Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Dostoyevski’nin karakterleri çoğunlukla kendi aldıkları kararların sonuçlarıyla yüz yüze gelirken Tolstoy’da karakterler, ait oldukları sosyal tabakanın siyasi rekabetteki konumlarına uygun sonuçlarla karşılaşıyorlar. Kahramanların kişisel özellikleri, vicdan muhasebeleri, hep bütün içinde bir detay olarak kalıyor. Doğrusunu ararsanız ben şahsen insana ait değerlerin anlaşılmasında her iki yazarın yaklaşımının da doğru olduğunu düşünüyorum. Bütün mesele konuya nereden bakıldığıyla alakalı. Birey olarak tüm kazanımların tek tek sorgulanması gerektiğinde konuyu Dostoyevski’nin ele aldığı şekilde almak gerekir. Bireye ait eylemlerde kişinin eğitimi, hayat görüşü, sorumluluk duygusu, toplumun beklentileri, siyasi tercihlerinin yanı sıra psikolojisi ve ailesinden tevarüs ettiği genetik mirası hep etkilidir. Bireyin eylemleri ahlaki ve hukuki açıdan değerlendirildiğinde bu kriterler göz önünde bulundurulmalıdır. Ama bireyi içinde yaşadığı topluma dönük yönüyle ele aldığınızda ve onu tarih önünde değerlendirdiğiniz de çıkış noktanız Tolstoy’un açılımı olacaktır. Her iki yazardan hangisinin daha entelektüel olduğunu sorgulamak gerekirse sanırım Tolstoy ön plana çıkacaktır. Roman ve hikâye geleneğimizin köklü bir geçmişe sahip olmayışı edebiyatımızın bu türünün fazla gelişememiş olmasının da bir nedeni. Aslında Harun Reşit zamanında hikâyeciliğin, hikâye anlatımlarının çok yaygın olduğunu görüyoruz. Başta Arap yarım adası olmak üzere tüm Asya, Avrupa ve Anadolu kıtalarına ait hikâye anlatımları tek tek değerlendirilmiş, içlerinden yararlı olanlar seçilerek “Kelile ve Dimne”, “ Binbir Gece Masalları” türünde eserler verilmişti. Endülüs İspanyasında da İbn-i Tufeyl , “ Hayy Bin Yakaza” isimli eseriyle Daniel Defo’ya esin kaynağı olmuştu. Sözlü anlatım geleneğimiz de Dedem Korkut, Keloğlan, Tepegöz masal ve hikâyeleri roman türü edebiyatımızın gelişimine bir basamak olmalıydı. Her toplum gibi bizim de tarihimiz de savaş ve afetler yaşandı. Moral ve ümide ihtiyaç duyulan dönemlerde acaba niçin romancılığımız gelişemedi? Bu konuyu daha sonra tekrar ele almak üzere esas konuma döneyim; Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” isimli romanını yıllar önce büyük bir keyifle okumuştum. Alyoşa, Dimitri ve İvan kardeşler temel karakterlerdi. Bunların bir de gayri meşru bir kardeşleri vardı. Alyoşa sevgi, merhamet ve insani değerlere sahip bir rahip karakterinde idi. Fakat babadan aldığı genetik özellikler ve terbiye nedeniyle konumuna rağmen zaaflarına prim verebiliyordu. Dimitri, babasının tüm özelliklerini taşıyan fakat ondan farklı olarak tamamen safahata yönelen bir eğlence düşkünü olarak tasvir edilmişti. İvan ise içlerinde ilmi mantaliteye sahip, duygusallıktan uzak zeki bir karakter olarak ele alınmıştı. Bunalımlı bir mizaca sahipti. Tatminsizliğin verdiği ızdırapla daima yüzü asık ve ilişkileri zorlayıcı idealist bir karakter. Mantığının ön gördüğü sağduyuya ait değerleri görünüşte kabullense bile iç dünyasında bunları ahmakça bulduğu için sahiplenmiyor. Bir insan olarak vicdanından yükselen sese hedef ve amaçları kendisince de pek açıklanamamış gerekçelerle karşı çıkışı onun bunalımlarını besliyor. İkircikli bir mizaç arasında gidiş gelişleri var. Adımlarının doğruluğundan emin olmayan bir şaşkınlık içinde. Onun bu psikolojisi, 19.yüzyılın pozitivist felsefesini savunan düşünürleri çağrıştırıyor. Sanki rasyonalizmin güçlü ve zayıflar arasındaki dengeleri bozan seçiciliğinin insanı yalnızlaştırarak hayattan soyutlayacağını basiretiyle ön gören bir insanın tereddüdüne rastlıyoruz İvan’da. Fakat tercihini yine de rasyonalizmden yana yapıyor. Babasının kardeşi tarafından öldürüleceğini bilmesine rağmen suçun işlenişine göz yumduğu gibi aynı zamanda dolaylı bir destekte vermişti. “Bir sürüngen bir diğerini yutmaya hazırlanıyor” diyerek kayıtsızlığını koyuyordu ortaya. Cinayeti gayri meşru kardeş işlemişti. Bu kardeş, babanın toplumun tepkisinden çekindiği için birazda muziplik olsun diye eve hizmetçi olarak alınmıştı. Baba bu çocuktan şefkatini sırf ondan kendisine yönelebilecek tehditlerden korunmak amacıyla esirgemiyordu. Çocuk, yaşadığı zorluklar ve gayri meşru bir maziye sahip olmanın öfkesini biraz da sara hastalığının etkisi ve kendisinin kullanılmaya müsait kişiliğinin telkin altında bırakılması sonucunda cinayet işleyerek gösteriyor. Dimitri, eğlence âlemine olan tutkusu ve babasının kendisine yönelik eleştirileri nedeniyle kayıtsız kalmış ve desteklemişti olanları. Alyoşa ise konudan haberdar olmakla birlikte gidişatı önlemeye yönelik ciddi anlamda bir girişimde bulunmamıştı. Bu tavrında bir yandan babasına duyduğu tiksinti etkili olurken, öte yandan genetik mirasında bulunan özellikler daha önemsiz konularla öncelikli olarak ilgilenmesine neden olmuştu. Dostoyevski, sanırım Alyoşa karakteriyle kilisenin gözle görülür problemlere çözüm üretemeyerek çaresiz yetersiz kaldığını anlatmak istiyor. Kendini ve çevresini sorgulayan, yeteneklerini geliştirmek isteyen bireylerin daha verimli, daha çeşitli ve daha gayretli okuyarak hayata dair her alanda fikir üretebilmeleri gerekir. Aydın AKDENİZ aakdeniz1965@hotmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Aydın akdeniz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |