..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Düþünce dilden, dil düþünceden doðar. -Platon
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Aþk Romaný > FATÝH KAYNAK




12 Aralýk 2008
Hiçliðin Aynasýydým Ben  
FATÝH KAYNAK
Kimi zaman umutsuz kimi zaman sebepsizce mutlu... Kadýnlar, alkol ve üçüncü sýnýf iþler arasýnda yaþamla boðuþurken kimi zaman da ayakta kalabilme mücadelesine dair tüm bunlarýn dýþýnda baþka bir çýkýþ yolu aramaya çalýþan bir adamýn hapishanelerden soðuk bar taburelerine, yalnýzlýðýn arka sokaklarýný kararlýlýkla bir bir adýmlayýþý... Bazen de bir kadýnýn avutan kollarýnda kayýtsýz tutkuya teslim olmuþken, varolan tüm onaylanmýþ ideallere meydan okuyan ve kulaklarda asýlý kalan keskin bir mizahla yüklü onaylanmamýþ acý bir kahkahanýn çýðlýðýdýr; HÝÇLÝÐÝN AYNASIYDIM BEN. Trajik, komik, trajikomik ve bazen saldýrgan...


:ABHCC:
1

Hava soðuktu ve bardaktan boþanýrcasýna bir yaðmur
yaðýyordu. Ýnsanýn günler sonra, havalandýrma tellerinin engellemediði özgür bir yaðmurun üzerine yaðdýðýný hisset-
mesi güzeldi.
Elimde eski bavulum ve üzerimde, ayný koðuþta kaldýðým adamlardan birinin özgürlük hediyesi olarak verdiði kötü bir ceketle cezaevinin kapýsýnda dikilirken, yargýcýn tok sesi hala kulaðýmdaydý: “Sanýðýn daha önce bir sabýka kaydý olmama- sý ve tutuklu olduðu zaman zarfýndaki iyi hali de göz önünde bulundurularak... Beraatine karar verilmiþtir.”
Bu sefer þanslý sayýlýrdým. Bir buçuk yýlla yargýlanýrken bir buçuk ay sonra dýþarýdaydým. O sabah yedide bir gar-
diyan tarafýndan uyandýrýlýp, bir baþkasýna zincirlenmiþ ola-
rak bindirildiðim cezaevi arabasý mahkeme salonuna doðru yol alýrken, akþama doðru ayný arabayla bu sefer ellerim zin-cirsiz, özgür bir adam olarak eþyalarýmý toplamak için
parmaklýklar arkasýna doðru son bir yolculuk daha yapabilme ümidi, ihtimallerden sadece biriydi.
Babam caddenin karþýsýnda, arabasýnýn içinde bekliyordu.
Beni görünce gülümseyerek arabadan indi. Birkaç adým sonra yan yana gelince sarýldýk. Uzun zaman olmuþtu böyle sarýlmayalý birbirimize. Yýllardan bahsediyorum.
Hiçbir zaman onun istediði gibi biri olamamýþtým, olmak- ta istememiþtim. Çocukluðumda beni döverken hep, “Adam olacak adam!” diye baðýrýrdý evin içinde. Bense yediðim
her dayaktan sonra eðer “Adam olmak senin gibi olmaksa as-la adam olmayacaðým,” diye söz verirdim kendime. Fakat o
an elimde kirli bir bavulla yeni bir yaþamýn kýyýsýnda bek-
lerken, yine de babama karþý kendimi suçlu hissediyordum.
Yýllarca bir uçurumun iki kýyýsýnda, iki yabancý gibi yaþa-
mýþtýk. Üzerinde onun ruhunu öldürdüðünü düþündüðüm bir polis üniformasýyla uçurumun öbür tarafýndan bana bakardý
hep. Bir adým atsak, düþeceðimizden korkardýk ikimiz de. Babama o üniformayý giydiren de, aramýza o uçurumu açan da yazgýydý. Hepimiz yazgýlarýmýzýn peþinden sürüklenen zavallýlar deðil miyiz aslýnda. Varlýðýmýz tamamen bir yanýlsama. Suç yok, suçlu yok. Sadece bunu düþünmek bile geceler boyu aðlamaya yeter.
“Geçmiþ olsun.”
“Sað ol baba.”
“Nasýlsýn oðlum?”
“Ýyiyim baba.”
“Ýyi görünüyorsun... Özlettin kendini.”
“Ben de sizi özledim.”
“Neyse her þey artýk geride kaldý. Hadi atla arabaya gidelim bir an önce. Annen bizi bekliyordur.
Bavulumu bagaja attýktan sonra arabaya binip gazladýk. Arabanýn camýndan yolu izlerken yaðmurun ne güzel yaðdýðýný fark ettim.

2

Eve vardýðýmýzda kapýda annem karþýladý bizi. Solgun görünüyordu. Beni görünce aðlamaya baþladý. Bavulumu kapýnýn önüne býraktým. Sýkýca sarýldý bana.
“Allah’a þükürler olsun oðlum sonunda kurtuldun.”
Yeniden evde olmak güzeldi. Annem bavulumu içeri alýrken ben de kapýdan ilk adýmýmý attým.
“Acýkmýþsýndýr, sevdiðin bütün yemekleri yaptým sana.”
“Sað ol anne þimdi aç deðilim sonra yerim.”
“Haným çocuðu rahat býrak da bir soluklansýn, kendine gelsin. Ee anlat bakalým oðlum nasýl geçti günlerin içeride?”
“Ýyiydi baba... Hiçbir sorun çýkmadý. Ýyi anlaþtým herkesle. Hatta çoðu zaman yardýmcý bile oldular.”
“Siyasi koðuþta kalmadýðýn iyi olmuþ öyleyse.”
“Anlaþamazdým onlarla zaten. Bir iki gün kalýp yerimi deðiþtirmek istediðimi söyledim cezaevi yönetimine.”
Demir parmaklýklar ardýna adýmýmý ilk attýðým andan itibaren her ideolojiden, her örgütten -Ýslamcýlar da dahil- koðuþlarýnda kalma teklifi aldým fakat hiçbiriyle düþünsel veya duygusal manada ortak bir paydada buluþmamýz mümkün deðildi.
Siyaset, her zaman yaþamýn tam ortasýnda bir yerdedir fakat hiçbir zaman hayatýn gerçek amacýna hizmet etmez. Politika insanlarý yan yana getirebilir belki ama asla birleþtiremez. Çünkü fikirler deðil, zihniyetlerdir insanlarý birleþtiren.
Asker kaçaklarý, firariler ve esrar satýcýlarýyla ayný koðuþta kalmayý yeðledim. Ön yargýlarý yoktu o adamlarýn. Bir siyasi fikirleri veya oy verdikleri bir siyasi partileri de yoktu. Yaþamýn kendisi yeterince isyankar bir manifestoydu zaten onlar için.
“Neyse boþ verelim bunlarý þimdi. Konuþacak baþka bir þey mi yok sanki. Haydi istersen bir þeyler ye. Bak annen bir sürü yemek yaptý senin için.”
Mutfaða geçtim. Annem her zamanki gibi telaþ içinde ma-
sayý hazýrlýyordu.
“Nasýl gidiyor anne?”
“Nasýl gitsin oðlum. Günlerdir senin için dualar ettik, dönmeni bekledik. Allah’a þükür yanýmýzdasýn yine.”
“Ben yokken ters bir þeyler oldu mu anne? Çevreden mahalleden...?”
“Ufak tefek bir þeyler oldu ama boþ ver biz hepsini unuttuk.”
“Anlatsana anne neler oldu?”
“Komþulardan bazýlarý bize cephe aldýlar. Saðdan soldan seninle ilgili kötü konuþtuklarýný duyduk. Bir de ev sahibimiz en çok onun tavýrlarý deðiþti.”
“Babam ne düþünüyor?”
“Baban herkese karþý sürekli seni savundu. Ev sahibine de rest çekti. Taþýnmayý düþünüyoruz.”
“Anladým...”
Ýþtahým kaçmýþtý. Zorla bir þeyler atýþtýrýp odama geçtim. Bu odaya yýllar sonra döndüðümde, her taraf polisler tarafýndan darmadaðýn edilmiþti. Yataðým, yorganým, duvardaki resimler, kitaplarým, yerlerinden çýkarýlýp boþaltýlmýþ çekmeceler, her þey ayaklar altýnda çiðnenmiþti.
Teslim olmadan önce birkaç gün eski sevgililerimden birinin evinde saklanmýþtým.
Bir sevgiliden çok bir çocuktu benim için o kýz. Çocuðumdu...
Onunla birbirimizi bulduðumuz ilk günü hatýrlýyorum.
Aylar, yýllar hep ardý ardýna devrilir. Aylar aylarý, yýllar yýllarý siler unutturur ama öyle günler vardýr ki, silinmez bellekten. Bir ömrün bitiþine, bir aþkýn ilk dokunuþuna tanýktýr. Günler vardýr ki, unutulmaz ölmeden.
Bir sonbahar ortasýdýr; kýrýk dökük bir Ýstanbul beygiri... Bir 62 Playmouth. Arka koltukta bir sen, bir de o kýz. Bir de ellerin, onun omzunda. Ellerin terli, sýrýlsýklam heyecandan. Ellerin utangaç çocuksu.
Bir sonbahar ortasýdýr; o sana ellerini sen ona yüreðini verirsin ve ekleyip birbirine adýmlarý, voltalarsýnýz bir baþtan bir baþa Ýstanbul’u. Sararmýþ yapraklardan örtüsü, bir sokak
arasýna düþer yolunuz. Kararmýþken göðün yüzü; yorgundur bitkindir artýk rüzgar ve o an durdurup zamaný, usulca tutup çenesinden çekip öpersin dudaklarýný. Dünyanýn en beceriksiz ama en muhteþem öpüþünü verir sana.
Ve gün gelir, yaþanan her þey gibi aþklarda biter. Zaman treni, üzerinden geçtiði her þeyi unutturur. Kimi zaman, zaman kendini bile unutturur ama sen ne o sonbahar akþamýný, ne de o beceriksiz öpüþü unutamazsýn.
Babamý rehin aldýklarýný öðrenince, dönüp teslim olmak zorunda kaldýðým o sabah onun evinden ayrýlýrken, annesinin gün ýþýrken usulca baþýmý okþayýp beni uyandýrýþýný ve önüme koyduðu; tüm mutfaðýn içini dingin, taze kokusuyla dolduran yeni demlenmiþ bir bardak çayýn tadýný hiçbir zaman unutamam.
Tüm dokunuþlar içinde; sana inanmýþ bir kadýnýn, baþýný aþkla ve sevgiyle okþamasýndan daha güzel bir dokunuþ var mýdýr acaba?
Yýllar sonra soðuk bir Mart sabahý, her kaldýrýmýnda, her sokaðýnda, çocukluðumun ve ilk gençliðimin bütün baþýboþ günlerinin izlerinin saklý olduðu bu mahalleye bir kaçak, bir suçlu olarak döndüðümde, evimin önünde pusuya yatmýþ sivil bir polis arabasý beni bekliyordu. Arabanýn kýraðýlanmýþ, puslu camýna týklayýp, esneyerek uyanan polise geldiðimi haber vermiþtim. Eve girdiðimde babam salonda iki polisle oturuyor ve bakýþlarýndan, yirmi beþ yýl çalýþýp emekli olduktan sonra kandýrýldýðýnýn farkýna varmýþ fakat maðrurluðundan ve gururundan en ufak bir taviz vermemiþ bir baþ komiserin hüznü ve yorgunluðu okunuyordu.
Bana bir çocukluk borcu vardý babamýn ve o sabah darmadaðýn bir evden ellerim kelepçeli polisler arasýnda çýkarken vedalaþmak için kucaklaþtýðýmýzda, “Sen benim oðlumsun ve utanýlacak hiçbir þey yapmadýn,” dediði o an tüm hesaplar benim açýmdan kapanmýþtý.
Odanýn içi, buram buram çocukluðum, anýlarým ve ilk gençliðin acý veren aþklarý gibi kokuyordu. Bir çekmeceyi karýþtýrýrken, çok önceden okuduðum bir kitabýn arasýndan ansýzýn, esmer bir kýz yüzü düþtü yere. Eðilerek yerden alýp baktýðýmda, bir an yüzlerin eskimediðini, fotoðraflarýn sarardýkça güzelleþtiðini düþündüm.
Nerededir þimdi o kýz? Herkes uyuduktan sonra, karþýlýklý balkonlarda karanlýðýn içinde saatlerce birbirimizi izlediðimiz ýlýk yaz gecelerini, ilk öpüþtüðümüz o apartman arasýný anýmsýyor mudur acaba?
Fotoðraflar... Þimdi tek iklimli þehirlerde, top yekun acý hüküm sürerken ömrümüze, mevsimleri takvimlerin deðil de, çocuklarýn oyunlarýnýn deðiþtirdiði günlere ait.
Her oyun yeni bir mevsimin geliþinin habercisiydi o zamanlar. Çamurlu mahalle arsalarýnda çivileri topraða sapladýðýmýzda kýþý yaþardýk. Ýlkbahar geldi mi, bahçelere dalýp, talan ederdik daha tam olmamýþ güzelim erik aðaçlarýný. Yazýn uçurtmalar yarýþtýrýlýr mavi göðün kucaðýnda, sonbahar gelince daha çok apartman aralarýnda, kuytu köþelerde dönen ve sermayesi gazoz kapaðý ve futbolcu resimlerinin basýlý olduðu kartlar olan bir kumar furyasý baþlardý. Bu kumar çarkýnda ayakta kalabilmek için saðlam bir de ortaðýnýz olmalýydý ki, biriniz tüm sermayesini kaybettiðinde, diðerinin bir yerlere gömdüðü saðlam bir zulayla yola devam edebilmeliydiniz. Eðer günü karla kapattýysanýz, herkes kendi payýna düþen ganimeti torbasýna doldurup, apartmanýn kömürlüðünde veya bahçede bir yerlerdeki kasa dairesine sakladýktan sonra, huzur içinde evinin yolunu tutardý.
“Bir albüm,” diye düþünüyor insan “Bu kadar hüznü baðrýna basýp da nasýl da uyur böyle; sessiz, kýpýrtýsýz, tozlu bir çekmecenin içinde yýllarca.”
Üzeri jelatinle kaplý bir sayfanýn sol üst köþesinden, 10/14 boyutlarýnda bir kartona basýlý, bir zamanlar lise bahçesinin kuytu bir köþesinde elden ele geçirdiðimiz izmaritin yasak dumanýný içimize çekerken, elini omzuma atmýþ bu genç adamýn gülen yüzünün, Van’ýn soðuk yaylalarýndan birinde, elinde G-3 piyade tüfeðiyle korkunun nöbetini beklerken, karanlýðýn içinden gelip alnýnýn tam ortasýna saplanan bir mermiyle paramparça olduðunu ve þimdi topraðýn altýnda çoktan çürüdüðünü bilse, yaþadýðýmýz bu lanetli çaðýn korkuyla ve kanla büyüyen cinnetini doðrularcasýna, yine böyle umarsýzca uyuyabilir miydi tozlu bir çekmecenin içinde?
Bir sigara yakýp, yýllardýr içine girip uyumadýðým yataðýmýn üzerine uzanmýþtým ki, babam odaya girdi. Doðrulup kalktým ve sigaramý söndürmek için yaný baþýmda duran sehpanýn üzerindeki küllüðe uzandým.
“Söndürme sigaraný. Fazla varsa ver bir tane de ben yakayým.”
Normalde sigara içmezdi babam. Kýrk yýlýn baþý çok sevinçli olduðu, ya da efkarlý bir anýnda, en az benim kadar müzmin bir tiryaki olan annemin sigaralarýndan alýr bir tane yakardý.
Paketi uzatýp tuttum, sigarayý çýkarýp aðzýna götürünce kibrit kutusundan bir çöp çýkarýp kutuya çaktým. Babam sigarasýný yakarken, tutuþan baruttan keyifli bir koku yayýldý odaya.
“Baba,” dedim. “Sana bir þey göstermek istiyorum.”
“Ne göstereceksin oðlum?”
Karþýmýzda duran çalýþma masasýnýn çekmecesinden, az önce karýþtýrdýðým albümü çýkarýp yataðýn üzerinde açtým. Babam da masanýn önünde duran sandalyeyi yataðýn kenarýna çekip oturdu.
“Bu çocuðu hatýrlýyor musun baba?”
“Þu elini senin omzuna atmýþ olaný mý?”
“Evet onu.”
“Vallahi yabancý gelmiyor. Liseden arkadaþýn deðil mi?”
“Evet Baba. Lise 1. sýnýfýn ilk yarýsýnda elimizde karnelerle bize gelmiþtik. Benim dört zayýfým vardý... Geldiðimizde sen apartmanýn alt katýndaki kömürlükte bir þeylerle uðraþýyordun. Karnemi de sana ilk orada göstermiþtim. Hatýrladýn mý?”
“Evet galiba hatýrlýyorum.”
“Bu çocuk baba... Öldü. Ýki sene önce Van’da askerliðini yaparken nöbette vuruldu. Tek kuþunla alnýndan...”
“Çok üzüldüm oðlum. Allah rahmet etsin.”
“Bunu sana niye anlattým baba biliyor musun?”
“...”
“Ben o yýllarda sigaraya baþlamýþtým ve sana yakalanma-
mak için sigara paketini hep þu çalýþma masasýnýn çekmecesini çýkarýp yuvasýnýn içine koyar ve çekmeceyi tekrar yerine yerleþtirdiðim de kimse bulamazdý. Sen o dönemlerde sigara içtiðimden þüphelenir ama bir türlü üzerimde paket yakalayamazdýn. Bana sigarayý bu þekilde saklamayý, o gün bu çocuk öðretmiþti. Sýra arkadaþýydýk.”
Sigarasýndan derince bir fýrt çekip, gülümseyerek sýrtýmý sývazladý.
“Aferin size.”
Sonra bir fýrtta ben aldým.
“Baba,” dedim. “Galiba ev sahibi ile sorun yaþamýþsýnýz benim yüzümden. Annem taþýnmayý düþündüðünüzü söyledi. Doðru mu?”
“Evet doðru.”
“Böyle olsun istemezdim baba.”
“Kafana taktýðýn þeye bak be oðlum... Boþ ver ev sahibini. Onun, bunun ne dediðini. Önemli olan senin kurtulmuþ olman.”
“Sað ol baba.”
Sonra, dibine geldiði sigaranýn izmaritini kül tabaðýna basarak, odadan çýkmak için ayaða kalktý babam. Ben de kalktým onunla beraber.
“Ýyi haydi sen keyfine bak bakalým, dinlen biraz.”
Gülümseyerek sessizce onayladým. Babam da Oturduðu sandalyeyi tekrar aldýðý yere, masanýn önüne koydu. Odadan çýkarken, cezaevinin önünde olduðu gibi yeniden sarýldýk birbirimize. O gün iki olmuþtu bu.

3

Her ne olursa olsun dýþarýda olmak gerekiyordu. Ýçeride olmak sadece, seni parmaklýklarýn arkasýna yollayanlarýn iþine yarýyordu. Çok kýsa bir zaman dilimi içinde, bunu onlarca, yüzlerce kez anladým. Seni o deliðe týktýran; inanç, gurur, kadýn, politika, namus, töre her ne Allah’ýn belasý saçmalýksa, seni yargýlayanlarýn ayaklarý altýnda çiðnenmeye mahkumdu.
Günler acýmasýzdýr. Aylar, yýllar... Zaman acýmasýzdýr. Günler seni beklemez. Kadýnýn seni beklemez. Dakikalar, saatler içerideki deðil, dýþarýdaki zaman dilimine göre akar. Çýldýrmýþ gibi, beraberinde geride býraktýklarýný sürükleyip götüren bir bir sel gibi.
Her þey baþýndan beri bir komediydi. Ýlk önce üzerime “Atatürk düþmaný, meczup, anarþist ” diye bir elbise giydirip, sonra da üzerimde bu deli elbisesiyle mahkemelerde, yaptýðým her þey için piþman olduðumu söylememi istediler. Ben de tabi ki bir güzel, onlara bütün yaptýklarýmdan piþman olduðumu, beni affetmelerini söyledim. Alnýmda ruhumu ve beynimi en ince ayrýntýlarýna kadar okuduklarýna dair bir “GÖRÜLMÜÞTÜR” damgasý, boynumun üzerinde sürekli sallanacak görünmez bir giyotinin varlýðýyla ve “Beþ yýl herhangi bir suç iþlememem!” kaydýyla serbest býraktýlar.
Aklý baþýnda bir Allah’ýn kulu da çýkýp, “Yahu bu herif çetesiyle beraber devletin üniversitesini iþgal edip, yakýp yýkýp yaðmaladý. Polisle çatýþtý. Göz göre göre Atatürk’ün resmini yýrtýp ondan sonra da piþmaným diye bir sürü palavra sýktý. Atýn bu adamý içeri! Hem de bir buçuk deðil, üç yýl yatsýn.”, demedi. Yargýç ben olsaydým bunu yapardým. Zaten bu ülkede birçok adamýn Atatürkçülüðü veya vatanseverliði beni hiçbir zaman þaþýrtmamýþtýr..
Kim bilir, belki de beni sorgulayan polislerin dediði gibi: “Siktiriboktan bir manyak” ve “Neye inandýðý bile tam belli olmayan itin teki” idim. Benden bir bok olmayacaðýný anlamýþlardý. Aslýnda doðruyu söylemek gerekirse, o polisler gerçeðe en yakýn tahmini yapmýþlardý ama gerçek bu da deðildi.
Gerçek olan tek þey vardý ki; o da benim daha en baþýndan beri gördüklerimde, inanýlacak, kazanýlacak veya kaybedilecek bir þeyler olduðuna hiçbir zaman kendimi inandýramamýþ olmamdý.
Çocukluðumdan beri adlandýramadýðým sebepsiz bir sýkýntý, bir rahatsýzlýk vardý içimde. Hiçbir þey için, baþarmaya dair gerekli hýrsý duymuyordum. Ana rahminde, yaþamam için gerekli organlara ait dokular bir bir örülürken, ruhum için geriye sadece ölü tohumlar kalmýþ olmalýydý. Olup biten her þeyi Diojen’inkine benzer bir fýçýnýn içinden
izlerken, her þeyin boþunalýðýna dair tanrýnýn yolladýðý canlý bir vahiy, bir delil gibiydim. Hiçliðin aynasýydým ben. Tüm idealleri, inançlarý yalanlayan ve bu dünyaya ait tüm planlarý anlamsýz kýlan... Sanýrým bunu ilk anlayan babam olmuþtu ve belki de bu yüzden, bütün çocukluðum boyunca nefret etmiþti benden.
Tüm akranlarým bir çocuðun ilgi duyabileceði en eðlenceli þeylerle vakit geçirirken, ben pencereden öylece onlarý seyrederdim. Bu yüzden benim deli olduðumu düþünür, benden nefret ederlerdi. Sanýrým ben de onlardan nefret ediyordum. Daha doðrusu yaptýklarýndan, oynadýklarý oyunlardan ve kayýtsýzca sürüp giden varoluþlarýndan nefret ediyor olmalýydým.
Diyorum ya yeterli hýrsa sahip deðildim. Ýki kulaç atýp yüzme öðrenecek mecalim bile yoktu. Kiþiliðimin büyük bir kýsmýný mutsuzluðum oluþturuyordu. Geri kalanýysa, ruhun özünde var olan kaosun, içselleþme çabasýndan baþka bir þey deðildi. Olsa olsa bir kara kaygýydým ben.
Yine de, ara sýra benden beklenemeyecek derecede öfkelenebiliyordum da. On iki yaþlarýndaydým, oturduðumuz mahalleden Necdet isminde benle ayný yaþlarda bir çocuk vardý ve o civarýn en güçlü çocuðuydu. Hepimizin en irisiydi ve yanlýþ hatýrlamýyorsam üstüne bir de karate kursuna gidiyordu. Ýrileþen beden ve bunun getirisi fiziksel üstünlük ruhun inceliðini öldürür. Hayatým boyunca bedeni orantýsýnda ruhsal olgunluða eriþmiþ çok az adam tanýdým.
Kýsacasý tüm çocuklar korkuyordu bu veletten ve yaptýðý her pisliði herkes sineye çekmek zorunda kalýyordu. Ben de dahil. Ben de dahil diyorum çünkü bana da musallat olmuþtu. Bisiklete bindiðim zamanlarda bir þekilde kokumu alýr, yanýmda biterek bisiklete birkaç tur binmek istediðini söyler-
di ve her seferinde birkaç turluðuna alýnan bisikletle ortadan kaybolup, saatler sonra ortaya çýkardý. Hiçbir zaman bir bok diyemedim ve bu can sýkýcý durum bir iki sene sürdü gitti.
O günlerden birinde, o sýralar arkadaþlýk yapmaya çalýþtýðým çocuðun biriyle ve yanýmýzda mahalleden iki kýzla bizim evin arka tarafýnda kalan küçük korulukta kendi çapýmýzda bir haltlar karýþtýrmaya çalýþýrken, Necdet yine ansýzýn bir kabus gibi çýkýp gelmiþti. Onu bana çeken güçlü bir metafizik bað olmalýydý aramýzda.
Bu sefer ortada bisiklet yoktu ama daha beteri; kýzlar vardý ya! Baþýmýza bela olmadan, bir huzursuzluk, rahatsýzlýk çýkarmadan gitmesine imkan yoktu. Öyle de olacaktý. Yanýnda bir tip daha vardý bize doðru yaklaþarak, gelip yakýnýmýzda bir yere oturdular. Kýsa bir süre sonrada sataþýp laf atmaya baþladýlar.
Oralý olmamaya çalýþýyorduk. Çünkü dediðim gibi ben de, yanýmdaki sersem de korkuyorduk ondan. Bu da onlarýn iþtahýný kabartýp, tasasýzlýklarýný beslerken bir yandan da pervasýzlaþtýrýp, cesaretlendiriyordu. Necdet kýzlarla aðýz dalaþýna baþlamýþ, bir iki küfür bile etmiþti. Korkarak da olsa yanýna giderek, “Necdet bu yaptýðýn doðru deðil. Neden kýzlara küfür ediyorsun?” gibilerinden cesaretten yoksun, beþ para etmez bir iki laf söyledim, belki ikna ederim diye fakat karþýlýk olarak, “Sen karýþma lan! Canýn dayak mý istiyor yoksa!” cevabýný alýnca, iþin bir yere varmayacaðýný ve daha da kötüye gideceðini anlayýp, biz orayý terk etmeye karar verdik. Kesin ve net bir yenilgi olmasa da, düþmana taarruz fýrsatý veren düpedüz bir geri çekiliþti bu. Biz giderken arkamýzdan sesleniyordu, “Ne oldu lan yoksa korktunuz mu!” diyerek.
Cevap vermeyince gelip bu sefer de önümüzü kestiler. O
an, karnýma bir aðrý saplandýðýný ve bütün vücudumun iðnelendiðini hissettim. Taze ve kanlý bir bifteði andýran çirkin, þiþko suratýyla karþýmda duruyor ve bana bakarak küstahça sýrýtýyordu.
Aslýnda her þey göründüðü kadar masum deðildi. Çocuklarýn da dünyasýnda korkunç bir mücadele vardý. Hem de büyüklerinkinden daha vahþi ve daha sert. Ýyiyle kötünün, aþaðýlýk olanla erdemli olanýn...
O andan sonrasýný hatýrlamýyorum. Belleðimde kalan; Necdet’in, “Ulan Zeki niye ayýrmýyorsun laan...! Lan niye yardým etmiyorsun oðlum...!” diyerek ortalýðý inleten feryatlarýydý. Arkadaþý korkudan bir bok yiyememiþ, gýkýný bile çýkaramamýþtý. Bizi ayýrdýklarýnda daha doðrusu Necdet’i altýmdan çýkardýklarýnda yüzü tanýnmayacak haldeydi. Bu olaydan sonra bir daha yanýma yaklaþmadý.
Bense kavga bittikten sonra hindi gibi kabarýp, böbürlenip kýzlardan öpücük koparmak gibi bir þeyler deneyeceðim yerde, kýzlarýn ve berikinin þaþkýn bakýþlarý arasýnda evin yolunu tutmuþtum. Yolda karnýmdaki aðrý hala devam ediyor üstüne bir de midem bulanýyordu.
Kimseye o herifi dövdüðümden bahsettiðimi de hatýrlamýyorum ama olay civardaki bütün çocuklar arasýnda kýsa zamanda duyulup, bir efsane gibi yayýlmýþtý. -Çocuklar birbirilerine efsane anlatmaya bayýlýrlar her zaman- Bu bir açýdan iyi olmuþtu. Böylelikle, diðerlerinin bana duyduðu nefret artýk korkuyla yer deðiþtirmiþti. Bu da bana uzun bir süre nefes aldýrmýþtý.
Þimdi rahatlýkla söyleyebilirim ki; bütün hayatým boyunca bundan daha büyük bir zafer elde etmedim. Çünkü hiçbir zaman kazanmaya oynamadým ben. Sadece arada bir yenilgiyi hazmedemiyordum galiba.

4

Gelelim þu anarþizm meselesine; bir insaný sevebilme yeteneðine sahip olsam da genel olarak insanlarý sevmem.
Ýnsanlýk için hiçbir zaman eþit ve adil bir dünya düzeni özlemi duymadým ben. Beþ para etmez bir sürü adam var sokaklarda ve ne yazýk ki bu, insanlýðýn çok büyük bir kýsmýný oluþturuyor.
Ve, yeterince acý çekmediði sürece insanlýðýn ortak bir noktada buluþabileceðine inanmýyorum.
Bir sabah büyük bir gürültüyle, koridorlarýn ve koðuþlarýn duvarlarýndan yankýlanarak oradan beynimize çarpan postal ve marþ sesleriyle uyanmýþtýk. Herkesi baðrýþlar çaðrýþlar, aþaðýlamalar ve hakaretler yaðmuru altýnda ranzalarýndan indirip, neler olduðunu anlayamadan havaladýrmada toplayýp duvarýn dibine dizdiler. Büyük bir karmaþanýn ve telaþýn tam ortasýndaydýk. Tüm gözlerde korku, bilinmezlik ve öfke okunuyordu. Bir grup asker namlularýný bize doðru doðrultmuþken, diðerleri de koðuþlarda arama yapýyordu.
Gittiklerinde her yer tanrý tarafýndan cezalandýrýlmýþ, gazap yüklü bir kasýrganýn yerle bir ettiði günahkar bir þehrin yýkýk sokaklarýna dönmüþtü. Yataklar, yorganlar, koðuþun içerisinde ne varsa her þeyin altýný üstüne getirmiþlerdi. Tüm mahkumlar, bu uðursuz tufandan geriye kalaný kurtarmak istercesine, koðuþun içerisinde oraya buraya çaresizce koþtururken, ben de anýlarýmýn peþine düþmüþtüm. Aradýðýmsa, ranzamda döþeðimin altýna sakladýðým ve bir zamanlar aþýk olduðum bir kýzýn yüzüne ait eski bir fotoðraftý. Altýmdaki ranzada yatan adamla beraber küçük hücremizi umutsuzca arþýnlarken, ikimiz de aradýðýmýzý ayný anda buluvermiþtik. Ben, bana aþkla gülümseyen kýzýn yüzündeki postal izini silerken, o da gözlerinden yoksulluk ve çaresizlik okunan bir kadýnýn fotoðrafýný sessizce cüzdanýna koyuvermiþti.
Ben kimseye istatistiksel olarak varsýl ve barýþýn hüküm sürdüðü bir dünya vaat etmiyorum. Vaat edenlere de inanmýyorum. Azizlere veya derviþlere de inanmýyorum. Bir kahramaným yok benim. “Beþ bin yýllýk tarihinin hesabýný yapamayan adam, adam deðildir,” der Goethe. Gelin hep beraber açalým tarihin tozlu sayfalarýný. Ýnsanlýk tarihi savaþlar ve kahramanlýklar tarihidir ve binlerce yalancý ve küstah azizin, kahramanýn izine rastlarsýnýz orada. Bir toplum için, açlýða mahkum ederek gebertemediði yoksullarý cephelere gitmeye ikna edip, orada toptan yok etmenin en kolay yolu; onlar için, inanacaklarý azizler ve kahramanlar
yaratmaktýr.
Ben insan ruhunun hala, hapishanelerden, köprü altlarýn-
dan ýþýdýðýna ve tek umudunun da oralarda bir yerlerde olduðuna inanýyorum.
Fazlaca bir þey deðil benim istediðim. Kredi kartlarým ve kabarýk bir banka cüzdaným yok. Her zaman onlarýn destesinin hileli olduðunu bile bile “Ýyi oynayan kazansýn,” dedim.
Her insanýn olduðu gibi benim de ruhumun yüzde doksaný liberal ve bencildir fakat hayatýn, televizyonun ekranýnýn altýndan geçen hisse senetleri bandýnýn içinden aktýðýný sanan bir zavallýnýn, tecavüze uðramýþ ruhundan bahsetmiyorum.
Kirasýný ödediðin sürece oda senindir fakat komünal veya ona benzer bir yaþamda, pis ama sana ait olan bir odaya bile sahip olamazsýn. Bir kitap alýrsýn, sonra on tane, yüz tane... Onlarý koyabileceðin bir rafa ihtiyaç duyarsýn. Rafý çakacaðýn bir oda; dört duvar lazým, eðer sevgilin varsa ona da bir oda. Ýleride çocuk düþünürseniz daha büyük bir ev ve masraflarý karþýlamak için iyi kötü bir iþ...
Kýsacasý kitaptan rafa, raftan aþka doðru giden bir mülkiyet zinciri var ortada ve bu paradoksu çözmek için iki seçenek çýkýyor karþýmýza; ya erkekler iðdiþ edilecek ve büyük kütüphaneler açýlacak, ya da yine büyük kütüphaneler tasarlanacak fakat kadýnlar ve erkekler ayrý yatakhanelerde kalacaklar, çocuklar da kreþlerde...
Bu; cep telefonu ve kredi kartý sýçanlarýnýn dünyasýndan daha rezil bir dünya bence ve hiç de adil deðil.
Evet dediðim gibi benden anarþist, komünist, Atatürk düþmaný, meczup veya tüm bunlara benzer bir þey olmamý istediler, ben de kabul ettim. Sonrada mahkemelerde piþman olup özür dilediðimi duymak istediler, ben de özür diledim.
Ben bir numara çektim onlar da yediler.

5

Bir iþ bulana kadar, bir süre bizimkilerin yanýnda idare etmek zorundaydým. Sabah erkenden yollara düþüp akþamý edene kadar iþ ilanlarýnýn izini sürüyor, bir yandan da kalacak ucuz bir yer arýyordum. Fakat iþ ilanlarý gerçekten iþe ihtiyacý olan bir adam için yeterince düzmeceydi ve harcý insanlarýn alýn teri ve gözyaþlarýyla karýlarak, vaatler ve yalanlar üzerine kurulmuþ, çok uluslu þirket düzenbazlarýnýn yüreði kadar alçakçaydý ve burnuma hiç de hoþ kokular gelmiyordu.
“Gözünüz yükseklerde mi? Kariyer yapmak ve ayda üç bin yedi yüz dolar kazanmak ister misiniz?” yahut, “Bünyemizde yetiþtirilmek üzere takým arkadaþlýðýna inanan, baþarýnýn sýrrýnýn disiplinden ve özveriden geçtiðini bilen, on iki avanak aranýyor” türü, onlarca ilan arasýndan doðru dürüst bir iþ bulmak o kadar kolay olmayacak gibi görünüyordu.
Bir kere, kariyer yapmak veya yükselmek istemiyordum. Ayrýca takým arkadaþlýðýna da inanmýyordum ve üstüne üstlük sabýkalýydým. Gittiðim her iþ ilanýndan ret cevabý almayý artýk kanýksamýþtým. Randevu aldýðým ikinci, üçüncü, hatta dördüncü sýnýf iþlerden bile geri çevriliyordum.
Bir defasýnda bir temizlik iþine kadar düþmüþtüm. Ýlanda, mesai saatlerinden sonra banka ve þirketlerin gece temizliðini
yapacak elemanlar arandýðý yazýyordu. Dolgun ücret, SSK, yemek, yol... Ýþin bana göre olduðuna karar verdikten sonra bir güzel týraþ olup ilandaki adrese doðru yollandým. Geldiðim yer Mecidiyeköy meydanýnýn aþaðý tarafýndaki ara sokaklarýn birindeydi. Ofise girer girmez masada oturan sekreter elime bir baþvuru formu tutuþturup, doldurduktan sonra sýramý beklememi söyledi. Formu alýp tam karþýsýna, benimle beraber bekleþenlerin arasýnda bir sandalye bulup oturdum. Formu doldurup verdikten sonra mülakatý hemen oracýkta sekreter yapýyordu.
Bekleþen diðer tipler benden daha bitik ve kaybetmiþ görünüyorlardý. Bir çoðu için bu iþ son þans demekti. Bense daha devam edebilir görünüyordum. Üstü baþý dökülen, ilkokul mezunu, gariban kadýn ve erkekler topluluðu arasýnda, daha genç ve eðitimli görünmek sanýldýðý gibi avantaj deðildir. Dezavantajdýr. Hatta bir zaman sonra, iþ görüþmelerinde sýrtýnda taþýdýðýn bir kambur, alnýna yapýþtýrýlmýþ bir utanca dönüþür.
Birçok kere, böyleleriyle bekleþirken onlardan daha çok þeyim varmýþ gibi görünmekten utanmýþýmdýr.
Sekreter, hepimizden iðrendiðini açýkça belli eden býkkýn ve aceleci tavýrlarla mülakatlarý yapmaya devam ediyordu. Klasik baþvuru formlarýndan biriydi bu da. Ýsim, soyadý, doðum yeri, eðitim ve sabýka durumu... Bir de referans. En dramatiði de buydu. Kendi kendine bile yeterince referans olamayan bir adama kim referans olurdu ki? Eðitime lise mezunu yazdým. Üniversiteyle ilgili herhangi bir þey yazdýðýnda, o iþ için yeterince yenik ve kabullenmiþ olmadýðýný düþünüyorlardý.
Ýþe gerçekten ihtiyacým vardý ve sabýka konusunda kararsýzdým; bir sabýka kaydým olduðunu yazmalý mý, yazmamalý mýydým? Yazmadým.
Sýra bana geldiðinde sekreterin karþýsýna sandalyeye otur-
dum. Baþvuru formuna dikkatlice göz attýktan sonra konuþmaya baþladý.
“Ýþimiz gece iþi biliyorsunuz?”
“Evet.”
“Mesai saatlerinden sonra, genellikle bankalar olmak üzere iþyerlerinin temizliðini yapacak elemanlara ihtiyacýmýz var. Daha önce böyle bir iþte çalýþtýnýz mý?”
“Hayýr.”
“Çalýþmadýnýz. Hýmm... Lise mezunusunuz. Ücret bölümüne ne kadar düþündüðünüzü yazmamýþsýnýz.”
“Siz makul ücreti belirlerseniz benim için sorun olmaz.”
“Peki Ferit bey, baþlamanýz için herhangi bir sorun görünmüyor. Sabýkanýz olmadýðýný yazmýþsýnýz, bununla ilgili gerekli araþtýrmayý yaptýktan sonra biz sizi bir iki gün içinde arayacaðýz.”
O an yapýlacak iki þey vardý, ya “Araþtýrýrsanýz araþtýrýn, sizi gidi kan emici þirket sýçanlarý!” diyerek basýp gitmek, ya da doðruyu söylemek. Biraz duraksadýktan sonra, “Bakýn hanýmefendi,” diye söze girdim.
“Benim aslýnda bir sabýka kaydým var fakat bunun yapacaðým iþle pek ilgisi olmadýðýný, yani sizin uygulamaya çalýþtýðýnýz güvenlik prensipleri açýsýndan bir sakýnca teþkil etmeyeceðini düþünmüþtüm.”
Bunlarý yavaþ ve müþfik bir ses tonuyla söylememe raðmen, durumda bir terslik olduðunu sezen diðerleri pür dikkat kulak kesilmiþlerdi ve sabýkalý olduðumu anlamýþlardý. Hepsi birer büyükbaþ hayvan gibi bana bakýyordu.
“Nasýl yani...?”
Yine o müþfik ses tonunu takýndým.
“Þöyle ki; sabýka kaydým adli veya yüz kýzartýcý bir suçtan dolayý deðil, siyasi veya fikir suçu diyebiliriz belki.”
Ýnanmamýþtý. Kafayý üþütmüþüm gibi aval aval bakýyordu yüzüme. Haksýz da sayýlmazdý. Fikir suçlusu deyince benim de aklýma, boðaz manzaralý dairesinde oturup, kadýnlarý heyecanlandýrmak için yazýlar yazan ve arada bir politik maskaralýklar yaptýðýnda, yazdýklarý yüzünden aldýðý cezayý daha fazlasýný kazandýrmak üzere gazetenin patronuna ödeten sakallý bir zampara, yahut da bir Avrupa baþkentinde hesabýna her ay týkýr týkýr maaþý yatarken, daðlarda birbirine vurdurulan fakir çocuklarýna dair çifte standartlý ölüm aðýtlarý yakan bir taþeron kalemþor geliyordu.
“Anlýyorum beyefendi fakat elemanlarýmýzý daha önce sabýka kaydý olmayan adaylar arasýndan seçiyoruz. Bu en önemli þirket prensiplerimizden biridir. Maalesef yapabileceðim bir þey yok, üzgünüm.”
Akýp gidenin dýþýnda kalmayý istemek, ömür boyu her sabah týraþ olmayý reddetmek veya çalýþmanýn erdem olduðuna inanmamak kendi tercihinle ilgili bir þey deðildi.
Çalýþmayý reddedersen aç kalýrdýn. Yýllarca çalýþýp emekli olsan bile yine aç kalma ihtimalin yüksektir. Asgari ücret kirayý bile ödemezken; üniversite mezunu, askerliði yapmýþ olmak gibi kriterlere sahip olmadan, maaþý sadece kiraya, tuvalet kaðýdýna ve bir çift ayakkabý almaya yeten ikinci sýnýf bir iþe bile talip olamýyordun. Sanayi devrimi tezgahýndan geçememiþ üçüncü dünya trajedileri de tam bu noktada baþlýyordu.
Çalýþmayý reddedersen aç kalýrsýn. Askerliðin peygamber ocaðý olduðu bu ülkede on beþ aydan kaçarken, daha fazlasýný hapiste geçirebilirdin fakat babadan kalma biraz paran varsa,
merkezi bir semtte ufak bir büfe açarak köþeyi dönebilirdin.
Bana sorarsanýz, her zaman “Favori iþim þirket kapýcýlýðýdýr.” derim. Bütün gün yapacaðýn tek iþ, sana tahsis edilen küçük kulübeden kafayý uzatýp gelene gidene, “Buyur birader nereyi aramýþtýnýz?” , ”...tamam üçüncü kat ikinci daire,” gibi diyaloglar kurmak ve arada bir genel müdürün arabasýný yýkamaktýr. Bütün klasikleri rahatlýkla okuyabileceðin tek iþ þirket kapýcýlýðýdýr. Kapýcýlar evrenin þanslý adamlarýdýr bence.
Neyse tüm bunlarý bir kenara býrakýp þu bizim sekretere gelelim. “Çirkin prensipler prensesi, senden bankanýn kasa dairesinde bir iþ istemiþ veya cari hesaplar müdürlüðüne talip olmamýþtým ki. Sadece siktiðimin bankasýnýn b-ok-lu h-e-la sýný temizleyecektim. O gün orada bekleþen tüm sabýkasýz temizlik elemaný adaylarýnýnkiler ve benimkisi, sana ve þirketin tüm üst düzey kadrolarýnýn kýçýna girsin.”

6

Sonunda kürkçü dükkanýna dönmeye karar verdim. Daha önce çalýþtýðýn bir yere, üstelikte yapmaktan nefret ettiðin bir iþe geri dönmek kadar, insanda çýlgýnlýk boyutunda bir iç sýkýntýsý yaratan çok az duygu vardýr herhalde ama baþka bir seçenek kalmamýþtý önümde. Çaresiz, eski çalýþtýðým bara gidip iþ isteyecektim.
Öðlene doðruydu, bar eskiden de bu saatlerde açýldýðýndan içeride henüz kimsecikler yoktu. Tanýmadýðým bir iki eleman masalarý silip, yerlere paspas çekiyordu. Barýn sahibini sordum.
“Orhan abi burada mý?”
“Dýþarý çýktý gelir birazdan. Niçin sormuþtunuz ?”
“Kendisiyle görüþmem lazým , bir iþim var.”
“Siz oturun isterseniz.”
“Çok oldu mu çýkalý?”
“Beþ on dakikalýðýna çýkýyorum demiþti yarým saat oldu. Neredeyse gelmek üzeredir.”
Beþ on dakika sonra geldi Orhan. Beni gördüðüne þaþýr-
mýþtý.
“Oo, Ferit... Hangi rüzgar attý seni buraya kaçak?”
“Ýçerden yeni çýktým Orhan abi, olanlarý duymuþsundur herhalde?”
“Duymaz olur muyum... Sen neymiþsin be oðlum öyle.”
“Nasýl ama hiç çaktýrmadým deðil mi terörist olduðumu?”
“Ben anlamýþtým oðlum sende bir tuhaflýk olduðunu.”
“Bok anlamýþtýn,” diye geçirdim içimden.
“Vay be demek siyasi mevzulardan içeri girip çýktýn ha. Þimdi ne yapýyorsun okuldan atýldýn mý?”
“Atýlmadým istifa ettim... Ýþ arýyorum Orhan abi.”
“Burada mý çalýþmak istiyorsun?”
“Elemana ihtiyacýn var mý?”
“ Var, yarýn gel baþla.”

7

Ertesi gün baþladým. Eski dönemdeki personelden kimse kalmamýþtý. Tabi ki böylesi daha iyiydi. Yeni bir baþlangýç yapmýþtým. Nefes almadan çalýþýp bir yandan da kalacak bir yerler bakýyordum Beyoðlu’ndan. Bildiðim yerdi Beyoðlu, yýllarýmý vermiþtim gündüz düþleri gördüðüm sokaklarýna.
O sokaklar ki, belden aþaðý bir þarkýnýn Ýstanbul versiyonudur. Gündüzleri aþýklar geceleri orospular mesken tutar Beyoðlu’nu.
Birkaç hafta sonra barýn birinde Ýbo’yla karþýlaþtým. Esrar satýcýsýydý ve eskiden kaldýðým evin sokaðý mekanýydý. Çok mal almýþlýðým vardý Ýbo’dan. Arada bir piyasadan kaybolur,
sonra kafasý gözü yarýlmýþ olarak çýkardý ortaya.
Ondan her mal alýþýmda aslýnda satýcý olmadýðýný, kendisine de saðdan soldan geldiðini söylerdi. Klasik esrar satýcýsý tipsizliðinde bir adam deðildi. Eli yüzü düzgündü. Kadýnlarla da arasý fena sayýlmazdý. Tam anlamýyla bir serseriydi.
Barýn kapýsýndan girer girmez gözüme çarptý, arkasý dönük tezgahta oturuyordu. Yanýna vardýðýmda viski ve yanýnda puro içtiðini gördüm.
“Ýbo n’aber ya?”
“Vay Ferit sen miydin...Yaþýyor musun sen hala oðlum?”
“Gördüðün gibi hala tek parçayým dostum.”
“Ýçerdeymiþsin?”
“Hý hý...Yeni çýktým.”
Üzerinde gayet þýk, Don Johnson tarzý buz mavisi spor bir takým vardý.
“Ýbo bugün çok þýksýn.”
“Thanks.”
“Ýbo, oðlum ev arýyorum, bana göre ucuz bir yer biliyor musun? Þöyle tek göz bir yer...”
“Yalnýz kalacaksýn deðil mi?”
“Tekim, tek.”
“Eskiden kaldýðým bir çatý katý vardý... Rezil bir yerdi ama beni bayaðý idare etmiþti. Sahibini tanýyorum istersen senin için konuþurum.”
“Evin nasýl olduðu hiç önemli deðil dostum, kalýnacak gibi olsun yeter. Yeri nerede, hangi sokakta?”
Tarif ettiði sokaðý biliyordum. Eski evimin yakýnlarýnda bir yerlerdeydi.
“Tamam o zaman Ýbo... Sen adamla muhakkak konuþ. Ben seni önümüzdeki hafta burada bulurum.”
“Birkaç gün içinde bul beni.”

8

Ev, altýnda bar olan eski bir binanýn çatý katýydý ve Ýbo’nun anlattýðý kadar kötü görünmüyordu. Ev sahibiyle telefonda konuþtuðumuz gibi binanýn önünde beni bekliyordu. Orta boylu, zayýf yüzlü, kýr saçlýydý ve makul birine benziyordu. Beraberce binanýn arka tarafýna doðru yürüdük. Giriþ kapýsý binanýn arka cephesindeydi. Kapý bir kepenkti fakat bakkal dükkanlarýnda bulunan, indirildiðinde bütün mahalleyi ayaða kaldýrabilecek kadar gürültü çýkaran, alüminyum kepenklerden deðildi. Bu daha çok, kapý boyutunda kocaman bir pencere demirine benziyordu.
Kepengi kaldýrdý ve ilk önce ben geçtim. Merdivenlerden beraberce yukarý çýkýyorduk, týrabzan denen þey yoktu. Sarhoþken dikkat etmek gerekliydi, aþaðý yuvarlanmamam için hiçbir sebep yoktu.
“Ýþte burasý” dedi, dairenin önüne geldiðimizde.
Ýçeri girerken ilk dikkatimi çeken þey, tuvaletin dýþarýda giriþ
kapýsýnýn yanýnda olduðuydu.
“Biraz uðraþýrsan adam edersin.”
“Fena deðil... Her evde olur böyle þeyler.”
Giriþteki iki adýmlýk holün solundan odaya giriliyordu. Duvarlar oyuklar içindeydi ve boyasý dökülüyordu. Üzerinde eski kiracýlardan kalma yýrtýlmýþ birkaç çýplak kadýn posteri, köþede eski bir yatak, bir kanepe, bir masa ve bir de sandalye vardý ve bundan iyisi can saðlýðýydý.
“Eþyalara zarar vermeden kullanabilirsin.”
“Teþekkürler ihtiyacým da vardý.”
Anahtarlarý uzatýrken, “Umarým kirayý aksatmazsýn,” dedi.
“Arada sýrada ufak tefek gecikmeler olsa bile, baþka sorun çýkarmam merak etmeyin,” diye karþýlýk verdim. Ardýndan, önceden konuþtuðumuz gibi bir aylýk kirayý peþin olarak ödedim. El sýkýþtýk ve gitti. Depozit istememiþti.
Beþ on dakika odayý inceledikten sonra aþaðý inip, karþýdaki bakkaldan bir þiþe kýrmýzý þarap ve birazda sarý leblebi alýp odama geri döndüm. Ayakkabýlarýmý çýkarýp, kirli kanepeye öylece uzandým. Pek diþe týrnaða deðer bir þeyler düþünmeden þaraba asýldým. Uyumuþum.
Uyandýðým da hava kararmýþtý. Saatten haberim yok, bakabileceðim bir saatim de yoktu. Pencereden dýþarý baktým, bir hayli insan vardý ortalýkta. Fazla geç olmamalý diye düþündüm ve sonra tuvaletimin geldiðini hissetim. Dýþarýdaki tuvaleti hatýrlayarak oraya yöneldim. Tuvaletteki manzara pek iç açýcý deðildi. Musluðu yokladým, su da akmýyordu. Zaten içinden su akabilecek yetkinlikte bir musluða benzemiyordu. Dýþarý çýkýp bir tuvalet bulmayý düþündüm fakat bir ton merdiveni inip o mendebur kepengi kaldýrayým derken, altýma sýçma ihtimalim yüksek görünüyordu. Birkaç parça gazete kaðýdý bulup ilk siftahý yaptým. Sýçtýktan sonra dýþarý çýkýp belamý aramaya karar verdim.

9

Sokaklarda biraz turladýktan sonra barýn birinde karar kýldým ve gece yarýsýný geçene dek içtim. Caddeye çýkmýþ eve doðru yollanýrken, birilerinin arkamdan seslendiðini duydum. Dönüp baktýðým da, yabancý olma ihtimali yüksek üç adam bana doðru yaklaþýyordu. Yanýma geldiklerinde yanýlmadýðýmý anladým. Yabancýydýlar. Ýngilizce’m yoka yakýn olduðundan ne istediklerini anlamak benim için çok zor olacaktý. Böyle bir durumda herkesin ilk olarak aklýna gelebileceði gibi, benim de ilk olarak aklýma gelen düþünce bir adresi arýyorlar olma ihtimaliydi fakat el kol hareketleriy-
le de desteklenen bir diyaloðun ardýndan heriflerin bambaþka
bir þeyin peþinde olduklarýný anlamam fazla uzun sürmedi çünkü istedikleri þeyin ne olduðunu çok iyi biliyordum: Esrar...
Doðrusunu söylemek gerekirse ilk önce biraz bozulmadým da deðil. Demek ki dýþarýdan bakýnca bir satýcý gibi görünüyordum. “Tipim kaymýþ olmalý,” diye düþündüm.
Heriflere basýn gidin demek geçiyordu aklýmdan ama hallerine bakýp vazgeçtim. Malsýzlýk baþlarýna vurmuþ olabilirdi. Fazla düþünmeden, kendinden gayet emin tavýrlarla, “Okey hallederiz, beni takip edin. Come on, come on,” diyerek taktým herifleri peþime.
Ýlk aklýma gelen kiþi tabi ki Ýbo sersemiydi. Onu bulmak için heriflerle beraber barlara girip çýkmaya baþladýk. Kendimi bir turist rehberi gibi lanse etmeye çalýþýyordum çevreye. Nihayet barýn birinde pineklerken buldum Ýbo’yu. Geçen ki þýklýðýndan eser yoktu. Rengarenk, iðrenç bir gömlek vardý üzerinde. Dudaðýnýn sol tarafý patlamýþ, suratýnda ufak tefek çizikler vardý. Pek parlak bir hafta geçirmiþe benzemiyordu. Tiplere “Siz oturun ben geliyorum” diyerek, -tabi ki iþaretlerle- Ýbo’nun yanýna gittim.
“N’aber Ýbo’cuðum gömleðin çok güzel, yine çok þýksýn.”
“Siktir lan...”
“Geçen gün thanks filan diyordun.... Bak sana thankslik arkadaþlar getirdim.”
“Kim onlar...? Turiste benziyorlar.”
“Yabancýlar.”
“Eee...?”
“Adamlar mal istiyor moruk.”
“Ne malý oðlum... Benim normalde satmadýðýmý biliyorsun.”
“Tabi ki dostum satmadýðýný biliyorum ama bu tipler beni yoldan çevirdi. Benimde aklýma ilk sen geldin. Var mý yanýnda?”
“Manyak mýsýn sen, ne sikime taktýn oðlum bunlarý peþine! Polis molis olmasýnlar?”
“Yok yok... Ben de ayný þeyi düþündüm de... Konuþmalarýndan belli yabancý bunlar.”
“Hýý... Ýyi öyleyse. Ne kadar istiyorlarmýþ söylediler mi?”
“Yok, sormadým ama sen üçüne yetecek kadar orta boy bir plaka ayarlarsýn iþte.”
“Basýlý yok toz var.”
“Bunlarýn basabileceðini zannetmiyorum, turistler lan iþte anla.”
“Tamam hallederiz. Ben otuz milyon alýrým sen ne kadar koparacaksýn?”
Doðru ya ben ne kadar koparacaktým? Hem heriflere kuryelik yap hem de komisyon alma. Ne kadar budala olabiliyordum bazen.
“Ben bir beþlik alýrým diye düþünmüþtüm.”
“Tamam o zaman otuz beþ dersin onlara. Senin evin arkasýndaki sokaðý biliyorsun...?”
“Hýý... Evet.”
“Sokaktaki okulu da biliyorsun?”
“Evet.”
“Þu an okulun duvarýnýn önüne park etmiþ dört beþ tane araba var tamam mý? Aralarýnda bir de kýrmýzý Renault Brodway var, mal onun sol ön tekerleðinin üstünde olacak. Bir saat sonra oradayým anlaþtýk mý?”
“Ne diyorsun sen Ýbo? Ne arabasý, ne sokaðý oðlum, üzerinde mal yok mu? Baþýmýzý belaya mý sokacaksýn?”
“Çekiniyorsan yolla gitsin lavuklarý baþka türlü olmaz.”
Düþündüm taþýndým, beþ teklik aðýr bastý.
“Tamam. Konuþtuðumuz gibi bir saat sonra oradayým.”
“Güzel... Git þimdi heriflerden parayý al dýþarýda verirsin.”
Ýbo çýkýnca ben de heriflerden parayý alýp arkasýndan çýktým.
“Al bakalým tam tamýna otuz milyon.”
Parayý sayýp cebine indirdikten sonra piç piç sýrýttý.
“Thanks.”
Ýçeri dönüp, heriflerden bir iki bira içtim. Vakit gelince ben önde, onlar arkamda düþtük yola. Sersemin teki olduðumu düþünüyordum. Þartlý tahliyemden dolayý kýçýmda patlamayý bekleyen bir buçuk yýllýk cezam bulunuyordu ve buna ilaveten uyuþturucu satýþýna aracýlýktan alacaðým cezayý ekleyince, bir dahaki belediye seçimlerine kadar yatabilirdim içeride. Yolda yürürken, korkudan Ýbo’nun aslýnda bir polis olmasý da dahil bir sürü saçmalýk geçti aklýmdan.
Sokaða vardýðýmýzda, þansa bir Allah’ýn kulu yoktu ortalýkta. Etrafý iyice kolaçan ettikten sonra, söylediði kýrmýzý arabaya yöneldim. Karanlýkta fark edemediðim bir kedinin kuyruðuna bastým. Ciyak ciyak baðýrdý, neredeyse bütün sokaðý ayaða kaldýracaktý sevimsiz yaratýk. Ödüm bokuma karýþmýþtý. Arabanýn sol ön tekerleðini yokladým dediði gibi mal aynen oradaydý. Bir parça gazete kaðýdýna sarýlmýþ þekilde. Malý oradan çabucak alýp bizim misafir keþlere verdikten sonra hemen tüymelerini söyledim. Teþekkür edip sýrýtarak gittiler.
Evimin önüne geldiðimde sarhoþun biri kepengin dibinde sýzmýþ yatýyordu. Uyanýp yolu açmasý için dürttüm. Uyandý, göz göze geldik.
“Paran var mý birader?”
Cebimi yoklayýp, biraz bozukluk verdikten sonra odama çýktým. Isýnmýþ bir þiþe bira buldum. Oturup bir süre içtikten sonra bitiremeden uyudum.

10

Barda iþler tüm rutinliðiyle yürüyordu. Mümkün olduðu kadar göze batmadan iþimi yapmaya çalýþýyordum ve yeniden bir þeyler karalamaya baþlamýþtým. Eve yakýn bir sokakta bir kütüphane keþfetmiþtim. Vakit buldukça uðruyordum oraya. Çok cüzi bir aidat karþýlýðýnda istediðin kitabý ödünç alabiliyordun. Sonra gide gele sahibiyle ahbap olmuþ, bir gün herife yazdýklarýmdan bahsetmiþtim. Ýþlerine yarayacak bir þeyler olduðuna kanaat getirirlerse, kütüphanenin dergisinde yayýnlayabileceklerini söyledi. Bir öykümü yayýnlandýlar ve iyi tepki aldýðýmý ve istersem devam edebileceðimi söylediler. Devam ettim ardýndan bir öyküm daha yayýmlandý ama daha sonrasý için bir fikrim yoktu yazmaya devam etmekten baþka.
Bir öðleden sonra iþler nasýl gidiyor diye uðradýðýmda, kütüphanenin yanmýþ olduðunu gördüm. Yanmýþtý veya bir sebepten dolayý kundaklanmýþtý. Uzun bir süre, sahibinin izini sürdüm fakat bulamadým. Kütüphanenin baþýna neler geldiðini de hiçbir zaman öðrenemedim.
Cengiz diye yeni bir eleman baþlamýþtý iþe, pek fazla ortak yanýmýz olduðu söylenemese de iyi geçiniyorduk. Ayaðýný kaydýrmaya çalýþan patron yalakasý tiplerden deðildi, bu da benim açýmdan iþyeri arkadaþlýðý için yeterli bir kýstastýr.
Çalýþýrken garip espriler yaparak ara sýra beni güldürdüðü de oluyordu. Tarlabaþý’nda kendi gibi doðudan gelmiþ arkadaþlarýyla, bir bekar evinde kaldýðýný söylüyordu. Sürekli, “Bir gece bana gidelim,” der dururdu fakat bu tür arkadaþlýklara açýk biri olmadýðým için, “Tamam, tamam” der oyalardým. Bir gece boþ bulundum ve ertesi gün gideceðime dair kesin olarak söz verip yakayý kaptýrdým. Ertesi gün ikimiz de izinliydik.
“Sana bir sürprizim var bu gece deyip duruyordu,” akþam evine doðru yürürken.
“Ne sürpriziymiþ söylesene arkadaþ þunu.”
“Bu gece bizim çocuklarla eve karý çaðýrdýk.”
Sýrýtýyordu bir yandan, ince uzun bir yüzü vardý ve uzun süre bakýnca insaný yoruyordu.
“Ne kadýný, fahiþe mi?”
“Hý hý... Paran var mý?”
“Ne parasý oðlum, bende fahiþeye verecek para yok.”
“Çok deðil be baba...Yabancý deðil bunlar bizim sürekli yattýðýmýz kýzlar, bazen para bile bile almazlar. Hem ben sana bir kýyak yaptýrýrým.”
“Hastalýk, mastalýk kapmayalým?”
“Yahu ne hastalýðý... Diyorum ya iki yýldýr sürekli takýldýðýmýz kýzlar bunlar.”
Ev, köhne bir apartmanýn giriþ katýydý. “Ýþte bizim köþk,” diyerek pencereye týkladý. Perdeyi aralayýp bizi gören biri kapýyý açtý. Kapý açýlýr açýlmaz bütün yoksul bekar evlerine sinen o acý berbat koku geldi burnuma. Kapýyý açan elemanla tokalaþtýk giriþte. Adýnýn Mesut olduðunu söyledi. Yüzü Küçük Emrah’ýn küçüklüðüne benziyordu.
Oturma odasýna geçtik içeride üçü kadýn olmak üzere biz-
den baþka beþ kiþi daha vardý.
“Arkadaþlar bu Ferit iþyerinden arkadaþým.”
Okey oynuyorlar, bir yandan da yerdeki tepsinin içindeki kocaman kýzarmýþ tavuðu didikleyerek týkýnýyorlardý. Hepsiyle tanýþmak zorunda kaldým. Kýzlardan ikisi Türk, diðeri Romen’di fakat Romen olan Türkçe biliyordu. Diðer kýzlardan biri rahatlýkla yüz kilonun üzerindeydi. Tabi ki en çok o didikliyordu tavuðu. Adý Nermin’di. Diðer Türk kýzýnýn adý Serpil, Romen olanýnki Elena’ydý. Baðrýþmalar, çaðrýþmalar ve kahkahalar arasýnda bayaðý eðleniyormuþ gibi görünüyorlardý. Kýsa bir tereddütten sonra, Elena’nýn Serpil’den daha güzel olduðuna karar verdim.
“Keyifler nasýl ortamý beðendin mi?”
“Demek her gece böyle alemdesin.”
“Dostum sana boþuna mý, “Bir gece bana gel, bana gel” diye, baþýnýn etini yiyorum günlerdir.”
“Yakýnlarda içki alabileceðim bir yer var mý?”
“Köþede bir bakkal var ama ne alacaksan parça parça al, evde buzdolabý yok çünkü. Isýnmasýn...”
Tarif ettiði yerden beþ þiþe Efes Pilsen alýp, bir de otuz beþlik bir þiþe cinin parasýný ödeyip, cini soðumasý için buzdolabýna koydurtup geri geldim. Kapýda Cengiz karþýladý beni. Heyecan içindeydi.
“Dostum Elena’ya senden bahsettim. Ýster misin?”
“Bilmem ki ... Çoktandýr el arabasýna takýlýyorum ben.”
“Eee...?”
“....”
“Bak... Elli milyona olur dedi.”
“En fazla otuz milyon verebilirim.”
“Otuz milyonu hayatta kabul etmez.”
“Baþka para yok ben de eleman.”
“Peki tamam... Bir þeyler yapmaya çalýþýrým.”
Millet eðlenmeye devam ederken; ben sessiz, bir köþeye çekilmiþ içiyordum. Arada sýrada sorulan sorulara cevap veriyor, yapýlan esprilere sýrýtýyordum.
Daha çok Elena’yla bakýþmaya çalýþýyordum. Göz göze geldiðimiz anlarda, onu istediðimi belirten çapkýn bir ifadeyle gülümsüyordum.
Ýki saat kadar sonra biralar bitmiþti. Dolaba koydurttuðum cinin soðumuþ olduðunu düþünerek, tekrar köþedeki bakkala gitmek için odadan çýktým. Kapýya yönelmiþken, bir an tuvaletimin geldiðini hissettim. Fena sýkýþtýrýyordu meret. Bakkala kadar tutamazdým. Hemen tuvalete benzer bir yer bulmak için saðýma soluma bakýndým. Tam karþýmda duran kapý tuvaletin olmalýydý, çünkü diðerinin arkasýndan seviþme sesleri geliyordu, orasý yatak odasýydý muhtemelen. Hýzla içeri daldým karþýmdaki kapýdan. Doðru yerdeydim fakat içeride ne oturabileceðim bir klozet, ne de alaturka delikli taþ göremiyordum.
Duvarlarýn birinin dibinde yerde, suyun gitmesi için bir delik vardý. Deliði kontrol ettiðimde, ufak bok parçalarý gördüm. Buraya sýçýyor olmalýydýlar. Geri dönüp, emin olmak için Cengiz’e sormayý düþündüm fakat buna vakit yoktu. Ayrýca, böylesine rezil bir tuvaleti olduðu için herifi utandýrabileceðimi düþünerek, hemen oracýða bir sýçmýk býrakýverdim. Daha sonra, beþ dakika kadar boku iteleyip delikten geçmesi için uðraþtým.
Cini alýp döndüðümde kapýyý yine Cengiz açtý.
“Dostum kýrka kadar düþtü karý.”
“Otuzdan fazla çalýþmaz benden moruk.”
“Ne pis adammýþsýn lan sen. Otuza ineceðini zannetmiyorum ama bir denerim yine.”
Hakikaten ne pis adamým diye düþünerek, mutfaktan bir bardak alýp içeri döndüm. Oturunca aklýma tuvalet takýldý, acaba deliðin etrafýnda bok kalmýþ mýydý?
Ýçeride eðlenen heriflerden birinin boklarý gördükten sonra, odaya gelip beni kastederek: ”Hey millet! Birisi tuvalete sýçýp berbat etmiþ!” dediðini düþününce ürktüm. Hýzla tuvalete gidip, kalan ufak tefek bok parçalarýný da deliðe iteledikten sonra, kafam rahat bir þekilde odaya döndüm. Ýçerdekiler bir yandan okey oynamaya devam ediyor, bir yandan da sýkýlanlar diðer odaya geçip on beþ, yirmi dakika seviþtikten sonra geri geliyordu. Bir iki ufak çaplý muhabbetin dýþýnda kimseyle ilgilenmiyordum. Odada yok gibiydim. Seviþmek için odadan birileri çýktýmý kurt kesiliyordum.
Gözlemleyebildiðim kadarýyla benim Elena’yý iki kiþi, Serpil’i ayný iki kiþi ve baþka iki tip daha, balina Nermin’i ise ben hariç herkes düdüklemiþti.
Vakit artýk gece yarýsýna gelmiþti ve Elena’yla ilk baþlarda yakaladýðýmýz elektrik yok olmuþ, tatlý bakýþmalar bitmiþti. Yaptýðým pastýrmacý pazarlýðýndan dolayý, at bokuna bakar gibi bakýyordu bana. Haksýz da sayýlmazdý.
Cin bittikten sonra çýkýp iki bira daha alýp, içki defterini kapamaya karar verdim. Dönüþte Cengiz’le karþýlaþtýk.
“Tamam, otuz milyona evet dedi kýz.”
“Tebrikler moruk.”
“Sen þimdi direk yatak odasýna geç, ben birazdan kýzý senin yanýna yollayacaðým. Tamam mý?”
“Tamam.”
Beþ dakika sonra kýz odanýn kapýsýndan içeri süzüldü ve ýþýðý kapayýp yataðýn kenarýna çöktü. Iþýðý kapatmasý iyi olmuþtu. Dýþarýdan gelen ýþýk þöyle böyle aydýnlatýyordu zaten odayý.
“Merhaba,” dedim utana sýkýla.
Defalarca oturmuþluðun olsa da kirli bir yataðýn kenarýnda, yüzünde hep o sokak köpeði hüznünle kalakalýrsýn karþýsýnda bir kadýnýn.
Seviþmek çoðu zaman aðlamaklý bir durumdur aslýnda. Unutmaya çalýþtýðýmýz bir sürü lanet þeyin matemi gibidir. Bir kadýnla bir erkeðin karanlýkta oynadýðý en hüzünlü, en çocukça oyundur ve her kadýn ilk kadýndýr.
“Merhaba,” diyerek girdi odaya. Gülümseyerek karþýlýk verdim.
“Merhaba.”
Gömleðimin cebindeki sigarama uzanýrken “Ýçer misin?”, diye sordum.
“Hý hý...”
Ýki tanesini birden yakýp, tekini ona uzattým.
“Teþekkürler.”
“Pazarlýk için kusura bakma, canýný sýkmýþ olabilirim.”
“Önemli deðil alýþkýným böyle þeylere.”
Yerde duran bira þiþesine uzanýp bir fýrt aldým.
“Ýçer misin?”
Þiþeyi elimden alýp küçük bir yudum da o aldý.
“Cengiz’le beraber mi çalýþýyorsun?” diye sordu.
“Evet.”
“Sen ne zamandan beri Türkiye’desin?” diye sordum.
“Beþ yýldýr...”
“Zor olsa gerek... Dönmeyi düþünmüyor musun ülkene ?”
“Bir gün döneceðim elbette ama þu an çalýþmak zorundayým.”
“Anlýyorum,” anlamýnda baþýmý sallayarak biradan bir fýrt daha aldým. O da aldý.
“Diðerlerinden farklý birine benziyorsun... Tahsilin var mý senin?”
“Olacaktý býraktým, ekonomi okuyordum.”
“Neden býraktýn?”
“Benim de çalýþmaya ihtiyacým var. Bir de yazmaya...”
“Yazar mýsýn sen?”
“Deðilim.”
“Tuhaf birisin sen. Biraz kafayý yemiþ gibi bir halin var.”
“Teþekkür ederim.”
“Baþlayalým mý?” diye sordu.
“Sen bilirsin...”
Yavaþ yavaþ üzerindekileri çýkarmaya baþladý. O soyunurken, ben biramý yudumlayýp onu izliyordum. Bir zamanlar birilerinin aþkla dokunduðu bu üzgün harikulade vücut þimdi beni bekliyordu. Son olarak boynundaki haçlý kolyeyi çýkarýp, elbiselerinin üzerine býrakarak yataða uzandý.
“Hadi gelmiyor musun...? Yoksa davetiye mi bekliyorsun?”
Soyunduktan sonra üzerine çýkýp, dudaklarýmý dudaklarýna götürdüm. Birkaç dakika tutkuyla ve iþtahla öptüm onu. Elena’da ayný iþtahla karþýlýk veriyordu.
Sonra omuzlarýný ve koltuk altlarýný öpmeye baþladým. Ýki parça kor ateþ gibi yanarken birbirine kenetlenmiþ bedenlerimiz, ikimiz de salývermiþtik kendimizi ve daha fazla bekleyecek halimiz kalmamýþtý. Bir an önce o dayanýlmaz tadýn doruklarýna çýkmak için sabýrsýzlanýyorduk fakat bir terslik vardý; onu bu kadar arzulamama raðmen, sonuna kadar devam edebilecek gücü bulamýyordum kendimde. Bir terslik olduðunu o da anlamýþtý. Terden sýrýlsýklamdým.
“Neyin var...? Yapamayacak mýsýn?”
“Bilmiyorum... Çok içtim galiba.”
“Yardým etmemi ister misin?” diye sordu. Nedense, þefkatli bir fýsýldamayla. “ Ne yapabilirsin ki,” diye cevapladým umutsuzca.
“Rahatla biraz... Bana býrak kendini” dedi ve dudaklarýma küçük bir öpücük kondurup ardýndan harika bir kývraklýkla aþaðýya doðru süzüldü. Vücudumdaki milyarlarca hücrenin her biri onu deliler gibi istiyordu ama...
Hz. Süleyman beþ bin kadýnla nasýl baþa çýkýyordu bilmiyorum ama Havva’nýn Ademin kaburga kemiðinden yaratýldýðý kocaman bir yalan.
Bir erkek, kadýnýn kollarýndayken vücüdundaki kan basýncý cinsel organýný harekete geçirecek düzeyde deðilse bir hiçtir.
Tanrýnýn insaný yaratýrken içine ruhundan üflediðine de inanmýyorum. Hatta çoðu insanýn bir ruhu, bir beyni ve bir vicdaný olduðuna bile inanmýyorum. Ýnsan doðduðu andan itibaren acý çekmeye mahkum iyi planlanmýþ bir baðýrsak sisteminden baþka bir þey deðildir.
“Allah belamý versin!” diye kýzýyordum kendime.
Ýçki þiþesi ve kadýn birbirinin en büyük rakibiydi. Ýkisini ayný anda hiçbir zaman idare edemezdin. Arada bir, birini ötekiyle aldatmayý becerebilmeliydin.
“Dur,” dedim. ”Kendini yorma olmayacak galiba.”
“Evet... Çok içmiþsin sen,” diye cevapladý.
“Kusura bakma uðraþtýrdým seni” diyerek, doðrulup toparlandým.
Birer sigara yakýp, bir süre öylece konuþmadan oturduk.
“Hadi giyinip çýkalým istersen.”
Cevap vermeden, sessizce hareketlenip giysilerini bulmaya koyuldu. Ben de hýzla donumu, pantolonumu üzerime geçirip, kýza anlaþtýðýmýz otuz milyonu vermek için elimi cebime daldýrýp para çýkardým fakat otuz milyon çýkýþmýyordu. Tam tamýna yirmi dokuz milyon üç yüz bin liram kalmýþtý. Ýçki alýrken hesabý þaþýrmýþ, eþeðin bir tarafýna su kaçýrmýþtým. “Ýþte” dedim içimden, “Rezaletin son perdesi inmek üzere.”
Beynimden aþaðý kaynar sular dökülmüþtü. O an yer yarýlsa hiç düþünmeden girerdim içine. Eðer ki, cebimi karýþtýrýp paralarý saydýðýmý görmemiþ olsa, içeri gidip Cengiz’den üstünü tamamlayabilirdim ama hesap kitap yaptý-
ðýmý, paranýn çýkýþmadýðýný anlamýþtý. Bu nedenle gidip para isteyemezdim. Gidersem, yataktakinden daha beter rezil olacaktým.Velhasýl her þeyi anladýðýna göre ve yaptýðým onca pazarlýktan sonra, daha fazla küçülmeden her þeyi oluruna býrakmalýydý. Paralarý toparlayýp üç yüz bin liralýk bozukluðu tekrar cebe koyduktan sonra gerisini uzattým.
“Üzgünüm para tam çýkýþmýyor... Burada tam yirmi dokuz milyon var.”
Hiçbir þey söylemeden parayý alýp çantasýna koydu.”
“Ýnan çok üzgünüm... Canýný sýktým.”
Biraz duraksayýp yüzüme baktý ve gülümseyerek, “Senin tuhaf biri olduðunu anlamýþtým,” dedi.
Kapýyý açmýþ odadan çýkmak üzereydi ki tekrar dönüp, “Senin canýn bir þeylere sýkýlýyor deðil mi?” diye sordu.
Þaþýrmýþtým. Cevap vermeden öylece bakýyordum yüzüne.
Sonra, “Daha az düþünürsen daha az acý çekersin,” dedi ve odadan çýktý.

11

O olaydan bir süre sonra bardaki iþi býraktým. Birilerine içki daðýtmak dýþýnda bir þeyler yapmak istiyordum.
“Artýk kendi iþimin patronu olmak,” gibi bir düþünceye hiçbir zaman kapýlmýyordum tabi ki. Çünkü bunu bile yapamayacak kadar basiretsiz fakat asgari ücrete belini kýrarken aldatýldýðýnýn farkýnda olacak kadar da zeki bir adamdým. Ben kendi planladýðým cinayetin hem kurbaný hem katiliydim. Böylelikle yine kendi kendimin patronu veya kendi kendimin tanrýsýydým diyebilirim.
Tekrar harýl harýl iþ aramaya baþlamýþtým. Sabahýn altýsý yedisi gibi kalkýp zorla bir þeyler atýþtýrdýktan sonra, önüme serdiðim gazetelerin eleman aranýyor sayfalarýndan, müracaat edebileceðim iþ ilanlarýný tespit edip yollara düþüyordum. Çoðundan, bekleme salonunda bekleþirken, baþvuru formundaki sabýka kaydý bölümünü görür görmez vaz geçmek zorunda kalýyordum.
Vazgeçmek... Her þeyden vazgeçmek için bir sürü sebep varken neden hep devam etmek isteriz?
Mermileri tutmaya çalýþan aptallarýz biz. Ýnsanlýðýn körelmiþ umutlarý, öldürülmüþ vicdanýyýz.
Birbirinin ayný günler bir karabasan gibi yapýþýrken boðazýmýza, adalet; ucuz bir otel odasýnda tecavüze uðramýþ bir göt deliðidir. “Nerede tanrýlar! Ýsa nerede? Muhammet’in tanrýsý Allah nerede!” diye baðýrýp sokaklarda, hýçkýra hýçkýra aðlamalýyýz.
Baðýrmalýyýz. Çünkü BÝZE YALAN SÖYLEDÝLER!
Sabýka kaydýný soruþturmayan iþlerse korkunç þeyler talep ediyorlardý.
Asgari ücrete günde on iki, on dört saat mesai, izin yok, sigorta yok. Karnýný doyurabilmen karþýlýðýnda senden hayatýnýn geri kalanýný istiyorlardý.
Bir sürü bekleme salonu gördüm ve o salonlarda bekleþen; günleri, gençlikleri, ellerinin yumuþaklýðý, ömürleri çalýnmýþ bir sürü insan. .
Ve bir sürü acýmasýz ayrýntý vardý dikkat etmen gereken, yoksa kaybederdin.
Bazý iþler için sahtekar görünmen ve karþýndakine güven vermemen gerekirdi. Bu elektriði özellikle almak isterdi seninle görüþen adam . Elektrik diyorum çünkü, hiçbir zaman bir adamýn tam anlamýyla dürüst veya sahtekar olduðuna emin olmazlardý. Bu bir risktir. Sahtekar gibi görünmeye çalýþan bir budala, bir korkak da olabilir karþýlarýndaki adam. Bir düzenbaz, karþýsýndakinin düzenbaz olduðunu anlamasýna tam olarak izin vermez, sadece derinden ve sinsice bir telepati kurar onunla.
Böylelikle, iyi bir mülakattan geçirilmeden iþe alýnan dürüst bir muhasebeci, vergi kaçýran bir þirketi üç ay içinde rahatlýkla batýrabilir.
Bazen bitirim, el kol hareketleriyle konuþan bir tip gibi görünemediðin için kaybederdin.
En önemlisi ise görünümdü. Yýpranmýþ bir halin olmalýydý. Kabullenmiþ, yenik ve çaresiz oturmalýydýn karþýlarýnda. Boðazýna yapýþýp kýçýndan terler akarak çalýþtýrýrlarken, birkaç gün sonra kaçamayacaðýndan emin olmak isterlerdi.
Kapýsýna gittiðim ilanlardan biri de, Osmanbey’in arka sokaklarýnda bir ekmek ve pasta imalathanesiydi. Herifin biri, unun her sabah depodan imalathaneye taþýnmasýndan, ekmeklerin, pastalarýn piþirilmesine, sonra paketlenip ayrýlmasýna kadar iþle ilgili bir sürü ývýr zývýr ayrýntýyý bana anlatýrken, bir yandan da sürekli ellerime bakýyordu. Hamura þekli veren usta hariç, kasalarýn taþýnmasý da dahil herkesin her iþi yaptýðýndan, iþin zor ve titizlik gerektiren bir iþ olduðundan, sabýr ve zahmet istediðinden dem vuruyordu. Bu tempoyu kaldýrabilir miydim?
“Evet,” demiþtim. “Ýhtiyacým var bu iþe.”
Ýkna olmuþa benzemiyordu. Orospu çocuðunu rahatsýz eden bir þeyler vardý sanki. Sürekli ellerime bakýyordu.
Ellerim çok büyük deðildir ve biraz narin bir görünüme sahiptir. Herhalde göt lalesini rahatsýz eden duygu buydu. Aðýr iþlere gelemeyeceðimi düþünüyor olmalýydý.
Ertesi sabah fýrýna telefon açtýðýmda iþe eleman aldýklarýný söyledi biri. Sesinden tanýmýþtým oydu. Kapatýrken, “Þu eller meselesi deðil mi?” diye sordum. “Buyur! Anlamadým,” diye karþýlýk verdi. “Boþ ver,” dedim kapattým.

12

Eve dönüp on onbeþ dakika duvarlarý yumrukladýktan, öðleden sonra bir plaka imalathanesinden ve gelinlik kýzlar için çeyizlik dantelli örtüler, çarþaflar ve insaný çýldýrtan daha bir sürü ývýr zývýr satan bir maðazadan ret cevabý aldýktan sonra, akþama doðru kendimi sokaklarda buldum.
Yine bildik bir akþamüstüydü. Ýnsanlar iþten, evden okuldan ve daha bir sürü yerden çýkmýþ, ortalýkta sevimsizce dolanýyorlardý. Satýcý sesleri, korna sesleri, dilenci sesleri ve kuþ sesleri birbirine geçiyor ve bu uyumsuz gürültü orkestrasý insaný yoruyordu.
“Ne yapabilirim?” diye düþündüm. Ceplerimi yokladým beþ on gün daha iþ bulamadan geçerse iflas bayraðýný çekmem yakýndý. Gidip iyi bir lokantada mönüyü karýþtýramaz, ya da kendime yeni bir ceket alamazdým ama yine de gidip bir yerlerde ucuza birkaç bira içebilirdim.
Fena deðildi... Ýþsiz biri için durumu kurtarabilmek, ertesi güne bir parça da olsa umut býrakýrdý. Bazýlarý içinse umut hiç yoktur. Bir þirkette genel müdür olmak ya da bir sokak arasýnda çýrýlçýplak ölmek...
“Biraz dolaþmalý,” diye düþündüm. Caným katlanýlmaz derecede sýkýlýyordu. Sýkýntýmýn sebebi ellerimin aðýr iþler için yeterince büyük olmamasý veya ertesi gün yeniden alabileceðim ret cevaplarý deðildi. Duru, yalýn, anlamsýz, kuru bir sýkýntýydý. Hatta hiçbir sebebi yoktu da diyebilirim. Dolaþmak istememin de bir sebebi yoktu. Aslýnda bu saatlerde çatý katýmda þarap içip sarý leblebi yiyor ve intihara dair bir þeyler yazýyor olmalýydým. Tüm bunlar kafamdan geçerken, farkýnda olmadan caddedeki kalabalýða karýþmýþ olduðumu fark ettim.
Kalabalýklar; þehrin her köþesinde durmadan oraya buraya koþuþturan, iþyerlerinden çýkan, alýþveriþ yapan, eðlenmeye giden, otomobil kullanan, doyumsuz, mutsuz yüzler sergisi. Ýnsan kendini bu hengamenin bir parçasý gibi hissettiðinde, daha da rahatsýz oluyordu.
Üþümüþtüm. Parmaðýmýn ucuna takýp sýrtýmdan sallandýrdýðým ceketi giydim ve bir sigara yaktým.Yürümeye devam ediyordum ve tüm rahatsýzlýðýma raðmen ben de bu kalabalýðýn içinden biriydim. Ýþte sigaramý agresifce tüttürüp, onlarla beraber bilmediðim bir yere doðru gidiyordum.
Kalabalýkta herkes birbirinin ayný gibi görünüyordu. Þu
karþýdan gelen adamla ne kadar da benziyorduk birbirimize; orta boylu sakallý yakýþýklýca bir adam. Þu kadýnýn bakýþlarý týpký benim gibi keskin ve düþünceli. Bir an için içimdeki sýkýntýyý tekrar çok güçlü bir þekilde duyumsadým. Bir þeyler, vakit öldürecek bir þeyler bulmalýydým. Yarýn yine sabahýn köründe kýçýmý kaldýrýp, kapý kapý iþ dilenecektim nasýlsa.
Ne garipti, yaþamýmýz boyunca zamanýn büyük bir kýsmýný istemesek de kurtulup rahatlamak zorunda olduðumuz bir bela gibi savuþturmak, öldürmek zorundaydýk.
Ýyiydi aslýnda. Zaten, kazanmayý düþündüðümüz zaferlerin ilk ýþýklarý hep o öldürmeye çalýþtýðýmýz anlarda çarpmaz mýydý yüzümüze?
Cebimdeki parayý tekrar kontrol ettim ve caddenin yukarýsýndaki bara gitmeye karar verdim. Pek sevmezdim orayý. Þehrin en artýk ve en sorunlu tipleri düþerdi bu bara. Niteliksiz, kiþiliksiz, tiksindirici... Ayný zamanda, kötü niyetli birinin geceyi bir kadýnla geçirme rüþveti karþýlýðýnda þehrin içme suyuna siyanür atma teklifini kabul edebilecek ölçüde kontrolden çýkmýþ adamlardý ama arada bir iyi parçalar da düþerdi. Geri döndüm ve yukarý doðru yürümeye koyuldum. Dönerken iyi giyimli, týraþlý, gençten bir herifle çarpýþtýk. Herif kesif kokulu bir parfüm sürmüþtü. Daha çok, salatalýk kokusuna benziyordu. Maydanoz ya da havuç da olabilirdi. Nedenini bimiyordum ama birden herifi yüz parçaya ayýrmak geldi içimden. “Pardon!” diyerek yoluma devam ettim. Midem bulanmýþtý, adamýn kokusu hala burnumdaydý. Ýçten içe kýzýyordum kendime; ne zaman iþler yolunda gitmese o kahrolasý iþleri yoluna koymak yerine, zor da olsa, saçma da gelse, ayakta kalabilmek için bir takým kararlar almak formüller bulmak yerine, kendimi þehrin en kalabalýk köþelerinden birine atýyordum. Böyle durumlarda insanlarýn arasýna dalmanýn, her þeyin daha da içinden çýkýlmaz bir duruma dönüþmesinden baþka hiçbir iþe yaramadýðýný daha önce defalarca görmüþtüm.
Ýnsanlar, birbirlerinin kompleksleriyle besleniyor aralarýndaki iletiþimi de eziklik ve baþarýsýzlýk duygusuyla kuruyorlardý. Birbirilerinden nefret etmiyorlardý ama birbirilerini kýskanýyorlardý. Askerde, iþyerinde, hisse senetleri alýrken, otomobil kullanýrken, makyaj yaparken, sörf yaparken... Amaç hep bir üstte olmaktý. Ýçlerindeki eziklik duygusunu bastýrabilmek için sürekli yeni þeyler, yeni zevkler yaratmaya çalýþýyorlardý. Kredi kartlarý, ithal süs köpekleri, fast foodlar,
defileler, müzayedeler hep bu yüzden vardý sanki. Oysa ben insanlara karþý nefret duyuyordum. Farklý olduðuna gerçekten inanýyorsan nefret güzeldir. Ýnsanýn kendisini iyi hissetmesini saðlar. Büyük baþarýlarýn ilk adýmlarý hep nefret duygusuyla atýlýr.
Hava kararmaya yüz tutmuþtu ve daha serindi. Bara yaklaþmýþtým, adýmlarýmý hýzlandýrarak bir sigara daha yaktým. On beþ, yirmi adým daha yürüdükten sonra içerideydim. Ýçerisi tenhaydý. Dolu bir barda içmek, semt pazarýnda kötü müzik yapan bir orkestrayý dinlemek zorunda kalmak gibi bir þeydir. Eski solcular, mistikler, küçük orospular, metalciler, delikanlý ayaðýna yatanlar, feministler, ibneler, para dilenenler, þairler, fordcular, gevezeler, varoluþçular, acemi içiciler, ha babam çerez götüren müzmin yalnýzlar... Bütün gece üzerinden saðýndan solundan geçen bu güruha katlanmak zordur. Sabýr, kondisyon ve para ister. Biramý aldýktan sonra kýyýda köþede bir yere geçip oturdum. Üç beþ kiþi televizyondaki futbol maçýný seyrediyor bir iki yeni yetme kýz ortalýkta kýç sallýyor ve müzik insanýn kafasýný tepeliyordu. Bir süre öylece oturdum. Beþ on dakika sonra tuvalete gidip döndüðümde, çirkin ama seksi bir kadýn çarptý gözüme. Kadýn da beni fark etti, birkaç kere göz göze geldik sonra daha uzun ve sýk bakýþmaya baþladýk. Bakýþlarýmýz giderek daha anlam kazanmýþ belki de anlamsýzlaþmýþtý fakat aramýzda güçlü bir çekimin olduðu kesindi. Uyarýldýðýmý hissediyor, buna engel olmaya çalýþýyor fakat engel olamýyordum. Bütün gücümle kadýnýn içinde patlamak istiyordum. Onun bakýþlarý da benimkinden farklý sayýlmazdý. Onunla konuþmaya karar verdim. Biramý dipledikten sonra yanýna gidip kulaðýna eðilerek “Seninle seviþmek istiyorum,” dedim. Kulaðýna eðilirken kokusunu duymak beni daha da heyecanlandýrmýþtý ve zannedersem benim nefesim de onu uyarmýþtý. Ne diyeceðini bilemez bir ifadeyle yüzüme bakýyordu. Karþý koymak ister gibi bir hali vardý ama karþý koyamayacaðýný seziyordum. Cesaretim içini kýpýrdatmýþtý.
“Ne dedin...? Anlayamadým,” dedi. Kendini toparlamaya çalýþarak.
Yineledim, “Seninle seviþmek istiyorum.”
“Seni hayatýmda ilk defa görüyorum ve bir merhaba bile demeden, gelip benimle seviþmek istediðini söylüyorsun. Bunu sürekli yapar mýsýn sen?”
“Hayýr.”
“Peki iki insanýn seviþmesi bu kadar kolay mý sence?”
“Elbette hayýr... Ne demek istediðini anlýyorum ama sadece dürüst olmaya çalýþýyordum. Ýnan, uzun zamandýr bir kadýna karþý böylesine cesur olabilecek denli bir þeyler hissetmemiþtim. Hem, herkesin yaptýðý gibi önce bir iki yapay cümle bulup, sonra tanrýdan ve siyasetten bahsedip lafý yine seviþmeye getirebilirdim deðil mi ?”
“Dürüst olman seni haklý çýkarmaz ki.”
“Kadýnlarýn çoðu senin gibi biliyor musun... Size gerçeði deðil, duymak istediklerinizi söylememizi bekliyorsunuz.
Herkesle yataða girilmez kabul ediyorum ama hep aþýk olmayý bekleyemeyiz ki.”
Blöf yapýyordum. O da anlýyordu aslýnda. Bir tür oyun oynuyorduk sanki. Birasýndan bir yudum aldý.
“Ben sana bana aþýk ol demiyorum ama biliyorum ki, bu akþam seviþsek ve birkaç gün sonra burada tekrar karþýlaþsak
beni tanýmayacaksýn belki de.”
“O kadar aptal biri miyim sence?”
“Bilmem, seni tanýmýyorum ki.”
Yerime dönmeye karar verdim.
“Belki de sen haklýsýn ama seni gerçekten istemiþtim. Merak etmiþtim.”
Blöfün blöfünü yapýyordum bu sefer. Yerime geçip ona doðru hiç bakmadan içmeye devam ettim. Beni düþündüðünü ve hala beni izlediðini biliyordum. Deli gibi seviþmek istiyordu benimle. Gelecekti... Gelecekti... Gelecekti... Ona yatakta neler yapacaðýmý düþlüyordu belki de. Nasýl öpeceðimi, içine nasýl gireceðimi...Yanýlmamýþtým yarým saat sonra yerinden kalktý ve yanýma geldi. Gülümsüyordu. Bu sefer o kulaðýma eðilerek, “Hadi gidelim” dedi. Yerimden kalktým. Belime sarýldý ve çýktýk. Gece seviþtik...
Sabah olduðunda her þey yine eskisi gibiydi. Ýnsanlar sokaklara dönmeye baþlamýþlardý.

13

“AYDA 1100 DOLAR KAZANMAK ÝSTER MÝSÝNÝZ! Hýzla geniþlemekte olan holdingimizin bünyesinde ofis içerisinde görevlendirilecek, az lise mezunu, diksiyonu düzgün, prezantabl, yetiþtirilmek üzere bay ve bayan elemanlar aranýyor.” Ýlaný okuduktan sonra yetiþtirilmek üzere yazan adresin yolunu tuttum.
Sana o holdinginde ancak bir yöneticinin kazanabileceði aylýk parayý teklif eden ve “Yetiþtirilmek üzere,” diye baþlayan ilanlar hiç þaþmaz bir þekilde sigorta veya baþka bir malýn pazarlama iþi çýkar. Yetiþtirme dedikleri de, seni oraya nasýl çaðýrýp kafaladýlarsa, birkaç gün içinde öðretecekleri bir iki numarayla senin de bir baþkasýný kafalayýp, kazýklama kývamýna getirmektir. Yoksa, sana ayda bin yüz dolar ödeyip yedi ay sonra da “Bak arkadaþ biz seni yetiþtirdik. Bundan sonrasý artýk sana kalmýþ. Holding senin kafana göre takýl.” demeyeceklerdir.
Elimde adres yazan küçük bir gazete kupürünün yardýmýyla, bir pasajýn içinden üç kat çýktým. Doðru yerdeydim büronun kapýsýný çaldým. Kapýda “Reenkarnasyon Sigorta Hizmetleri” yazýyordu. Kapýyý elli altmýþ yaþlarýnda bir adam açtý. Saçlarý dökülmüþ, efendi, naif bir memur emeklisine benziyordu.
“Buyurun?”
“Ben iþ ilaný için gelmiþtim de...”
“Ha... Gel evladým buyur gir içeri.”
Ýçeri girince hemen önüne bir kapý daha çýkýyordu. Ofis olarak kullanýlan bu küçük odanýn giriþine bir masa koyup, baþýna da geleni gideni karþýlayýp, bir yandan da telefonlara bakmasý için bu adamý oturtmuþlardý.
“ Sen otur evladým, ben içeriye geldiðinizi haber vereyim.”
Adamýn masasýnýn yanýndaki, içeride bulunan tek sandalyeye çöktüm. Adam kapýyý çalýp içeriye kafayý uzattý.
“Okþan Haným bir arkadaþ daha geldi iþ görüþmesi için. Ýçeri gelsin ister misiniz?”
Tüm holding göt kadar bir yerden oluþtuðu için, ofis kapýsýnýn hemen dibinde oturuyordum ve oradan kadýnýn nefes alýþýný bile duyabiliyordum.
“Hýzla geniþlemekte olan holdingimiz...” Ulan bu holding daha nereye kadar geniþleyebilir ki? En fazla yan daireyi de satýn alýrsýn, sonra kolonlarý yýkýp ikisini birleþtirirsin arkadaþ.
“Münip Bey þu an Eraslan Bey’le görüþmeyle baþladýk. Yeni gelen arkadaþla on beþ dakika sonra tek baþýna görüþürsek daha iyi olur.”
“Peki Okþan Haným.”
Adam direktifi alýnca gelip masasýnýn baþýna oturdu. Sonra da, çekmeceden çýkardýðý bir baþvuru formunu elime tutuþturdu.
“ Beklerken bir yandan da þu baþvuru formunu doldurun beyefendi.”
“Tabi. Kaleminiz var mýydý?”
Uzattýðý kalemi alýp, kaðýdý doldurmaya baþladým. Sabýka kaydýyla ilgili bir bölüm yoktu. Baþvuru formunu doldurmaya çalýþýrken, içerideki konuþmalarý çok rahat bir þekilde duyuyordum.
“Evet iþte dediðim gibi Eraslan Bey üç farklý ücret sistemimiz var. Sadece maaþ, maaþ artý prim veya sadece prim sistemi. Bunlardan birini seçmek sizin tercihinize kalmýþ olmakla birlikte, ben size prim sistemini tavsiye ediyorum.”
Burnuma gelen ilk kötü koku, herkese ayný þekilde söylendiði belli, þeytanca bir planýn ilk ayaðý gibi görünen ve içinde sinsi anlamlar barýndýran bu cümle olmuþtu. Yahu hangi geri zekalý bu üç seçenekten maaþ artý prim sistemi dururken, ne idüðü belirsiz bir prim sevdasýnýn peþine takýlýr ki? Hoþ bana sorsa, “Arkadaþ beni primle mirimle uðraþtýrmayýn. Bana her ay zamanýnda maaþýmý ödeyin yeter,” derdim.
“Demek sadece prim sistemi, maaþ artý prim sisteminden bile daha kazançlý diyorsunuz Okþan Haným.”
Yapma Eraslan’ým. Etme yiðidim. Anlamýyor musun bir kumpasla karþý karþýyasýn. Çalýþtýr kafayý biraz. Salla baþýný al maaþýný varken, niye kendini sigorta sektörünün bir neferi pozisyonuna getirme gayreti içerisindesin. Primleri kapmak için yedi sülaleni Reenkarnasyon Sigortadan sigortalatsan
bile, yedirirler mi sanýyorsun sana bu primleri.
“Tabi ki caným... Açýkça söylüyorum; size teklif edeceðimiz ücret çok düþük ve sizi hiç tatmin etmeyecek bir miktar. Maaþ artý prim sisteminde de, alacaðýnýz primin yüzdesi normal primle kýyaslanmayacak derecede düþük bir yüzdeyle hesaplanacak. Kendi ufkunuzun sýnýrlarýný ve kazancýnýzýn miktarýný kendi performansýnýz, enerjiniz ve yeteneðinizle belirleme þansýnýz varken, neden küçük düþüncelere teslim olasýnýz ki?”
“Haklýsýnýz Okþan Haným.”
“Bakýn bir de size bir örnek vereyim. Bizim Taci diye bir arkadaþýmýz var, inþallah beraber çalýþmaya baþlarsak siz de tanýþacaksýnýz.Taci Bey bir buçuk yýldýr bizimle beraber ve þu an prim sisteminden o kadar güzel paralar kazanýyor ki, inanýr mýsýnýz ay sonlarýnda bazen günlerce parasýný almayý unutur.”
Baþvuru formunu doldurmayý tamamlayýp herife uzattým.
“Buyurun.”
Aldý ve masanýn kenarýnda bir yere koydu.
“Çay içer misiniz?”
“Zahmet olmazsa bir tane içerim.”
“Yok caným ne zahmeti,” dedi ve masanýn arkasýndaki duvardaki küçük hoparlörün düðmesine basýp, pasajýn çaycýsýna iki çay söyledi.
Kadýn apaçýk ayak sürüyordu. Lafý, “Eraslan’ým sen bu para iþlerini þimdiden unut at kafandan,” demeye getiriyordu. Her bir þeyi ballandýra anlatýrken iþ maaþa, paraya geldi mi kývýrýyordu. Taci denen herif parasýný almayý unutuyormuþ da falan filan... Kim bu devirde parasýný almayý unutur. Taci denen herifin, ayýn birinden otuzuna kadar her akþam her primin, her kuruþun hesabýný yapýp, ödeme günü sabahýn beþinde þirkete damladýðýna kalýbýmý basardým.
“Bir de þunu sormak istiyorum Okþan Haným... Gerçi ilanda ofis içerisinde görevlendirilmek üzere yazýyordu fakat çalýþma sistemimiz nasýl olacak?”
“Þimdi þöyle söyleyeyim Eraslan Bey; iþlerin planlamasýný ofis içinde yapmakla beraber, zamanýnýzýn büyük bir kýsmýný dýþarýda geçireceksiniz. Sabahleyin dokuzda burada olup, o gün görüþmeye gideceðiniz kiþileri belirledikten sonra, bütün gününüz bu randevularý takip etmekle geçecek. Bu yüzden gezmekten, insanlarla konuþmaktan zevk almalýsýnýz.”
Anlaþýldý bu da yalan çýkmýþtý. Kibarca “Ofis içinde çalýþmak gibi çýlgýnca bir düþünceye kendini kaptýrma, bütün gün o kapý senin bu kapý benim birilerini sigortalý yapmak için yalaklanýp duracaksýn,” demek istiyordu kadýn. Çayýmý yudumlarken, bir an bir elimdeki çay bardaðýna, bir karþýmda oturup benimle beraber çayýný yudumlayan Münip Bey’e baktým ve benim burada ne iþim var diye, kara kara düþünmeye baþladým. Aklýmda kaçma fikri belirmiþti.
“Eraslan Bey bir de...”
Kaçmasýna kaçmalýydý da, nasýl yapmalýydý? “Af edersiniz Münip Bey halletmem gereken bir iþim vardý ve þu an aklýma geldi, acilen gitmem lazým. Ben yarýn yine ayný saate gelsem...?” gibi bir yalan sallasam, “Beþ dakika daha bekleyin görüþme uzun sürmez zaten,” gibi sözlerle beni ikna etmeye çalýþýrdý biliyordum. En iyisi hiçbir açýklama yapmadan kalkýp gitmekti fakat bunu yapacak cesareti bulamýyordum. Garip, anlamsýz bir utanma duygusuydu bu. Ne yapacaksam yapmalýydým, fazla vaktim kalmamýþtý. Ýçerideki sahtekar kadýn her an, “Münip Bey bekleyen arkadaþ gelebilir!” diye seslenebilirdi.
“Pardon beyefendi, burada kullanabileceðim bir tuvalet var mý acaba?” diye sordum babalýða.
“Var evladým. Bu kapýnýn hemen solunda karþýdaki kapý.”
“Sað olun... Ben hemen bir tuvalete gidip geliyorum.”
Hemen kalkýp çýktým ve tuvalete gidiyormuþ gibi yapýp, arkama bile bakmadan merdivenleri uçarcasýna inip kendimi sokaða attým.
Yürürken bir an nedensizce gülümsedim. Hatta sokakta olmasam bir kahkaha bile atardým.

14

Medya takibi yaptýklarýný söyleyen bir ajansta iþ bulmuþtum. Ýþimin sabah sekizden akþam yediye kadar televizyon izlemek olacaðýný söylediler. Ýptal olmadýðý sürece, iki haftada bir izin vardý ve üç ay sonra sigortalý olacaktým. *Bana reddedemeyeceðim bir teklifte bulundular, ben de hiç düþünmeden kabul ettim.
Ülkedeki bütün televizyon kanallarýný yirmi dört saat kaydeden televizyon ve videolarla dolu, fazla büyükçe olmayan bir odada çalýþýyorduk. Önünde, saðýnda, solunda
duvarlara monte edilmiþ onlarca televizyon ve video...
Beþ kiþiydik. Herkesin sorumluluðunda dört beþ tane kanal bulunuyordu. Sabah ilk iþ olarak; kendi kanallarýna ait, bir gün öncesinin kasetlerini baþa sarman gerekiyordu. Güne baþlarken yapman gereken en önemli iþ buydu. Çünkü yirmi beþ, otuz tane kaseti kendi masandaki tek videoda sarmaya kalktýðýnda, iki üç saat kaybediyordun. Bu yüzden, iþyerinden içeri adýmýný atar atmaz, herkes boþ bulduðu videolara saldý-
(*Bir film: God Father. Yönetmen: Francis Ford Coppola. Reddedenin ölümle cezalandýrýldýðý ünlü replik. Teklifi yapan: Marlon Brando.)
rýp kasetlerini sarma mücadelesine giriþiyordu.
Takip edilmesi gereken haber, kiþi veya reklamlarla ilgili ayrýntýlar günlük ya da haftalýk olarak önümüze geliyor, bu konularla ilgili bulman gereken görüntüyü, birbirinden bölmelerle ayrýlmýþ masalarýn birinde, kayýtlarý hýzlý sarým izlerken yakalamaya çalýþýyordun. Elinde kalem, önünde kaðýt, takip ettiðin görüntüyü kaçýrmamak için pür dikkat, gözünü görüntülerin hýzla geçtiði ekrandan bir saniye bile ayýrmaman gerekiyordu. Görüntüyü yakaladýðýn an saatini, saniyesini, gününü, program kuþaðýný ve içeriðini kaðýda not ediyordun. Akþam yedide çýkabilmek için çok hýzlý olmalýydýn. Bazen, iki hýzlý kaydý ayný anda izlemek zorunda kalabiliyordum. Öðlen yemeði için verilen yarým saatlik arada bile, televizyonun baþýndan kalkman mümkün deðildi. Giriþimci ruhlu bilanço þeytanlarý bunu da düþünmüþlerdi. Yemekler dýþarýdan bir yemek þirketi tarafýndan getiriliyor, yerinden bile kalkmadan önüne býrakýlan yemeði týkýnýp bir yandan da, ekrandan hýzla geçen görüntüler arasýndan yakalaman gereken saniyelik aný kolluyordun. Bir anlýk dalgýnlýk bir ton kaseti yeniden izlemene, bu da saatlerine mal oluyordu.
Tipler her iþyerinde olduðu gibi iþini seven; iþin kendi-sine gelecek vaat ettiðini düþünen, fedakar, besili, iþ sýrasýnda
birbirileriyle þakalaþmaya bayýlan fevkalade sevimsiz orospu çocuklarýydý. Baþýmýzdaki þef denen herif bütün gün incecik sesiyle, ateþteki yemeðinin yanmamasý için koþuþturan bir ev hanýmýnýn telaþý ve titizliðiyle ortalýkta dönüp durur, patron ve yemek þirketinin elemanlarý da dahil, herkesin kýçýný yalardý. En ufak bir aksaklýkta, feryatlar içinde patronun odasýna koþup her þeyden þikayet ederdi.
Patronsa abartýsýz, yüzelli kilogramdan fazla bir zeplindi. Arada bir kafayý bizim bölüme uzatýp tekrar odasýna dönerdi. Oturduðu masayla sandalyenin arasýna sýkýþmýþ gibi görünürdü. Yerinden çýkmasý için yardýma ihtiyacý varmýþ sanýrdýnýz. Nasýl gelip bize yoklama çekerdi, hatta evden her sabah kalkýp iþyerine kadar nasýl gelirdi anlamazdým.
Ofiste en güzel görünen þey tabi ki, tek diþi varlýk olan sekreterin bacaklarýydý. Suratý ve diþleri bir atý andýrmasýna
raðmen, inanýlmaz güzel ve seksi bacaklarý vardý. Ten rengi parlak çoraplar giyerdi. Hýzla geçen görüntüleri kaçýrma pahasýna bile olsa arada bir arkamý dönüp, antrede oturduðu sandalyede yukarý sýyrýlmýþ eteðin içinden uzayan bacaklarý gördüðümde, donuma boþalacak gibi olurdum. Patron olacak balinanýn, odasýna geldiðinde onu kucaðýna aldýðýna emindim.
Ýlk bir ayýn sonunda günde on saatten fazla televizyon izlemekten beynim sulanmýþtý. Hububat fiyatlarýndan resmi
gazetede yayýmlanan kanunlara, insaný çileden çýkaran bir terlik reklamýndan, açýlýþ kokteyli yapýlmýþ bir manikürcüye, yolda ezilmiþ talihsiz bir tavþana kadar ülkede olup biten her þeyden haberim vardý. Akþam iþ bittiðinde gözlerim kan çanaðýna dönüyordu. Fakat diðerleri inanýlmaz bir þekilde hiçbir þeyden þikayetçi deðildi. Hatta iþten sonra mesaiye kalýp, kablolu kanallardaki kalite! filmleri izleyerek keyif yapýyorlardý. Doðrusu dayanýlmaz tiplerdi.
Aralarýnda, televizyon izlemekten kurtulup terfi etmiþ, sadece kayýt yapan cihazlarla ilgilenen bir tip vardý. Zorunlu olmamasýna raðmen genelde takým elbise giyerdi. Her sabah on numara gözlüklerinin arkasýndan sýrýtarak yanýma gelir, bir gün öncesinden öðrendiði fýkrayý anlatýrdý. Anlattýðý hiçbir fýkraya gülmememe raðmen, çalýþtýðým aylar boyunca hiçbir sabah es geçmedi beni.
Yan bölmemde çalýþan herif, her sabah biri peynirli diðeri sade iki poðaça yer ve akþamüstü beþe doðru köþedeki pastaneden milföy almaya giderdi ve bana da, “Ýster misin?” diye sorardý. Bunu her sorduðunda mideme býçaklar saplanýyormuþ gibi olur, “Bak adamým her Allah’ýn günü saat beþ gibi pastaneye gidiyorsun ve o siktiðimin milföy denen þeyini yemediðimi bile bile neden hala milföy ister misin diye soruyorsun bana? Söylesene neden ha neden!?” diye baðýrýp, suratýna bir sað direk çýkarmak gelirdi içimden fakat her seferinde müþfik bir ses tonuyla “Hayýr,” dememe raðmen yine de sorardý:
“Dostum ben milföy almaya gidiyorum, sen de ister misin?”

14

Yalnýzlýðýn ve umarsýzlýðýn doruklarýndaydým. Hayatým- ýn hiçbir devresinde insanlara bu denli az ihtiyacým olduðunu
düþünmemiþtim. Hele ki kadýnlar, onlarý düþünmek bile istemiyordum. Kýyýsýndan geçip yine de çamuruna bulaþmaktan kurtulamadýðým bir kaç sakat iliþkiden sonra...
Doðrusunu söylemek gerekirse, bir yandan da içten içe hayatýma yeni bir kadýnýn girmesini istemiyor da deðildim. Bildiðim tek þey vardý ki, dünyanýn en tehlikeli duygusuyla karþý karþýyaydým. Bir kadýnýn sevgisine ihtiyacým vardý. Oysa ki, bir adamýn en büyük ihtiyacý düþünmektir. Düþünmek ve bulmak ve bulduklarýný hayatla çarpýþtýrmak. Düþünmek ve bulmak... Bunun için yalnýzlýða ihtiyacýn vardýr
ama yalnýzlýk acý verir. Aþksa, bir adamýn hayatýndaki boþluklarý dolduramýyorsa, yeni boþluklar açmaktan baþka hiçbir iþe yaramaz.
Her þey bir tesadüfle baþlamýþtý. Ýnsan hayatýný kökten deðiþtiren þeylerin tesadüfler olduðuna inanmýþýmdýr hep. Tesadüflerle patlak veren küçük ihtilaller bir anda altüst etmez mi hayatýmýzý? Ve her zaman, bu tesadüflerin en güzeli bir kadýn deðil midir? Ansýzýn patlak veren bu ihtilallerle en çok da biz erkekler alt üst olmaz mýyýz?
Kadýnlarý seçtiðimize inanmýyorum, daha doðrusu seçme þansýmýz olduðuna... Her erkek bazý kadýnlarýn ilgi alanýna giriyordu ve yaþadýðý sürece o bazý kadýnlar biz farkýnda olmadan her seferinde, hayatýmýza en olmadýk bir yerden giriyor ve yine en olmadýk bir yerde filmi koparýp gidiyorlardý. Geliþlerine de gidiþlerine de hiçbir zaman itirazým olmadý kadýnlarýn.
Onu ilk gördüðüm akþam, iþten çýkmýþ gözlerim kan çanaðýna dönmüþ bir þekilde ortalýkta amaçsýzca dolaþmýþ, film afiþleri, kitapçýlar derken yine kendimi bir bar taburesinde bulmuþtum. Belki tanýdýk birilerine rastlarým diye içeriye þöyle bir göz attýðýmda, arka masalardan birinde Serdar’ý gördüm. Yýllardýr tanýrdým bu herifi. Arada bir karþýlaþýnca alkol arkadaþlýðý yapardýk birbirimize. O da beni fark etmiþti ve gelsene manasýnda bir iþaretle masaya çaðýrdý. Yanýnda bir kýz vardý, bir anlýk tereddütten sonra yanlarýna gitmeye karar verdim. Hakkýnda pek fazla bir þey bilmediðim adamlardandý. Müzikle uðraþýyor ve para kazanmak için bir yandan da kabzýmallýk yapýyordu. O da beni fazla kurcalamazdý ama kýrk yýlýn baþý bir karþýlaþtýðýmýz zaman iki çift lafýn belini iyi kýrardýk ve sonra uzun bir süre birbirimizi görmezdik ama ilk karþýlaþmada her þey kaldýðý yerden devam ederdi. Ýyi adamdý Serdar, içi dýþý bir olan kuyunu kazmayan cinsten. Alkolün ve dürüstlüðün dengelediði samimi bir alýþveriþ... Ki bu çoðu zaman, nefrete dönüþen yýllanmýþ dostluklardan daha iyidir. Masaya geldiðim de beni ayaða kalkarak karþýladý.
“Oo, dostum nerelerdesin sen?”
“ Buralardayým... Yaþýyorum hala.”
“Neler yapýyorsun görünmeyeli nasýlsýn?”
“Fena sayýlmaz, iþ güç iþte... Bildiðin gibi.”
O sýra bizim merhaba faslýmýzý dinleyen kýza dönüp, “Bu Ferit,” sonra da bana dönüp “Bu da Ayça,” diyerek bizi tanýþtýrmýþ oldu. Karþýlýklý “Memnun oldum,” diyerek tokalaþtýk.
“Sevdiðim ender adamlardan biridir Ferit.”
“Sað ol dostum. Sen de benim için sayýlý adamlardansýn.” diyerek jestine karþýlýk verdim.
“Otursana.”
“Rahatsýz etmeyeyim sizi.”
“Yok caným ne rahatsýzlýðý... Biz de sýkýlýyorduk zaten.”
“Ee sen anlat... Nasýl gidiyor müziðe devam mý hala?”
“Hiç sorma... Ýki ayda bir grup kurup daðýlýyoruz. Her bulduðum adam fos çýkýyor sonunda. Gerçekten müzik yapmak isteyen ciddi adam yok piyasada. Herifi sevgilisi terk eder grubu býrakýr, anneannesi ölür provaya gelmez... En iyisini sen yapýyorsun, yazarken tek tabancasýn hiç olmazsa.”
Sonra Ayça’ya doðru dönüp beni göstererek, “Kendisi yazardýr,” diye ekledi.
“Hýmm, öyle mi?” diye bana bakarak karþýlýk verdi tatlý bir gülümsemeyle. Gülümsemesi güzeldi ve harikulade buðulu bakan gözleri vardý.
Gülümseyerek karþýlýk verdim: “Yok öyle bir þey, þaka yapýyor... Yazar taklidi yaparak kendimi avutuyorum sadece.”
“Abartma, þu dergideki öykün fena sayýlmazdý.”
Üniversite yýllarýnda çýkardýðým bir dergiden bahsediyordu.
“O dergiyi ben çýkarýyordum, sonra battýk zaten,” dedim.
Ayça elindeki birayý ani bir þekilde masaya býrakýp küçük bir kahkaha patlattý.
“Çok komiksin.”
Bir kadýn gözlerimin içine bakýp, zýrvaladýðým bir þeylere gülmeyeli uzun zaman olmuþtu. Ve büyük trajediler hep küçük komik þeylerle baþlardý.
Bir yandan içip bir yandan laflamaya devam ediyorduk. O ana kadar, bir otelde resepsiyonist olarak çalýþtýðýný, Dire Streets dinlediðini öðrenebilmiþtim ve dört kere çiþe gitmiþtim.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Serdar masadan kalktýðýmý görünce.
“Tuvalete... Beþ dakikaya kadar dönmezsem polis çaðýrýn.”
Geri döndüðüm de Ayça’nýn keyfi yerindeydi.
“Nerede kaldýn? Amma da çok tuvalete gidiyorsun.”
“Hep bira yüzünden... On dakikada bir altýna iþeyecekmiþ gibi oluyor insan.”
“Altýna iþemek dedin de, bir defasýnda gerçekten altýma iþemiþtim.”
“Çocukken ben de bir defa altýma kaçýrmýþtým.”
“Hayýr benimkisi çocukken deðil. Geçen sene bir gün iþ dönüþü eve kadar kendimi tutmaktan neredeyse böbreklerimin patlamak üzereydi. Neyse... Eve kadar dayanmýþtým ve kapýnýn önünde oh iþte az kaldý derken, çantamýn içinden anahtarýmý bir türlü bulamýyordum. Dakikalarca çantayý karýþtýrayým derken, birden bacaklarýmýn arasýndan aþaðýya doðru inen bir sýcaklýk hissettim. Hiç bu kadar rahatladýðýmý hatýrlamýyorum. Harikaydý, arada bir sen de dene.”
“Bu gece için olmaz ama sonrasý için iyi fikir. Bunu düþüneceðim.”
Orada biraz daha lafladýktan sonra kalkýp baþka bir yerde devam etmeye karar verdik.
Caddedeydik, Ayça bizden biraz daha önde yürüyordu. Güzel bir kýzdý. Nefis uzun bacaklarý vardý. Kestane rengi düz saçlarý, omuzlarýndan ve sýrtýndan deri montuna dökülüyordu. Konuþmadan onu izliyorduk. Akþamýn içinden caddeye yayýlan huzurlu bir hava vardý ve o nereye gittiðini biliyordu.
Geldiðimiz yer biraz gürültülü ama daha canlý bir yerdi. Masanýn birine çöktük ve birer bira söyledik kendimize. Gece güzel olacak gibi görünüyordu ama tedirgindim. Çünkü Serdar’ý düþünüyordum. Her ne kadar orada olmam tesadüfen de olsa ve beni masaya kendisi davet ettiyse bile kýzla ilgileniyor olmam onu rahatsýz etmiþ miydi acaba? Ýyi bir adamdý ve güzel bir kadýný belki de benden daha fazla hakediyordu. Bir ara tuvalete gitmek için kalktýðýn da arkasýndan gidip yakaladým.
“Dostum kýzla ilgilendiðimin farkýndasýn deðil mi? Aranýzda bir þey varsa burayý otuz saniye içinde terk ederim.
“Saçmalama... Bu bizim belki de son görüþmemiz olacak-
tý.”
“Emin misin?”
“Aramýzda bir þey yok rahat ol.”
Masaya döndükten sonra biraz daha oturup lafladýk. Ayça sabah çok erken uyanmak zorunda olduðunu söyleyince kalkmaya karar verdik. Barýn kapýsýnda Serdar bizden ayrýldý. Ben otobüs duraðýna kadar Ayça’ya eþlik ettim. Yolda pek bir þey konuþmadýk, ara sýra göz göze geldiðimizde gülümsedik sadece. “Ýlk gecenin sihri,” diye düþünüyordum.
Korumuþtu ikimizi de ve bu sihre daha çok ihtiyacýmýz olacaktý.
Ayrýlýrken baþka bir gün görüþebilmek adýna hiçbir þey söylemedim. Telefon numarasýný da istemedim. Fark ettirmemeye çalýþsa da bu duruma içerlemiþti.
Sadece, “Belki tekrar karþýlaþýrýz,” dedim fakat bilmediði bir þey vardý onu bulacaktým.

15

Telefonunu Serdar’dan alýp, bir hafta sonra aramaya karar verdim. Ýlk jetonu ankesörlü telefonun kutusuna atýp numarayý çevirdim.
“Alo...”
Onun sesi olmalýydý.
“Merhaba Ayça ben Ferit hatýrladýn mý...?”
“Aaa! Ferit sen misin?”
“Evet.”
“Doðrusu þaþýrttýn beni. Ben bir daha görüþeceðimizi dü-
þünmemiþtim. Telefonu baþkalarýndan mý istersin hep?”
“Bazen...” dedim ve devam ettim.
“Seni aramam gerektiðini düþündüm.”
“Hýmm... Demek öyle. Peki neden böyle düþündün?”
Sesine tatlý bir ton takýnmýþtý sanýrým kur yapýyordu. Ha-
vaya girmiþtim.      “Bilmem belki de merak... Bilirsin merak çok güçlü bir duygudur.”
“Peki sadece merak mý?”
“Evet öyle sayýlýr ama bu isteyen bir merak.”
Ankesörlü telefon jetonu yedikçe “Dýt...dýt...” diye ötüyordu. “Fazla havaya girme sersem telefon her an suratýna kapanabilir,” diye düþünüyordum bir yandan.
“Ne istiyor peki bu bay merak?”
“Jeton...”
“Nee...!?”
“Ah pardon kusura bakma jeton atmam gerekti de kutuya... Tabi ki ilk olarak ve acilen seni tekrar görmeyi...”
“Eminim þu anda beni görmek isterdin.”
“Anlamadým?”
“Aradýðýnda banyodan yeni çýkmýþtým, kurulanýyordum.”
Kýkýrdýyordu bir yandan. Onu hayal edebiliyordum. Vücudundan süzülen su damlacýklarýyla oynaþýrken, gözlerin-
deki o müthiþ baygýnlýlýkla gülümsüyordu ve farkýndaydý doðanýn ona verdiklerinin.
“Hýmm, þimdi anladým tamam ama bir gün mutlaka gerçekleþtirmek isterim bunu.”
“Fazla heveslenme bayaðý beklemen gerekebilir.”
“Ýstediðin þeyi beklerken sýkýlmazsýn.”
“Umarým sýkýlmazsýn.”
“Kesinlikle,” diye cevapladým ve sonra sözü esas mesele-
ye getirdim.
“Peki ne zaman görüþüyoruz?”
“Hýmm, geçen hafta boyunca çok yoðundum. Bu haftada çok yoðun olacaðým ama þanslýsýn yarýn izinliyim.”
“Harikasýn!”
Ertesi gün akþama kadar, ayaðý yanmýþ tavuklar gibi dolandýk durduk. Gezdik, yürüdük, göz göze geldik. Ýçtik konuþtuk. Sadece ilk yapýldýðýnda tat veren her þeyi yaptýk. Sonra onu berbat evime davet ettim. Gittik fakat telefonda söylediði gibi uzun süre bekletmedi beni.

16

Þiþli’de bir yerlerde bir bodrum katý tutup, beraber yaþamaya baþlamýþtýk. Rutubetli ve güneþ görmez bir yer olmasýna raðmen, benim eski sefilhaneye beþ çekerdi. Nereden bakarsan tuvaleti, banyosu, mutfaðý vardý. Hatta, apartmanýn Seyit diye bir kapýcýsý bile vardý. Banyonun havalandýrma camýnýn, kapýcý dairesinin oturma odasýna açýldýðýný bilmeden, -ta ki, bir gün havalandýrmadan sigaramý atmak için camý açtýðýmda Seyit’i kanepede çay içerken görene kadar- birçok kere sýra dýþý küvet fantezileri yapmýþtýk. Karþýmýzdaki dairede yüz kilogram civarýnda bir kadýn oturuyordu. Ýlk taþýndýðýmýz gün, koltuðunun altýnda bir Kuran-ý Kerim’le bize hoþ geldin ziyaretine gelmiþti. Sonradan bu kadýnýn kapýcý Seyit’le ortak, evini gizli gizli randevu evi gibi iþlettiðini fark ettik. Bu konu hakkýnda “Acaba yanýlýyor muyuz?” diye çok düþünmüþtük fakat yanýlmamýza imkan yoktu. Çünkü eve sürekli güzel kýzlar geliyor ve arkalarýndan oduncu kýlýklý adamlar damlýyordu. Birbirine benzemeyen bu kadar kadýn ve adamýn hepsinin, randevucu karýnýn ailesinden olmasý mümkün deðildi. Dikkat çekmemek için kýzlar bazen yanlarýnda küçük çocuklar da getiriyorlardý.
Ben Seyit’e her açýdan uyuz oluyordum. Herif hem karý satýyordu, hem de kendi alýþveriþimizi kendimiz yapmamýza raðmen, her ay haybeden para ödüyorduk. Hepsi bir kenara, onun yüzünden banyoda seviþemiyorduk. Ensesindeydim kanepe güzelinin.
Bir gün, Ayça’nýn arkadaþlarýndan biri bize geldiðinde, yanlýþlýkla bunun ziline basmýþtý, kapýya çýktýðýmda kýzý azarlarken buldum. Boðazýndan tutup yakaladým pisliði.
“Senin ne dolaplar çevirdiðini biliyorum, ayaðýný denk al boðarým lan seni!”
Ne demek istediðimi anlamýþ, kývýrmaya ve üste çýkmaya çalýþýyordu.
“Yeter artýk býktým ben bu iþten! Hem bütün apartmanýn kahrýný çek, hem de azar iþit...”
“Ulan bu güne kadar bir tuvalet kaðýdý bile aldýrmadým sana. Her ay týkýr týkýr sayýyorum avucuna parayý. Þerefsizlik yapma siktir git, baþýmý belaya sokma benim!”
Baðýrdýðýmý duyan kerhaneci karý, telaþ içinde, elinde tespihi ve baþýnda örtüsüyle dýþarý fýrladý ve beni yatýþtýrýp
Seyit’i evine soktu.

17

Televizyon izlemekten anam aðlamaya devam ediyordu. Ayça’da sabahýn altýlarýnda yollarý arþýnlamaya. Ýþ çýkýþlarýnda onu otelden alýrdým, eðer ki yorgun deðilsek bir yerlerde bir þeyler içmeden dönmezdik eve fakat bar geceleri genelde kavgayla biterdi. Sebepse benim sýk sýk girdiðim kýskançlýk krizleriydi.
“Hastasýn sen!” derdi Ayça. “Beni orospu mu zannediyor-
sun!?”
“Birilerine bakmana dayanamýyorum.”
“Kimseye baktýðým filan yok.”
“Karþý masadaki herife baktýðýný gördüm.”
“Herkes birbirine bakar.”
“Bakamazsýn... Beni maymuna çeviremezsin beþ paralýk adamlarýn karþýsýnda!”
Böyle anlarda korkunç olurdu. Her seferinde; erkeðin kendisine aþýk olduðunu bilen bir kadýnýn diþisel sezgisiyle, peþinden gideceðimi bildiði için hiçbir taviz vermeden, konuþmadan, anlamaya çalýþmadan, basit bir pavyon þarkýcýsý tavýrlarýyla çantasýný kaptýðý gibi çýkar giderdi, geceyi arkadaþlarýndan birinde geçirmek için. Bindiði taksilerden zorla indirirdim.
Aþk, insaný hep þu iki uca getirip götürüyordu; sonsuz bir özgürlük veya seni benliðin gibi saran bir tutsaklýk duygusu. Ve aþkýn, hiç þaþmaz bir þekilde sýrayla dönüþtüðü iki þey vardý: Ýlk önce tutku ve ardýndan onun kaçýnýlmaz ürünü nef-
ret. Sonuncusu beni korkutuyordu.
Uykuya bayýlýrdý Ayça. Akþam yataða girer girmez göz kapaklarý kapanýrdý. Haksýz da sayýlmazdý. Oturmak yasak,
bütün gün sekiz on saat ayakta durmak kolay deðildi. Bense ne yapar eder, bembeyaz teninin harika tadýna varmadan uyutmazdým onu. Sonra yorgun baþýný göðsüme yaslayýp, küçük burnunu sigara ve ter kokan kýllarýmýn arasýna koyduðunda býraksam, saatlerce, günlerce uyuyabilirdi.
Yatmadan önce çalar saati yarým saat ileriye almamýza raðmen, uyandýðýmýzda baþýmýza aðrýlar girmiþ ve hep iþe geç kalmýþ olurdu. Yine de aldýrmaz, insaný baþtan çýkaran gülümsemesiyle boynuma sarýlýp, “Hayatým buna bayýlýyorum iþte... Senin kollarýnda uyumak dünyanýn en güzel þeyi,” der ve kovulmamak için hýzla giyinip avuçlarýmýn içinden havalanan beyaz bir güvercin gibi uçup giderdi. Bir sigara yakar, yataðýn içinde öylece bakardým arkasýndan. Ona sahip olduðum ve bir saat sonra gidebileceðim berbat bir iþim olduðu için þanslý sayardým kendimi.

18

Yine kavgayla biten bir gecenin sonuydu. Sinemadan çýkmýþ eve dönüyorduk, peþinden koþmama raðmen yakalayamamýþtým. Bir taksiye binip kaçmýþtý. Sinirleri yatýþýnca döner diye düþünerek, bir þiþe ucuz viski alýp eve dönüp beklemeye baþladým. Saatler birbirini kovalýyordu ve Ayça ortalýkta yoktu. Sabaha kadar yarým þiþeden fazla viski içtim. Çýlgýna dönmüþtüm. Sabah ilk otobüse binip çalýþtýðý otele gittim. Otelin karþýsýndaki sokakta beklemeye koyuldum kuru bir soðuk vardý ve viski beni mahvetmiþti. Ayakta zor duruyordum. Bir saate yakýn bir bekleyiþin ardýndan, karþýdan geldiðini fark ettim. “Kusursuz bir diþilik,” diye düþündüm. Evet beni teslim alan buydu.
“Neredeydin, dün gece kimde kaldýn?” diye sorarak çýkýþtým yanýna vardýðýmda.
“Kýz arkadaþýmýn birinde kaldým.”
“Neden böyle bir þey yaptýn? Sen dönmeyince delireceði-
mi bilmiyor muydun?”
“Beni sürekli suçlamandan, bana orospuymuþum gibi davranmandan býktým artýk Ferit.”
“Benim yanýmdayken baþkalarýna kur yapmana, kesiþme-
ne izin mi vereyim? Benden bunu mu istiyorsun?”
“Kimseye kur yaptýðým yok. Sana söylüyorum hep, insan-
lar birbirine bakar, göz göze gelir.”
“Peki neden o zaman seni, yaþlý çirkin bir osurukla, ya da
sokaktaki boyacýyla, ya da yaþlý bir kadýnla deðil de hep, hoþlanabileceðin bir orospu çocuðuyla göz göze geldiðinde yakalýyorum.”
“Hastasýn sen hasta anlýyor musun? Kafanda hep hastalýklý düþünceler var.”
“Bundan baþka söyleyecek laf bulamýyorsun deðil mi? Hastasýn sen hasta... Asýl hasta olan sensin. Erkek hastasý... Karþýnda eli yüzü düzgün bir göt oðlaný gördün mü dayanamýyorsun.”
“Ne yaptým peki bu güne kadar...? Aldattým mý seni hiç? Birine baktýðýn zaman ille de onu istemen mi lazým?”
“Sen orospuluðun sadece, baþka biriyle yataða girip beni aldatarak mý olacaðýný sanýyorsun? Seni karþýndaki adama bakmaya iten dürtü ne peki? Cinsellik deðil mi? Annelik duy-
gularý mý salgýlýyorsun barda herifin birini görünce? Beni salak mý sanýyorsun sen? Bana bak Ayça, birilerine kur yapýp sonra da benimle ayný yataða giremezsin. Benim bunu yaþayacaðým ve yaþatacaðým bir sürü kadýn var. O zaman bir-
birimizle iþimiz ne? Bunlarý aciz, kiþiliksiz bir adama yapabilir, kabul ettirebilirsin ama bana asla. Anlýyor musun?”
Söylediklerime hiçbir cevap vermeden kayýtsýzca dinliyordu. Sýkýþtýðý zamanlarda böyle yapardý. Ona ne kadar baðýrýp çaðýrsam da, ruhunun en ince ayrýntýlarýný, en saklý köþelerini, en büyük günahlarýný bulup çýkarsam ve yüzüne haykýrsam da, yine kendi kendimi yiyip, kendi kendimle çeliþip, ona teslim olacaðýmý, ondan nefret etsem bile onu terk edemeyeceðimi bilirdi.
“Konuþsana, bir þeyler söylesene, neden susuyorsun?”
“Konuþacak bir þeyim yok, iþe geç kalýyorum.”
“Ýþte busun sen. Beynin yok senin. Ucuz bir mahalle orospusu gibi davranmaktan baþka bildiðin bir þey yok.”
Hala susuyordu.
“Akþam eve gelecek misin? Eve gel böyle hiçbir þeyi çö-
zemeyiz.”
“Hayýr gelmeyi düþünmüyorum. Bir süre görüþmesek daha iyi olur bence.”
“Saçmalama! Eve gel.”
“Lütfen zorlama. Gitmek zorundayým iþe geç kalýyorum.”
“Ne halin varsa gör!”

19

Dört gün boyunca dönmedi. Aralýksýz içiyor, ertesi gün muhakkak yarým saat kýrk beþ dakika takýyordum iþe. Kýlýbýk þef, bu duruma balinanýn kudurduðunu söylüyordu. Ayrýca bu saatlerin ay sonu ücretten kesileceðini ve böyle devam edersem bana yol vermek zorunda kalacaklarýný, kendimi bir an önce toparlamamý... “Hý hý... Tamam. Kendimi iyi hissetmiyorum ama birkaç güne kalmaz toparlarým,” diyerek geçiþtiriyordum.
Dördüncü günün gecesi kendimi dýþarý attým. Bir gece da-
ha beklemeye tahammülüm kalmamýþtý. Bir gece daha, beni delirtmeye yeterdi biliyordum. Eski evin sokaðýndaki bara gittim. Fazla kalabalýk deðildi içerisi. Ýyiydi. Tezgaha geçip bir tabureye oturdum. Gökhan tezgahýn öbür tarafýnda müzikle uðraþýyordu. Barýn sahibiydi. Arkasý dönük olduðu için geldiðimi fark etmemiþti.
“N’aber Gökhan,” diye seslendim. Sesimi duyunca bana doðru döndü.
“Sen miydin Ferit... Hoþ geldin.”
“Sað ol.”
“Çoktandýr yoksun?”
“Uðrayamadým... Caným çýkýyor çalýþmaktan.”
“Ýyi görünmüyorsun, canýn bir þeye mi sýkkýn?”
“Sevgilim terk etti beni.”
“Takma... Barýþýrsýnýz.”
“Bakalým... Bir raký versene bana.”
“Yanýna su istemiyorsun deðil mi?”
“Hý hý... Su verme yanýna.”
Bir çýrpýda hazýrladý rakýyý. Ýlk fýrtta yarýladým. Buzlu... Ýyi gelmiþti.
“Yavaþ git.”
“Boþ ver.”
“Ne iþ yapýyorsun? Garsonluða devam mý?”
“Yok... Býraktým barý. Televizyon iþinde çalýþýyorum.”
“Televizyon mu? Artist mi oldun yoksa?”
“Günde on bir saat, hýzlý sarým video kaset izliyorum.”
“Kasetler nasýl porno mu?”
“Hýý... Porno. Gözlerimi beceriyorlar.”
Ayça bir türlü aklýmdan çýkmýyordu. Kadýnlar yokken on-
laldan baþka bir þey düþünemiyordun. Kadýnlar varken yine
onlardan baþka þey düþünemiyordun. Her iki durumda da kaybeden sen oluyordun ve gittikleri zaman elinde acýdan baþka bir þey kalmýyordu. Zannedersem bir adam kaybettiði zaman, kadýnsa sadece elde edemediði zaman acý çekiyordu. Kaybettiðimin farkýndaydým.
“Bir raký daha versene Gökhan.”
“Yavaþ... Ýyi görünmüyorsun.”
“Haklýsýn. Rakýyý boþ ver bira olsun.”
Ýçerisi yavaþ yavaþ doluyordu ve havadan bela kokusu alý-
yordum. Her türlü þey hakkýnda yanýlabilirdim fakat bir bar
taburesinde otururken, yaklaþan belanýn kokusunu on kilometre öteden alabilirdim.
Hep ayný hikayedir bu; herifin biri içeri girer, ilk göz göze geldiðin anda tüylerin diken diken olur karnýna bir býçak saplanýyormuþ gibi hissedersin ve “Aman tanrým ne kadar da çirkin ve iðrenç bir orospu çocuðuna benziyor. Ýnþallah yakýnýma bir yere oturmaz,” diye geçirirken içinden ve en azýndan birkaç seçeneði varken, gelip yanýndaki tabureye oturmuþtur bile. Ardýndan senin daha önce hiç içmediðin bir içki söyler kendine ve muhtemelen çerez de ister. Özel aðýz tatlarý vardýr böyle tiplerin. Sonra çaktýrmadan birbirinizi süzmeye baþlarsýnýz. Ben asla belli etmem baktýðýmý. Uzun gecelerden sonra saðlam bir sinir sistemine ve dayanýklýlýða sahiptim. O ise dayanamaz, iðrenç suratýný üç beþ dakikada bir sana doðru çevirip bakar. Baþarýsýzlýk, parasýzlýk, çoðu zaman kadýnsýzlýk... Bir taraf pes edip çekip gitmezse, genelde kapýya çýkýlýr kozlar paylaþýlýr.
Yarým saat kadar sonra iki tip yanýmda bitivermiþti. Ýçeride bir sürü boþ yer olmasýna raðmen birisi yanýmdaki boþ tabureye çökmüþ, diðeriyse ayakta benimkiyle berikinin arasýnda dikiliyordu ve her hallerinden dallamanýn önde gideni olduklarý anlaþýlýyordu. Gelir gelmez, iðrenç kahkahalar eþliðinde kral abazan muhabbetine baþlamýþlardý. Ýþte böyle, tanrýnýn kýyak geçip iki iki yolladýðý da oluyordu. Hey büyük Allah’ým! Neden ben? Neden hep, en münzevi kullarýna yaparsýn bu þakalarý.
Ayaktaki, iki biradan sonra su koyvermeye baþlamýþtý. Zaten daracýk olan ve benim bile zor sýðdýðým kýç kadarlýk bölgeyi zorlamaya çalýþýyordu. Dirseðiyle itildiðimi hissediyordum.
Sanýrým donukluðumdu onlarý bana çeken. Bir de iri yarý
olmayan birinden beklenmeyecek kadar sert ve iradeli görünmeme dayanamýyor olabilirlerdi kanýmca. Kolay lokma gibi görünmeme raðmen, içlerinden “Ne ayak lan bu herif?” diye geçirip bir þekilde yanýma düþüyorlardý.
“Ah be oðlum unutamýyorum lise günlerimizi! En iyisi bizdik deðil mi?” diye söyleniyordu, ayakta dikilip beni sýkýþ-
týran, ötekine. Zayýf, uzun sayýlabilecek bir boyda, sivilceli bir kekoydu.
“Kesinlikle dostum... Zýpkýn gibiydik o zamanlar.”
Diðeri, kesinlikle dayanamadýðým tiplerdendi. Gür yaðlý saçlarý yanlardan arkaya çapraz taranmýþ, ense kökünde gram kýl yok, týraþ çizgisi her zaman net ve belirgin, yanaklar etli ve pembe, diþler saðlýklý, kulaklardan kan fýþkýrýyor, favoriler düzgün kesilmiþ, kenzo parfüm, formüla bir hastasý, beþ sene öncesine kadar yakýþýklý olduðuna herkesi inandýrmýþ ama artýk inandýrýcýlýðýný kaybetmiþ, cüzdan taþýmaya bayýlan ve ekonomi dergileri takip eden gürbüz bir dürüm hastasýydý.
“Okul takýmýnýn bel kemiðiydik. Bölge þampiyonu olduðumuzda attýðým golü hatýrlýyor musun?”
“Hatýrlamaz mýyým? Pasý ben vermiþtim ya sana. Sonra da Gülþenler'le içmeye gitmiþtik.”
Çaktýrmadan dinliyordum. “Kesin Gülþen’e aþýktý bu keko,” diye geçirdim içimden. Birden efkarlandý.
“Ben aþýktým o kýza biliyorsun deðil mi?”
“Tabi ki, bütün lise yýllarý boyunca Gülþen bunu sallamamýþtýr,” diye düþündüm tekrar.
Gürbüz, sessizce kafasýný salladý onaylayarak. Keko tekrar söylendi.
“Ama o ne yaptý gözümün önünde Cevat denen herifle yiyiþmiþti.”
“Boþ ver dostum... Buraya bunlarý konuþmaya gelmedik-
ki... Bu gün senin doðum günün, eðlenelim be adamým!”
“Heyy! Tabi ki dostum, haklýsýn bu gün benim doðum gü-
nüm. Haydi içelim bakalým!” diye onayladý keko ve bardaðýný sertçe kaldýrýp gürbüzle tokuþturdular. Bardaðýný tokuþturmak için kaldýrdýðýnda, ben de biramdan bir yudum almak üzereydim ki, kolunu çarpýp biranýn hafiften üzerime dökülmesine neden oldu.
Durumu fark ettiðinde dönüp, “Af edersin birader” diyeceðine, sýrýtýp “Hey dostum sen de içsene, bu gün benim doðum günüm!” diyerek bardaðýný bu sefer bana doðru kaldýrdý. Karþýlýk vermeden, suratýna bakýp biramdan mütevazý bir fýrt aldým.
“Neyin var senin dostum? Bize katýlmak istemez misin?”
Sýrýtmaya devam ediyordu. “Midesine bir sol, sonra çenesine bir sað aparküt çýkarsam mý?” diye düþünüyordum. Berkiyle göz göze geldim, o da davetkar bir þekilde sýrýtýyordu.
“Sað ol birader. Siz eðlenin ben bu akþam biraz keyifsizim.”
“Neden?” diye sordu keko. Bayaðý diþli çýkmýþtý pes etme-
yeceðe benziyordu.
“Ayaklarýmda mantar var sürekli kaþýnýyorlar.”
“Doktora gitsene.”
“Ha evet... Yarýn gitmeyi düþünüyorum.”
Gürbüzle göz göze geldik. Kekoyu kafaya aldýðýmý çakmýþtý. Ýþemek için kalktým. Döndüðümde keko taburemde oturuyordu ve biramdan hatýrý sayýlýr bir miktarda içilmiþti. Geri kalaný dipleyip, hiç bozuntuya vermeden yenisini söyledim. Birbirilerine bakýp býyýk altýndan gülüyorlardý.
“Dostum yerime oturmuþsun?”
“Çok yoruldum. Eðer problem deðilse biraz oturabilir mi-
yim?”
“Ýyi peki... Bir ara ben yorulunca deðiþiriz.”
“Sabýr,” diyordum içimden. “Sabret tanrý seni deniyor.”
Ýçmeye devam ettim. Arada bardaklarý üçlü tokuþturuyor-
duk.
“Hangi takýmý tutuyorsun,” diye sordu keko.
“Takým tutmuyorum.”
“Hangi takým mýþ?” diye merakla sordu gürbüz.
“Takým tutmuyormuþ,” diyerek alayla karýþýk iletti.
“Neden dostum...? Futbolu sevmez misin?” diye sordu gürbüz.
“Evet pek hoþlanmýyorum. Daha çok salon sporlarýný severim ben. Voleybol gibi...”
Tekrar iþemeye gittim. Döndüðümde yerimde oturmaya ve biramdan götürmeye devam ediyorlardý. Bir ara keko tuvalete kalkýnca berikine “Bak birader, arkadaþýnýn sürekli benim biramdan içtiðinin farkýndayým ve yerimde oturmaya devam ediyor. Uyarýr mýsýn onu,” dedim.
“Tamam dostum anlýyorum seni ama biraz sakin ol. Çün-
kü bu gün onun doðum günü ve kafasýný daðýtmaya ihtiyacý var. Ýdare et iþte, anlarsýn...”
Sözünü bitirdiðinde sýrtýmý da ufaktan sývazlayýp, ”Ona bulaþýrsan karþýnda beni bulursun,” manasýnda gözdaðý vermiþti kendince.
“Ýyi,” dedim. “Madem bu gün doðum günü, biraz daðýtmak hakký.”
Keko çiþten dönmüþtü.
“Dostum bu gün doðum gününmüþ senin... Haydi içelim,” diyerek bardaðýmý kaldýrdým. Üçlü tokuþtuk yine. Eðlence baþlamýþtý ve geri dönüþ yoktu artýk.
“Bakýn beyler,” dedim. “Benimle bir iddiaya var mýsýnýz?”
“Ne iddiasý?” diye atladý keko. Gözleri parlýyordu.
“Diyorum ki, ikinizden biri bir tekilayý içene kadar ben i-
ki birayý bitirebilirim.”
“Allah Allah... Nasýl olacak ki?” diye söylendi keko. Hala gözleri parlýyordu.
“Kaybeden tekilayý ve biralarý öder.”
“Vardýr bu iþte bir numara ama...” diye mýrýldandý gürbüz.
“Var mýsýnýz?” diye üsteledim.
“Tamam ben varým,” diye atladý keko.
Ben kekoya dönerek devam ettim.
“Fakat birkaç þartým var. Ben ilk birayý bitirip ikinciye baþlarken tekilaný içmeye baþlayacaksýn. Bir de, ne olursa ol-
sun asla benim içtiðim ilk biranýn bardaðýna dokunmak yok. Anlaþtýk mý?”
Suratýma eþek eþek bakýyordu.
“Tamam kabul... Ýlk biranýn bardaðýna dokunmak yok.”
“Peki öyleyse içkileri söylüyorum.”
Ýçkiler geldi. Tekilayý onun önüne koyup, ilk biradan ko-
caman bir yudum alarak yarýladým. Nefeslenip aðzýmý silerken, gürbüzle göz göze gelip pis pis sýrýttýk birbirimize. Ý-
kinci diplemede birayý bitirip, bardaðý masaya býraktým. Keko heyecan içinde bir bana bir önündeki tekilaya bakarken, boþ bardaðý ters çevirerek tekila kadehinin üstüne kapattým. Dav-
ranacak gibi olunca bileðinden tutup, “Anlaþmayý bozma,” dedim. “Bardaða dokunmak yok.”
Ardýndan, bir yandan madara olmuþ yüzlerine bakýp tekilanýn üstüne çevirdiðim boþ bardaðý tutarken, bir yandan da içmeye devam ederek, tek nefes de ikinci birayý da devirip bardaðý tezgaha indirdim.
“Nasýldý beyler...? Ýyi numara deðil mi?”
Gürbüz feci bozulmuþ, kanlý kulaklarý kýzarmýþtý.
“Ama hesap benden merak etmeyin.”
“Arkadaþýmý aþaðýladýn!” dedi öfkeyle.
“Niye ki...? Ne güzel eðleniyoruz iþte. Siz de bunu istemi-
yor muydunuz?”
“Sana uyuz oldum oðlum.”
“Dýþarý çýkmak ister misin?”
Kabul etti çýkmayý. O ana kadar durumu çaktýrmadýðým Gökhan’a seslenip, kulaðýna durumu anlattým. Kekoyu göstererek:
“Sen þunu tut, ben diðeriyle çýkýyorum,” dedim.
Sokaktaydýk. Karþý karþýya gelince þöyle bir ölçüp biçtim herifi. Nereden bakarsan bak on beþ yirmi kilogram fazlasý vardý benden. Korkuyormuþ gibi görünerek, enerjisini düþürmeye karar verdim.
“Bak arkadaþým böyle olsun istemezdim ama siz de biraz abarttýnýz. Ýsterseniz kapatalým meseleyi. Kusura bakma.”
Hemen rahatladý ve elini omzuma koydu.
“Sana idare et demiþtim ama sen artistlik yaptýn bize. Þu an özür dilemeseydin amýna koyardým senin.”
Jestine karþýlýk veriyormuþçasýna kafamý yere eðerek sallarken, hiç beklemediði bu anda doðrulup burnunun tam ortasýna kafayý çaktým. Çok saðlam bir yere oturmuþtu. Kafanýn hemen ardýndan sarýlýp, kýsa bir boðuþmadan sonra yere devirdim.
Gökhan ve garsonlardan biri beni gürbüzün üstünden çe-
kip aldýklarýnda gürbüzün gürbüz suratý pek iyi görünmüyor-
du. Ayaða kalktým, keko tam önümde dikiliyor, öbürü biraz ötede üstünü baþýný düzeltiyordu.
“Siktirin gidin lan buradan!” diye baðýrdým.
Gürbüz önde keko arkada sessizce çekip gittiler.
“Ýyi misin?” diye sordu Gökhan.
Alnýma ve yüzüme bulaþan kaný silerken, “Bir þeyim yok
kan onun kaný,” dedim.
“Ýyi o zaman hadi gel de elini yüzünü yýka tuvalette.”
Tuvaletten çýkarken, olaydan etkilenmiþ kýzýn birinden çok güzel bir bakýþ aldým ama karþýlýk vermedim. Sokaða ilk adýmýmý attýðýmda, sert soðuk bir rüzgar ýslak yüzümü yalayýp geçti ve aklýmda hala Ayça vardý. Ýlk tanýþtýðýmýz bara gitmeye karar verdim.
Kanlý gömleðimin görünmemesi için paltomun düðmeleri-
ni sýkýca kapatýp içeri girdim. Tezgaha otururken, Ayça’yla konuþtuðumuz masaya baktým. Boþtu ama aylar önce biz oturmuþtuk oraya. Þimdi... Daha fazla bakamadým. Boðazýma bir þeyler düðümlenip kalmýþtý ve benim için pek tanýdýk olmayan bir duyguydu bu. Bir cin limon söyledim kendime. Hýzla içip ikinciyi söyledim. Baþým önde, kavganýn etkisiyle bütün vücudum sýzlarken uyuya kalmýþým. Sonra bir elin omzuma dokunmasýyla uyandým. Kafamý kaldýrdýðýmda Ayça karþýmda duruyordu. Yüzünü avuçlarýmýn içine alýp doya doya öptüm.

20

O geceden sonra bir sabah, Ayça banyodan fýrlamýþ bir vaziyette, panik içinde beni uyandýrdý.
“Neyin var tatlým? Ne oluyor?”
“Allah kahretsin hamileyim galiba!”
“Ne!? Hamile misin? Nerden çýkardýn bunu?”
“Hem regl olmadým, hem de karným büyümüþ baksana!”
Karnýný yokladým gerçekten biraz sertleþme ve büyüme vardý.
“Peki ne zaman yaptýk biz bu iþi?”
“Ýlaç aldýðým dönemi hatýrlýyor musun? Ýçime boþalmýþ-
týn.”
Ýþi gereði sürekli ayakta durmak zorunda olduðu için senede bir dönem varis iðneleri yaptýrýyordu ve bu dönemde regl olmuyordu. Ýki buçuk ay kadar önce bir gece, “Ýçime boþalabilirsin,” demiþti.
“Evet hatýrlýyorum ama bir þey olmaz demiþtin.”
“Allah kahretsin! Bilmiyorum... Bir aksilik oldu demek ki.”
“Sakin ol aþkým belki yanýlýyorsundur.”
“Yo hayýr...! Kesin hamileyim. Hissediyorum.”
“Peki o zaman dinle beni, panik yapma. Bu gün ikimizde izin alýyoruz ve doktora gidiyoruz tamam mý?”
Soluðu özel bir muayenehanede aldýk. Sekreter bizi içeri buyur ettikten sonra randevumuzun olup olmadýðýný sordu. Randevumuzun olmadýðýný fakat durumun acil olduðunu anlattýk. “Anlýyorum” diyerek, doktorun o an bir hastayla meþgul olduðunu ve az sonra bize bir cevap verebileceðini söyledi. “Peki,” dedik ve bekleme salonunda beklemeye koyulduk.
Yarým saat sonra sekreter kýz geldi.
“Doktor bey sizi bekliyor... Odasý az ileride saðda.”
“Teþekkür ederiz,” diyerek heyecanlý adýmlarla doktorun odasýna daldýk.
Doktor ayakta karþýladý bizi. Kýrk yaþlarýnda, gözlüklü ve bütün doktorlar gibi temiz, pak bir tipti.
“Hoþ geldiniz. Buyurun oturun.”
Masasýnýn önünde karþýlýklý yerleþtirilmiþ iki koltuða oturduk.
“Evet... Probleminiz neydi?”
“Gebe olduðumu düþünüyorum,” diyerek cevap verdi Ayça.
“Anlýyorum,” deyip biraz duraksadýktan sonra “Peki... Muayene edelim bakalým ona göre konuþalým” dedi ve ardýn-
dan bana dönerek, “Beyefendi siz dýþarýda bekleyebilir misiniz” diyerek çýkmamý istediðini belirtti.
“Tabi,” dedim ve odadan çýktým.
Muayene bitene kadar sigara içmek için apartmanla bek-
leme salonu arasýnda mekik dokudum. Sekreteri de bayaðý rahatsýz ediyordum ama kadýnýnýn doðumu yüzünden tedirgin olan adam görüntüsüyle durumu kurtarýyordum. Belki de hoþuna gidiyor, kendisi için böyle volta atacak prensini bekliyordu o da.
Neyse, bir süre sonra kapý açýldý ve Ayça çýktý odadan. Yüzündeki ifadeyi görür görmez hamile olduðunu anladým. Dünyasý baþýna yýkýlmýþ gibi görünüyordu. Muayene ücretini
ödeyip çýktýk.
“Hamilesin deðil mi?”
“Evet.”
“Ne zamandan beriymiþ?”
“Sorma mahvolduk Ferit!”
“Neden!? Anlatsana.”
“Çok geç kalmýþýz, çocuk on haftalýk. Ultrasonda görünü-
yordu.”
“Hadi ya... Peki ne diyor doktor?”
“Kürtaj için çok riskli bir dönemmiþ. Çok geç kalmýþýz.”
“Eee...?”
“Normalde, bir aylýk gibi olsa muayenehanede alýrdým a-
ma ciddi bir durum söz konusu, bu yüzden hastanede ameliyathane ortamýnda müdahale etmem gerekiyor dedi. Çok da para istiyor.”
“Saçmalama, parayý düþünme. Bir yerden borç bulur öde-
riz.”
“Çok kötüyüm Ferit, aðlamak istiyorum.”
“Üzme kendini tatlým. Hadi koluma gir, eve gidince rahat
rahat düþünürüz. Koluma girdi ve baþýný omzuma yasladý. Küçük bir kýz çocuðundan farký yoktu. Onu ilk defa bu kadar korumasýz ve bana muhtaç görüyordum. Ana caddeye çýkýnca bir taksi çaðýrdým.

21

Eve vardýðýmýzda ikimizin de aðzýný býçak açmýyordu. Kendimizi yataða güçlükle attýk.
“On haftadan sonrasý riskliymiþ ve biraz daha geç kalsak yasal olarak engel bile çýkabiliyormuþ.”
“Korkuyor musun?”
“Evet.”
“Sen benim için her þeyden daha deðerlisin ve önemli olan senin hayatýn. Eðer korkuyorsan ben sonuçlarý göze almaya
hazýrým. Anlýyor musun?”
“Sað ol aþkým, anlýyorum ama buna hazýr olmadýðýmýzý biliyorsun.”
“Biliyorum ama ya sen...”
“Korkuyorum ama yapacak bir þey yok. Aldýrmak zorundayýz bu çocuðu.”
“Allah kahretsin neden böyle oldu!”
“Üzme kendini en azýndan kurtulma þansýmýz var. Aksini düþünsene daha da beter olabilirdi her þey.”
“Haklýsýn.”
Ertesi gün tekrar gittik doktora ve gerekli kontrolleri yaptýrarak, operasyon için üç gün sonrasýna randevu aldýk. Bizim için bayaðý yüklü bir para talep etmiþti doktor. Ayça’nýn arkadaþlarýndan borç alarak temin ettik parayý. Üç gün sonra verilen saatte hazýrdýk hastanede.
Ayça’ya yeþil ameliyat önlüðünü giydirip, bir sedyeye yatýrýp götürdüler. Ameliyathaneye girene kadar eþlik ettim. Ameliyathanenin kapýsýndan içeri girene kadar elimi hiç býrakmadý. Korkuyordu. Son bir kez öptüm ve “Seni seviyorum,” dedikten sonra onun için tahsis edilen odaya dönüp buz gibi bir donuklukla beklemeye koyuldum. Öylesine soðuk bir bekleyiþti ki, sigara içmeyi bile unuttum.
Kýrk beþ dakika sonra kapý açýldý ve bir hemþire sedyeyle içeri girdi. Ayça yarý baygýn yatýyordu.
“Nasýl geçti diye sordum,” telaþ içinde.
“Herhangi bir problem yok beyefendi. Gayet baþarýlý bir operasyon oldu. Bir saat kadar dinlendikten sonra kýz arkadaþýnýz kendine gelecek. Þu an zaten kendinde fakat biraz daha dinlenmesi gerekiyor.”
“Bu gece burada mý kalacak?”
“Yo hayýr... Kendini iyi hissettiði zaman eve gidebilirsiniz. Bir saat sonra bir aðrý kesici yapacaðýz ve almanýz gereken ilaçlarýn reçetesi yazýldýktan sonra gitmeniz için herhangi bir sakýnca yok.
“Anlýyorum, teþekkürler.”
“Geçmiþ olsun.”
Hemþire gittikten yarým saat sonra kendine gelmeye baþlamýþtý Ayça.
“Aþkým,” dedim. ”Yanýndayým.”
“Caným... Bitti deðil mi?”
“Bitti... Hiçbir þeyin yok, bir saat sonra evimize gideceðiz. Nasýlsýn aðrýn var mý?”
“Aðrý pek yok ama çok halsizim.”
“Dinlenince bir þeyin kalmaz tatlým. Yorma kendini.”
“Görmüþtüm onu Ferit. Görmüþtüm. Canlýydý ve ultrasonda bana bakýyordu. Ýçimden aldýklarýný hissettim. Alýp çöpe attýlar.”
“Bunlarý düþünme þu an. Dinlen ve unutmaya çalýþ.”
Gözlerini kapadý ve bir süre öylece uyudu. Ara ara “Gördüm onu canlýydý...” diye mýrýldanmaya devam etti.

22

Kürtaj için ödünç aldýðýmýz parayý fazla geciktirmeden ödemek lazýmdý fakat kazandýklarýmýz ancak bize yetiyordu. bu yüzden ek bir iþ bulmam gerekiyordu. Üzerimden bir türlü çýkarýp atamadýðým garsonluk üniformasýný yeniden giymek zorunda kalacaktým.
Garsonluk denen iþi zevkle yapan kafasýna iþediðimin salaklarý da vardý bu evrende. Çoðunu tanýdým onlarýn. Yanlarýndan on saniye içinde kaçýlasý kancýklardýr. “Ýþimi seviyorum... Ýnsanlarý mutlu etmek hoþuma gidiyor... Bu iþin felsefesi karþýndakine saygýdýr...” gibi sümüðümsü duygulara kendini kaptýrmýþ, kýç yalamaya bayýlan sývý bok kývamýnda adamlardýr onlar.
“Esas olan müþterinin mutluluðudur...” Öylesine inanýlmaz bir zariflik ve ibnemsi kývýrtmalarla aðýrlarlar ki müþteriyi, sen o masaya gitmeye utanýrsýn. Bunlardan birinin konuþmalarýna yakýndan þahit olup dinlediðin zaman, konuþurken herifin suratýnýn ortadan ayrýlarak iki yanaðý da gayet belirgin bir göte dönüþtüðünü görebilirsin ve hayretler içinde herifi izlerken, hemen lavaboya koþup yüzünü yýkamazsan bir çýðlýk atman iþten bile deðildir.
“Pahalý, restaurant, bar karýþýmý bir mekanda akþam sekizden sonra haftada üç gün çalýþmak üzere iþ bulmuþtum. Burada bir iki ay çalýþsam rahatlýkla öderdik borcu. Hatta para bile biriktirebilirdik. Tüm klas! yerlerde olduðu gibi tek tip giysi, sinek kaydý týraþ... Zengin müþterinin yanýndaki mini etekli fýstýkla kendini olabildiðince güvende hissetmesi ve onlarla, hizmet eden adam arasýndaki sýnýfsal farklýlýðýn belirginleþtirilmesi için tasarlanmýþ, benzer her türlü maymunlaþtýrma prensibi burada da mevcuttu.
Ýþten çýkýp restauranta gitmek zorunda olduðum günler ö-
lümüm oluyordu. Seviþebilmek, görüþebilmek hak getire... Bunlardan birini yapabilirsek bizim için ödül oluyordu. Gece bir buçuða kadar çalýþýyordum. Eve geldiðim de Ayça kafayý vurup yatmýþ oluyordu. Ben de açtýðým bir þiþe birayý bile içemeden sýzýp kalýyordum. Kötüydü ama daha kötü giden bir þeyler vardý. Ayça’ya kürtajdan sonra bir haller olmuþtu. Atlatamamýþtý o olayý. Ýyice içine kapanmýþ ve bana karþý ilgisizleþmiþti. Bir buzdaðý gibi dipten dibe eridiðimizi hissedebiliyordum.
“Tatlým,” dedim o sabahlardan birinde, “Bu gün þeytanca bir planým var.”
“Ne planý...?”
“Bu öðlen iþyerinden izin almayý düþünüyorum.”
“Neden?”
“Sen bu gün akþam çalýþacaksýn ya, öðlen bir saatliðine kaytarabilirsem... Anlarsýn ya, bugün çok istiyorum seni.”
“Ben üçe kadar evdeyim.”
“Tamam yavrum izin alabilirsem, ben de iki gibi damlarým.”
Sevinç içinde çýktým evden. Mükemmel bir plan yapmýþtým kafamda. Ofise girer girmez berbat bir durumdaymýþ gibi görünüp öðlene doðru biraz kývranýrsam, eninde sonunda izini koparýrým diye düþünüyordum. Ýki büklüm girdim iþ yerinden içeri. On beþ dakika da takmýþtým kasten. Sekreterle günaydýnlaþýrken “Neyin var? Ýyi görünmüyorsun,” diye sordu. “Ýlk yemi yuttular,” diye düþünüyordum kendi kendime.
“Hastayým biraz... Zor uyandým,” dedim ölü bir sesle. Televizyon odasýna girdiðim de herkes arý gibi çalýþmaya baþlamýþtý.
“Günaydýn beyler kolay gelsin.”
“Sað ol,” dedi milföy. Bir yandan da poðaçalarýný yiyordu.
Ardýmdan þef girdi odaya her zamanki telaþýyla.
“Neredesin Ferit? Yine geç kalmýþsýn. Bu gün yapacak çok iþ var. Kasetlerini ben sardým. Masadalar. Sipariþ listesi de orada.”
“Bu gün biraz hastayým galiba, uyanamadým. Kasetler için sað ol þef.”
“Ýþe baþla açýlýrsýn. Hareket iyi gelir.”
Kese kaðýdý suratlý! Düzenli olarak karýsýný becerdiði her halinden belliydi. Anasý aðlayan bendim.
“Hiç iyi deðilim bu gün þef.”
Ýsteksiz isteksiz masama geçtim. Yarým saatte bir uyukla-
ma numarasý yapýp, kafamý yana düþürüyor, bir yandan da sa-
ati kolluyordum. Uyuklamalarýmýn birinde, “Sen iyi görünmüyorsun, git elini yüzünü yýka,” dedi milföycü. “Bu gün akþam üstü beþ sularýnda, sana da milföy almamý ister misin dostum diye soramayacaksýn ibnenin evladý. Çünkü saat iki gibi bebeðimin kollarýnda olacaðým,” diye geçiriyordum içimden.
“Hý hý... Felaketim moruk bu gün.”
Herkese göstere göstere kalkýp tuvalete gittim ve on daki-
kadan fazla kaldým tuvalette. Aslýnda kaþýnýyordum, her an yol verebilirlerdi. Geri döndüðümde þef tepemdeydi.
“Neredesin sen Ferit! Hazýrlanacak bir sürü sipariþ var. Öðlen oldu sen uyuyorsun hala.”
“Ýyi deðilim Nuri bey, ayakta duracak halim yok.”
“Taþ taþýmýyorsun ki... Sabýrlý ol akþam eve gidince bir þeyin kalmaz.”
Gerçekten hasta olsam, gebersem umurunda olmayacaktý dümbelek kafalýnýn. Saat on ikiyi geçiyordu. Bir buçuða kadar izni koparabilirsem ikide evdeydim. “Sakin ol oðlum iyi yoldasýn” diye düþünerek, cevap vermeden iþimin baþýna döndüm. Bir buçuk gibi son kozumu oynamak için miyavlamaya baþladým.
“Nuri bey ben dayanamayacaðým, bu günlük gitsem olur mu?”
“Benim yapacak bir þeyim yok patronla konuþ,” dedi ve beni balinaya havale etti. Planým kusursuz iþliyordu. Patrona havale etmesi, iþin yarýsý hallolmuþ demekti. Balinayý kandýrmak daha kolay olacaktý.
Yüzüme, az önce Ajda Pekkan’ýn kýçýný görmüþ gibi bir ifade takýnmaya çalýþarak patronun kapýsýný çaldým.
“Tak, tak.”
“Gir.”
Her zaman ki gibi masasýyla oturduðu sandalye arasýnda hareketsiz duruyordu. Güçlükle nefes alýyormuþ gibi bir hali vardý.
“Merhaba Ergun bey.”
“Merhaba... Ne istiyorsun?”
“Nuri bey yolladý. Ona hasta olduðumu, bu gün çalýþamayacaðýmý söylemiþtim.”
Baþtan aþaðý dikkatlice süzdükten sonra suratýma bakmadan, “Peki gidebilirsin ama yarým gün kesilir aylýðýndan,” dedi.
“Tamam kabul ediyorum.”
Durumu þefe bildirip çýktým. Yarým saat sonra evdeydim.
Ayça mutfakta yiyecek bir þeyler hazýrlýyordu. “Merhaba tatlým ben geldim!” diyerek daldým içeri. Arkadan beline sarýlarak boynuna öpücükler kondurmaya baþladým. “Dur yapma” diyordu, kurtulmaya çalýþarak.
Öpmeye devam ediyordum.
“Neden baþýna geleceklerden mi korkuyorsun?”
“Lütfen biraz sabýrlý ol.”
“Hayýr olamam hemen buracýkta istiyorum seni.”
“Yemek yiyelim önce, sonra seviþiriz.”
“Boþ ver yemeði, ben seni yemek istiyorum.”
“Sardalya aldým kendime çok acýktým.”
“Ne sardalya mý!? Yavrum ben sardalya kokusundan nefret ederim biliyorsun. Neden bu gün sardalya aldýn ki? Hem, seviþtikten sonra yesen þunu olmaz mý?”
“Hayýr. Çok açým yiyeceðim.”
“Çok açsan baþka bir þey atýþtýrsan da, sardalyalarý seviþtikten sonra yesen olmaz mý tatlým?”
“Hayýr þimdi yemek istiyorum.”
“Kokusunu sevmiyorum biliyorsun ama...”
Hiç oralý deðildi. Kavanozun kapaðý açýldýðý an, iðrenç kokusu tüm mutfaðý dolduran sardalyalarýný bir tabaða koyup masaya býraktý. Hayretler içinde izliyordum hareketlerini ve kan beynime sýçramýþtý. Nasýl bu kadar umarsýz olabiliyordu?
“Derdin ne senin ha...!? Yoksa beynini mi yedin!?”
“Derdim filan yok benim. Eðer beni seviyorsan aðzým kokarken de seviþebiliriz.”
“Allah belaný versin senin! Günlerdir birbirimize dokunacak vakit bile bulamýyoruz ve bu gün buraya gelebilmek için kaç kýç yaladýðýmý, kaç takla attýðýmý biliyor musun sen? Ve akþam da onlarca kýçý yalamaya devam edeceðim! Neden...?” Senin için!”
“Benim için deðil ikimiz için.”
“Ha evet... Ýkimiz için ama karþýlýðýnda ne görüyorum? Þunun þurasýnda beraber olmak için sadece bir saatimiz varken, sen oturmuþ anneannemin götünden bile daha kötü kokan sardalyalarýný yemeyi bana tercih ediyorsun. Peki ben þimdi buradan kapýyý çarpýp çýktýktan sonra yediðin sardalyalarý sýçarken, “Bunlar bizim aþkýmýz iþte. Aþkýmýz artýk boka dönüþmüþ sardalyalar haline geldi,” diye düþünmeyecek misin!?”
Burnumdan soluyordum. Ben kontrolden çýkmýþtým ama Ayça’dan çýt çýkmýyordu. Öylece yüzüme bakýyordu.
“Bak, senden bir kadýn yaratmaya çalýþmýþtým ben ama þimdi bunun imkansýz olduðunu görüyorum,” dedim ve kapýyý çekip çýktým. Arkama bile bakmadan.

23

Kendimi yenik, aldatýlmýþ, daha çok haksýzlýða uðramýþ gibi hissediyordum. Aþkýn artýk bittiðini hissettiðin an, kaybettiðin sadece bir kadýn olmuyordu. Onda görmeye yaratmaya çalýþtýðýn þeylerin de beraberinde yok olduðunu görüyordun. Sanýrým gerçek yenilgi de buydu.
Güpegündüz, kendimi yine sidik ve ter kokan barýn birine attým. Akþam iþe gitmeye niyetim yoktu. Zaten bir hafta sonra býrakmayý düþünüyordum. Bütün gün durmadan içtim. Ýçtim ve bekledim. Beklediðin þeyin ne olduðunu bilmeden beklemek ölümcül bir duyguydu. Her seferinde o taburede oturan yine sensindir ve ne kadar da diðerlerinden farklý bir þeyler beklediðini düþünsen de, sen de onlardan birisindir. Yýllarca bar taburelerinde oturup bekledim ama tek bir adama veya kadýna rastlamadým. Alacaðýný aldýktan sonra kendini o tabureden kurtarman gerekiyordu. Bu bir devinim halini aldýðý zaman, öldürücü bir gerçekliðe dönüþüyordu. Sümüklü böceðin yerde yavaþ yavaþ ilerlemesi gibi.
Çoðu kez bulduðun þey, çirkin bir kadýnýn alkolden ekþimiþ nefesindeki esrik teselli ve bacaklarýnýn arasýndaki üþüten ýslaklýk olurdu. Duvarlara çarpýp gelen acýtan kahkahalar ve o an evrenin merkeziymiþ gibi görünen kirli bir yatakta, birbirinizin acýlarýný sarmaktan baþka hiçbir þey gelmezdi elinizden.
Gecenin ortasýnda bir çift göz, orada öylece duruyordu karþýmda. Duvara yaslanmýþ, kalabalýðýn içinde sessizce içki-
sini yudumlarken. Fazla geçmemiþ yanýnda bitmiþtim.
“Merhaba,” dedim. “Eðer yalnýzlýðýný elinden almazsam konuþabiliriz diye düþünmüþtüm.”
Cevap vermeden gülümsedi. Yýpranmýþ bir yüzü vardý. Güzel veya çirkin deðildi.
“Birini mi bekliyorsun?”
“Hayýr kimseyi beklemiyorum.”
“Rahatsýz olduysan giderim.”
“Kasma kendini hadi içelim.”
Kýrmýzý þarap içiyordu. Biramý ona doðru kaldýrýp “Ýçelim,” diye onayladým.
“Adýn ne senin?”
“Eda. Ya senin...?”
“Bilmiyorum... Beþ dakika öncesine kadar Ferit’ti... Sýk gelir misin buraya?”
“Pek sayýlmaz. Vakit buldukça... Sen?”
“Ben de öyle sayýlýr.”
“Neden benim yanýma geldin?”
“Anlamadým...? Neyin varmýþ ki senin?”
“Sana göre biraz yaþlý deðil miyim?”
“Yaþ önemli deðil. Ýyi görünüyorsun.”
“Sence kaç yaþýndayým?”
“Bilmem...”
“Otuz sekiz.”
“Evet biraz fark var aramýzda.”
“Ne kadar?”
“Çok deðil... Boþ vermeye ne dersin?”
“Peki öyle olsun bakalým,” diye onayladý ve ardýndan “Birkaç kere göz ucuyla baktým sana pek iyi görünmüyordun. Bir derdin var galiba?” diye sordu.
“Haklýsýn... Bu gün sevgilimi terk ettim.”
“Neden terk ettin?”
“Ruhunu kaybettiðini düþünüyorum.”
Kendini tutamayarak gülmeye baþladý.
“Ne...? Ruhunu mu kaybetti?”
“Evet... Onun bir ruhu olduðunu düþünüyordum ve bu gün öldüðünü anladým.”
“Peki nasýl anladýn ruhunun öldüðünü?”
“Onlarca, yüzlerce küçük ayrýntý vardýr fark ettirmeden hayatýmýza girmiþ, bizi ayakta tutan. Bir kadýnla bir erkeðin arasýndaki bütün haller... Ve her geçen gün bir tanesinin ölü-
sünü bulursun bu küçük ayrýntýlarýn. Mutfakta, yataðýn altýnda, banyoda... Katil bazen sensindir veya o fark etmez ama bir þeyler ölür bu kesin.”
“Onu seviyor muydun?”
“Benim kadýnýmdý... Boþ ver içelim. Senin sevgilin var mý?”
“Ben boþandým.”
“Anlýyorum.”
“Geçen yýl boþandýk. Galiba onun da ruhu ölmüþtü.”
Her þey olmasý gerektiði gibi ilerliyordu. Kompleks yok. Hüzün yok. Beklenti yok.
“Nerede yaþýyorsun?”
Salladým.
“Sevgilimle yaþýyorduk bu güne kadar. Kapýyý vurup çýktým. Þimdiye çoktan eþyalarýmý kapýya koymuþtur.”
“Peki bu gece nerede kalacaksýn?”
“Bilmiyorum... Kalacak birilerini bulurum.”
“Ýyi, bende kalýrsýn o zaman.”
“Bu teklife hayýr diyemeyeceðim galiba.”
Bir þeyler daha içip bir saat kadar sonra çýktýk. Caddeden bir taksi çevirip bindik. Bostancý’da oturuyordu. Yarým saat sonra evinin önündeydik. Taksi parasýný ödemek için davrandým fakat ödetmedi. Kapýyý açar açmaz çantasýný antredeki koltuðun üzerine fýrlatýp, “Sen rahatýna bak ben banyodayým,” dedi.
“Ýçecek bir þeyler var mý evde?”
“Dolapta bira olacaktý. Ha... Rakýda var istersen.”
Dolabý karýþtýrdým dört þiþe Tuborg bira ve yarýlanmýþ bir otuz beþlik raký vardý. Tuborg’lardan bir tanesini açýp oturma odasýnda içmeye koyuldum. Karþýmdaki duvarda, içinde; elinde kýrbacý, bir atýn yanýnda gülümseyen bir jokeyin fotoðrafý olan bir çerçeve asýlýydý. “Eski kocasý olacak davuldur herhalde,” diye düþündüm. Ýçmeye devam ettim. Ara sýra istemeden herifle göz göze gelip rahatsýz olunca kalkýp karþý kanapeye geçtim ve önümde duran sehpanýn üzerindeki kumandayý alýp televizyonu karýþtýrmayý denedim. Üç kanalda ayný anda üç ibnenin programý yayýnlanýyordu. Benim kutsal Türk ailem... Ýftarýný açtýktan sonra televizyonun karþýsýna kurulup, oyunu en son attýðýn muhafazakar partinin dolar politikasýnýn hoþnutluðu içerisinde, Adnan Menderes’in asýlýþýnýn haksýzlýðýna inanarak ve bir yandan da kulaðýný kaþýyarak çýkardýðýn pisliði üzerinde danteller olan kanepenin kenarýna silip, oturmuþ baþörtülü karýnla götten veren homoseksüelleri izliyorken ne kadar da mukaddessin, ne kadar da mazbut. Televizyona boþ verdim.
Az sonra Eda duþtan çýkmýþ, üzerinde beyaz bir bornoz, baþýnda bir havlu ve ayak bileklerinden damlayan sularla yaný baþýmdaydý. Gelir gelmez kucaðýma oturup, uzun, ateþli bir öpücük verdi.
“Sen de duþ almak ister misin?”
“Ýyi fikir,” dedim ve kalkýp banyoya doðru yöneldim. Arkamdan “Banyoda temiz havlu ve bornoz var, görürsün kapýnýn arkasýnda asýlý,” diye seslendi. Banyoyu berbat ederek duþ alýp, döndüðüm de ikimize de raký hazýrlamýþtý. Yanýna kuru yemiþ, biraz da peynir... Rakýdan bir fýrt alýp “Çok düþüncelisin,” diyerek yanýna oturdum ve bir öpücük verdim. Rahatlamýþtým. Kendimi bu kadýnýn altý yýllýk sevgilisiymiþim gibi hissediyordum.
Bacak bacak üstüne atmýþ, üzerimde banyo kapýsýnýn arkasýndan alýp giydiðim ve muhtemelen eski kocasýna ait turuncu bornozun kemerini sýkarken, gözüm yine duvardaki çerçeveye takýldý. “Kim bu adam?” diye sordum.
“Babam.”
“Baban mý?”
“Evet. Þampiyon bir jokeydi babam kupalarý vardý.”
“Çok iyi... Severim jokeyleri.”
“Sen ne iþ yapýyorsun?”
“Bol bol televizyon izliyorum.”
“Evde mi?”
“Hayýr iþyerinde. Ýþim televizyon izlemek ve ekrandan geçen her görüntüyü kaðýda yazmak. Bir tür takip.”
“Tuhaf bir iþin var.”
“Biliyorum... Sen ne yapýyorsun?”
“Bir tekstil firmasýnda çalýþýyorum.”
“Güzel...”
Tekrar öpüþmeye baþladýk. “Hadi yatak odasýna geçelim,” diye fýsýldadý kulaðýma. “Tamam,” dedim ve o odaya doðru giderken, ben de çiþimi yapmak için tuvalete doðru yöneldim. Döndüðüm de çýrýlçýplak uzanmýþtý yataða. Yataðýn arkasýnda bütün duvarý boydan boya kaplayan bir ayna vardý. Eski kocasýyla iþ tutarken birbirini izliyor olmalýydýlar. Ben de olumlu yaklaþtým olaya. Yataða usulca süzülüp, dudaklarýmý aðzýna götürerek abandým üzerine. Ýkimiz de hazýrdýk, fazla oyalanmadan iþe baþladýk. Klasik pozisyondaydýk. Sonra ters dönmesini ve dizlerinin üzerine oturmasýný istedim. Dediðimi yaptý ve ardýndan, “Ne yapacaksýn bana?” diye bir kedi gibi mýrýldandý. Cevap vermedim.
Gece lambasýnýn ýþýðý odanýn her yanýný kýrmýzýya boyarken aynadaki görüntümüz...
Vahþi, ölümcül, sýcak; bir çýyan öpücüðü gibi, durmaksýzýn örümcek aðýnda günler ve geceler.
“Beceriyorsun beni, beceriyorsun ah! Devam et.”
“Evet yavrum beceriyorum seni. Hissediyor musun?”
“Tabi ki hissediyorum. Devam et ah!”
Yarým saat sonra dayanacak gücüm kalmamýþtý. Birkaç saniye daha sonra sürdürdükten sonra, bir kadýnla bir erkeðin ayný anda ayný þeyi hissedebildiði tek duygununun sarhoþluðunun tatlý yorgunluðuyla, kendimi yataða býraktým. Ýkimizde devrilip uyuduk.
Sabah Eda’dan önce uyandým. Saat sekize geliyordu. Giyinip hemen çýkarsam, iyi ihtimalle yarým saat geç kalýrdým iþe. Dünden kaytarmýþtým zaten, balina canýma okuyacaktý. Gürültü yapmadan hýzla giyindim. Bir sigara yakmýþ usulca odadan süzülürken uyanmýþtý.
“Gidiyor musun?”
“Evet... Ýþe geç kalýyorum.”
“Sevgiline gidiyorsun deðil mi?” diyerek yataðýn içinde kalkýp doðruldu.
“Kimseye gittiðim filan yok tatlým. Sadece uyandýrmak istemedim. Telefonunu aldým nasýlsa... Sonra arayacaktým seni,” dedim ve yanýna dönerek bir öpücük verdim.
“Beni kandýramazsýn. Sen o kýzý seviyorsun ve bu geceyi bu kapýdan çýktýðýn an unutacaksýn.”
“Saçmalama Eda... Onu sevip sevmememin seninle ne alakasý var. Bu benim sorunum býrak ben çözeyim.”
Cevap vermeden, komodinin üzerindeki sigara paketine uzandý ve çýkarýp bir tane yaktý.
“Tamam anlaþtýk mý? Seni tekrar arayacaðým,” diye üsteledim.
“Tamam.... Hadi çýk iþe geç kalýyorsun,” diye cevap verdi bana inanmadýðýný hissettirerek.
“Seni arayacaðým,” dedim tekrar ve dudaklarýna bir öpücük kondurup çýktým odadan. Doðru söylediðime emin deðildim.

24

Ýþ yerine vardýðýmda giriþte balinayla karþýlaþtýk.
“Nasýl oldun iyileþtin mi?” diye sordu.
“Bu gün biraz daha iyiyim.”
“Ýyi... Bu aralar yine geç kalmaya baþladýn. Biraz daha dikkatli ol.”
“Haklýsýnýz Ergun bey.”.
Ortalýkta fazla dolaþmadan kasetlerimi hazýrlayýp masama geçtim. Bir yandan da, restauranta dün gece için nasýl bir mazeret uyduracaðýmý düþünüyordum. Kanýmý emiyorlardý. Ýki iþten birini, hatta ikisini birden býrakmalýydý ama nafile... Menzile yetiþmek için daha fazla koþmak gerekiyordu.
Akþam Ayça’yý yatak odasýnda, yataðýn içinde önünde aðzýna kadar dolu bir kül tablasýyla beklerken buldum. Ýçeri girip üstümü baþýmý soyup bir kenara býraktým.
“Dün gece neredeydin?”
“Ýþyerinden arkadaþýn birinde kaldým.”
“Yalan söylüyorsun. Ýþ yerindeki herkesten nefret ettiðini biliyorum.”
“Yalan söylemiyorum, Rýfat diye biri var iyi anlaþýyoruz onunla.”
“Biriyle yattýn deðil mi?”
“...”
“Biriyle yattýn deðil mi? Doðruyu söyle bana!”
“Evet yattým biriyle. Senin veremediðin þeyi verdi bana. Sardalyalarla beraber klozete yolladýðýn þeyi.”
“Neden yaptýn bunu?”
“Aylardýr aramýzdaki her þey yavaþ yavaþ ölüyor Ayça görmüyor musun? Tükeniyoruz biz. Eriyoruz.”
Boynuma sarýldý ve aðlamaya baþladý.
“Biliyorum... Üzgünüm. Çok üzgünüm kýrdým seni ama bunu yapmamalýydýn.”
Kimin haklý olduðu önemli deðildi. Sadece var olan gerçeði görmemiz gerekiyordu. Geçirdiðimiz güzel birkaç ay
dan sonra aramýzda açýlmaya baþlayan çatlak giderek büyümüþ ve dipsiz bir uçuruma dönüþmüþ, kapatmak veya geri dönmek veya üzerinden atlamak imkansýz bir hale gelmiþti. Ýkimiz de bu gerçeði ilk defa ayný anda anlamýþçasýna, karþýlýklý sustuk.
“Bu akþam bardaki iþi býrakmayý düþünüyorum. Gerekli parayý biriktirdik deðil mi? Sen de gel benimle. Biraz kafayý daðýtýrýz, gece de beraber döneriz ne dersin?”
“Olur.”
“Ýyi o zaman hazýrlan çýkalým birazdan. Geç kalmayalým.”
Bara geldiðimizde Ayça’yý sakin bir masaya oturtup, alt kata kýyafetlerimi giymeye indim. Aþaðýda þef garsonla karþýlaþtým. Evli, iki çocuk babasýydý ve favorilerini kulak memesi hizasýnda kesiyordu ve favorileri ilk günden beri canýmý sýkýyordu.
“Patron çok kýzgýn, dün niye haber vermeden gelmemiþ diye soruyor.”
“Kýz arkadaþým çok hastaydý, onunla ilgilenmek zorunda kaldým. Bu gün de, yalnýz kalmasýn diye buraya getirdim.”
“Ýyi, bunlarý patrona anlat o zaman.”
“Zaten konuþmam lazým onunla. Ýþi býrakýyorum.”
“Ýþi mi býrakýyorsun?”
“Evet.”
Kýyafetlerimi deðiþtirdikten sonra patronun odasýna gittim. Bar iþine bulaþmayý nerden akýl ettiðini bir türlü anlayamadýðým, aslýnda daha çok Talimhane’de otomobil yedek parça dükkaný olan bir esnafa benzeyen, kel kafalý bir dingildi. Ayný hikayeyi ona da anlattým. Ýþi býrakmak istediðimi, yarýn gelmeyeceðimi söyledim.
“Bunu bize bir hafta önceden söylemen gerekirdi.”
“Haklýsýnýz.”
“Son çalýþtýðýn haftanýn parasýný alamazsýn. Yeni bir eleman bulmak için en az bir haftaya ihtiyacýmýz var.”
“Doðru... Kabul ediyorum.”
“Ýyi düþündün mü ayrýlmayý?”
“Evet gündüz de çalýþýyorum biliyorsunuz... Zor oluyor.”
“Peki o zaman gecenin sonunda alýþ veriþ hesabýný yaparýz.”
“Ýyi bu iþten de sýyýrdýk,” diye düþünerek yukarý çýktým. Ayça býraktýðým yerde oturuyordu. Bir bira doldurup götürdüm masasýna.
“Tatlým sana bira getirdim içer misin?”
“Hý hý... Sað ol.”
“Ýyi misin biraz? Hadi topla kendini unutacaðýz her þeyi. Patronla konuþtum, iþi býrakacaðýmý söyledim. Bir problem çýkarmadý. Bu geceden sonra yine eski düzenimize döneceðiz. Her þey yine eskisi gibi olacak.”
Söylediklerime inanýyor gibi görünüyordu ve ben de bunu umuyordum.
“Ýçerisi iyice dolmadan masalarý ve küllükleri temizleyip hazýrlamam gerekli. Sen keyfine bak biraný iç. Tamam mý?”
“Tamam sen iþlerini hallet. Ben iyiyim.”
Bir saat sonra içerisi dolmuþ, arý gibi çalýþmaya baþlamýþtým. Bu koþuþturma arasýnda Ayça’yla fazla ilgilenemiyordum. Sipariþleri getir, boþlarý götür, hesap getir, sandalyeleri düzelt, iki sigaradan fazla biriktimi küllükleri mutlaka boþalt. Bu tür yerlerde patronlarýn en taktýðý þey budur. Küllükler muhakkak boþ olacak. Ben kendi adýma bir barda otururken en uyuz olduðum þey sürekli küllüðümün boþaltýlmasýdýr. Sönen sigarayý her küllüðe basýþýmda herifin biriyle burun buruna gelmekten nefret ederim. Dolu bir küllük iyi bir içicinin gururudur býrak dolu kalsýn arkadaþ!
Masalar arka arkaya dolarken, yirmi beþ yaþlarýnda bir çift girdi içeri. Hemen yanlarýna gidip oturacaklarý masayý temizledikten sonra “Hoþ geldiniz,” diyerek ne içmek istediklerini sordum. Herif ilk önce kýza ne içmek istediðini sordu.
“Ne içmek istersin hayatým?”
“Hýmm... Ben bir þey isteyeceðim ama adýnýn ne olduðunu bilmiyorum.”
“Siz tarif edin ben anlarým,” diye araya girdim.
“Geçenlerde Teoman içerken görmüþtüm. Rengi mavi bir kokteyldi.”
Kýz problem çýkmýþtý.
“Pardon hanýmefendi, þu þarkýcý Teoman’dan bahsediyorsunuz deðil mi?”
“Evet... Evet...”
Tabi ki bu akþam akþam hiç beklemediðim ve daha önce hiç karþýlaþmadýðým bir durumdu. Son gecemde hiç uðraþýlacak gibi deðildi fakat bir kere çatmýþ olduðumu anladým. Ýlk önce herifin suratýna baktým. Belki kýzý “Haydi hayatým saçmalama, bildiðin bir þey söyle de onu iç...” gibilerinden birkaç lafla ikna edip duruma hakim olur diye fakat herif de angutun teki çýkmýþtý. Yüzüme aval aval bakarak, ne kadar da tatlý ve küçük kaprisleri olan bir sevgilisinin olduðunu ve kýzýn bu tür davranýþlarýna raðmen onun için tatlý bir bela olduðunu anlamamý istercesine gülümsüyordu. Ve sevgilisinin bu küçük kaprisli isteði yerine getirildiðinde, bu gece onlar adýna aþk dolu bir dönüm noktasý olabilirdi.
Ben de ona “Ýyi de arkadaþ kýz senin. Eðer ki cilveyi bana yapýyor ve bu gece onu ben düdükleyeceksem ne ala, her istediðini yaratayým fakat senin göremediðin þey þu ki; kýz ne sana ne bana, kýz Teoman’a yanýk. Belli ki gelmiþ burada görmüþ herifi, aðzýna düþmüþ fakat Teoman siklemeyince bunu, kahrýndan kendini içtiði kokteylle özdeþleþtirmiþ. Sen de bu durumu çakmayacak kadar hýyarsan veya çaktýðýn halde bu þýrfýntýdan vazgeçemeyecek kadar amsalak bir budalaysan e diyeceðim laf yok o zaman,” diye bakýyordum fakat nafile. Herif kafamdaki düþünce balonlarýný patlatacaðýna, aksine yenilerini þiþirecek þapþal bir edayla bakmaya devam ediyordu.
“Hanýmefendi kokteylin içinde neler olduðuna dair herhangi bir þey söylerseniz hemen hazýrlatýrým fakat bu þekilde yardýmcý olamam size.”
“Ama hayýr... Ben ondan içmek istiyorum. Ne olduðunu anlamadým ama Teoman içiyordu gördüm maviydi.”
Baþým beladaydý. Hay Teoman kovalasýn seni be kadýn!
“Pekala bayan ben barmene bir söyleyeyim, eðer Teoman’ýn burada olduðu gün çalýþýyorduysa hatýrlar.”
Barmene sormaya giderken Ayça’nýn masaya uðradým.
“N’ oldu tatlým bir sorun mu var?”
“Sorma gitsin... Kadýn manyak, kafayý yemiþ olmalý. Adýný bilmediði bir kokteyl istiyor. Delirtecek beni.”
“Boþ ver nasýlsa son gecen.”
“Haklýsýn idare etmek lazým. Neyse sen keyfine bak.”
Hýzlý adýmlarla durumu anlatýp iþin içinden sýyýrmayý umut ederek barmenin yanýna gittim.
“Batur bey þu cam kenarýndaki masadaki çiftten bayan olan bir kokteyl istiyor fakat adýný veya içindeki karýþýmlarýn ne olduðunu bilmiyor, sadece rengi maviydi diyor. Geçenlerde þarkýcý Teoman buradaymýþ galiba o içerken görmüþ. Eðer siz hazýrladýysanýz...?”
Barmen de afallamýþtý. Bu çýlgýnca istek karþýsýnda.
“Hayýr ben hazýrlamadým. Git tekrar sor ve içindeki karýþýmlarý bilmiyorsa yapacak bir þeyimiz olmadýðýný söyle.”
“Peki,” dedim ve tekrar masaya doðru yöneldim. Masaya doðru giderken, Ayça’yý karþýsýndaki masadaki gruptan biriyle bakýþýrken yakaladým. Kýrk kýrk beþ yaþlarýnda omuzlarýna kadar uzattýðý saçlarý kýrlaþmýþ, aþk þiirleri yazan iktidarsýz bir þaire benzeyen bu adamla birbirilerine gülümsemiþlerdi ve ben az önce o herifin küllüðünü boþaltmýþtým. Þu ikiden fazla olmaz prensibi... Kan beynime sýçramýþtý. Yanýndan geçerken kulaðýna eðilip, “Gördüm seni,” dedim.
“Neyi kastediyorsun? Neyi gördün anlamadým,” diye lafý aðzýnda geveledi.
“Þu masayla ilgilenmem lazým, birazdan anlatýrým ama yaptýðýn hiç hoþ deðil,” deyip lafý kýsa tutarak berikilerin yanýna gittim.
“Hanýmefendi istediðiniz kokteyli þu an çalýþan barmen yapmamýþ ve ne olduðunu anlamadan hazýrlayamayacaðýný
söyledi. Daha deðiþik bir þey içmek istemez miydiniz?”
“Yaa... Ama ben ondan istiyordum. Teoman’ýnkinden...
Hazýrlayamaz mýsýnýz gerçekten?”
Birazdan Ayça’yla fena þekilde kapýþacaðýmýzý biliyordum. “Hay Teoman’ýnki girsin be kýçýna kaltak senin!” dememe ramak kalmýþtý.
“Bakýn hanýmefendi, ben Teoman’ý hayatýmda hiç görmedim ve ne içtiðine dair en ufak bir fikrim yok. Size baþka bir þey getirsem olmaz mý?”
Beklemedikleri bu çýkýþtan sonra suratlarý deðiþse de, gülümseyerek söylediðim için olumsuz bir tepki verememiþlerdi.
“O zaman ben bir cin fiz alayým,” dedi Teomanyak! Herifse bir bailes istedi.
“Tam isabet” diye düþündüm. Cin fiz bunun gibi yazlýk kevaþesi kýlýklý karýlarýn, bailes de böyle yumuþaðýmsý angutlarýn tercihidir genelde.
Ýçkilerini götürdükten sonra Ayça’yla kaldýðýmýz yerden devam etmek için soluðu masasýnda aldým. Benden önce hemen o girdi söze.
“Ne gördün? Neden bahsediyorsun söylesene!”
“Þu karþýndaki masadan herifin biriyle bakýþtýðýnýzý gördüm.”
“Yine baþladýk deðil mi? Kimseyle bakýþtýðým yok.”
“Bak Ayça bana hep ayný masallarý anlatýyorsun. Buraya oturduðundan beri seni izliyorum ve siz o herifle birbirinizi
fark ettiðiniz andan beri bakýþýyorsunuz.”
“Nasýl böyle bir þey düþünebiliyorsun. Buraya bunun için mi geldim? Hani her þey düzelecekti?
“Böyle giderse hiçbir þeyin düzeleceði yok anlýyor musun! Çünkü sen bulduðun her fýrsatta beni arkamdan vurmaya, küçük oyunlarýnla ve ruhundan fýþkýran orospuluðun cinsel organýna vuran zaafýyla beni hayal kýrýklýðýna uðratmaya devam ediyorsun. Aslýnda þu saatten sonra bunlarýn hiçbirinin önemi yok benim için ama bari þu durumdayken yapma. Çünkü bu yaptýðýn adil deðil. Ben þu anda, o uðursuz kürtaj parasýný toplayabilmek için kesiþtiðin adamýn küllüðünü temizliyorum. Bu masalardan birinde oturup viskisini yudumlayan adamlardan biri de ben olsaydým, inan umurumda bile olmazdý. Suratýna bir tokat patlatýp masayý terk ederdim olur biterdi.
“Madem öyle senin vurmana gerek yok, ben kendim gitmesini bilirim.”
Ayaða kalktý ve çantasýný öteberisini toplamaya baþladý. Gidecekti... Gidiyordu. Ama istemiyordum gitmesini. Hasta-
lýklý ve kendini onaran bir þey vardý aramýzda. Sonsuza dek bu hastalýklý baðla yaþamaya razýydým belki de.
“Ne yapýyorsun...! Otur þurada.”
“Engel olma býrak beni. Gitmek istiyorum.”
“Þu an çalýþýyorum Ayça. Beni bu durumda býrakýp gidemezsin. Gidersen peþinden bile gelemem.”
“Býrak beni gidiyorum!”
“Tamam diyorum sana, ayrýldýðýmýzý farz et ve þurada oturup iþimin bitmesini bekle. Böyle kaçamazsýn benden. Bu gece oturup konuþmalýyýz.”
“Konuþmak istemiyorum! Benimle uðraþmandan býktým artýk.
Kapýya doðru yürürken yetiþip son bir hamleyle kolundan yakaladým. Herkes bize bakýyordu.
“Ayça! Allah’ýn cezasý dursana, beni böyle delirtip kaçamazsýn!”
Kolunu avucumdan kurtarýp kendini sokaða atmayý baþardý ve neonlarýn yanýp söndüðü sokaktan saða dönüp ge-
ye karýþtý.

25

Bir kadýn seni býrakýp gittiðinde çektiðin aþk acýsý deðildir aslýnda. Onda gördüðün, görmek istediðin tüm ýþýklarýn sönmesidir içini karartan. Buna da hayal kýrýklýðý derler ve acýlarýn en onulmazýdýr.
O geceden sonra bir daha görmedim Ayça’yý. Görmek istemedim. Birkaç gün sonra bir akþam iþ dönüþü eve geldiðimde eþyalarýný toplayýp götürmüþtü.
Evi boþaltmak zorundaydým çünkü kirasý tek baþýna ödeyebileceðim bir miktar deðildi. Temiz bir tuvalet, baþucunda bir komodin, holde yemek masasý ve banyoda bir küvet... Bir süre, baþarabileceðime dair güven vermiþlerdi bana. Kaparanýn bir kýsmýný kurtarýp, þansýmý denemeye devam edebilmek için Galatasaray’da tek göz bir yer bulup yerleþtim. Giriþ katý, tek oda , tuvalet, bir de mutfak. Sokaða bakan küçük pencereden gelip geçen insanlarý izliyor, hayat dýþarýda bir yerlerde vahþi çaðlayanlar gibi akarken, ömrümden yediðim günlerin hesabýný yapabiliyordum. Ve her seferinde müsrif, borçlu ve suçlu çýktýðýmý görebiliyordum.
Daire kapýsý antikaydý. Dýþarýdan bakýlýnca gayet saðlam bir kapýya benziyordu fakat bir gece eve girmeye çalýþýrken kilit anahtarý zorladýðýnda, omzumla þöyle hafiften bir yükleneyim demiþtim ve kapý kendi kendine açýlývermiþti. Kýrýldýðýný düþünerek yokladým kapýyý. Tam ortasýna tasarlanmýþ bir mekanizma sayesinde, o bölgeye sertçe yüklendiðin zaman kapý ortadan ikiye katlanarak açýlýyordu.
Bir an kendimi dünyanýn en zavallý adamý gibi hissettim. Ýlk defa kendime acýdým. Ýlk defa oturup aðladým þöyle hafifçe bir omuzladýðýnda ikiye katlanan varlýðýma. Bir kere daha kandýrýlmýþtým. Sonra kapýyý tasarlayan herifin sülalesine küfredip durumu kabullendim.
Tedirgin olduðum gecelerde kapýnýn arkasýna sandalyeyi ve masayý koyup öyle yatýyordum. Bu binanýn da bir kapýcýsý vardý ve adý Celal’di. Fakat Allah’tan bu herife aidat ödemek zorunda deðildim. Adam sadece binaya göz kulak oluyordu. Bina sahibi sýrf bu iþ için tutmuþ olsa gerekti.
Ýþi býrakýp birkaç gün istirahat verdim kendime. Beþ parasý olmayan bir adamýn iki de bir istifa etmesi ahmakçaydý belki ama insan arada bir yaþayýp yaþamadýðýna dair emareler görmek, cesaretini sýnamak ister. Ýplerinin baþkalarýnýn elinde olduðunu bile bile.
Cebimde kalan son üç beþ kuruþu saymaya korkuyordum. Elimi cebime her atýþýmda kalbim sýkýþýyordu adeta. Hemen elimi cebimden çýkarýp daha güzel bir þeyler düþünmeye çalýþýyordum. Miden bulandýðýnda kusmamak için kendini iþtah açýcý bir meyve düþünmeye zorlamak gibi.
Ýstesem de kaçamýyordum, çünkü bu ev de tüm ucuz barlara on dakika mesafedeydi. Çevre barlardan taþan müziðin sesi odama cüretkar bir þekilde doluyor, beni cehennemden çok önceden ayrýlmýþ köþeme davet ediyordu. Çok stratejik bir noktadaydým yine. Takýldýðým barý kapatana dek içiyor, çevredeki pavyonlarýn da kapanmasýyla içeriden çýkan konsomatrisler, dansçý kýzlar ve onlarýn pezevenkleri taksilere binerek geceyi bitirirken, ben de eve doðru yollanýyordum.
Gecenin biri, alýk alýk etrafý izleyerek odama dönerken alýklýðýmý fark etmiþ olsa gerek ki, herifin biri gecenin içinden fýrlayýp yürüdüðüm kaldýrýmda karþýma dikiliverdi.
“Nasýl...? Her taraf harika karýlarla dolu deðil mi?
“Pezevenk olmalý,” diye geçirdim içimden. Otuz yaþlarýndaydý. Deri montlu, kirli sakallýydý ve doðu aksanýyla konuþuyordu.
“Gerçekten de öyle,” diye cevapladým soðukkanlýlýkla ve hafiften erkek jargonuyla gülümseyerek.
“Ýster misin abi? Sana da yapalým bunlardan bir tane bu gece.”
Ýlk önce biraz tedirgin olmuþtum fakat herifin niyetinin sadece pezevenklik olduðunu anlayýnca rahatladým ama bir pezevenge av olacak kadar salakça mý yürüyordum ki?
“Sað ol birader zaten para da yok.”
“Boþ ver abim parayý dert etme sen. He de, ben gereken her þeyi yaparým.”
Herif iþini biliyordu. Biraz yumuþadým. Çevrede cývýldaþan kýzlara baktým, hayýr denecek gibi deðildiler doðrusu. Bir seksenlik Rus revü kýzlarý...
“Ee peki kaça patlar bana bu iþ?”
Ýþte beni kafesleten cümleler bunlar olmuþtu. Herifin gözleri parlamýþtý birden. Bu iþ bitti diyordu bakýþlarý. O iþini yapýyordu peki benim derdim neydi? Benden daha kötüleri de vardý. Parklarda, sokaklarda yatmak zorunda olup, seks hayatý sadece reklam panolarýndaki bacaklara bakarak otuz bir çekmek olan yüz binlerce adam... Peki neydi o zaman bir adamý amsalak yapan ve deliliðin sýnýrlarýnda dolaþtýran? Öldürmeye çalýþtýðýn gecelerde ölümü unutmanýn en kolay yolu bu muydu yoksa?
“Abi kýzýna göre deðiþir fiyat. Sen bana kafandaki rakamý söyle ona göre birþeyler yapalým.”
“Bak birader benim otuz milyondan fazla verecek param yok bu iþe. Sana uyarsa ayarla bir þeyler. Yoksa...”
Cebimde yüz yirmi milyona yakýn para vardý aslýnda.
“Otuz milyon mu ?”
“Evet.”
“ Abi normalde elliden aþaðý iþ yapmam ben ama madem bende bu kadar var diyorsun, bu gece de benim sana kýyaðým olsun.”
Yürümeye koyulduk. Pazarlýkta anlaþýnca keyfine diye-
cek yoktu pezevengin. Gömleðinin cebinden çýkardýðý uzun marlborodan bir tane de bana tuttu.
“Kullanýyor musun abi?”
“Ver yakalým bir tane,” deyip sigarayý aldýktan sonra “Birader þimdi nereye gidiyoruz? Nereden alacaðýz kýzý?” di-
ye sordum.
“Kýz mý? Kýzý yukarýdaki postanenin oradaki sokaktan alacaðýz.”
“Bak,” dedim. “ Pavyona filan girmiyoruz deðil mi? Aman sokmayasýn beni oralara ha.”
“Yok yahu ne iþimiz var pavyonda. Hemen kýzý alýrýz sokaktan, gidersiniz. Evin buralarda deðil mi?”
“Yakýn, yakýn...”
Herifin telkinlerine raðmen yine de içim rahat deðildi. Bir çapan oðlaný çýkmasýndý bu iþin içinden? Neyse bir çakallýk yaparsa “Siktir git!” der, ben de basar giderim diye düþünüyordum. Beþ on dakika sonra dediði sokaða geldik ve bir pavyonun önünde durduk.
“Hani pavyon yoktu?”
“Tamam abi meraklanma, ben içeri girip kýzý getireceðim. Sen burada bekle.”
“Ýyi, peki.”
Derken üç beþ dakika sonra pezevenk kapýda göründü.
“Abi kýzla konuþtum okey dedi. Üstünü giyinip çýkacak birazdan. Gel istersen biz de içeride bekleyelim.”
“Yahu kardeþim sana içeride iþim olmaz dedim ya. Burada bekleyelim iþte...”
“Abiciðim niye korkuyorsun ki? Ayýp yahu kocaman adamsýn.”
“Korkma meselesi deðil kardeþim. Hoþlanmam ben bu tarz muhabbetlerden.”
“Ýyi de abi kýz az önce herif nerede diye sordu. Görmek istiyor seni. Zaten mekan on on beþ dakika sonra kapanacak.”
“Yahu beni görüp de ne yapacakmýþ? Evlenecek miyiz sanki!”
“Ben bilmem abi kýz seni görmek istiyor.”
Bir kere bulaþmýþtým boka.
“Ýyi hadi girelim o zaman.”
Yerlerin bordo bir halýyla kaplý olduðu uzunca bir koridordan geçip, salona girdik. Tavanda envai renkten ýþýk saçan bir küre dönüyor ve köþelerdeki masalarda; köyden malý davarý satýp gelen muhtar, hanýmýný ve çocuklarý Lüleburgaz’daki annesine yollayýp soluðu burada alan mahalle bakkalý, okul aile birliðinin kermeslerde, yirmi üç nisanlarda kurabiye ve dantel satarak oluþturduklarý imece banka hesabýný patlatmýþ olma ihtimali yüksek, ilkokul müdürü kýlýklý adamlar, kollarýnda birer konsomatris felekten bir gece çalýyorlardý. Ortalýkta hamam tellaðý iriliðinde býyýklý göbekli garsonlar, ellerinde meyve ve viski dolu tepsilerle bir o masaya bir bu masaya servis yapýyor, bir yandan da keseleyecek adam arýyorlardý. Boþ bir masa bulup oturduk.
“Abi sen otur rahat ol. Ben kýza bakýp beþ on dakikaya geliyorum. Hemen gideriz...”
“Tamam...”
Kasýldýðýmý belli etmeden, rahat görünmeye çalýþarak etrafý süzüyordum ki, bir iki dakika geçmeden garsonun biri



tepeme dikilmiþti.
“Hoþ geldiniz beyefendi ne alýrdýnýz?”
“Sað olun ben bir þey almayayým. Arkadaþý bekliyorum birazdan çýkacaðýz.”
“Giriþten sonra servis zorunludur beyefendi.”
Tellak bayaðý kararlý görünüyordu ve iþin artýk ciddiye bindiðini geç de olsa kabul etmiþtim. Baþým beladaydý. Nuri Alço’nun, düðmeleri göbeðine kadar açýk pembe gömleði ve elinde viskisiyle masama gelmesine ramak kalmýþtý.
“Tamam, ben bir bira alayým o zaman.”
Garson birayý ve yanýnda bir kap çerezi masaya koymuþ giderken, bizimkisi yanýnda hatunla görünüvermiþti nihayet. Bana doðru yaklaþýrken sýrýtýyordu. Gelip oturdular. Kýz yirmi beþ, otuz yaþlarýnda vardý. Esmer, balýk etli ve oval yüzlüydü. Omuzlarýna kadar gelen kývýrcýk saçlarý vardý.
“Merhaba abi tanýþtýrayým bu Melisa... Ýsim neydi abi?”
Düpedüz yalan söylüyordu pezevenk. Büyük ihtimalle Melahat 'ti kýzýn adý. Melisa dediðin þöyle çýtý pýtý papatya gibi bir þey olur be arkadaþ. Her tarafýndan göt meme fýþkýrýyordu bu kýzýn.
“Ben de Ferit. Memnun oldum.”
“Benim adým da Ser Bülent... Abi Melisa Rus asýllý yedi yýldýr Türkiye’de yaþýyor. Türkçe’yi senden benden iyi konuþur vallahi.”
“Salla salla! Ben de kozmonot Yuri Gagarin.”
O sýra garson tekrar masaya geldi.
“Bir isteðiniz var mýydý?”
Kýza dönüp gülümseyerek, “Bir þey içer misin?” diye sordum.
“Ben bir meþrubat alayým votkayý çok kaçýrdým bu gece.”
Meþrubat...! Bir Rus yedi sene deðil yetmiþ sene kalsa Türkiye’de, yine de meþrubata meþrubat demesi imkansýzdýr.
Ser Bülent ona sorulmadan atladý.
“Ben de bir bira alayým.”
Sipariþler verilince, Melahat tuvalete gideceðini söyleyerek kalktý. Nihayet yalnýz kalmýþtýk Ser Bülent’le.
“Ser Bülent’ciðim ne yapýyoruz...? Oturmak yok dedin, söz verdin hemen çýkacaðýz dedin, þimdi bira söylüyorsun kendine. Oldu mu þimdi?”
“Ýyi de hayatým ben ne yapabilirim? Ortam bu, racon böyle.”
“Hayatým” lafý bir ok gibi saplanmýþtý kalbime. “Abi... Abiciðim...” diye sürüp giden diyaloðumuz birden bire, böylesine laubali ve gayet fevri bir hitapla bozulmuþtu. “Neyse,” diyordum kendi kendime “Cebinde nasýl olsa para var. Bir otuz milyon da bunlara verir, bir daha da böyle bir eþeklik yapmazsýn olur biter.”
Melahat fazla oyalanmadan dönmüþ ve sipariþler de gelmiþti.
“Nasýlsýnýz beyler? Eðleniyor musunuz?”
“Ýyiyiz, iyiyiz” diye cevapladý Ser Bülent. Ben de zoraki bir gülümsemeyle onayladým. Ardýndan Melahat kývrak bir hareketle yanýma sokuldu.
“Keyfin yok mu hayatým? Rahatlasana biraz.”
“Sað ol iyiyim.”
Biz konuþurken Withney Houston’un, “I will always love you” su çalmaya baþladý.
“Aaa ben bu þarkýya bayýlýrým. Sever misin sen de? Ay çok güzel!”
“Ýlk defa dinliyorum.”
“Aniden fýrlayýp kaçabilir miyim,” diye düþünerek etrafý kolladým fakat içeri girdiðimiz koridorun salona açýlan ucunda, yarma gibi herifin biri ellerini böðrüne kenetlemiþ bekliyordu.
“Ser Bülent hadi kalkalým isterseniz?”
“Tamam abi... Ben tuvalete gidiyorum, sen hesabý iste hemen gidelim.”
Ortalýkta dolaþan garsonlardan birine hesabý getirmesi için iþaret ettim. Birkaç dakika sonra hesap tabaðý masadaydý. Ser Bülent’se tuvaletten hala dönmemiþti. Önüme býrakýlan tabaðýn içindeki adisyonu elime aldým. Ýki bira, bir viþne suyunun tam tamýna iki yüz doksan sekiz milyon Türk lirasý tuttuðu yazýyordu. Gözlerim yuvalarýndan fýrlamýþ bir þekilde bir kaðýda bir garsona bakarken, dönen dümenin baþýndan beri haberi olan Melahat yerinden yavaþça kalkýp sývýþtý.
Yüzümdeki þaþkýnlýða raðmen kendimi toparlamaya çalýþarak sordum.
“Ýki yüz doksan sekiz milyon mu? Nasýl olur yahu bir yanlýþlýk olmasýn?”
“Hayýr beyefendi bir yanlýþlýk yok.”
“Anlýyorum da iki bira, bir viþne suyu, bir de çerezin bu kadar tutmamasý lazým.”
Herifin týnladýðý yoktu. Hesabý bir güzel alt alta sýraladý. Bir bira yüz milyon liradan ikisi iki yüz milyon, artý altmýþ sekiz milyon viþne suyu, etti mi sana iki yüz altmýþ sekiz milyon? E bir de çerez var o da otuz milyon, toplam yapar iki yüz doksan sekiz milyon!
“Garson bey, iyi güzel alt alta topladýðýnýz zaman doðru görünüyor fakat bir bira için yüz milyon lira fazla deðil mi?”
“Fiyatlarýmýz budur beyefendi.”
Biz herifle hesap muhasebesi yapa duralým, üç garson daha tepemizde bitivermiþti. Ýçlerinden biri duruma el attý. Þef garsona benziyordu. Orta boylu, býyýklý, koca dörtgen kafalý, ileri derecede çirkin bir adamdý.
“N’oldu Ejder bir problem mi var?”
“Fiyatlar biraz pahalý gelmiþ galiba. Bir problem yok.”
Adisyonu alýp, hiçbir tuhaflýk olmadýðýna neredeyse beni bile inandýracak bir sakinlik ve kayýtsýzlýkla, “Bu hesap normal arkadaþým,” dedi.
“Fakat bende bu kadar para yok.”
Bu çýkýþýmdan sonra iþin rengi daha ciddi bir tona bürünmüþtü.
“Nasýl yok lan ibne! Paran yoksa niye içtin bu kadar þeyi!
Adam içeride parti vermiþim gibi konuþuyordu. Alanya’ ya tatile gelmiþ iri kýyým bir Alman turist bile bir oturuþta bu kadar tutacak bira içemezdi.
“Tamam da kardeþim, ben de bu kadar para yok.”
“Ne kadar var?”
“Ya þey iþte... Ser Bülent’le konuþtuðumuzda kýz için otuz milyon demiþti bir de bu içkiler...” dememe kalmadan kükredi. Diðerleri olayla ilgisiz gibi duruyorlardý. Biri burnuyla oynuyor, bir diðeri tek eli cebinde taþaklarýný karýþtýrýyordu ve durum fýrtýna öncesinin sessizliði gibi görünüyordu.
“Baþlatma lan Ser Bülent’ine! Ne kadar paran var?”
“Kýrk elli milyon kadar...”
“Çýkar bakalým cebindeki parayý.”
Cebimde söylediðimden fazlasý olduðu ortaya çýkýnca durum daha da beter olacaktý, bununla beraber bütün parayý da kaptýrmak
iþin cabasý. Elimi cebime atarken tek hakkým olduðunu biliyordum. Usta bir hareketle banknotlardan bir ikisini cebin aþaðýsýna ittirerek, elime gelenleri çýkarýp masaya koydum ama yemedi. Herif yine kükredi.
“Adamý hasta etme lan hepsini çýkar paranýn!”
Çaresiz tekrar elimi cebime daldýrýp, bir yandan da az önce ne kadarýný kurtardýðýmý düþündüðüm diðer paracýklarý da çýkardým. Önce altmýþ milyon küsur çýkmýþ olmalýydý ki, elli milyon daha çýktý. Herif kýrýþmýþ paralarý iþtahla bir güzel sayýp, düzleyip, küçükten büyüðe doðru dizdikten sonra cebine indirdi. Tam kýçýma tekmeyi basmak üzereydiler ki, son bir numara çekmeyi denedim.
“Bakýn benim hasta bir annem var. Bu paralar onun ilaç parasýydý.”
Az önce beride taþaklarýný harmanlayan atladý.
“Ulan göt oðlaný madem anan hastaydý da niye sikin kalktý gece gece. Bas git bir de dayak yeme bizden!”
Þansýmý zorladýðýmýn farkýndaydým ama baþka çarem yoktu çünkü ertesi güne hiç param kalmýyordu.
“Hiç param kalmadý. En azýndan yirmi milyon verin de baþýmýn çaresine bakayým.”
Kýsa bir süre birbirilerine baktýlar sonra parayý cebe atan bir yirmilik çýkarýp “Al siktir git,” diyerek önüme fýrlattý.
Aldým. Kendimi aðýrdan satarak aheste adýmlarla bordo halýlý koridoru geçerken, sersemin teki olduðumu düþünüyordum. Kýzgýn ve aðlamaklýydým.

26
Uzun, son derece dikkatli hazýrlanmýþ ve ciddiye alýp kafa yorduðun zaman, insaný rahatlýkla aþaðýlýk kompleksine sokabilecek, fazlasýyla aþaðýlýk ve iç karartýcý bir bir ilandý.
Yurt içinde bir çok þubesi olan son derece köklü! uluslararasý bir firmanýn geniþleyen bünyesinde, müþteri hizmetleri departmanýnda görevlendirilmek üzere; üniversite veya yüksekokul mezunu, telefonla iletiþim yeteneði güçlü, en az bir yýllýk çaðrý merkezi (kol sentýr!) deneyimi olan, diksiyonu düzgün, tercihen Ýngilizce bilen, yoðun iþ temposuna ayak uydurabilecek, enerjik, geliþime açýk, görünüþüne özen gösteren, vizyon sahibi, vardiyalý sistemde çalýþabilecek, (erkek adaylarýn askerlik hizmetini tamamlamýþ olmasý) sigara kullanmayan, otuz yaþýný aþmamýþ bay ve bayan adaylarý görüþmeye çaðýrýyorlardý. Yani beni deðil. Ýlaný okuyunca içim daraldý ve kusacak gibi oldum. Böyle bir iþe alýnmayacaðýmý tabi ki biliyordum fakat iþi inada bindirip, gidip görüþmeye karar verdim.
Amacým ilandaki hiçbir özelliðe sahip olmayan; zeka düzeyi seksenle doksan arasýnda gezinen bir geri zekalýnýn bile rahatlýkla kavrayabileceði, altý üstü telefondan bir þeylerin satýþýna veya kullanýmýna dair bilgi vermek olan bu iþin ilanýný hazýrlayan sansarý bulup ona, “Aradýðýnýz özelliklere sahip; üniversite mezunu olup, telefonla iletiþim yeteneði güçlü, diksiyonu düzgün, askerliðini yapmýþ, Ýngilizce bilen, enerjik, geliþime açýk, görünüþüne özen gösteren, vizyon sahibi, otuz yaþýný aþmamýþ, en az bir yýllýk kol sentýr deneyimi içerisinde; vardiyalý sistemde çalýþmýþ, yoðun iþ temposuna ayak uydurmuþ, ne yaptýysa ettiyse olmamýþ tutunamamýþ ve bu iþsizlik sürecinde bile ulan ben nerede yanlýþ yaptým diye kendi kendine sorup efkarlanarak bir sigara yakmamýþ ve tüm bunlara raðmen gelip ayný iþe yeni baþtan talip olmuþ eþekoðlueþekleri iþe alarak, o yurt çapýnda sikimdirik þubeleri olduðunu iddia ettiðiniz uluslararasý at boku þirketinizin, içine ettiðimin ufkunu daha nereye kadar geniþletebilirsiniz?” diye söylenip bir ders verip geri dönmekti.
Gazetede yazan adres beni Kadýköy’ün elit semtlerinden birinin bakýmlý, temiz sokaklarýnda, karþýsýnda bir huzur evi bulunan iki katlý, bahçeli bir villanýn önüne getirmiþti. Zili çaldýktan sonra kapý otomatik olarak açýldý. Ýçeri girip, birkaç adýmdan sonra önüme çýkan iki basamaklý ahþap merdiveni çýkýp, tam karþýmdaki deri koltuk ve kanepelerle dekore edilmiþ, geniþçe salona girdim. Ýçeride benden önce gelmiþ bekleyen, ikisi erkek üç kiþi daha vardý. Göz göze geldiðimizde merhaba anlamýnda gülümseyerek koltuklardan birine oturdum. Kýz yirmi beþ yaþlarýnda, esmer, bakýmlý ve güzel sayýlabilecek bir tipti. Heriflerden biride en fazla ayný yaþlarda, gözlüklü, takým elbiseli, eli yüzü düzgün mülayim görünüþlü bir þeydi. Diðeri çok olmasa da ilanda belirtilen otuz yaþ sýnýrýnýn üzerinde görünen saçlarý dökülmüþ, koyu tenli, göz çukurlarý bir hayli derin, sabah týraþ olmasýna raðmen sakallarý fazlasýyla gür olduðundan daha þimdiden çýkmaya yüz tutmuþ ve çirkin denebilecek bir tipti. Fakat onun da üzerinde iyi kötü uydurulmuþ bir takým elbise vardý. Kýsacasý orada üzerinde bir kot pantolon ve boðazlý kazaðýyla Otuz yaþýný aþmýþ olmamak ve vardiyalý sistemde çalýþabilmek dýþýnda, ilanda aranan özelliklerden hiçbirine sahip olmayan ve en uygunsuz giyinmiþ tek kiþi bendim. Oturur oturmaz koltuðun hemen yanýndaki sehpanýn üzerinde bulunan gazete ve dergilerden birini alýp karýþtýrmaya baþladým. Bu sýkýcý anlarda yetkili birinin gelip görüþeceði kiþiyi çaðýrana kadar bekleþen herkes, sanki oraya berbat ve karnýný doyurmaya bile yetmeyecek bir iþe talip olmaya gelmemiþ de, þirketin alacaðý hayati kararlarla ilgili bir raporu yönetim kuruluna sunmak üzere yurt dýþýndan çaðýrýlmýþ ve ilk uçakla yurda dönerek, havaalanýndan bir taksiye atlayýp, soluðu burada almýþ havasý yaratmaya çalýþýr. Bazýlarý öyle bir havaya girer ki sekreter odaya girip, “...buyurun Toygun Bey görüþmek üzere sizi bekliyor,” gibi bir þeyler söyleyip haber verdiðinde berikinin yüz ifadesi, “Ben mi? Ne münasebet caným ben iþsiz deðilim ki. Ýþ görüþmesine gelmedim. Lütfen beni þu bekleþen çulsuzlarla karýþtýrmayýn. Niye mi buradayým? Ah evet...! Ben sadece dergilere bakýyordum.” diyecekmiþ gibi bir hal alýr. Kýz elindeki kadýn dergisini karýþtýrýrken, ben elimdeki gazeteye göz atarken diðerleri de ilgisizce ofisin içindeki eþyalarý ve öteberiyi inceliyormuþ gibi saða sola bakýnýrken kýz da, ben de, diðer ikisi de ayný havalardan çalýyorduk. Dört bir yandaki pencerelerden bahçe görünüyordu ve oldukça havadar bir salondu.
On beþ dakika sonra sarýþýn, mavi gözlü, küt saçlý, son derece sevimli ve güzel, otuz yaþlarýnda bir kadýn topuklu ayakkabýlarýnýn ahþap merdivenlere vurmasýyla çýkan týkýr týkýr seslerin eþliðinde, üst kattan aþaðý inerek yanýmýza geldi. Elinde baþvuru formu olma ihtimali yüksek kaðýtlar vardý.
“Hoþ geldiniz arkadaþlar. Biraz beklettim sizi galiba kusura bakmayýn.”
Hepimiz hemen hemen ayný tavýrlarla, “Önemli deðil,” manasýnda gülümsemeye çalýþtýk.
“Evet... Görüþmeye baþlamadan önce sizden bu baþvuru formlarýný doldurmanýzý rica edeceðim.”
Kadýnýn uzattýðý formlardan hepimiz birer tane aldýk.
“Siz formlarý doldura durun, ben beþ on dakika kadar sonra tekrar geleceðim.”
Baþvuru formunu alýr almaz, hemen sabýka kaydýyla ilgili bölümün var olup olmadýðýna baktým. Tahmin ettiðim gibi vardý fakat bu sefer sonuna kadar gitmeye kararlýydým ve sabýka kaydým için yok yazdým. Kadýn dediði gibi on dakika sonra geldi ve formlarý toplayýp, hepimizi baþka bir odaya aldý. Söylediði odaya geçtik ve kendisinin oturduðu masanýn karþýsýndaki koltuklara çöktük.
“Evet arkadaþlar ben Didem. Baþvuru formlarýnýzý incelemeden önce sizlerle tanýþmak maksadýyla sohbet etmek istiyorum. Hem sizleri tanýmak maksadýyla hem de müþteri hizmetleri bünyesinde faaliyet gösteren kol sentýr! departmaný hakkýndaki görüþlerinizi merak ediyorum.”
Gülümsüyordu. Biz de aptal aptal gülümsüyorduk.
“Kim baþlamak ister?”
Oturuþ dizilimine göre dörtlünün bir ucundaydým yani konuþma ya benden baþlayacaktý, ya da en son ben, konuþacaktým. Neyse ki Gözlüklü eleman “Ben baþlayabilirim,” diye söze girdi.
“Adým Börçe Uysal yirmi üç yaþýndayým ve Ýstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Su Ürünleri bölümü mezunuyum”
Sonra kýz konuþtu.
“Ben Bengisu Papatya Eskiþehir Anadolu Üniversitesi Halkla Ýliþkiler bölümünden mezunum.”
Ardýndan diðer herife geldi söz.
“Adým Aytekin Hýrsküpü. Otuz yaþýndayým ve bir çocuk babasýyým. Kütahya Üniversitesi Ýktisadi ve Ýdari Bilimler Fakültesi mezunuyum.”
En son da bendeniz konuþtu tabi ki.
“Neden üniversiteyi býrakmaya karar verdiniz Ferit Bey?”
“Ýyi bir kariyeri hedeflerken vakit kaybý olacaðýný düþündüm. Hýzla serpilen ve geliþen piyasa ortamýnda çekirdekten yetiþme eleman ihtiyacýnýn artýk daha önemli olduðu kanýsýndayým. Kaldý ki küçük küresel bir köy halini almýþ dünyamýzda her türlü akademik ve analitik bilgi internet sayesinde odalarýmýza kadar gelebiliyor zaten. Bu yüzden bireyler kariyer fýrsatlarýný kovalarken, bir yandan da gerekli akademik donanýmlarýný daha esnek koþullar ve seçenekler dahilinde gerçekleþtirebilirler diye düþünüyorum.”
Hatun gülümseyerek karþýlýk verdi.
“Evet farklý bir bakýþ açýsý.”
Tekrar tanýþma diyaloglarýna çevirdi sözü.
“Arkadaþlar þimdi ilk önce size genel bir çerçevede kol sentýr! hizmetinin iþleyiþini ve amaçlarýný ve bu noktada bizim “Arayý Yap Parayý Kap” danýþmanlýk ve aracýlýk þirketimizin fonksiyonunu anlatmak istiyorum. Arkadaþlar bildiðiniz gibi büyük firmalarýn özellikle son birkaç yýl içinde
artan müþteri ihtiyaçlarýna ve sorunlarýna daha hýzlý ve yapýcý
çözümler bulmak amacýyla kol sentýr departmanlarýna özellikle aðýrlýk vermiþ durumdalar. Öyle ki, bu birimler yirmi dört saat kesintisiz bir þekilde vardiya sistemiyle çalýþmaktadýr. Yani bir kol sentýr elemaný günün her saatinde müþterilerden gelecek þikayet veya yardým taleplerini saðlýklý bir þekilde dinleyip cevaplayacak, gerektiðinde müþteriyi yeni bir ürünü almaya yönlendirebilecek sabýr ve aktifliðe sahip olmalýdýr.”
Kadýn konuþurken bir yanda da üzerinde oturduðu döner koltuðu saða sola hareket ettiriyordu. Arkasýnda oturduðu masanýn bize bakan ön bölümü boþtu ve oturduðum koltuk masa seviyesinden aþaðýda kaldýðý için üst üste attýðý bacaklarýný izleyebiliyordum. Aman Allah’ým ne güzel bacaklardý onlar.
“Sabýr ve yönlendirebilme gücü özellikle aranan niteliklerdendir. Çünkü telefonla gelen çaðrýyý cevaplarken her tür kültür ve eðitim grubundan insanla diyalog kurmak zorunda kalacaksýnýz ve insanlarýn o an ki psikolojik durumlarýný tolere edebilme esnekliðinde olabilmelisiniz. Örneðin, kullandýðý ürünün aniden bozulmasýna sinirlenmiþ birinin öfkeli veryansýnlarýný anlayýþla karþýlayabilmelisiniz. Bu veryansýnlar hakaret ve küfür boyutuna kadar ulaþsa bile. Gecenin bir yarýsý sýrf sýkýldýðý için telefonla arayan birini makul ve seviyeli bir þekilde geçiþtirebilmesiniz.
























Bacaklara bakmaya devam ediyordum bir yandan. Ah o güzelim ten! O duruþ. Þairlerin ilhamý. Tutkunun ve þehvetin bayraðý savaþ alanlarýnda. Hayatýn kývýlcýmý. Evrendeki tüm anlamlarýn anlamý. Sen de acý çekiyorsun biliyorum. Anlattýðýn masallara sen de inanmýyorsun biliyorum. Ýçinde þarký söylemek isteyen bir çocuk var biliyorum. Seni de bir yerlerde sakatladýlar biliyorum. Her akþam aynada makyajýný temizledikten sonra aðlamaklý düþlere uyuyorsun ve aþk düþlerinde gördüðün ama hatýrlayamadýðýn çok eski bir çocuk oyunu biliyorum. Beni tanýmýyorsun biliyorum. Ben þu an karþýnda iþ dilenen adam deðilim. Bir baþkasýyým ben. Bir sanrýyým, kumlara yazýlar yazýp resimler çizen bir gezgin. Hiçim ben. Yeryüzünün son havarisi, son umudu ve son tanrýsýyým. Hayýr bunlar da deðilim ben. Sana kim olduðumu söylemeyeceðim çünkü sana kim olduðumu söylersem aðlarsýn.
“Bu noktada bizim gibi aracý kurumlarýn görevi de; firmalarýn talep ettiði nitelikteki elemanlarla þu an sizinle yaptýðýmýz gibi ön görüþmeler yapýp, aranýlan özelliklere gerçekten uygun olduðunu düþündüðümüz arkadaþlarý baðlantýda olduðumuz firmalara yollamak. Tabi ki son noktada nihai karar onlarýn. Evet arkadaþlar benim size kýsaca anlatacaklarým þimdilik bunlar. Biraz da sizin bu sektör hakkýndaki fikirlerinizi ve iþin sizin beklentilerinizle, karakter yapýnýzla ne kadar uyuþup uyuþmadýðýný dinlemek istiyorum. Kim baþlamak ister?”
Kýsa bir sessizlik oldu ve herkes topu birbirine atmak istercesine birbirine bakýyordu. Didem gülümseyerek duruma el koydu.
“Ýsterseniz az önceki sýradan devam edelim. Evet Börçe Bey...”
“Ýlk önce þunu söylemek isterim ki, kendi ihtisas alanýmýn dýþýnda olan bu sektörde çalýþmak istememin ana sebebi; hizmet sektörünün her geçen gün bir adým daha büyüdüðünü ve sizin de belirttiðiniz gibi özellikle son birkaç yýl içerisinde yapýlan yatýrýmlar sayesinde, batýdaki örnekleriyle ayný standartlarý yakaladýðýný ve bu noktadan baktýðýmda, iyi bir kariyer yakalama düþüncesi açýsýndan son derece cazip bir fýrsat olduðunu düþünüyorum.”
“Evet güzel... Siz Bengisu Haným...”
“Ben de Börçe Bey’e bir çok noktada katýldýðýmý belirtmek istiyorum. Bunun yanýnda, kendi adýma sektörün beklentilerine halkla iliþkiler penceresinden baktýðýmda, benim düþüncelerimle birebir örtüþtüðünü görüyorum. Demek istediðim þu ki, ana amacý iletiþim ve tüketicinin mutluluðu olan bu alanda çalýþmak benim için tam da istediðim bir duruþ olacaktýr diye düþünüyorum.”
Atýþ serbest köþesinde söz Aytekin’ deydi. Kapana kýsýlmama az kalmýþtý.
“Teþekkürler Bengisu Haným. Aytekin Bey...”
“Vallahi arkadaþlar söyleyecek pek bir þey býrakmadý ama... Ben de ayný þekilde, uzun zamandan beri geliþimini ve getirdiði yenilikleri yakýndan izlediðim ve benim de hayat felsefesi olarak benimsediðim amacý insana hizmet olan bu sektörün içinde olmayý çok isterim. Ayrýca þunu da belirtmek isterim ki, bir çocuk babasý olarak insanlarý tolere etmede tecrübeli olduðumu düþünüyorum.”
Son cümlesini bitirdiðinde alçaldýðýnýn farkýnda olmadan sýrýttý hayvan oðlu hayvan.
“Çok güzel... Evet Ferit Bey son olarak sizi dinliyoruz.”
“Ben arkadaþlarýn söylediði her þeyin altýna rahatlýkla imzamý atarým.”
“Peki baþka eklemek istediðiniz bir þey...?”
“Var.”
“Sizi dinliyoruz.”
“Bu iþe ihtiyacým var ve telefonun öbür ucunda Orhan Boran bile olsa sabýrla dinleyebilirim Didem Haným.”
Kýsa bir gülüþme oldu.
“Bu sefer biraz komik de olsa yine farklý bir yaklaþým ge-
tirdiniz Ferit Bey. Fakat bu denli rahat olmanýz kendinize olan güveninizden kaynaklanýyor sanýrým. Aslýnda bu da arka planda kalan fakat aradýðýmýz en önemli kýstaslardan biri.”
“Ýddialýyýmdýr,” diye yanýtladým gülümseyerek. Diðerleri ufaktan bozulmuþtu duruma. Ýþe alýndým demek için henüz erken olsa da, doðru hamleleri yapýyor gibiydim.
“Arkadaþlar benim açýmdan gayet güzel bir sohbet oldu teþekkür ederim. Þimdi sizden, yalnýz bir deðerlendirme yapabilmek için bir on dakika rica edeceðim fakat ne yazýk ki, bu deðerlendirmenin ardýndan sizlerden ikisini elemek zorunda kalacaðým. Bunun için þimdiden özür diliyorum.”
Didem Haným söyleyeceklerini bitirdiðinde biz de odadan çýkýp tekrar bekleme salonuna doðru yollandýk. Ben dümeni kýrýp tuvalete girdim ve içerde bir sigara içtim ve izmaritini klozete atýp, üstüne sifonu çektim. Fakat klozetteki su devri zayýf olduðundan mýdýr nedir, izmarit bir türlü kanala gitmiyordu. Biraz uðraþtýktan sonra klozetin yanýnda duran bok fýrçasýyla yukarýya doðru çekip, klozetten dýþarýya çýkarmayý baþardým. Sonra bir parça tuvalet kaðýdýyla tutup tuvalet kaðýdý kutusuna atmayý düþündüm fakat tuvalet kaðýdýnýn bitmiþ olduðunu görünce, mecburen elimle alýp attým. Çýkarken içerisinin bayaðý bir duman altý olduðunu fark ederek, havalandýrma penceresini açmak üzere geri döndüm fakat lanet olasý pencere küvetin yapýþýk olduðu duvarýn üstündeydi. Yani pencereye ulaþmak için bir ayaðýmla küvetin kenarýna çýkmam gerekiyordu. Çýktým ve uzanýp pencereyi açýp indim. Bu sefer de küvetin kenarýnda ayak izi kalmýþtý. Silmek için tuvalet kaðýdý olmadýðýndan, saða sola bakýnarak bir havlu veya bez bakýndým. Kapýnýn arkasýnda bir havlu gördüm. Küvetteki izi onunla sildim ve havluyu da çöpe attým. Banyodan çýkarken “Acaba kimselere görünmeden kaçsam mý?” diye düþündüm ama iþim henüz bitmemiþti. Salona geri döndüm. Döndüðüm de Didem Haným da gelmiþti. “Kusura bakmayýn tuvaletteydim,” diye açýklama yapýp oturdum.
Herkes merak ve endiþe dolu bakýþlarla, Didem Haným’ýn iki dudaðýnýn arasýndan çýkacak sözleri duymayý bekliyordu. Kimler gidecek kimler kalacaktý?
“Evet arkadaþlar baþýndan da söylediðim gibi, aranýzdan sadece iki kiþiyi bu iþ için firmaya yönlendireceðim ve bunun için üzgünüm. Aytekin ve Börçe Bey sizinle þu an için görüþmemizi noktalamak zorundayým fakat kiþisel bilgileriniz bizde saklý bulunduðu için daha uygun bir iþ fýrsatý oluþtuðu zaman sizi arayacaðýz. Geldiðiniz için teþekkür ederiz.”
Hey gidi Börçe Uysal ve koca Aytekin Hýrsküpü! Ben de böyle olsun istemezdim ama yakýndan izlediðiniz, son birkaç yýl içinde yapýlan ciddi yatýrýmlar sayesinde batýdaki örnekleriyle boy ölçüþür duruma gelen, iyi bir kariyer yakalama düþüncesi doðrultusunda oldukça cazip görünen ve temelinde insana hizmet olan bu sektörde demek ki size ekmek yemek kýsmet deðilmiþ. Saðlýk olsun.
Netice karþýsýnda soðuk kanlýlýklarýný korumaya çalýþarak “Önemli deðil... Biz teþekkür ederiz...” gibilerinden bir þeyler söyleyip hepimizle tokalaþarak çýktýlar. Ve geriye küçük haným Bengisu Papatya ile ben kalmýþtýk.
“Þimdi Bengisu haným ve Ferit Bey sizinle ikinci bir mülakat daha gerçekleþtireceðiz ve bu mülakat da sizinle sýrayla bir simülasyon çalýþmasý yapacaðýz. Bunun için size hayali bir tatil köyüyle ilgili çeþitli bilgilerin yazdýðý bir metin vereceðim ve metni okuyup aþina olmanýz için de yirmi dakikalýk bir süre vereceðim. Bu süre sonunda bulunduðunuz odadan benimle bir telefon görüþmesi yapacaksýnýz. Size, tatil köyünden rezervasyon yaptýrmak isteyen sýradan bir müþteri gibi geliþigüzel sorular soracaðým. Amacým; tabi ki pratikte bir müþteriyi yönlendirebilme ve onunla diyalog kurabilme becerinizi ölçebilmek. Anlaþtýk mý?"
“Anlaþtýk,” diye onayladýk.
“Bengisu Haným isterseniz sizinle baþlayabiliriz.”
“Peki...” diye cevapladý ve Didem önde o arkada ofisin üst katýna çýktýlar. Ben de gazeteleri karýþtýrmaya koyuldum. Beþ on dakika sonra banyodan çýkan bir kadýnýn birilerine havluyla ilgili söylendiðini duydum. “Kim atmýþ bunu çöpe?” diye soruyordu sinirli bir tonda. Sonra benim beklediðim salona girip, karþýmdaki masanýn üzerindeki dosyalarý alýp gitti. Giderken, göz ucuyla þüpheli þüpheli bana baktýðýný hissettim fakat hiç oralý olmayarak baþýmý gazeteden kaldýrmadým. On beþ yirmi dakika sonra Papatya ile Didem aþaðýya indiler. Didem teþekkür ettiðini söyleyerek, merdivenin baþýndan kapýya kadar uðurladý kýzý. Anladýðým kadarýyla kýz becerememiþti iþi ve kala kala bir ben kalmýþtým ellerinde.
“Ferit Bey hazýrsanýz çýkalým.”
“Tabi...”
Onu takip etim ve gösterdiði odaya girdim. Dört duvar, bir pencere, kapýnýn dibinde bir masa, önünde bir sandalye, üstünde bir telefon ve telefonun yanýnda biri boþ biri dolu iki sayfa kaðýt, bir de kalem vardý.
“Masanýn üzerindeki kaðýtlardan birinde bahsettiðim simülasyon hikayesi yazýlý. Diðerine de istediðiniz notlarý alabilirsiniz. Yirmi dakika içerisinde hazýr olduðunuz zaman telefonla dokuzdan hat alýp, yirmi bir on altýdan beni arayabilirsiniz. Hitap ederken de atýyorum, Nilay Haným diyebilirsiniz mesela.”
“Hý hý... Anlýyorum.”
“Pekala o zaman baþarýlar.”
Didem gittikten sonra ilk iþim þu kaðýda bir göz atmak oldu.
Aptalya beldemize sadece bir saat uzaklýkta, eþsiz doða güzellikleriyle iç içe, unutulmaz rüya gibi bir tatil için Kuþ Uçmaz Kervan Geçmez Tatil Köyümüze sizi de bekliyoruz.
Yirmi dört saat limitsiz yerli ve yabancý içkiler ücretsiz. Sabah, öðle, akþam açýk büfe yemekler... Türk, Ýtalyan ve Uganda mutfaðýndan çok farklý tatlar, mangal yapmadan uyuyamam diyenler için ücretsiz mangal kömürü ve bir adet mangal, a la carte restoranlar, snack barlar.
Jakuzili ve executive kategoride odalarda; klima, buzdolabý, yangýn alarm sistemi mevcut olup, banyosunda kullanabileceðiniz fön makinasý, þampuan, saç fýrçanýz hizmete dahil.
Çocuklar için mini bir havuzumuz bulunmakla beraber,
havuzlarýmýzda su kaydýraðý, aqua park, su çaný, mantar þelale, hidro masaj, kese ve jeneratör gibi ayrýcalýklardan faydalanabilirsiniz.
Tatilde bile spordan vazgeçmem diyorsanýz; banana, su kayaðý, wakeboard, katamaran ve tüm kara sporlarý, okçuluk, atýcýlýk, gülle, cirit atma tesislerimiz, yaz gecelerinin vaz geçilmez eðlencesi; baklavasýna futbol maçlarý için 1. sýnýf suni çimle döþenmiþ halý sahalarýmýz hizmetinizdedir.
Bitti mi? Bitmedi! Her gece animasyon gösterilerimiz ve bunun dýþýnda; büyükler için one night stand sitting, küçük yavrular için baby sitting, çocuk parklarý, masa tenisi, atari, langýrt, kuka, dart, play station... Ve eðer kýskanç deðilim diyorsanýz, bayanlar için ücretsiz tango ve hatta mango dersleri.
On beþ gün kal, on dört gün öde! Rezervasyonunuzu hemen þimdi yaptýrýrsanýz (bir hafta içinde) % 30 indirim fýrsatý... Ýndirimden faydalanamýyorum diye üzülme, sinme pýsma. Kredi kartýna vade farksýz dört taksit. Eðer “Koruz” kart ayrýcalýðýna sahipseniz yine vade farksýz on iki taksit!
Tabi ki ulaþýmda güvenliðinizi ve rahatýnýzý da düþünüyoruz. Karayoluyla yolculuðu tercih ederseniz, Debriyajoðullarý Seyahatle ekonomik ve konforlu bir yolculuk, dilerseniz çok uygun fiyatlarla Zümrüt- ü Anka havayollarýnýn ayrýcalýðýyla aktarmasýz, first class bir uçak seyahati...
Fiyatlarýmýz minimum on beþ gece ve üstü konaklamalar için geçerli olup, iki kiþilik ve daha fazlasý odalarda kiþi baþý gecelik ve KDV dahildir.
Herhangi bir nedenden dolayý gerçekleþtirilmek istenen rezervasyon iptallerinin bir hafta önceden tarafýmýza bildiril-
mesi gerekir. Aksi takdirde bir ödeme yapýlmýþsa geri iadesi mümkün deðildir. Birinci derecede önemli saðlýk problemlerinin oluþmasý durumunda, tam teþekküllü bir hastaneden alýnmýþ gerekli saðlýk raporlarý tarafýnýzdan bize yollandýðý takdirde, gerekli incelemeler yapýldýktan sonra ödeme iadesi mümkündür.
Daha ne bekliyorsunuz? Tatil sizinde hakkýnýz!
Okuduktan sonra içim daraldý. Yazanlar doðruysa burasý tatil köyünden çok bir týmarhaneye benziyordu. Korkunç bir yer olmalý diye düþündüm. Ayrýca sunduklarý tüm bu hizmetlere ilaveten, her ihtimale karþý köy içinde boþanma davalarýna bakacak nöbetçi bir mahkemenin ve olasý cinayet vakalarýnda zanlýyý ilçeyi terk etmeden yakalayabilmek için tatil köyü çevresinde devriye görevi yapan bir jandarma kuvvetinin ve bir kýyý güvenlik botunun yirmi dört saat hazýr bulundurulmasý tavsiye edilebilirdi. Çünkü kayýnvalidesini de yanlarýnda getirmiþ üç azgýn çocuk babasý sinirli bir muhasebecinin halý saha dönüþü, telaþlý bir garson tarafýndan acilen müdüriyete çaðrýlarak, çocuklardan birinin su çanýnda oynarken boðulma tehlikesi atlattýðý için hastaneye kaldýrýldýðýný ve bu sýrada karýsýnýn tango dersinde, kayýn validesinin boyun aðrýlarý için hidro masaj seansýnda olduðunu öðrendiði zaman cinnet getirip karýsýný, tango hocasýný, kayýnvalidesini, hidro masajcýyý, diðer iki çocuðu ve kendisine engel olmaya çalýþan kat görevlisini vurup sonra da Yunan adalarýna kaçmaya çalýþmak istemesi iþten bile deðil gibi görünüyordu.
Metni birkaç kere daha dikkatli okuduktan sonra birkaç not aldým ve telefonu ilk açtýðýmda karþýlýklý geliþecek olasý diyalog için küçük bir giriþ ve diyaloðun týkanmasý ihtimalini de göz önünde bulundurarak, karþý tarafa deðiþik seçenekler sunan, ikna edici olabileceðini düþündüðüm yardýmcý birkaç cümle yazdým boþ kaðýda. Nasýlsa serde yazarlýk vardý! Sonra ahizeyi kaldýrarak, dediði gibi dokuzdan hat alýp yirmi bir on altýyý çevirdim.
“Alo...”
“Efendim.”
“Nilay Hanýmefendiyle mi görüþüyorum?”
“Evet buyurun.”
“Merhabalar Nilay Haným. Ben Tramplen Turizm Acentasý Müþteri Ýliþkileri ve Organizasyon departmanýndan Ferit Keskin. Sizinle Aptalya beldemizdeki, Kuþ Uçmaz Kervan Geçmez Tatil Köyümüzün tatil olanaklarýyla ilgili kýsa bir tanýtým görüþmesi yapmak istiyorum mümkün mü acaba?”
“Anlýyorum beyefendi fakat numaramý nasýl edindiðinizi öðrenebilir miyim?”
Beni köþeye sýkýþtýrmaya çalýþacaðýný tahmin ediyordum fakat bunu en azýndan metine dahil kalarak yapacaðýný düþünmüþtüm. Yani ilk soru çalýþmadýðým yerden çýkmýþtý. Yahu yukarýda dokuzdan hat alýp yirmi bir on altýyý çevir dedin ya kadýn!
“Numaranýzý mý? Ee... Numaranýzý rehberden buldum.”
Cevap yok... Konuþsana be kadýn!
“Evet Nilay Haným devam edebilir miyim?”
“Hým... Peki ama lütfen kýsa olsun.”
“Tabi ki... Sadece birkaç dakikanýzý alacaðým.”
“Nilay Haným Tatil Köyümüz Aptalya beldemize sadece bir saat uzaklýkta olup, eþsiz bir doða güzelliðiyle iç içedir. Jakuzili ve executive odalarda...”
“Pardon beyefendi bir þey sormak istiyorum.”
“Buyurun Nilay Haným.”
“Odalarýnýz tek kiþilik mi acaba?”
“Hayýr efendim odalarýmýz minimum çift kiþiliktir.”
Bu beklediðim soruydu.
“Evet dediðim gibi jakuzili ve executive odalarda...”
Ben odanýn sýva malzemeleri hariç her türlü özelliðini sayarken, yine dümenden bir soru daha geldi.”
“Peki gecelik ücretinizi öðrenebilir miyim?”
“Hanýmefendi en az on beþ günden baþlayan konaklamalarda her þey dahil beþ yüz dolar.”
“Daha kýsa bir süre düþünürsek peki?”
“O zaman tabi ki fiyatlarýmýz deðiþiyor.”
“Anlýyorum.”
“Tatiliniz boyunca köyümüzdeki her türlü olanaktan; açýk büfe...”
O ana kadar açýk vermeden gidiyordum. Bir ton saçmalýðý daha týkýr týkýr saydým.
“Kredi kartýyla yapýlan ödemelerde bir ödeme planýnýz var mý?”
“Tabi ki Nilay Haným... Kredi kartýna vade farksýz dört taksit yapýyoruz. Eðer Koruz kartýna sahipseniz on iki taksit. Bunun yanýnda bir hafta içinde rezervasyon yaptýrýrsanýz, %30’a varan indirim fýrsatýndan da yararlanabilirsiniz.”
“Evet, bu þartlar altýnda düþünebilirim fakat eþim þu an yurt dýþýnda olduðu için onunla da görüþüp bir program yapmamýz gerekiyor. Eðer ki, þimdiden bir rezervasyon yaptýrdýðýmýz taktirde, daha sonra aksi bir durum oluþtuðunda ödediðimiz meblaðý geri alabilme þansýmýz var mý?”
“Onu size þöyle izah edeyim bir haf...”
Bu tuzaða da basmadan geçince, saygýdeðer Nilay Haným! artýk ikna olmuþa benziyordu.
“Teþekkür ederim beyefendi. Ben size o zaman þunu söyleyeyim ki, eþimle görüþtükten sonra daha kesin konuþmak için sizi aramak isterim.”
Hey gidi hey! Açýðýný yakalamýþken býrakýr mýyým iþin peþini Nilay Haným. Yalakalýkta sýnýr yoktur.
“Çok sevinirim efendim. Ýsterseniz siz hiç rahatsýz olmayýn. Yoðun iþ temposu arasýnda belki vakit bulamayabilirsiniz. Sizin uygun gördüðünüz bir gün ve saatte ben sizi tekrar birkaç dakikalýðýna rahatsýz edebilirim.”
Beklemediði bu incelik! karþýsýnda bu sefer o afallamýþtý.
“Hýmm... Peki öyleyse bir hafta sonra tekrar konuþalým.”
Ýþte böyle yapýþýrlar adama.
“Günü efendim?”
“Hýmm... Bu gün günlerden...”
“Salý Nilay Haným. O zaman bir daha ki Salý yine bu saatlerde arýyorum.”
“Evet olabilir.”
“Çok teþekkür ediyorum Nilay Haným. Haftaya tekrar konuþabilmek dileðiyle iyi günler.”
“Ben teþekkür ederim iyi günler.”
Telefonu kapatýp odadan çýktým. Tekrar bekleme salonuna döndüm. Ardýmdan Didem geldi ve yanýmdaki koltuða oturdu. Gözlerinin içi gülüyordu.
“Tebrikler Ferit Bey. Açýkçasý tahmin ettiðimden daha baþarýlýydýnýz.”
“Teþekkür ederim.”
“Þimdi bu durumda biz aracý kurum olarak sizi firmaya tavsiye edeceðiz ve sanýrým onlar da bu performansýnýz karþýsýnda sizinle çalýþmayý düþünecektir.”
Yüzüme münasip bir gülümseme takýnmýþ, uslu uslu dinliyordum. Bir yandan da içimden, “Sen anlat bakalým anlat aracý kurum hikayelerini. Karþýnda eski bir at hýrsýzý, bir sabýkalý oturduðunu bilsen böyle konuþur muydun?” diye geçiriyordum.
“Sizi bu hafta içinde firmaya yollamayý düþünüyorum. Bana bu hafta içinde uygun olduðunuz bir günü söyleyebilirseniz, þimdiden kesin bir ayarlama yapabilirim.”
“Benim için önemli deðil, önümüzdeki hafta içinde herhangi bir gün olabilir.”
“O zaman ben bir ayarlama yapýp size haber vereyim. Size ulaþabileceðim bir telefon numaranýz var mý?”
Telefon mu? Þu omuzladýðýnda açýlan kapý için bir usta çaðýracak parayý ayarlayabilsem.
“Bu aralar telefonla bayaðý rahatsýz edildiðim için numaramý deðiþtirmek amacýyla PTT’ ye müracaat etmiþtim. Maalesef þu an telefonum kapalý Didem Haným ama ben sizi yarýn arayabilirim.”
“Pekala siz yarýn öðleden sonra beni tekrar arayýn, randevuyu ayarlayalým.”
“Tamam.”
“Evet Ferit Bey teþekkür ederim. Tekrar görüþmek dileðiyle.”
Gülümsedi ve tokalaþmak için elini uzattý.”
“Ben teþekkür ederim. Ýyi günler.”
Kapýdan çýkýp geldiðim yoldan ana caddeye doðru yürürken nedense en ufak bir zafer duygusu hissetmiyordum. Onu hiçbir zaman arayamazdým. Aramayacaktým. Ýhtiyacým yoktu zaten böylesine bir varoluþa. Her þeye raðmen.
*Hermann’ý düþündüm. “Gençlik güzel þey”, sabýkalý olmak
bile fena deðil diye düþündüm ve bir þeylerin daha iyiye gidebileceðine dair bir inanç belirdi içimde.
Ana caddeye çýkýnca fazla pahalý olmayan ama kaliteli bir þiþe þarap alýp evin yolunu tuttum.


27

Ýlanda posta daðýtýmý yapacak elemanlar arandýðý yazýyordu ve tecrübe istediklerine dair herhangi bir not yoktu. Bu önemliydi çünkü çoðu ilanda; otuz yaþýndaki bir adamdan ancak emekli olduðunda sahip olabileceði bir deneyim, kariyer ve senin reddettiðin bir hayali istiyorlar ve tüm bilgi birikimine raðmen, bunlarý iþe ve baþarýya dönüþtürebilmen için ana dilinin yeterli olmadýðýný düþünüyorlardý, Anglosakson yalakasý üçüncü dünya yuppileri.
Gidip görüþmeye karar verdim. Gazetedeki adres beni Çaðlayan varoþlarýnda bir sokaða, bir kurye þirketinin binasýnýn önüne getirmiþti. Ýçeride bir süre sýramý bekleyip, otuz beþ yaþlarýnda, yüzünden saðlýk ve afiyet fýþkýran, iyi giyimli bir adamla görüþtüm. Ýþi yapabileceðime kanaat getirmiþ olsa gerek ki, oranýn iki sokak aþaðýsýnda baþka bir adresi tarif edip Ekrem diye bir herife yolladý. “Tamam,” dedim ve tarif ettiði yere gittim.
Esas iþin döndüðü yer burasýydý. Bir binanýn alt katýnda, daha çok bir depo veya süper market için tasarlanmýþ, fazla da büyükçe olmayan bir yerdi. Tüm duvarlarýn önüne dört bir taraftan yerleþtirilmiþ masalar ve üzerindeki küçük posta daðcýklarýyla boðuþan yirmi kadar adam vardý içeride. Ýçeri girdiðimi fark eden daðýnýk kýr saçlý, ellili yaþlarda bir adam yanýma gelip, “Sen yeni mi baþlayacaksýn?” diye sordu.
“Evet,” dedim. “Beni ana binadan gönderdiler. Ekrem diye birini arýyorum.”
“Ekrem benim. Bir kenarda bekle sen, biraz iþim var bitince konuþuruz.”
“Bir sigara içebilir miyim?”
“Dýþ kapýnýn önünde içebilirsin.”
Çýkýp sigaramý içerken çevre binalarý izlemeye koyuldum. Tam karþýdaki apartmanýn balkonlarýndan birinde tombul bir kadýn kocaman bir halýyý sinir stres içinde salladý, silkeledi ve benim oraya baktýðýmý fark edince pis bir bakýþ fýrlattý. Halýsýna dikkatlice baktým. Benden daha aðýr olmalýydý. Baþka tarafa bakmayý yeðledim. Sigaram biter bitmez, Ekrem damlamýþtý yanýma.
“Haydi gel iþi anlatayým sana.”
“Tabi...”
Herifin ardý sýra süzüldüm içeri. Postalarla boðuþan adamlarýn biraz uzaðýnda, tenha sayýlabilecek bir köþede baþladý anlatmaya.
“Az çok izlediysen görmüþsündür. Ýþimiz daðýtým...”
“Evet.”
“Bu arada adýn ne senin evlat?”
“Ferit.”
“Güzel. Bende Ekrem. Ha nerede kalmýþtýk? Her sabah ilk iþimiz, hep beraber bu envai çeþit postanýn tasnifini yapmaktýr. Bunu ilk önce yapmazsak burasý içine don atýlmýþ hela gibi taþar ve her yeri bok götürür anlýyor musun?”
“Evet anlýyorum.”
“Nasýl mý yapýlýr bu tasnif? Þöyle; her grubun bir bölgesi vardýr ve o bölgenin masasý üzerinde o bölgeye ait kocaman bir harita durur ve bütün evraklar, postalar bu haritadan her semt için cadde cadde, sokak sokak ve en son olarak bina numaralarýna göre ayrýlarak dizilir. Ýþini kolaylaþtýrmak istiyorsan evlat bu haritaya çok dikkatli bakmalýsýn. Bazen bir caddede birbiriyle kesiþen on tane sokak görürsün. Postalarýný ayýklarken bu on sokaðý öyle bir ayarlarsýn ki, ilkinden girdiðinde son sokaktan çýkarken çantanda oraya ait hiç posta kalmamýþ olur.
“Hý hý.”
“Bunun yanýnda asla postalarý çöpe atýp kafayý çekmeye gitmeyi deneme. Her zaman bunu yapan bir, iki orospu çocuðu mutlaka çýkar ve biz de onlara tek kuruþ ödemeden yolu gösteririz. Ayrýca söz konusu çöpe giden postalar iyi bir müþterimize aitse, bir sabah uyandýðýn da posta kutunda bir mahkeme ilamýyla karþýlaþabilirsin. Unutma her postacýyý izleyen baþka bir postacý daha vardýr.”
“Anlýyorum Ekrem bey, benden yana bir problem yaþamayacaðýnýza emin olabilirsiniz.”
“Çalýþma saatlerine ve alacaðýn ücrete gelince; sabah sekizde burada olup on bir gibi, o gün daðýtacaðýn bütün postalarý ayýklamýþ ve çýkmýþ olmalýsýn. Akþam iþin bittiðinde tekrar buraya dönmek zorunda deðilsin. Ertesi sabaha bir gün öncesinden kalmýþ iþ istemem. Ýadelerin için daima makul se-
beplerin olmalý. Postasýný vereceðin adamýn ölmediðine veya taþýnmadýðýna emin olmadan asla çöpe atma veya iade diye getirme. Evde birileri yoksa bile , apartmanda her zaman iyi bir komþu vardýr. Unutma ki, iþimiz bir anlam da kutsal bir görev. Ücrete gelince; dört yüz milyon... Yol parasý tabi ki bizden, üç ay sonra da SSKlýsýn. Anlaþtýk mý?”
“Yemek?”
“Elemanlar iþ yerinde sabit olmadýðý için yemek veremiyoruz.”
“Tamam anlaþtýk.”
Ardýndan arka taraftaki masalardan birini iþaret etti.
“Þu masaya git ve oradaki yeþil gömlekli adama benim yolladýðýmý söyle sana iþi göstersin.”
Dediði yere gittim. Yeþil gömlekli adama.
“Merhaba. Beni Ekrem bey yolladý, bu gün baþlýyorum.”
“Daha önce yaptýn mý bu iþi?”
“Yok hayýr.”
“Benim adým Kenan dördüncü bölgenin takým þefiyim. Beraber çalýþacaðýz.”
“Memnun oldum. Ben de Ferit.”
Birden, herifin kraldan daha fazla kralcý pislik bir tip çýkacaðýna dair çok güçlü bir his uyandý içimde.
Karþý duvarýn dibindeki masayý iþaret ederek, “Oradan kapabildiðin kadar zarf, dergi, ne bulursan al gel baþlayalým.
Yirmiden fazla, bellerini büküp masaya çökmüþ adam; kararlý, dikkatli ve hýzlý bir tempoyla sanki ikinci dünya savaþýnda Almanlarýn kullandýðý Enigma þifresini çözmek üzereymiþler gibi hýrsla, zarflar ve haritalarla boðuþuyorlardý.
Kucaklayabildiðim kadar zarf tomarýný alýp Kenan’ýn önündeki masaya býrakýverdim.
“Dördüncü bölge dediðimiz yer, Niþantaþý, Þiþli, Osmanbey ve civarýdýr....”
Hemen hemen büyük þefin söylediklerinin aynýlarýný tekrarlýyordu. O konuþurken her söylediðine “Tamam, Tamam” diyor, bir yandan da burun deliklerinden fýþkýran hayli uzamýþ kýllarýndan ve bir hindiyi andýran boynunda, gýrtlaðýnýn tam ortasýndaki kemiðin her yutkunuþunda bir yukarý bir aþaðý hareket ediþini izlemekten kendimi alamýyordum. Konuþurken ilk gün için daðýtacaðým postayý ayýrmýþtýk bile.
“Tamam... Bu günlük bu kadarýný ancak daðýtýrsýn. Ýlk gün biraz zorlanabilirsin ama harita sana yardýmcý olur.”
“Sað olun. Elimden geleni yapacaðým artýk...”
“Ýnþallah elinden gelenin en iyisini yaparsýn,” dedi ve þerefsizce sýrýtýp, masanýn altýnda yerde duran bir çantayý postalarý koymam için elime tutuþturdu.
“Ha... Az daha söylemeyi unutuyordum; daðýtýma çýkmadan önce muhasebeye uðra ve Gülbebek Haným’dan yol paraný al. Yeni baþladýðýný söyle o gerekeni yapar.”
“Muhasebe nerede?”
“Buraya gelmeden önce ilk uðradýðýn binaya gideceksin.”
“Anladým.”
Bütün postalarý düzenli bir þekilde ayýrýp çantaya yerleþtirdim. Ýçlerinde mesleki içerikli dergiler vardý ve en çok da bu dergiler canýma okuyacaktý. Çantayý sýrtlarken belim çatýrdayacak gibi oldu. Yirmi beþ kilogramdan az deðildi. “Ne yapalým kaderde bu da varmýþ,” diye düþünerek çýktým oradan.
Ýlk geldiðim binaya girip karþýma çýkan ilk adama muhasebenin nerede olduðunu sordum ve sonra adamýn tarif ettiði gibi birinci kata çýkýp, saða dönüp, koridorun sonundaki Gülbebek Haným’ýn odasýný buldum.
Odanýn önüne geldiðimde tam kapýyý çalýp içeri girmek üzereydim ki, içeriden gelen tartýþma sesleri yüzünden beklemeye karar verdim.
“Gülbebek Haným on beþ gündür hep ayný þeyi söylüyorsunuz ama ortada bir þey yok. Yol parasýný bile cebimden veriyorum. Artýk dayanacak gücüm kalmadý lütfen bu gün bana en azýndan bir miktar ödeme yapýn.”
“Anlýyorum sizi Muhsin Bey ama benim yapabileceðim bir þey yok. Ben bana söyleneni yapmakla yükümlüyüm. Þu an herkesin durumu aynen sizin gibi.”
“Peki ne zaman alýrým geçen ayýn maaþýný? Bana kesin bir
þey söyleyin de ona göre ayarlayayým bari kendimi.”
“Birkaç gün içerisinde bütün çalýþanlarýn geçen aydan kalan alacaklarý ödenecek Muhsin Bey merak etmeyin.”
“Gülbebek Haným o zaman bir haftalýk yol parasýný bana toptan verin en azýndan þimdilik tedarik olsun.”
Bu son cümleden sonra tartýþma kesildi ve içeriden üstü baþý dökülen, kýrk beþ yaþlarýnda, esmer, kýsa boylu, kamburu çýkmýþ bir adam omzunda benimkinin aynýsýndan bir çantayla çýktý. Siniri geçmemiþ gibi görünüyordu. Beni fark etmeden yanýmdan geçip gitti. Ardýndan ben girdim içeri.
Karþýda; masasýnýn arkasýndaki koltukta, otuz yaþlarýnda, saçlarýný tepesinden topuz yapýp, tutturmak için toka niyetine arasýna bir kurþun kalem sokmuþ, etine buduna dolgun bir kadýn oturuyordu. Beni görünce orada ne için bulunduðumu anlamak amacýyla “Buyurun yardýmcý olayým” diye söze girdi.
“Ben bu gün iþe yeni baþladým. Öbür binadan gönderdiler, yol parasý almam gerekiyormuþ.”
Defalarca ayný durumla karþýlaþmýþ olsa gerek ki hiçbir þey söylemeden adýmý sorup masanýn üzerinde önünde duran ajandanýn bir sayfasýný açýp not aldý. Sonra elini masanýn çekmecesine daldýrýp çýkardýðý para destesinden tam tamýna iki otobüs bileti parasýný elime saydý ve adýmý soyadýmý önündeki küçük bir kaðýda not aldý. Parayý alýp çýktým ve en yakýn otobüs duraðýna doðru yollandým.
“Þiþli merkezde inerek daðýtýma baþlamayý düþünüyordum. Oradan aþaðý Osmanbey, içeri gir Niþantaþý, aþaðýsý Teþvikiye ve iþlem tamamlanmýþ olacaktý. Bir iþ yerinde mesainin bitmesi için genelde zamana karþý yarýþýrsýn fakat bu sefer yarýþtýðým þey, kilogramlar hatta gramlar olacaktý. Otobüsten inip, Þiþli Meydaný’ndan Harbiye’ye doðru yürümeye baþladým. Bir aþaðý, bir yukarý doðru akan insan ve metal yýðýný trafiðini izlerken bir apartman dibine girip bir sigara yaktým. Kolay olmayacaktý. Elimde bir tomar zarfla, iþ hanlarý, maðazalar, apartmanlar her türden yere, her türden postayý daðýtýyordum. Telefon faturalarý, davetiyeler,
kredi kartý ekstremleri, ne çýkarsa... Ýlk birkaç apartmanda zilleri çalarken biraz tedirgin olmuþtum. Çoðunlukla hoparlörden gelen “Kim o?” sesi bir kadýna ait oluyor, “Postacý!” diye cevaplarken, bir an için olsa bile küçük bir tereddüt yaþýyor, kendimi postacý kýlýðýnda kapýlarý çalýp kadýnlarýn ýrzýna geçen bir cinsi sapýk gibi hissediyordum. Merdivenleri usulca çýktýktan sonra, bulaþýktan yeni çýkmýþ ýslak elleri veya izlediði sabah homosu programýný yarýda býrakýp gelmenin telaþýyla karþýma çýkan ev hanýmý daha, “Telefon faturasý...” veya “Çocuðun okul taksiti...” dememe fýrsat vermeden; “Aa ne postasýymýþ bu...?”, “Aman neyse ver imzalayayým...” deyip, imzayý çaktýktan sonra alelacele kapýyý üzerime kapýyordu.
Kýsa bir tecrübeden sonra anladým ki, postacý, sucu, sütçü, tesisatçý efsaneleri kocaman bir balondu. Býrakýn beni eve almayý, uzattýðým kaðýda bile doðru dürüst bakmazlardý. Kocasýnýn kýçýndan donunu alacak bir senet imzalatsam farkýna bile varmazdý çoðu.
Ýlk gün iþim akþam yedi civarýnda bitti. Ayakta duracak halim yoktu. Elimde yirmi, otuz tane adres deðiþikliði, yanlýþ adres veya benzeri sebeplerden dolayý iade kalmýþtý. “Caný cehenneme!” diye düþünüyordum. Nasýlsa makul sebeplerim vardý. Son posta Teþvikiye’de bir reklam ajansýna býraktýðým bir dergiydi. Oradan dümeni aþaðý kýrýp, Maçka’ya doðru yürüdüm. Maçka sýrtlarýndan Kýz Kulesi’nin göründüðü bir banka oturup paydos yaptým. Sigara içip manzarayý seyre dalmýþken, elinde kutu birasýyla bir kaðýt toplayýcýsý gelip yanýma oturdu. “Sigaran var mý?” diye sordu. Bir tane verdim yaktý ve birasýndan ikram etti. Bir fýrt alýp geri verdim. Bu birayý çöpte açýlmamýþ bir þekilde bulduðunu anlatýp, çok þanslý olduðunu söyledi. “Gerçekten þanslýymýþsýn,” dedim. Bir sigara daha istedi verdim. Ben de bir fýrt daha aldým birasýndan. Biz laflarken yandaki leb-i derya apartmanlarýn birinden kokana bir karýnýn bizi izlediðini fark ettim. Camdan sinirli bir yüz ifadesiyle bize bakýp bir þeyler söyleniyordu.
“Birader ben kaçýyorum. Bence, sen de birayý baþka bir yerde içsen iyi olur. Þu karþýdaki kocakarý huylandý galiba. Polis çaðýrabilir.”
Dediðim yere doðru bakýp camýn arkasýndaki kocakarýyý o da fark etti.
“Haklýsýn... Sigara için sað ol.”
“Önemli deðil.”
Ayaða kalkýp ayrý yönlere doðru yürüdük. O kadar yorgundum ki, evrende var olan þeylerin benimle hiçbir alakasý olmadýðýný düþünüyordum. Eve dönüp, saçma olduðunu düþündüðüm bir þeyler düþünürken uyuya kalmýþým.

28

Ertesi sabah güç bela da olsa uyanarak, saat sekizde iþ yerinde olmayý baþardým. Dördüncü bölgenin masasýna geçip bir yandan dünkü iadeleri ayýrýp, bir yandan da o günün postalarýný düzenlemeye koyuldum. Ben iþimle uðraþýrken, Ekrem bey yanýma geldi.
“Ýlk gün nasýldý evlat? Bir aksilik çýktý mý?”
“Hayýr bir sorun olmadý Ekrem bey.”
“Ýyi... Haydi sen iþine bak, ben birazdan yine uðrarým konuþuruz.”
Ýyi bir adama benziyordu Ekrem. Kimseye sorun çýkarmak ister gibi bir hali yoktu. On dakika sonra gelip iade olup olmadýðýný sordu. “Var,” dedim ve otuza yakýn iade zarfý önüne koyup tek tek mazeretlerimi anlattým. Hepsini dikkatle dinledikten sonra iade zarflarýný alýp, devam etmemi söyleyerek gitti. Ben de tekrar masadaki postalara daldým.
Kesiþen sokaklar, caddeler, kestirme yollar... Bunlarýn birbirileriyle özenle ve dikkatle eþleþtirilmesi hakikaten önemliydi. Ýþin püf noktasý buydu. Sabah üþenmeden yapacaðým ayrýntýlý bir tasnifin, bana rahatlýkla iki üç saat kazandýracaðýný ilk günden kavramýþtým. Bu da demekti ki, akþam dört, beþ sularýnda özgürdüm ve kirli odamda kendimi dünyanýn dýþýnda bir yerlerde hayal edebilecektim.
Kafam önde kendimi zarflara kaptýrmýþken, hemen yaný baþýmda dikilen biri “Kolay gelsin,” dedi ve benimle beraber yanýndaki zarf tomarýna giriþti. Yüzümü ona doðru çevirerek “Sað ol,” diye karþýlýk verdim. Otuz yaþlarýnda görünüyordu, önden iki diþi dökülmüþ ve tek kolu yoktu.
“Yeni baþladýn galiba?”
“Evet.”
“Neden bu iþi seçtin? Zor iþtir...”
“Ýþ yok ki. Bulabileceðimin en iyisi buydu.”
“Anlýyorum...”
Biz konuþurken adamýn biri daha masaya gelerek bize katýldý. Kafamý yana çevirdiðimde adamý hemen tanýdým. Dün muhasebeci kadýnla tartýþan adamdý.
“Zordur ama zevkli iþtir ayný zamanda.” diye söze katýldý.
Göz göze geldik.
“Yeni mi baþladýn sen?” diye sordu o da.
“Evet.”
“Alýþtýðýnda seveceksin. Ben üç yýldýr yapýyorum bu iþi.
Sýrf zevk için. Parasýna ihtiyacým yok.”
“Evet zor ama zevkli bir iþe benziyor.”
“Öyledir öyle...” dedi ve masadan birkaç zarf alýp gitti.
Bir yandan laflayýp bir yandan da postalarý ayýklarken Kenan; þu bizim küçük þef yanýmýzda bitivermiþti.
“Elinizi çabuk tutun beyler. Bu gün, geçen haftadan kalan evraklarýn artýk daðýtýlýp, bitmiþ olmasý gerekiyor.
“Bu Kenan denen herifi hiç sevmedim.”
“Pek sevilmez zaten.”
“Her yerde böyle biri çýkar muhakkak.”
“Haklýsýn birader.”
Normalde beraber çalýþtýðým adamlarla konuþmam fakat o an kirli bir masa üzerinde ayný yazgýyý paylaþtýðým, onu veya beni hiç mi hiç ilgilendirmeyen deðersiz zarf tomarlarýný tek
koluyla ayýklamaya çalýþan bu adamýn acýsýna ortak olmam gerektiðini düþünüyordum ama ona acýmýyordum. Eðer ona karþý bir þeyler hissetmem gerekiyorduysa, daha çok kendimi suçlu gibi hissediyordum.
“Ne zamandan beri buradasýn?”
“Bir sene oldu.”
Tek kolla benden iyi iþ görüyordu. Seri ve hýzlýydý.
“Tek kolla iþimin zor olduðunu düþünüyorsun deðil mi?”
“Gayet iyi görünüyorsun. Burada iki buçuk yýl daha çalýþsam, senin kadar hýzlý olabileceðimi sanmýyorum.”
“Sadece yükte problem yaþarým. Bu yüzden daha az ama önemli evraklarý verirler bana. Kesinlikle mazeret kabul etmeyen, mutlaka ulaþtýrýlmasý gereken zarflar. En güvendikleri adamlardan biriyim.”
“Ayný bölgedeyiz galiba? Umarým biraz yardým edersin bana.”
“Bu gün daðýtýma beraber çýkalým. Sana iþini kolaylaþtýracak bir iki þey gösteririm. Zaten kendin birkaç gün sonra iþin kurdu olmaya baþlarsýn.”
Saat on bire doðru iþimizi bitirip çýktýk. Yolda isminin Ali olduðunu öðrendim. Bir ara kolunu sorayým dedim sonra vaz geçtim. Taksim yönüne giden bir otobüse bindik ve çantalarýmýzý bacaklarýmýzýn arasýna alýp yan yana oturduk. Karþýmýzdaki dörtlü koltukta oturan; bizden daha maðrur, daha saðlýklý ve daha korunaklý görünen kadýn ve erkeklere bakarak.

29

Kolsuz Ali, ben ve diðerleri sýrtýmýzda yüklerle günleri ve postalarý eritirken, bir ay sonra Ali’nin dediði gibi iþin kurdu olmuþtum. Dolaþtýðým bölgelerdeki iþ hanlarýndan bir iki çay ocaðýyla anlaþmýþ, sadece civarda daðýtýlmasý gereken postalarý alýp diðerlerini taþýmamak için çay ocaklarýna býrakýyordum. Sonra bir baþka bölge ve baþka bir çay ocaðý. Bu bana her gün için dört beþ çay parasýna patlýyordu fakat daha az bel aðrýsý için ödenmesi gereken makul bir bedeldi.
Dediðim gibi hem iþi öðrenmiþ hem de hýzlanmýþtým. Teslimat karþýlýðýnda muhakkak imza almam gereken zarflar dýþýnda; telefon faturasý, kredi kartý ekstremleri, gibi daha önemsiz sayýlan zarflarý fazla uðraþmadan posta kutusuna atýyor, ya da varsa kapýcýya teslim edip geçiyordum ve imreniyordum o býyýklarý çökelek kokan adamlara. Kendilerine bodrum katýnda tahsis edilen dairede, tombul karýlarýný ha bire doðurtmaktan baþka yaptýklarý bir iþleri yoktu. Çoðu da güvenilmez, beþ para etmez adamýn ta kendisidir. Þu bizim Seyit gibi. Çevredeki diðer apartmanlardan ayný köyden gelmiþ üçü beþi her gün bir baþkasýnýn kapýsýnýn önüne iskemleleri atýp; koca götleri, çirkin suratlarý, pantolonlarýndan görünen kirli beyaz çoraplarýyla oturup çekirdek çýtlarken, apartman sakinlerinin birinin karýsýnýn arkasýndan, kocasýnýn onu nasýl becerdiðine dair konuþmaktan da geri kalmayacak aþaðýlýk adamlardýr.
Kapýcýlarý dikkatle incelerseniz, Anadolu köylüsünün ahlak standartlarýndaki ikiyüzlülüðün ve gazetelerin üçüncü sayfalarýndaki tecavüz olaylarýnýn nedenlerine dair bir çok ip ucu bulabilirsiniz. Bana kalsa, taþýndýðým apartmanda yapacaðým ilk iþ kapýcýnýn iþine son vermek olur.
Ýþler yolundaydý ve tabi ki bu da, insanda ister istemez bir rehavet ve güven duygusu yaratýyordu. Öyle ki, daðýtým yaptýðým apartmanlara iþemeye baþlamýþtým. Sýkýþýnca pantolonun düðmelerini açýp arkamda bir sidik göleti býrakýyordum ve soðukkanlýlýkla orayý terk ediyordum. Bir kapýcý veya apartman altýndaki bakkal tarafýndan fark edilip, kýskývrak yakalanabilirdim fakat beni bundan daha çok korkutan, yakalandýktan sonra apartman sakinleri ve yönetici tarafýndan alýkonarak, þirkete telefon açýlýp durumun haber verilmesi olacaðýydý. Bu utanç verici sahneyi kafamda canlandýrabiliyordum.
“Alo... Beyaz Güvercin daðýtým þirketi mi?
“Evet buyurun.”
“Hanýmefendi ben Niþantaþý, Krizantem Sokaðý, Karpediyem apartmaný yöneticisi emekli albay Niyazi Estrir.”
“Evet sizi dinliyorum beyefendi.”
“Hanýmefendi þu anda Ferit Keskin isimli daðýtým elemanýnýzý apartmanýmýzýn içerisine iþerken suçüstü yakalamýþ bulunmaktayýz.”
“Ne...! Anlayamadým beyefendi? Elemanýmýz apartmana mý iþemiþ? Ama böyle bir þeyin olmasý imkansýz!”
“Hanýmefendi kendisi yanýmýzda. Buyurun bu küstahça davranýþýnýn hesabýný kendisi versin.”
Yaþlý moruk telefonu bana uzatýrken, bir yandan da kaçmamam için belimden kavramýþ kapýcýnýn kollarýnda iþim bitik bir vaziyette telefonu alýyordum.
“Jale haným anlatýlanlar ne yazýk ki doðru.”
“Ferit bey inanamýyorum size. Þirketimizi de zor durumda býrakabilecek böylesine bir ahlaksýzlýðý nasýl yapabildiniz!?”
“Jale haným benim prostatým var. Sýk çiþe çýkarým ben. Raporlarým var, þirkete gelince gösterebilirim.”
Durumu kurtarmak için o an için salladýðým bu yalaný umursamayan yönetici, tekrar telefonu alýp devam ediyordu.
“Bayan biz þimdi bu terbiyesiz adamý derhal polise teslim edeceðiz. Þirket olarak haberiniz olsun.”
“Beyefendi þu andan itibaren, o þahsýn þirketimizle ilgili
hiçbir baðý kalmamýþtýr ve kendisine gereken ceza verilecektir. Sizden bu talihsiz olay için özür diliyor...”
Bunlarý düþünürken tüylerim diken diken olsa da yine de karþý koyamýyordum kendime. Ýþediðim yer ve kurumlar arasýnda, Niþantaþý’nýn hatýrý sayýlýr tarihi binalarýnda bulunan bir çok muayenehane, sivil toplum örgütü ve konsolosluk bulunuyordu.

30

O gün 1 Mayýs’tý. Ýþçi bayramý... Ýþyerine geldiðimde herkes bundan bahsediyordu. Tabi ki bizim de postacýlar olarak eyleme gideceðimizden veya bir organizasyon tertipleyeceðimizden deðil, yapýlacak büyük gösterinin bizim iþyerinin caddesindeki meydanda olacaðýndan, o günlük bir tatil veya gösteri bitip yollar açýlýncaya kadar çalýþmamak gibi benzeri bir deðiþiklik söz konusu olup olmayacaðý üzerineydi konuþmalar. Bizim bölgedeki bütün yollar trafiðe kapatýldýðýndan, herkes bir otobüse binebilmek için Çaðlayan’dan Þiþliye kadar yürümek zorundaydý ve kimsenin o kadar yolu yürümeye niyeti yoktu. Herkesin aklýnda bir yolunu bulup kaytarma düþüncesi vardý.
Büyük þef Ekrem’i görünce, “Ekrem bey biliyorsunuz yollar gösteri yüzünden kapalý ne yapacaðýz? Þiþli’ye kadar yürüyecek miyiz?” diye sordum. cevap olarak “Evet biliyorum çocuklar... Bu nedenle, bu gün çalýþmýyoruz, paydos!” gibi bir þeyler duyma beklentisi içerisinde.
Sýrýtarak cevap verdi.
* “Yollar yürümekle aþýnmaz.”
Her zaman ki gibi postalarý ayýklayýp on bir gibi çantamý sýrtlanýp çýktým. Civardaki tüm sokaklar, caddeler polis noktalarý kurularak tutulmuþ ve kontrol altýna alýnmýþtý. Ana caddeye çýkana kadar üç defa çantamý didik didik ettiler. Sýrtýmda çantayý gören çeviriyordu.
“Kimsin sen?”
“Postacýyým.”
“Aç bakalým çantaný.”
Ýçinde bomba veya Bulgaristan Komünist Partisi’nin manifestosunu bulamayýnca, “Kaybol” deyip uðurluyorlardý.
Yüzlerce, binlerce insan ellerinde parti ve örgüt bayraklarý; davullu, zurnalý, sloganlar ve marþlar eþliðinde alana ve üzerime doðru akarken; kan ter içinde, güç bela yürümeye çalýþýyordum ki, karþýdan, kalabalýðýn içinden bana doðru gelen bir tanýdýðý fark ettim. Bir zamanlar, üniversite yýllarýnda bir konferans salonunda gazetecinin biri konuþurken Mao Zedung döneminde Çin’de halkýn giydiði tek tip mavi pamuklu elbiseyi “Çýplak gezmekten iyidir” diye övmeye baþlayýnca “Hadi lan, oradan...” diye söylenip salondan çýkmýþtým. Konferanstan sonra, önümdeki koltukta oturan ve çýkarken söylendiðimi duyan, romantik devrimci bir fýstýkla bu konu yüzünden ufak çaplý bir polemik yaþamýþtýk ve bu polemik bizi bir süre sonra yataða sürüklemiþti.
Yan yana gelince kucaklaþtýk. Yanýnda bir kýz daha vardý.
“Gözlerime inanamýyorum Ferit sen misin?”
“Evet Ýdil’ciðim yanýlmýyorsun benim.”
“Ýki seneden fazla oldu görüþmeyeli neler yapýyorsun? Ha bu arada bu arkadaþým Buse. Buse bu da Ferit...”
Ýdil benden biraz uzun boylu kusursuz bir vücuda sahip bir esmer güzeliydi. Buse ufak tefek bir sarýþýndý. Hýrçýn ve gergin görünüyordu. Belli ki, eyleme Nisan baþýndan beri konsantre olmuþtu. Zoraki tanýþma diyaloðumuzu “Memnun oldum,” diyerek noktaladýk.
“Gösteriler için mi geldin?”
“Hayýr... Bu gün çalýþýyorum.”
“Öyle mi ne yapýyorsun?”
“Sýrtýmdaki postalarý daðýtmak zorundayým. Sen neler yapýyorsun gazeteye devam mý?”
Türkiye’de ilk dörde giren gazetelerden birinde güzel bir iþi vardý.
“Hý hý devam...”
“Bana da bir iþ ayarlasana þu gazeteden posta daðýtmaktan anam aðlýyor.”
“Ne tür bir þey?”
“Köþe yazýlarý yazabilirim.”
“Ýkimiz de kovuluruz Ferit.”
“Haklýsýn.”
Ayaküstü sohbetimiz sürerken insanlar saðýmýzdan solumuzdan meydana akmaya devam ediyordu.
“Kusura bakma gitmek zorundayýz Ferit. Bulmamýz gereken arkadaþlar var, birbirimizi kaybetmeyelim.”
“Tabi ki.”
“Beni muhakkak ara tamam mý? Numaramý biliyorsun.”
“Tamam arayacaðým tatlým.”
Ayrýlýrken, eski günlerin hatýrýna bir öpücük kopartmak niyetiyle dudaklarýmý uzattým fakat dudaklarýndan öpmemem için baþýný yana doðru çevirdi. Kýsmet yanaklarýnaymýþ. Tekrar kucaklaþýp görüþebilmek dileðiyle ayrýldýk.
Þiþli’ye vardýðýmda dinlenmek için meydandaki camiye girdim. Caminin avlusu polis kaynýyordu. Onlar da dinlenmek için camiyi seçmiþlerdi. Abdest alýnan çeþmelerden birinde elimi yüzümü yýkadým. Elinde telsiziyle koca kafalý bir polis yanýma damladý. Elinde telsiz olmasa ve yüz metre öteden görsem, yine de bir adamýn polis olup olmadýðýný rahatlýkla anlayabiliyordum.
Bir keresinde Ayça’yla Beyoðlu Ýstiklal Caddesi’nde bir simitçinin önünden geçerken caný çekmiþ ve kendisine simit almamý istemiþti.
“Ne kadar simit?”
“Yüz bin lira abi.”
Bana abi diyen adam nereden baksan kýrk yaþýnda vardý. Tabi bunun konuyla bir alakasý yok. Burasý herkesin birbirine abi, baba dediði bir ülke nasýlsa.
“Ýyi ver bir tane.”
“Sarayým mý abi? Elde mi yersiniz?”
“Sarmana gerek yok.”
Simidimizi aldýk ve tekrar yürümeye koyulduk.
“O adam polisti.”
“Hangi adam?”
“Simitçi.”
“Simitçi mi?”
“Evet.”
“Yine baþladýn saçmalamaya.”
“Saçmalamýyorum hayatým. Polisti o adam diyorum sana.”
“Nereden uydurursun böyle tuhaf þeyleri.”
“Ýyi bir gözlemciyim hayatým. Benim iþim bu; insanlarý izlerim.”
“Ýnsanlarý izlermiþ... Seni yalancý. Ýnsanlardan nefret ediyorsun sen. Onlarla göz göze gelmemek için gittiðimiz her yerde sandalyeni ters çeviriyorsun ve yolda yürürken bile yere bakýyorsun. Senin gözlemlediðin tek þey yanýndaki kadýn. Bunu da, senden baþka hiçbir canlý yaratýða bakmamasý için yapýyorsun.”
“Ama o herif polisti diyorum tatlým. Neyse unut gitsin.”
Ýþlerimizi halledip iki saat kadar sonra eve dönmek için meydana çýktýðýmýzda bizim simitçiyi fark ettim. Ýki saat önce gördüðümüz yer, meydandan en az iki yüz metre aþaðýdaydý. Heyecanla Ayça’yý dürttüm.
“Tatlým baksana!”
“Ne oldu?”
“Karþýda heykelin önündeki adamý görüyor musun?”
“Þu yerleri süpüren adamý mý kastediyorsun?”
“Evet, evet...”
“N’olmuþ adama?”
“Simit aldýðýmýz adam bu.”
“Ama hayatým bu adam belediyenin çöpçüsü görmüyor musun?”
“Görüyorum. Hem çöpçü hem simitçi, yani sivil polis anlýyor musun?”
Oraya doðru yürüdük ve adamýn tam önünden geçiyorduk.
“Dikkatli bak tatlým. Tanýyabildin mi bay simitçiyi?”
Þöyle yan gözle iyice bir inceledi herifi.
“Ýnanamýyorum haklýymýþsýn... Peki nasýl anlamýþtýn tatlým?”
“Simidi sana uzatýrken dikkat etmiþtim, kolunda altýn kaplama bir saat vardý.”
“Genç ne iþ yaparsýn sen?” diye sordu koca kafalý telsizli polis.
“Kuryeyim daðýtým yapýyorum.”
“Çantanda postalar mý var?”
“Evet isterseniz gösterebilirim.”
“Ýyi bir göster bakalým.”
Çantayý açtým þöyle bir üstünkörü göz attýktan sonra kapattým.
“Haydi kolay gelsin.”
“Sað ol.”
Camiden çýkýp Niþantaþý’na doðru yürümeye ve postalarý daðýtmaya baþladým. Niþantaþý’na vardýðýmda bir sokaðýn köþesindeki bir binadan sola dönerken, diðer sokaktan çýkan bir adamla çarpýþtýk. Elimdeki zarflar yere düþtü.
“Önüne baksana lan!” diye çýkýþtý adam. Otuz, otuz beþ yaþlarýnda, üzerinde kareli bir gömlek olan, ben boylarda, oranýn ahalisinden olmadýðý belli, tahsilatçý kýlýklý bir tipti.
“Ne baðýrýyorsun kardeþim! Sen de dikkatli olsana biraz!”
“Doðru konuþ hasta etme adamý!”
Bir an hapishaneleri düþündüm ve mezarlýklarý ve karýlarý tarafýndan aldatýlan adamlarý ve paylaþýlamayan arsalar yüzünden çýkan ihtilaflarý ve bahçelere dadanan tavuklar yüzünden çýkan kavgalarý... Her þey bir anda olup bitiyordu demek ki.
“Ya Allah ya sabýr!” diyerek, eðilip yere düþen zarflarý toplamaya koyuldum. Adam da tam bir iki adým atmýþtý ki tekrar dönüp yanýma geldi.
“Ne konuþuyorsun lan arkamdan!”
“Bak birader çek git yoluna. Arkandan filan konuþtuðum yok.”
“Duydum oðlum... Ne dýr dýr ediyorsun lan öyle karý gibi arkamdan! Delikanlýysan yüzüme karþý konuþsana!”
Bir mayýs kanlý geçeceðe benziyordu. Þöyle derin bir nefes alýp gerindikten sonra “Sen kaþýndýn oðlum!” diye baðý-
rýp suratýnýn tam ortasýna bir sað direk oturttum. Kýsa süren bir afallamanýn ardýndan karþýlýk vermek için üzerime gelince, bu sefer yakasýndan kavrayýp burnunun ortasýna bir kafa çaktým. Kafa bereketli bölgeye isabet etmiþti. Bir anda, patlamýþ bir su borusu gibi oluk oluk kan fýþkýrmaya baþladý herifin burnundan. Fakat pes etmeye niyeti yoktu. Bu sefer de boynuma sarýlmýþtý ve boðuþmaya baþlamýþtýk. Boynunu sað kolumla sýkýca kavrayýp, sola doðru savurarak ayaðýna çelme takýp yere fýrlattým. Tam yerdeyken de tekmelemek üzereydim ki, çevreden olayý gören bir iki kiþi gelip belime sarýlarak beni durdurdu.
“Sakin ol arkadaþ! Niye kavga ediyorsunuz?”
“Kendi bulaþtý birader bana.”
Ýçlerinden bir tanesi atladý. Altmýþ yaþlarýnda vardý.
“Ben gördüm olayý bu çocuðun bir suçu yok öbürü belasýný aradý.”
O sýra beriki toparlanýp, “Görürsün sen! Bulacaðým seni buralarda!” diye kancýk kancýk söylenince bizi ayýranlar bunu
“Siktir git lan!” diye kovdular.
Üstüm baþým yine bir orospu çocuðunun kanýyla berbat olmuþtu. Yere düþen zarflarýn bir kýsmý da ayný þekilde... Zarflarý toplayýp çantaya attým. Elimi yüzümü yýkayacak bir yer bulmalýydým. Az önce dönmem gereken yerden sola dönüp bir sigara yaktým.

31

Bir ay sonu maaþýmý aldýðým gün, uzun süre sonra yeniden ayaklarým beni bir bar taburesine sürükledi. Posta çantasýný eve fýrlatýp, saat altý sularýnda baþladým içmeye. Dokuz, on gibi kafam kýyaktý. Barýn bir köþesinde, ayakta duranlarýn üzerine içkilerini býrakmalarý için duvara monte edilmiþ tahta tezgahýn önünde dikilmiþ biramý yudumlarken, sol tarafýmda kalan ikinci masada oturan herifin yanýndaki kýzýn, beni izlediðini fark ettim. Ona doðru döndüðümde gülümsedi. Küçük bir tebessümle karþýlýk verdim. Doðrusu bir anlam verememiþtim bu iþe. Kýzýn yanýnda herif vardý ve hiç de Adapazarý’ndan birkaç günlüðüne gelmiþ misafir kuzen havasý yoktu adamda. “Ýliþkilerinde bir geçiþ dönemi yaþýyor olmalýlar,” diye düþündüm. Kýz herifin bir boka benzeyip benzemediðine henüz karar verememiþtir. Günlerdir bir sürü kitaptan, besteciden, ývýr zývýrdan konuþulmuþ, vizyondaki bütün filmlere gidilmiþtir fakat kýz hala emin deðildir... Bana neydi ki, orada yalnýz olan bendim. O tarafa bakmamaya çalýþarak içmeye devam ettim.
Bir süre sonra dayanamayarak tekrar o yöne doðru döndüm ve kýzla tekrar göz göze gelip, karþýlýklý gülümsedik.
Bir yandan adamý da kolluyordum fakat ya oralý deðilmiþ, ilgilenmiyormuþ gibi davranmaya çalýþýyor, ya da henüz durumun farkýnda deðildi. Bu sefer bir daha kýza bakmamak üzere kafamý çevirdim. Baþkasýnýn aðacýndan dökülenleri toplamak tarzým deðildi fakat kýzýn pes edeceði yoktu ve yapýlabilecek en sürpriz hamleyi yaparak, masadan usulca kalkýp birden yanýmda bitiverdi.
“Merhaba,” dedi gülümseyerek.
“Merhaba,” diye karþýlýk verdim. Benden biraz daha uzun boyluydu. Ýri kahverengi gözleri ve seksi dudaklarý vardý.
“Sana bir bira ýsmarlayabilir miyim?”
“Yanýndaki herifin buna izin vereceðine emin misin?”
“Sorun deðil o.”
“Peki neden benim gibi bir salaða bir bira ýsmarlamak istiyorsun?”
“Bilmem... Güzel gülümsüyorsun.”
“Teþekkürler... Bira teklifini kabul ediyorum.”
Olayý fark eden ve saatlerdir benimle beraber dikilen, durmadan sigara içip kýsýk gözlerle etrafý süzerek, içeriye kolayca yataða girilebilecek bir hatunun girmesini bekleyen tipler bunalýma girmiþler, pis pis bana bakýyorlardý fakat gecenin þanslý adamý bendim ve kýzsa biralarý kapmýþ bana doðru geliyordu.
Biranýn birini bana uzatýp gülümsedi ve konuþmadan yerine döndü. Bundan sonra hamle sýrasý bendeydi. Kýz bu kadar rahat davrandýðýna göre demek ki, aralarýnda bir þey yoktu. Olsa bile bu yollarýn yolcusu olan bir adamýn çok fazla seçme þansý yoktur bu gibi durumlarda. Çünkü aradýðý bela tam ayaðýna kadar gelmiþtir. Fazla düþünmeden gidip oturdum masalarýna.
“Bira için teþekkür ederim.”
Kýz gülümseyerek karþýlýk verdi. Herifse zoraki bir gülümseme fýrlattý. “Ben Ferit,” dedim oturunca. Kýzýn adý Tuba’ydý. Herifinkiyse Çetin.
“Sizi burada ilk defa görüyorum.”
“Benim ilk geliþim ama Çetin arada bir gelir.”
“Ya sen...? Hep buralarda mýsýn?”
“Bir hastalýk, kaza, bela olmadýðý sürece genelde buralardayým.”
Doðru cümleler... Sempatik ve klasýmý ortaya koyacak cümleler kurmalýydým. Biraz daha ciddi olmalýydým.
“Ne iþ yapýyorsun?”
“Postacýyým.”
“Ciddi misin sen?”
Bir hayli þaþýrmýþtý.
“Neden?”
“Deðiþik bir tarzýn var. Postacýya benzemiyorsun hiç.”
“Dört sene üniversite okudum sonra býraktým.”
“Niçin býraktýn?”
“Yanlýþ seçimdi. Ekonomi...”
“Peki ya postacýlýk?”
“Hiçbir iþte kalýcý olmam ben. Sadece vakit kazanmaya çalýþýyorum.”
“Ýlerisi için bir planýn var mý?”
“Bir gün yazdýklarým para ederse, sadece içebilirim diye düþünüyorum.”
“Yazar mýsýn?”
“Berbat.”
Sohbet sürerken Çetin’i de kollamayý ihmal etmiyordum. Konuþtuklarýmýzýn hiçbiriyle ilgilenmiyor, olumlu veya olumsuz hiçbir tavýr sergilemiyordu. Tam bir kapalý kutuydu orospu çocuðu.
“Yazarlarla aran nasýl? Yani kitaplarla...?” diye sordum.
“Tahmin edemeyeceðin kadar iyi.”
“Kafka mesela?”
“Dava...”
“Karamazov Kardeþlerden sonra yazýlmýþlarýn en iyisi bence.”
“Belki de daha iyi...”
“Belki...”
Çetin kalktý ve tuvalete gideceðini söyledi. O gider gitmez, Tuba’nýn çenesini avucumun içine alýp kendime çektim. Ýtiraz etmedi. Ýsteyerek ve hissederek öpüþtük.
“Kim bu herif?”
“Boþ ver önemsiz.”
“Canýmý sýkýyor.”
“...”
“Seni seviyor mu? Acý çekiyor gibi bir hali var.”
“Galiba...”
“Sen?”
“Hayýr.”
“O adamý burada istemiyorum.”
“Saçmalama!”
“Haklýsýn.”
Çetin tuvaletten dönmeden önce durumu açýklýða kavuþturmam gerekiyordu.
“Peki bu gece için ne yapabiliriz bir fikrin var mý?” diye sordum.
“Grup yapar mýsýn?”
“Grup mu?”
...

Çetin dönünce kýz “Kalkalým,” dedi.
“Ferit’te bizimle geliyor.”
Çetin’in suratýna baktým hiç bozulmuþa benzemiyordu. Hatta hoþnut kalmýþ da denebilirdi. Ýþin içinde bir tuhaflýk sezinliyordum ve “Neden ben?” diye soruyordum kendime. Yine bir tuzakla mý karþý karþýyaydým yoksa? Ertesi gün gazetelerin üçüncü sayfalarýnda yazardý: “Beyoðlu’nda bir barda tanýþtýklarý genç postacýyý alem yaparken içkisine attýklarý ilaçla uyutup soyan biri kadýn iki kiþi, bir daha ki iþlerinde kýskývrak yakalandýlar. Sanýklarýn itiraflarý sonucunda, daha önce de ayný yöntemle yüzlerce kiþiyi soyduklarý ve...” Boþ kuruntuydu tabi ki. Gucci’den giyinip yýlan derisi cüzdan taþýmýyordum ki. Beþ parasýz bir münzevi olduðum, her halimden belli oluyordu.
“Peki... Ne zaman isterseniz çýkalým.”
Kadýköy yakasýnda oturuyorlardý ve motosikletle gelmiþlerdi Beyoðlu’na. Onlar motora binip gittiler. Bende arkalarýndan bir dolmuþa binip, geçtim karþý yakaya. Çetin kýzý eve býrakýp, anlaþtýðýmýz gibi beni Boðaz Köprüsünün hemen çýkýþýnda alacaktý. Dolmuþ yolda ilerlerken, hala mantýklý bir þeylerin peþinden gidip gitmediðime emin deðildim. Keriz gibi kandýrýlýp, o kadar yolu geri dönmek vardý bir de. Neyse ki, dolmuþtan iner inmez herifi karþým da buldum. Motoru hafif yan kýrmýþ, üzerinde bekliyordu. Arkasýna atladým ve gazladýk.
Hayatýmda ilk defa bir motosiklete biniyordum ve bir iki dakika içinde yüz kilometrenin üzerine çýktýðýmýza emindim. Kafamda kask yoktu. Ki olsa bile, o hýzla bariyerlere girdiðimiz zaman sadece kask saðlam kalýrdý. Ödüm bokuma karýþmýþ, korkudan Çetin denen herife sýmsýký sarýlmýþtým.
“Kaç kilometre yapýyoruz?”
Gürültüden sesimi duyamýyordu ibnenin evladý.
“Kaç basýyorsun þu an diyorum!”
“Yüz kýrk!”
“Allah belaný versin senin yavaþ olsana biraz! Daha yaþayacak günlerim, yazmayý düþündüðüm bir sürü kitap var benim! Ölmek istemiyorum! Ýmdaaat...!” diye her an baðýrabilirdim.
“Ne oldu korkuyor musun!?”
“Yok, yok! Ýyiyim!”
Neyse ki, on dakika sonra gideceðimiz yere varmýþtýk. Motordan indiðim de kaskatý kesilmiþtim. Öbür tarafa kafayý þöyle bir uzatýp gelmiþtik.
“Hýz tutkunusun galiba?”
“Bu ne ki... Ýki yüzü bastýðýmý bilirim.”
Motoru apartmanýn karþýsýnda uygun bir yere park etti ve geri geldi. Evin kapýsýndan girdiðimizde, geldiðimizi duyan Tuba içeriden seslendi.
“Geldiniz mi?”
“Evet!” diye cevapladý beriki.
Ayakkabýlarýmý çýkarmaya çalýþýrken Tuba tekrar seslendi. Yatak odasýnda olmalýydý.
“Merhaba Ferit!”
“Merhaba!”
“Ýstersen duþ alabilirsin!”
Kadýnlarý biraz olsun tanýyorsam, bunun anlamý “Duþ al!” demekti. O geceden önce sekiz aydýr yýkanmadýðýný düþünürlerdi.
Ayakkabýlarýmý çýkarýp direk banyoya girdim. Küvete girerken, “Çetin’den kurtulmanýn bir yolu olmalý,” diye düþünüyordum. Ilýk ve rahatlatýcý bir duþ alýp çýktým.
Ben banyodayken ikisi de soyunup yataða girmiþti. Yatak odasýndan sessiz bir misafir gibi girdim içeri. Yatakta sorun yoktu. Üçümüzü de alacak kadar büyük görünüyordu.
“Keyifler nasýl?” diye sordum içerdekilere.
“Haydi gelsene sen de.” dedi Tuba.
Her erkek kendini arada bir, üç kadýnla birden ayný yatakta düþler ama böyle bir duruma karþý hiçbir hazýrlýðým yoktu. Çetin’in bir sansar sessizliðinde, yataðýn içinden beni izlediðini biliyordum. Bir an ibne olabileceðini düþündüm.
“Tamam yavrum siz baþlayýn ben geliyorum.”
Dönüp çiþimi yapmaya gittim. Ýkisi seviþmeye baþlamýþlardý bile. Ne yapacaksam bir an önce yapmalýydým. Kendimi toplayýp yatak odasýna geri döndüm. Döndüðüm de iþi bayaðý ilerletmiþlerdi.
“Ah...! Ah devam et evet...”
Bense ortalýkta adi bir röntgenci gibi dolaþmaya devam ediyordum.
Fýsýldayarak, “Ne yapýyor?” diye Çetin’e beni sordu.
“Bizi izliyor galiba.”
“Belki de bundan hoþlanýyordur. Ah! Sen devam et.”
Hýzla soyunup yataða girdim. Çetin kýzý, yüzü bana bakar þekilde yan yatýrmýþ arkasýndan gidip geliyordu.
“Nihayet gelebildin ha...”
Cevap vermeden dudaklarýna yapýþtým. Çetin gidip gelmeye devam ederken biz de öpüþüyorduk. Ýkisi de gayet rahattý. Belli ki daha önce defalarca yapmýþlardý bunu. Benimse ne yapmam gerektiðine dair en ufak bir fikrim yoktu. Deðiþiklik iyi olur herhalde diye düþünerek, öpüþmeyi býrakýp göðüslerini yalamaya baþladým.
“Oh... Ohh, harikasýnýz ikinizde.”
Sonra daha aþaðýya karnýna ve oradan da bacaklarýna doð-
ru indim. Kýzýn bacaklarýný öperken çok büyük bir talihsizlik oldu ve bir anlýk dikkatsizlik sonucu yanlýþlýkla Çetin ’in bacaðýný öptüm. Kan beynime hücum etmiþti ama herife bir þey demeye hakkým yoktu. Grup yapýyorduk ve dünya üzerinde, grup yaparken bu yüzden kavga çýkarmýþ kaç adam olabilirdi ki? Tekrar yukarý doðru çýkmaya baþladým.
“Ýçime girmek ister misin?”
“Evet.”
Doðal olarak konuþmalarýmýzý duyan Çetin kýzýn içinden çýktý. Onu saf dýþý býrakmak maksadýyla kýzý sýrt üstü çevirip, içine girmek için klasik pozisyona geçtim ve bir yandan da öpüþmeye baþladýk. Artýk uzun bir süre beni rahatsýz edemez diye düþünürken birden bir atmaca gibi konarak, dudaklarýný bizimkilere dayayýverdi. Aðzýný dayamasýyla kendimi geriye atmam bir oldu. O andan sonra “Kesin ibne bu herif,” diye ciddi ciddi düþünmeye baþladým. Onlar öpüþe dursun, artýk kýzýn içine girme zamaný gelmiþti fakat benim ufaklýk yine benimle oyun oynamaya niyetliydi. Yine kalkmýyordu...
“Neyin var senin? Haydi girsene içime. Ýstemiyor musun yoksa?”
“Saçmalama... Biraz yorgunum galiba siz devam edin.” dedim ve kenara çekildim.
Benim pozisyona bu sefer Çetin geçti.
“Neyi varmýþ tatlým?”
“Bilmiyorum... Yorgun olduðunu söylüyor. Garip de birine benziyor.”
Biliyordum yavaþ yavaþ homoseksüel olduðumu düþünmeye baþlamýþlardý.
“Ýyi misin Ferit? Ýstersen Çetin’le de takýlabilirsin çekinme benden” dedi ve manidar bir þekilde gülümsedi.
“Hiç komik deðilsin Tuba.”
Bozulduðumu anlayýnca iþ tutmayý býraktý ve bana döndü.
“Kýzma hemen, espri yapýyorum.”
Belki gerçekten espri yapmýþtý, belki de gerçekten homo olup olmadýðýmý deniyordu her neyse... Fakat Çetin denen herifin, bu espri karþýsýnda sessizliði tercih etmiþ olmasý düþündürücüydü. Þimdi bu herifle ayný yataða tekrar nasýl girecektim?
Topladým kendimi ve hýzlý bir giriþ yaptým.
“Çekilsene sen biraz Çetin. Ben devam etmek istiyorum.”
Çekildi, çýktý kýzýn içinden. Ýçimde biriken enerjiyle giriþtim kýza. Deli gibi öpüyordum her yerini. Öyle ki, Çetin’e boþ alan kalmýyordu. Hiç oyalanmadan bacaklarýný omzuma alýp sertçe içine girdim. Hýzla defalarca gidip geldim. Gidip geldim. Kýz zevkten kudurmuþtu. “Yap, yap” diye baðýrýyordu. Yataðýn üzerinde ters çevirip arkasýna geçtim. Çetin’de aðzýna vermiþti ama artýk umurumda deðildi. Eski Yunan’dan bu yana tüm çiftleþme tanrýlarý þölen istiyordu benden ve ben emrindeydim onlarýn.
Saatlerce, günlerce sürdü sanki. Ýçinden çýktýðýmda kan ter içinde kalmýþtým. Doðrulup, sigara paketimi çýkarmak için, yataðýn kenarýna soyunduðum gömleðe uzandým. Çýkarýp bir sigara yaktým. Çetin yataktan çýkýp banyoya gitmiþti.
“Ýstediðin buydu deðil mi?”
“Kýrýcý olma lütfen.”
“Haklýsýn.”
Kýsa süren bir sessizlik oldu.
“Sabah nasýl gidebilirim buradan?”
“Evin az ilerisinde bir otobüs duraðý var...”
“Anladým... Ýyi geceler sana.”
“Sana da...”
Son sözler bunlar oldu ve Çetin’de banyodan dönüp yata-
ða girdi. Üçümüz beraber o yatakta uyuduk.

32

Tam bölgemde tanýnan ve itibar gören bir postacý konumuna gelmiþtim ki, artýk tecrübeli olduðum için kýsmen daha zor bir bölge olan, boðaz bölgesine vermiþlerdi beni. Nedeniyse, buralarda yerleþimin sahil kesimlerinden baþlayýp sýrtlara doðru uzanmasýydý. Bu, þu demek oluyordu; iþe yeni baþlamýþ acemi bir postacý, bu sýrtlardaki yokuþlara kurulmuþ evlerin olduðu sokaklara girdiði zaman akþama kadar dünyasýný þaþýrýp, ertesi gün þirkete telefon açýp iþi býraktýðýný söylerdi ve bu da zaten hiçbir zaman yeterli olmayan eleman sayýsýný daha da azaltmaktan baþka hiçbir iþe yaramazdý.
Ýþim zorlaþmýþtý ama olsun manzara güzeldi. Boðazýn bu güne kadar hiç dikkat etmediðim güzelliklerini, doya doya izleme fýrsatý buluyordum. Ne avuntu ama deðil mi?
Bu bölgede olmam sebebiyle, bir çok tanýnmýþ kalantor para babasýnýn ve magazin programý kahramanýnýn malikanelerine sýk sýk yolum düþüyordu.
Günlerden bir gün, izini sürdüðüm adamlardan biride Ferdi Tayfur olmuþtu. Çantamda taþýdýðým, Zat-ý Alimize ait postayý kendisine teslim etmek için Emirgan sýrtlarýnda bayaðý bir ter döktükten sonra nihayet tarif edilen adrese gelmiþtim. Ýki katlý, bahçeli bir evin önündeydim ve iki küçük çocuk futbol oynuyordu. Çocuklara, “Ferdi Tayfur’un evi burasý mý?” diye sordum. Bir tanesi, “Evet abi burasý,” diye cevap verdi.
“Evde mi þu an?”
“Yoklar abi. Sen ne için aramýþtýn ?”
“Mektup býrakacaktým.”
“Bana ver. Ben onlara veririm abi.”
“Sen kimsin oðlum?”
“Benim babam buranýn kapýcýsý abi. Mektubu ona verirsem Ferdi Tayfur’a verir.”
Çocuklarýn ikisini de þöyle bir süzdüm benimle konuþanýn
üstü baþý dökülüyordu. Diðerinin hali vakti yerinde bir ailenin çocuðu olduðu belliydi.
“Arkadaþýn kim?”
Çocuðun kendisi yanýt verdi.
“Biz de Ferdi Tayfurlarýn alt katýnda oturuyoruz.”
“Ýyi haydi bakalým. Alýn bu mektubu Ferdi Tayfur’a verirsiniz. Sakýn kaybetmeyin ha!”
“Tamam abi merak etme sen kaybetmeyiz.”
Mektubu çocuklara vermiþ gitmek üzereyken birden futbol topunun cazibesine kapýlýp geri döndüm. Çantamý omzumdan indirip kaldýrýmýn üstüne fýrlattým.
“Haydi gelin bir maç yapalým.”
“Tamam abi yapalým!” diye atladý ikisi de.
“Þimdi þöyle yapalým, birinizle ben maç yaparken diðeriniz kaleye geçsin, sonra öbürü çýkar kaleden bu sefer onunla maç yaparýz. Kazanan þampiyon anlaþtýk mý?”
“Anlaþtýk!”
“Haydi o zaman beþte devre onda biter.”
Birbirilerini kayýrmamalarý için tembihledim. Ýlk önce kapýcýnýn çocuðu kaleye geçti ve diðeriyle maça baþladýk.
Mücadele ilk baþlarda baþa baþ gitse de, ona-dört yendim ilkini. Sonra o kaleye geçti ve kapýcýnýn çocuðuyla baþladýk. Bu çocuðu öbürüyle kýyasladýðýn zaman müthiþ oynuyordu. Benim için bayaðý diþli bir rakipti. Goller ardý ardýna geliyor ve kafa kafaya, kýran kýrana bir mücadele oluyordu. Yirmi dakika sonra kan ter içinde kalmýþtým ama her þeye raðmen yedi-beþ öndeydim fakat çocuðun maçý býrakmaya niyeti yoktu ve ne yapýp edip, maçý son gol öncesi dokuz-dokuza getirmeyi baþarmýþtý. Artýk her þey kimin bileklerinin daha hünerli olduðuna bakardý.
Kaleci son gol için degajýný yaptý ve havadan gelen yüksek topu göðsümle indirdim. Tabi ki, çocuðun boyu benden ufak olduðu için yüksek gelen toplar benim için avantaj oluyordu. Yere inen topu çocuðun saðýndan atýp, çalýmla geçtim. Son golü atýp maçý kazanmam için hiçbir engel kalmamýþtý artýk fakat çocuðun yetiþip benden topu almasý için ayaðým takýlmýþ gibi yapýp tökezledim.
Nasýlsa hayatý boyunca kaybedecekti. Bari bu golü o atsýn dedim. Yetiþip ayaðýmdan topu kaptý, vurdu ve gol oldu.

-son-







Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Gittin Ya [Þiir]
Firari [Þiir]
Dönüp Baktýðýnda [Þiir]
Geriye Kalan [Þiir]
Yemek Molasý, Shakespeare ve Ölüm [Öykü]


FATÝH KAYNAK kimdir?

Ben Fatih Kaynak. . . "Hiçliðin Aynasýydým Ben" (Neden Kitap 2004 Roman) isimli kitabýn yazarýyým.

Etkilendiði Yazarlar:
Henry Miller, Kafka, Charles Bukowski, Dostoyevski, Celine, Tolstoy, J.P. Sartre


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © FATÝH KAYNAK, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.