Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Büyük Türk hikayecisi Ömer Seyfettin, senenin belli dönemlerinde yurdun çeşitli yerlerinde olduğu gibi, bu büyük insanın doğum yeri olan Gönen’de de çeşitli törenlerle anılır. Ömer Seyfettin’in ismini taşıyan okulumuz ise bu anma törenlerinde en büyük sorumluluğu üstlenir; büyük hikayecinin hatırasını gelecek nesillere aktaracak etkinliklerin baş aktörü olurdu. Yine böyle bir etkinlik için bütün öğrencilerimizle, kıdemli bir Edebiyat Öğretmeni olan Mehmet Hocamız ve de bilişim alanında eline su dökülemeyecek derecede tecrübeli olan Muharrem Hocamızın da büyük katkılarıyla bir anma etkinliği düzenlemiştik. Aralarında Gönenli küçük çocukların çoğunlukta olduğu kalabalık bir seyirci topluluğu, sunuculuğunu bendenizin gerçekleştirdiği, öğrencilerimizin birbirinden güzel etkinliklere imza attığı programı izlemeye koyulmuştu. Benim kadar öğrenciler de heyecanlıydı elbette. Program sırasında bendeniz de Muharrem Hocamızın hazırladığı projeksiyon gösterisinin eşliğinde “Ben Ömer Seyfettin’im” adlı bir şiiri okuyacaktım. Bu şiir kendi yazdığım bir şiirdi. İşte Ömer Seyfettin’le yollarımı kesiştiren mucize diriliş olayı tam da bu sırada gerçekleşmişti. “Ben Ömer Seyfettin’im” nakaratlı şiirin yeni mısralarını her okuyuşumda, az önce şen şakrak, bağıra çağıra programı izleyen küçük çocukların birden bire suskunlaştıklarını, beni dikkatli bakışlarla yer yer de gözyaşlarıyla süzdüklerini müşahede etmiştim. Sanki şu anda büyük bir mucizeye tanıklık ediyorlardı. Ben de elbette eskisinden daha şaşkın ve heyecanlıydım şimdi. Daha sonra göz ucuyla arkadaki bilgisayar sunumuna göz attığımda daha bir heyecanlanmış, adeta neredeyse sahneden düşecek derecede elim ayağım birbirine karışmıştı. Sunumda bana ait kocaman bir resmin tam da üzerinde, büyük puntolarla ÖMER SEYFETTİN yazdığına şahit olmuştum. Resmin yanında yazdığım birkaç kitabın tanıtımı da yapılmıştı. Değerli meslektaşım Muharrem Bey, tamamen iyi niyetlerle, “Ben Ömer Seyfettin’im” adlı şiiri okuduğum sırada, tam da ÖMER SEYFETTİN yazısının altında benim çalışmalarımın da tanıtımını yayımlamıştı. Şiiri okumayı bitirdiğimde bilhassa küçük çocukların, kısa bir durgunluğun ardından beni ayakta alkışlamaları, bendenizi daha da duygulandırmıştı. Bazı çocukların minik parmaklarıyla beni işaret ederek: “Bakın Ömer Seyfettin yaşıyormuş!” “Olamaz, şiiri okuyan Ömer Seyfettin’miş!” şeklinde devam edip giden yorumlarını da işitmiştim ki, ister istemez çocukların kendi hayal dünyaları çerçevesinden şahit oldukları bu mucize, öğretmen arkadaşlarımın yanında beni de tebessüme getirmişti. Hatta o gün Bandırma’ya doğru yola koyulduğumuz minibüsle Gönen sokakları içinden geçerken, kimi çocukların gülen yüzlerle ve şaşkın bakışlarla beni işaret etmeleri de unutamadığım bir anı olarak hafızama kaydedilmişti. Evet, sahnede bir mucize yaşanmıştı. Kısa bir süreliğine de olsa Ömer Seyfettin dirilmişti. Kendisini çok seven sıradan bir Edebiyat Öğretmeninin gözlerinden çocukların umutlarını, yüreklerindeki güzellikleri seyretmişti büyük hikâyecimiz. Çocuklar kısa bir süreliğine de olsa, aslında onun tırnağı bile olamayacak bir öğretmenin bakışlarında, büyük hikayecimiz Ömer Seyfettin’in gülümseyen gözlerini görmüşlerdi. Gerçekten de Ömer Seyfettin dirilmişti. Yüzlerce Gönenli çocuğun gözleri önünde gerçekleşmişti bu mucize. Sahnede heyecandan tir tir titreyen bu acemi öğretmense, o gün başka bir mucizeye daha şahit olmuştu. Genç yaşta öldüğü söylenen Gönenli Ömer Seyfettin, aslında ölmemişti. Sahnede şiir okuyan onlarca genç ve bu performansı izleyen yüzlerce seyircinin yüzlerinde Ömer Seyfettin’in Sonsuzluk alemlerinden sızan bakışları ayan beyan görünüyordu. O zaman insanların asıl araması gerekenin, para, mal, makam ya da geçici şöhretten ziyade Ölümsüzlük olduğunu anlamıştım. Ölümsüzlük ise, ne batının karanlık medeniyetinde, ne de bizim şahsi ihtiraslarımızın ardındaydı. Ölümsüzlüğün bestesi, kendi medeniyetimizin notalarında; Gönen’in ve Anadolu’nun bütün beldelerinde çarpıp duran sevgi dolu yüreklerin umut renkli dualarındaydı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |