Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
Siz hiç gülsüz, bülbülsüz bir aşk hikayesi duydunuz veya okudunuz mu?.. Sanmıyoruz. Zira nerede ma’şûk, orada gül; nerede âşık, orada bülbül... Konya adına efsaneler yakıştırılmış; bilirsiniz. Bunlardan biri de ‘üç eren’in hikayesidir. Hani uçan halılarıyla seyahat eden üç Allah dostu... Bunları, “kon ya!” nidâsıyla bu topraklara indiren sebep, bu topraklarda gördükleri güzelliklerdir. Bu söylencede her şey muhayyile ürünü, asılsız astarsız olabilir. Ancak yalın bir gerçekliği vardır eski kitaplarda yazılı: Yeşillik... Evet, Konya’nın tabiî surları olan çepeçevre çıplak dağ ve tepeler, daha birkaç asır öncesine kadar koruluk, ormanlıklardır. Konya’yı anlatan eski seyahatnâmeler böyle yazıyor. Yeşillik olur da yeşilin şâhı gülün yokluğu düşünülebilir mi? Bunun için diyoruz ki: “Üç Eren Efsanesi’nde önemli bir eksiklik vardır. Üç eren’i bu toprağa çeken sebep, güzelim mâverde, yediveren güllerinin gönül çeken renkleri ile sermest eden kokularıdır. Olamaz mı?.. “Konya tarihinde, coğrafyasında ‘gül’ bir minyatürdür, bir niyâzdır, bir arz-ı hâldir; bir sırma kemerdir; bir mısra’dır, mızrabdır, uzun soluklu bir ney’dir. Oyalı yazmada motiftir, nakıştır, murâddır. Her bahâr Konya’da gökyüzünden gönüllere gül cemresi dökülür gülâbdânlardan...” Selçuklular devrinde Konya salkım saçak bir gül bahçesidir adeta. O günkü Konyalının gülü, günümüzdekilerden daha çok sevdiği muhakkaktır. Zira şehrin muhtelif yerlerinde geniş gül bahçeleri mevcuttur. Meram, Dede Bahçesi (bugünkü fuar alanı içerisinde), Mevlâna Müzesi’nin bulunduğu alan gül bahçelerinin en meşhurlarıdır. Şems-i Tebrizî’nin türbesi ve bu türbeye bitişik olarak inşa edilmiş olan camiin de içerisinde bulunduğu semtin günümüzde ‘Güllükbaşı’ olarak anılması tesadüfi olamaz. Mevlâna ve ailesinin ikametlerine, vefatlarında da ebedî istirahatgahlarına tahsis edilen gül bahçesinin devamına, belki de başlangıç alanına dostu Şems-i Tebrizî de defnedilmiştir. Bu kanaatimiz de uzak bir ihtimal olmasa gerektir. Hayatının önemli bir bölümünü bu gül bahçesinde geçiren Mevlâna, bir rubâîsinde, -sanki- o tarihlerde Konya’da çiçekçi dükkanlarının varlığına işaret eder gibidir: “Bahar geldi, bahçeler yeşillendi; bahçeler çiçekçi dükkanına döndü...” Bütün bir imparatorluk dönemi musîkide, minyatürde, şiirde, hat sanatında, düşünce ve hissiyâtta Mevlâna’nın yediveren gülleriyle gerçek kişiliğini bulur. Zira dönemin madde ve mânâ güzellikleri, yücelikleri gülde sembolleşmiştir. Mevlâna’nın aşağıdaki arz-ı hâline dikkat edecek olursak, bu sembolleşmenin boşuna olmadığını anlarız: “Gülün eteğini tutalım, ona yoldaş olalım; dünya güle, gülün aslına zevalsiz gül fidanına gidiyor. Gülün aslı, zevalsiz gül fidanı Mustafa’nın terinden bitmiş. Dünya, o ulunun yüzünden yeni ayken, dolunay haline gelmiştir.” Mevlâna’nın olgunluk dönemine yetişmiş; onunla görüştüğü kesin olarak bilinemeyen, ancak söylencelerde ifade edilen Yunus Emre, aşağıdaki terennümlerinde sanki Mevlâna ile görüşmüş gibidir. “... Ol dost açdı gözümi gösterdi kendüzümi ..... Ben bunda geldüm bu dem girü ilüme gidem Sanma ki bunda beni altuna mala geldüm ..... Ne haldeyüm ne bilem duzakdayam ne gülem Bir garibce bübülem ötmeğe güle geldüm Gül Muhammed teridür bülbül d(e)’anun yârıdur Ol gülile ezelî cihânda bile geldüm” Böylesine güle meftun, gülle hemdem insanların yaşadığı bir şehir olur da, bunlar arasında gıbtaya dayalı tatlı bir rekabet doğmaz mı? Elbette doğmuştur. Bu tatlı rekabet, tâ Selçuklular döneminde “gül şölenleri”ni, “gül yarışları”nı ortaya çıkarmıştır. O zamanlar Konya’da “gül şeyhi” seçilir, bu şeyhin nezaretinde gül yarışmaları yapılırmış. Şeyh seçilebilmek için yetiştirdiği güllerin birinci gelmesi gerekiyormuş. Hatta bir gül şeyhi tam yedi yıl birinciliği elinde tutmuş. Yeni yarışma için de çok iddialı imiş. Bir gün övünerek şöyle demiş: “- Benimkilerden üstün gül yetiştiren olursa, ona kızımı vereceğim.” Kızına âşık bir genç, bu sözü fırsat bilmiş. Bir yolunu bularak şeyhin yanına bahçıvan durmuş. Onun sırlarını öğrenerek onunkileri bastıran bir gül yetiştirip kızını almış. Mevlânâ’nın ölümü ile Selçuklu’nun da yıldızı söner adeta. Bu zaaf anında Anadolu’da beylikler boy göstermeğe başlar. Talihin yıldızı bunlar içinde Osmanlı’ya güler. Sebepsiz olmayan bu gülücük sonucu yükselen Osmanlı Beyliği, XIII. Yüzyılın sonlarında devletleşme sürecine girer. Yeni süreçte Konya artık “payitaht”lığını kaybetmiştir. Bu kayıbın üzerinden henüz bir buçuk asır geçmiştir ki; artık bütün gözler yeni payitaht İstanbul’un üzerine çevrilmiştir. Bu yeni payitahtta “gül medeniyeti”nin üzerine yavaş yavaş “lâle medeniyeti” inşa edilmeye başlar. Yeni payitahtta, yeni çiçeğin hükümranlığında Konya ve gül bahçelerinin üzerini kara bulutlar örtmüş gibidir. Tarihin bu diliminde Konya gülcülüğüne dair bilgilere ulaşamıyoruz. Konya gülcülüğüne dair ilk resmi bilgi Osmanlı'nın son dönemlerine aittir. Mesela 1317/1901 tarihli Konya Salnâmesi’nde (s. 109-110) Sille’deki gülyağcılığı üzerine kayıt vardır. O yılın kayıtlarına göre Sille’de birkaç yıldan beri denenmekte olan 'gülcülük' güzel sonuçlar vermiştir. Gerek toprak yapısı, gerekse iklimi, havası gül yetiştirmeye çok müsait bulunmuştur. Meydana getirilen gül bahçelerinden çıkarılan gülyağı ve gülsuyunun bazı noksan imalâtı, vilayetin talebi üzerine Orman ve Madenler Bakanlığı’ndan gönderilen özel memurlar tarafından yetiştiricilere izah ve tarif edilmiş, yakın gelecekte güzel sonuçlar vereceği anlaşılmıştır. Memurun gelmesinden önce 74 dönüm gülistandan 18 derecede 122 miskal gülyağı elde edilmiştir. XX. yüzyılın başlarında ülke topraklarının içerisine düştüğü badire, gül ve gülyağcılığı ile bırakın uğraşmayı, akla bile getirtmemiştir. Zira ülkenin gül kokan havasının yerini barut kokuları kaplamıştır. Ulus, kutsal topraklarına göz koyanları deffettikten sonra tekrar gülü hatırlamıştır. Gülün bu dönemdeki macerasını, adı Konya gülcülüğü ile özdeşleşmiş rahmetli Mehmet Ali Apalı’yla ölmeden önce gerçekleştirilmiş bir mülakattan aktaracağız. Cumhuriyet Döneminde Konya Gülcülüğü ve Gül Bayramları Rahmetli Apalı anlatıyor: “Bugünkü 19 Mayıs şenliklerinin yapıldığı yerde vaktiyle Mevlânâ Dergâhı’nın vakfı olan bir bahçe vardı. Bu bahçenin doğu kısmında Yavuz Sultan Selim’e ait, şimdi suyu bulunmayan bir çeşme vardır. Burada Yavuz Sultan Selim’in Dergâh’a hediyesi olan ve Dutlusuyu’ndan gelen su akardı. Bu bahçeyi Köse Naim ile “Mahruf” diye anılan Seyit Mehmet Ağa işletirdi. Bu kişi sayesinde Konya’da ilk defa profesyonel çiçekçilik başlamıştır. Mehmet Ağa’nın Üçler Mezarlığı yakınlarındaki Çukur Mahalle’de güzel bir bahçesi vardı. Ayrıca bu kişiye özel idarece yardım edilirdi. Şebbocinga, Kerağaç, Beybenibeğendi, Hır, Kına (Türbe çiçeği), nergis, papatya, Hüsnüyusuf gibi çiçekleri bahçesinde yetiştirmiştir (Dede Bahçesi’nde). 1920’lerde Konya’ya “yıldız” diye adlandırılan çiçek gelmiştir. Bu Konya’ya has bir çiçek olmuştur. Her çeşit rengi yetiştirilmiştir. Dede Bahçesi’nde “Yıldız Çiçeği Yarışması” yapılmıştır. Bugün kıvançla söyleyebiliriz ki; Konya’daki yıldız çiçeği çeşidi hiçbir yerde bulunmaz ve bu çiçek, Avrupa’ya söz geçirebilecek durumdadır. Eskiden Konya’da “fes rengi” diye adlandırılan pembe güller yetiştirilirdi. Fes rengi gül bugün yetiştirilmemektedir. II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’dan gül getirtilmiştir. Bu işi İstanbul’da Kerami Parıldar ile Necib beyler yapmıştır. Şimdi yetiştirilen gül çeşitleri şunlardır: Tahiti, Piğal, Dortor, Dübat, Çarli Malerin, Süper Konya, Bakara ve Süreyya’dır. Konyamızda Atatürk’le alakalı bir çiçeğimiz var. Bu çiçek, İran Kralı Şah Rıza Pehlevi tarafından Atamıza hediye edilmiş olup, ismi Acem Fulokşiya’dır. Beyazı, pembesi, ebrulisi, ısklameni halen bahçelerde mevcuttur. Konya’da ayrıca bir tür gül var ki; yarışmalarda en çok puanı toplayan bu gül rûmî rengindedir. Bu gül halen Aslanlı Yol’un sağ ve sol tarafında yetiştirilir. Bu gülü bendeniz Atatürk sevgisinden dolayı halen yetiştirmekteyim.” Cumhuriyet Döneminde Konya’da İlk Gül Şöleni: 1952 yılının Konya Belediye Başkanı olan Rüştü Özal ilk Gül Bayramı’nı düzenlemiştir. Bu faaliyeti zamanın Yeni Konya Gazetesi’nden izleyelim: “Gül Müsabakası Yaklaşıyor Güllerini satmak yahut teşhir etmek isteyenler için Dede Bahçesi’nde yer ayrıldı Jürinin gizli tutulması, yarışmanın zevkli olacağını tahmin ettiriyor Haziran Perşembe günü Dede Bahçesi’nde yapılacak Gül Müsabakası için hazırlıklar ilerlemiş bulunmaktadır. Belediye, yeniden şehrimizde çiçek yetiştirici olarak tanınan hemşehrilerimize davetiyeler göndermektedir. Her üç kategoride birincilik alanlara hediye edilecek vazolar ve yazılı takdirnameler bazı çiçekçilerimize gönderilmiş ve çok beğenilmiştir. Haber aldığımıza göre Dede Bahçesi müsteciri o gün için hazırlıklı olacak ve büfesinde iftar açılıp akşam yemeği yenmesi için soğuk yemekler bulunduracaktır. Belediye müsabakaya iştirak etmeyip de güllerini halka satmak veya göstermek isteyen meraklılar için de tedbirler almış ve Dede Bahçesi’nde ayrı bir yer ayırtmıştır. Güllerini tanıtmak isteyenler Çarşamba günü akşamına kadar Belediye’ye müracaat ettikleri takdirde teşhir edecekleri, yahut satacakları gülleri Belediye vesaitiyle taşıtabileceklerdir. Ayrıca müsabaka günü bir caz takımı bulunacaktır. Jürinin kimlerden müteşekkil olduğunun hâlâ bilinmemesi müsabakanın hayli alâka toplamasına sebep olmaktadır. Müsabakaya katılacak gül yetiştiricileri nadide ve kıymetli güllerini büyük bir dikkatle saklamakta ve kimseye göstermemektedirler.” (Yeni Konya, Yıl 4, sayı 1073, Konya, 3 Haziran 1952) *** “Gül Yarışması Bugün Hava müsait olduğu takdirde müsabakanın zevkli olacağı tahmin ediliyor. Jüride Ziraat mütehassısı öğretmenler ve bazı çiçek mütehassısları var. Bir haftadan beri tertip edildiği haber verilen Gül Müsabakası bugün saat 17’de Dede Bahçesi’nde yapılacaktır. Belediye tarafından her türlü hazırlık bitirilmiştir. Ayrıca o gün bahçe müsteciri Eyyup Mutlutürk de büfede sıcak ve soğuk yemekler bulundurmak ve çay temin ederek misafirlere neşeli bir saat yaşatmak için her türlü noksanını ikmal etmiştir. Söylendiğine göre jüri yedi kişiden müteşekkildir. Ziraat mütehassısları bazı öğretmen ve çiçek meraklısı zevat jüriye dahildir. Çiçeklerini aynı gün teşhir etmek isteyenler için de ayrılan yerin tanzimi de bitmiş gibidir. Müsabaka için Belediye bir proğram tertiplemiştir. Yarışmayı Belediye Başkanı kısa bir konuşmayla açacak ve müteakiben arkadaşımız Mehmet Önder, “Konya’da eski gül bahçeleri” mevzulu bir konuşma yapacak ve misafirlere çiçek ve güller hakkında izahat verecektir. Jürinin seçtiği güllerin sahipleri hoparlörle takdim edilecektir. Caz takımından evvel Bando, müsabakanın devam ettiği müddetçe çalacaktır. Müsabakayı takip etmek isteyen meraklı hemşehrilerimiz için bir davetiye mevzu bahis değildir. Herkes gelebilir. Yarışmadan basın mensupları da haberdar edilmiştir.” (Yeni Konya, Yıl 4, sayı 1075, Konya, 6 Haziran 1952) “Gül müsabakası dolayısıyla Arkadaşımız Mehmet Önder’in yaptığı konuşma: Konya’da Gül bahçeleri Türk, gülü, gül tenliyi, gül yüzlüyü, gül renkliyi, gül kokuluyu sever ve bunun için de dikenine katlanır. Türk şâiri, asırlar boyu, sevgilisine (gülüm) diye hitap etmiş ve bu hitabını: Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yâre mutadım Seni ey gül sever canım ki canana hitabımsın şeklinde mısralaştırmış, onunla o kadar senli benli olmuştur ki tarife bile hacet görmemiş: Gülü tarife ne hacet ne çiçektir biliriz. ifadesiyle billûrlaştırmıştır. Yâr: (Bir elde câm, bir elde gül) ile arz-ı endam ettikçe hasretiyle yanan bir bülbül olmuş, onun aşkıyla terennüm etmiştir. Gülü sevmek için şair olmak lazım gelmez. Her Türk şehrinde mutlaka gül bahçeleri vardır. Gülsüz bahçe, yapraksız dala benzer. Çıplak ve soğuktur. Konya’nın en eski gül bahçeleri bugün birer masal ifadesiyle dillerde dolaşmakta, sırası geldikçe tatlı tatlı anlatılmaktadır. Eflakî’nin kaydettiğine göre, Selçuklular zamanında bugünkü Mevlânâ türbesinin bulunduğu yer, sarayın gül bahçesi imiş. Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat, Mevlânâ’nın pederleri Sultanü’l-ülemâ Bahaüddin Veled’i Karaman’dan Konya’ya davet ettiği zaman, Sultan, aziz misafirlerini bu bahçede karşılamış, burada ağırlamıştır. İhtimal Sultanü’l-ülemâ’nın çok hoşuna gitmiş olacak ki, Sultan kendisine bu bahçeyi bağışlamaktan çekinmemiştir. O zaman Konya kal’ası dışında bulunan, bilahare bir kısmı mezarlık, diğer bir kısmı Türbe müştemilâtı içine giren saray bahçesinden bugün hiçbir eser yoktur. Yalnız Konya Şeriyye Sicilleri (C. 35, s. 128/2)’den tesadüf ettiğimiz 1101 h. Tarihli bir kayda göre, bu civarın bağ ve bahçe olduğu anlaşılmaktadır. Yine Eflakî, Sultan Veled menkıbelerinden hikaye eder: (Bir gün ashabla bağları gezmeye gitmiştik. Güz faslı başı idi. Bağlarda üzümler yetişmiş, pekmez kaynatıyorlardı. Ben gece vakti dönerken atımı ahbabınkinden ileri sürdüm. Bağların sokakları arasında gidiyordum. Fahrünnüsa yöresine geldiğimde ansızın, güler yüzlü, ruhânî iki çocuk önüme seyirttiler. Hürmet gösterip biri sağ yanımdan, diğeri sol tarafımdan benim elime iki deste gül verdiler. ) demektedir. Bu hikayeden anlaşıldığına göre Konya bağlarında gül yetiştirilir ve bilhassa bağ bozumu sırasında bu güller deste deste dağıtılırmış. Esasen Konya’nın Havuzhan ve Meram yörelerinde gül bahçeleri bulunduğunu muasır vesikalardan öğrenmekteyiz. Bu bahçeler gerek bir şehir büyüğüne ait olsun, gerekse halktan birinin olsun daima ziyaretçiler tarafından gezilir ve şurada burada methedilirdi. Eski Konya valilerinden Kel Hasan Paşa 1847 yılında Konya’nın Zindankale semtinde (Şevkâbâd) adı ile güzel bir bahçe vücuda getirmiş, en güzel gülleri yetiştirmiştir. Sonradan bir gece içinde (hâk ile yeksân olan Şevkâbâd) köşkü ve bahçesinin izleri son yıllara kadar mevcuttu. Konya’da gülün her renklisini yetiştirirlerdi. Hatta mor ve siyahı bile. Bunların içinde (maverde gül) hepsinden alâ ve ranâ idi. Konyalı Âşık Şem’î, meşhur (çiçek destanı)ında bu bahse girerek der ki: Bahusus tülüşah kendisi bizzad Kadife kaftan giymiş veziri kat kat Beyaz gül, sarı gül, âşıka hayat Maverde gül olmuş bunlara sultan Bahar deminde Meram’ın gölgeli koruluklarında, (gedâbâd)ın getirdiği gül kokuları arasında, şöyle tatlı tatlı bir âlem geçmenin zevkine doyum olmazdı. Bu zevke eren eski Konya Defterdarı şair Ali bir şiirinde: Güller açılmış da sümbül zülfün etmiş târümâr Yâr gelsün deyü el açmış dua eyler çınar Sayesinde oturup bir dilberi eyle kenâr ‘Iyş ü işret etmeye gel kim Meram’ın vaktidir diye ehli keyfi davet etmektedir. Konyalılarca gül yetiştirmenin bambaşka bir zevki vardır. Gülü sevmek, okşamak, öz evlad muamelesiyle, binbir ihtimam ve itina ile yetiştirmek, hele: Esdi nesim-i nevbahâr açıldı güller subhdem anında, karşısına geçip bir taze kahve içmek, rayihâsıle sarhoş olmak bu zevkin fasl-ı seheridir.” Bu gül müsabakası ile ilgili olarak rahmetli Mehmet Ali Apalı’nın anlattıklarına gelince: “İlk Gül Bayramı komisyonunda çiçek yetiştiricileri olan üstad çiçekçi Zahit Ünver, Devlet Demiryolları Müdürü Kemal Bey, Mehmet Ali Apalı bendeniz bulunmuştur. Yarışma, Haziran ayının 5. Günü saat 17.00’de Dede Bahçesi’nde yapılmıştır. 