Benim yaradılışımda fevkalade olan birşey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir. - Atatürk |
|
||||||||||
|
Geçen gün Sevgi hoca beni aradı. Sesi 20-25 yıl önceci sınıfta ders anlattığı gibi sıcak ve şefkat doluydu. Evet yanlış duymadınız aradan 25 (hatta 30..) yıl geçmiş olmasına rağmen biz Bahçebaşı Lisesi ilk mezunları olarak, öğretmenlerimize karşı hâlâ saygıda kusur etmeyen eğitim camiasının -nesli tükenmek üzere olan- örnek öğrencilik anlayışımızı sürdürmekte olan vitrinlik öğrencileriz. Sevgi hoca ile konuşurken zihnim 30 yıl öncesi öğrencilik günlerimin film şeridini sarıyor gayri ihtiyari… İnsan, belki 25–30 yıl öncesi yaşadıklarını geri getiremiyor ama ‘tahayyül ederek’ tekrar yaşayabiliyor işte. İnan ben, (Sevgi hoca ile telefon görüşmesi esnasında…) o geçmiş günlerin aynısını yaşadım. Sevgi hoca tahtada ders anlatıyor; Vahap muziplik yapıp dersi kaynatıyor. “Vahap” sınıfımızın en iriyarı öğrencisi… Hem hangimiz “iri” değildik. (Bilmem nasıl anlatsam ben bizim sınıfı? Siz “Hababam Sınıfı” nı bilir misiniz) ("Hababam Sınıfı" Rıfat Ilgaz'ın en önemli eserlerinden biridir. Günümüze kadar Türkiye'de yazılmış en iyi mizah kitaplarındandır. Bir süre sonra tiyatroya sinemaya da uyarlanmış ve her izleyişinde hem güldürüp eğlendiren hem de eğitim adına bir şeyler vermeye çalışan bir eser/film..) İşte bizim sınıfımız, “Hababam Sınıfı” gibi bir sınıftı. Toplam biz; 29 kişiydik yani alfabemizin harfleri kadar essah ve gerçek bir kemiyet arz ediyorduk. 29’un 5’i kız öğrencilerdi. (Bu arada vefat eden Senem Deregözü kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum.) Senem’i saymazsak diğerleri –bana ulaşan en son bilgilere göre- sağ selim hayattadırlar. Kimi öğretmen, kimi mühendis kimi bilmem ne görevde –aşağı yukarı- hepsi de önemli görevdeler şu an… 24 erkek ve 5 kız öğrencisiyle Bahçebasi Lisesi ilk öğrencileri… (Yanlışım varsa beni ikaz edebilirler arkadaşlar…) (Bu vesileyle tüm bu değerli ve de numunelik sınıf arkadaşlarıma en içten duygularımla sevgi saygılarımı iletiyor yeniden birbirlerimizle iletişime geçmesini istirham ediyorum.) Aslında yalnız öğrenciler olarak değil öğretmenlerimizle de (hayattalarsa ki, hayattalar inş.) iletişime geçelim. Mesela benim Sevgi hoca ile konuştuğum gibi ya da Sevgi hocanın beni ‘facebook’tan’ arayıp bulması gibi. Hâsılı kelam dünya çok küçüldü dostlar. Hepimiz bir kavanoz şişesine konulmuş balıklar gibiyiz, isteyen isteyeni hemen bulabiliyor… Sevgi hoca, o zamanlar çiçeği burnunda genç bir öğretmen. Telefonda; “ben sizi unutamıyorum, siz benim ilk göz ağrılarımsınız” derken sesi pürüzleniyor, belli ki o da aynı heyecanı yaşıyor. “Ben sizden sonra da çok öğrenciler okuttum ama hiç biri sizin beni heyecanlandırdığı kadar heyecanlandırmadı…” şeklinde bir şeyler söylüyor sanırım. Tabii ki ben duyamıyorum gerisini zira aynı duygu krizini ben de yaşıyorum…. Biz, Bahçebaşı Lisesi ilk mezun öğrencileri gerçekten farklıydık. Farklı olduğumuzu yalnız biz değil tüm öğretmenlerimiz hatta bir alt sınıftaki tüm öğrenciler de biliyor ve bizlere gıpta ediyorlardı. (Yanlışım varsa hemen 0 422 337 10 10 telefondan Muzaffer Koçyiğit’i arayarak sorabilirsiniz. Çünkü Muzaffer hoca hâlâ aynı okulda görevde…) Bizler farlı olduğumuz kadar öğretmenlerimiz de farklıydı aslında… Sevgi hoca hâlâ telefonda konuşuyor: “Şevkeeet (ismimin sonunu uzatarak) sana kırgınım; yazılarında Aynur hoca’dan bahsediyorsun bana gelince bir cümle yok!..” “Aynur da kim diyeceksiniz. Aynur bizim Türkçe öğretmenimiz. O gün bu gündür Türkçeyi bizlere sevdirdiği için Aynur hocadan daha çok bahsetmişimdir ama ben tüm hocalarımı hâlâ seviyorum. Örneğin derslerde en çok tartıştığımız Hüseyin Kipel’i bile özlüyoruz (Hüseyin Kipel İzmir’de ikamet ediyor. Aynur hoca; Yalova’da. Sevgi hoca Bursa’da, Cennet hoca… Sahi Cennet hoca hayatta mıdır? Ya Nizamettin hoca? Ramazan Şahin hoca’yı bazen görüyorum. Vehbi hoca da, Mahmut hoca da, Abdulkadir hoca Malatya’dalar… Bir de Sabriye hoca vardı, onun da üzerimde emeği çok. (Nerede olduğunu bilmiyorum tabii ki…) sahi Pirzeyt hoca da Malatya’da değil mi, eskiden bazen karşılaşırdım da, şimdi göremiyorum… Üzerimde emeği en çok olan hocalarımızdan biri de Hüseyin Çelikbağ… (Hüseyin Çelikbağ birkaç yıl önce vefat etti Allah rahmet eylesin.) Sevgi hoca telefonda: emekli olduğunu ve memleketinde ikamet ettiğini konuşuyor. Bu arada Malatya birkaç kez gelip gittiğini de vurgulayarak söylüyor. O zaman da ben sitem ediyorum; “Malatya’ya geldiği halde bizleri sormadan, görmeden nasıl gidersiniz?” Zihnimde yine okul yılları… “…Bir gün, Türkçe dersinde Aynur hoca bize serbest bir kompozisyon yazdırmıştı. Ben, “Dağ Delhörü” başlıklı bir kompozisyon yazmıştım. Okurken Aliş’in kıs kıs gülmesinden yarım kesmiştim. Benimle alay etmişti. “Türkçe bilmiyorsun” diyerek dalga geçmişti. Kendimce yazma işini ilerletmeme rağmen gerçekten de Türkçe’yi hâlâ öğrenememiş olabilirdim ama Aliş’in dediği gibi de değildim hani. “Dağ Delhörü”nün ne anlama geldiğini Türkçe öğretmenim de bilememişti. Ama ben, bu kelimeyi bir yerlerden duymuş gibiydim. Bana göre bu kelime; “Gözüpek, korkusuz, pervasız, kahraman, yiğit veya yabani vahşi, azgın zorlu…” gibi manalar içermekteydi ve ben o anlamlarda kullanmıştım ama gel de bunu Aliş’e anlat. Aliş’e göre ben, en büyük suçu işlemiş bulunmaktaydım, hem de affı mümkün olmayan bir suç! Aliş’e göre Türk Dilini katletmiştim! Türk Diline ve literatürüne yeni bir kavram getirme gafletinde bulunmuştum.” (“Aliş” dediğim; bizim Ali Güner… (Yukarıdaki paragrafı Hayat Yayın Grubu markasıyla "Popüler "kitaplar arasından çıkan. “İstikbal” adlı kitabımdan aldım. Merak edenler; okul yıllarımızın bir kısmını yansıtmaya çalıştığım bu eserimi okuyarak merakını giderebilir.) Sevgi hocanın telefondaki en cümlesi; “haydi gözlerinden öptüm” oluyor. Ben de ellerinden öptüm hocam, tüm hocalarımın ellerinden öpüyorum, sınıf arkadaşlarımın da gözlerinden… Not: Sizce de bu yazı bıçakla kesilmiş gibi olmadı mı? Oldu tabii ki… Ama bu yazının sonu bu değil tabii ki, bu minvalde söylenecek daha çok sözümüz var. Ölmesek başka bir güne…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şevket Başıbüyük, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |