.Eleştiriler & Yorumlar

:: teşekkürler
Gönderen: deathalone / , Türkiye
29 Kasım 2008
çok hoş bir yazı teşekkürler... duymak istediklerimi okumak gibisi yok:)




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın bilimsel ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Numeroloji
Diyet
Repeat After Me: Evren, Evrem, Evre!
Ödeme Güçlüğü Çekenler
Bir İhtimal Daha Vardı...
Menapozlunun Sesi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kuran'a Ayak Basan İlk Türk [Öykü]
Noel Baba'nın Gerçek Hikâyesi [Öykü]
Buzdolabı Adam Elma [Öykü]
Dinlenme Tesisi (Hac - Mahal) [Öykü]
Frank Einstein [Öykü]
A Playlist Story [Öykü]
Yalnızlık Üzerine Bir Yanılma/yanılsama [Öykü]
Ordu Olmayan Adam [Öykü]
Bill Clift'in Karısının Anlatacakları Var! [Öykü]
Mutlu Olmaktan Mutsuz Olan Adam [Öykü]


ömer kırat kimdir?

Merhaba edebiyat aşıkları! Edebiyata duyduğunuz aşkın karşılıksız olmasına neden olan kişi, yani edebiyatın gönlünü kaptırdığı, dolayısıyla sizin aşkınıza karşılık vermemesine neden olan kişi olarak, büyük bir sorumluluğum olduğunun bilincindeyim. Bu bilinçle, amatör edebiyata büyük bir katkı sağlayacağına, yeni bir soluk ve beniz getireceğine inandığım bu sitenin üyesi olarak, üyesi olduğum ve edebiyata yeni bir beniz ve soluk getirip, katkı sağlayacağına inandığımı az önce belirttiğim bu sitedeki yazın serüvenime sizleri de davet etmekten kıvanç duyuyorum ve kıvancın kelime anlamını tam olarak bilemediğim için şaşkınlık yaşıyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Douglas Adams, Emil Zola, Garcia Marquez, Oscar Wilde, Woody Allen


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.