1952 yılından bu yana devamla yapılmaktadır (Bu konuşmanın geçmişte yapılmış olduğunu hatırlatırız. Gül Bayramı 1985 yılından bu yana yapılmamıştır). Belediye bu yarışmayı birkaç sene yaptıktan sonra, 1976 yılında Konya Turizm Derneği gül yarışmasını üstlenmiştir. 1980 yılında Pakistan Büyükelçisi gül yarışmalarına katılmıştır. Böylece Gül Bayramı uluslararası bir hale gelmiştir. 1981 yılında Atatürk’ün 100. Doğum yılı kutlama komitesinin Ankara’da aldığı karar gereğince, Konya’da yapılacak gül şöleni, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın anısına yapılmıştır. Gül Bayramı’nda Yapılan İşlemler: Gül yarışmaları, yetiştiricinin bahçesini jüri heyetinin görmesi ile başlar ve puanlar, gerek bahçenin tanzim şekline, gülün güzellik ve yetişme şekline göre verilir. Gül, üç kategoride incelenir: 1- Yerli menşe’li güller, 2- Avrupa menşe’li güller, 3- Ponpon güller. Daha sonra güller müsabakaya girecekler tarafından yarışma mahalline getirilirler. Derneğe ait numaralı vazolara yerleştirilir. Burada isimler belli değildir. Jüri bunları inceler ve puanlar. Sonuçta en güzel beş gül seçilir (Bu yarışmalarda en çok ödül alanlardan birisi rahmetli Mehmet Ali Apalı’dır). Gül Bayramı ulusal bir karakter kazanmıştır. Şölen için sempozyum ve şiir yarışmaları yapılmıştır. Ayrıca bu konuda Pakistan Büyükelçisi Müfti Muhammed Abbas’ın bir konuşması bulunmaktadır.” Pakistan Büyükelçisi Müfti Muhammed Abbas’ın Konya Gül Bayramı’nda yaptığı konuşma: “Çiçek sevgisi insan tabiatında ezelden beri mevcuttur. İyilik ve güzelliği her zaman sevmiş olan Müslümanlar tarihin her döneminde çiçeğe olan sevgilerini ortaya koymuşlardır. Müslümanlar, bir yandan imparatorluklar kurarken, bir yandan da bilim ve san’ata katkılarda bulunmuşlar. Özellikle eğitim ve kültür, şiir ve edebiyat, hattatlık ve mimarî, müzik gibi güzel sanatlar dallarında yeni sayfalar açmışlardır. Müslümanların tabiatında bulunan çiçek sevgisi, bütün bu güzel san’atlarda çiçeğin ön plana çıkmasına neden olmuş, mimarî eserlerde bahçelerin ilk sırada yer almasına yol açmıştır. Çiçeğin etkisini İslam dünyasında Sâdî’nin “Gülistân” (Gül bahçesi) ve “Bostân” (Bahçe) gibi meşhur kitaplarından Bağdat, Keşmir, Lahor, Şiraz ve Endülüs’teki dillere destan bahçelere kadar olan eserlerde görmek mümkündür. Bu hususta biraz geriye, mesela Türkiye ve Pakistan’da 16.-18. yüzyıllara dönerek çiçeğe olan sevgi ve hayranlığı inceleyecek olursak, Moğol (Timuroğulları) hükümdarları ve halkının güle, Osmanlı padişahlarının da lâleye aşırı sevgi beslediklerini görürüz. Osmanlı tarihinde 18. yüzyıl başlarında Lâle Devri olarak adı geçen sulh ve sükun devri, Türk milletinin çiçeğe olan sevgisinin canlı bir kanıtıdır. O devirde çiçek bilhassa lâle merakı, padişahından en fakir kayıkçıya kadar herkesi sarmıştı. III. Sultan Ahmet’in himayesinde yüzlerce yeni çiçek çeşitleri elde edilmişti. Lâleyi Batı’ya Türklerin tanıtması Batı dillerindeki ‘tulip’ kelimesinin bile Türkçe kökenli olması, Türk milletinin çiçeğe olan büyük belirtilerinden sadece bir tanesidir.” Konya Turizm Derneği’nin Düzenlediği Gül Bayramları ve Sonuç: Konya Gül Bayramı, zamanın Konya Turizm Derneği Başkanı, kültür ve gönül adamı, şair, muhterem Feyzi Halıcı’nın Mevlânâ İhtifalleri, Âşıklar Bayramı ve Cirit Oyunları’ndan sonraki bir buluşu ve ihyasıydı. İlki 29 Mayıs 1976’da, ikincisi 11 Haziran 1977’de tarihî Dede Bahçesi’nde gerçekleştirilmiş. Bu şenliklere 60 civarında yarışmacı katılmış; özellikle ikincisi, bünyesinde gerçekleştirilen “Âşıklar Şenliği” ve uluslararası sempozyumla daha etkili ve katılımlı bir şenlik olmuştur. Bu yarışmalarda dereceye giren gülcülere maddi değerleri de yüksek altın ve gümüş kupalar takdim edilmiştir. Sonraları nedendir bilinmez, bu önemli kültür şenliği, tıpkı Cirit Oyunları gibi sessiz sedasız tarihe mal olmuştur. Bu kabil kültür faaliyetlerinin birtakım ilgisizlikler sonucu yapılamayışı, Konyamız için cidden büyük bir kayıptır. İlimizin tanıtımı, kültür ve turizm faaliyetlerinin yoğunlaşması, ilimizin yeniden “gül şehri” sıfatına yaraşır hale gelmesi gibi olumlu kazançlara haiz Gül Bayramı (hatta Cirit Oyunları) gibi faaliyetlerin yeniden ihyası, kültürden sorumlu resmî kurumlarımız ile yerel yönetimlerimizin faaliyet gündeminin baş sıralarına oturması elzemdir. Hep veren vefalı Konya, hoyrat emanetçileri sayesinde güllerini kaybetti. Geçmişin gül bahçeleri Meram, Sille, Alâeddin Tepesi, Dede Bahçesi, Dergâh (Mevlâna Müzesi), vd. günümüzde mahzun... Adları var, kendileri var, gülleri yok!.. (Her ne kadar Dergâh’ın arkasında, parklarda ve ana cadde refüjlerinde bir çalışma başlatılmış ise de henüz istenilen ölçüde değildir). Geçmişte böyle miydi?.. Günümüz Türkiye’sinde ülke gülcülüğünün merkezi Isparta’ya gülcülüğün Konya’dan gittiği, geçmişte Sille’de gülyağı imalathanelerinin varlığı düşünülürse... Evet, Konya’da gülcülüğün tarihi Isparta’dan eskidir. Zira Bursa Salnâmelerine göre, Isparta’ya gülü götürüp Atabek’te bu ziraatı başlatan kişi, Çumra-Dinek’ten Kızanlıklı Ahmed Ağa isminde bir zattır. Geçmişte Konya’nın sathını kaplayan gül bahçeleri, günümüzde küçülmüş küçülmüş, bir avuç tutkununun bahçe duvarları arasına sıkıştırılmıştır. Mantar gibi türeyen dev beton bloklar ise ne bir gül silueti, ne de bir nefesçik rayihasına izin vermiyorlar artık. KAYNAKÇA : 1- Ahmed Eflâkî, Menâkıbu'l-Ârifîn (Ariflerin Menkıbeleri), çev. Tahsin Yazıcı, 2 c. Remzi Kitabevi, İstanbul 1986 2- ERÇİN, Sevil, Konya’da Çiçekçilik, (S.Ü. Öğrenci Çalışması) Konya 1986 3- ODABAŞI, A. Sefa, Geçmişten Günümüze Konya Kültürü, Selçuklu Bel. Yay., Konya 1999 4- ÖNDER, Mehmet, Mevlânâ’dan Güldeste, Kültür Bak. Yay., Ankara 1990 5- ÖZÖNDER, Hasan Dr., Sille, Merhaba Matbaası, Konya 1988 6- ÇAĞRI, Fikir, Sanat, Folklor Dergisi, sayı 221, Ankara, Haziran 1976; sayı 232, Mayıs 1977; sayı 234, Temmuz 1977
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Işık, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |