Her bokun tadýna bir bakalým diye, hep durduk, her durakta. Ve indiðimiz her durakta, otobüste býraktýklarýmýzda kaldý aklýmýz, keza bi bok da anlamadýk yediðimiz boktan. Mutlumuyuz? Bilmiyoruz. Çünkü biz o kapýda lütfen bi götüm ilerlemeyenlerdik tüm üzerine vazifesiz ortayaþ üstü çaðrýlara raðmen. Bir elimiz o stop düðmesine dokunmazsa darlanýrdýk, yol tutardý bizi. Ya özgürdük, ya meraklý, yada sadece aptal. Her tabelada tereddüt etmeden indik, çünkü sýkýlyorduk, her mahallesinde yaþýmýzýn; “iþte” dedik, muhteþem bir yer olmalý bu durak. Olmalý. Olmalý. Olmadý. Hiç muhteþem olmadý. Çirkin oldu, yalnýz oldu, sýcak veya soðuk oldu, þiþman olduðu da oldu, karanlýk olduðu da. Bazen güzel oldu, bazen güzel koktu, bazen çok ama çok uygundu bütün koþullar ama hiç muhteþem olmadý. Hiç rastlamadýk biz hayal ettiðimiz o “muhteþem”liðe. Çünkü her durakta yeni bir renk gördük biz. Evimizde siyahý, yurdumuzda maviyi sevdik. Evimizden en uzakta, sarýya aþýk olduk, aradaki duraklarda bordosu da var, yeþili de. Ve þimdi, hangi durakta insek, aklýmýz hep o safi renklerde. “Tamam, aklým almaz bir turuncusun ey güzel þey, ama pemben de soluk, kýzýlýnda”. Artýk biz, artýk biz bir gök kuþaðýnýn peþinden gidiyoruz sanýrým. Sevmesi koyu gri, yokluðu soðuk mavi, varlýðý aðýr yeþil, gözbebekleri tehlikeli siyah bir kadýnla; gecesi sýcak sarý, insaný silik kahve, ýþýðý parlak beyaz bir þehirde oturup, kýrmýzýya uzanmak. Her gördüðümüz yerde ona doðru koþuyoruz. Çok uzakta olmasý sorun deðil, gerçek olup olmamasý da. Çünkü biz biliyoruz, kýzýl olmadan mavinin, yeþil olmadan sarýnýn deðeri sanki hiç. Ve beyaz olmadan, hiçbirþeyin önemi yok. Ben, kendim, arýyoruz.